Sosyal medyada geçirdiğimiz vakit salgın boyunca haliyle arttı. Benzer şekilde, insanların sosyal medyaya verdiği değer önemli ölçüde arttı. Twitter, Facebook, LinkedIn ve Instagram gibi platformların incelendiği araştırmalar, halk sağlığını gözlemleme anlamında faydalı oluyor. Sosyal medya platformlarından elde edilen büyük hacimli veriler, araştırmacılara insan davranışları ve duyguları konusunda çok kıymetli öngörüler sağlıyor.
Economics Observatory tarafından derlenen çeşitli araştırmalar sonucunda ortaya çıkan tabloyu sizlerle paylaşıyoruz...
Salgın nedeniyle olumsuz duygularımız sosyal medyada daha fazla ifade ediyoruz:
Kişinin nasıl hissettiğini gösteren sosyal medya gönderileri, halk sağlığını, günlük karar verme süreçlerini ve hayat kalitesi hakkındaki düşüncelerini daha iyi anlamayı sağlayabilir. Araştırmalar, kriz durumlarında insanların duygularını online ortamda (özellikle de sosyal medya platformlarında) paylaşma ihtimalinin daha yüksek olduğuna işaret ediyor. COVID-19 salgınının başlangıcından beri, Twitter’da olumsuz duygularını ifade edenlerin sayısı arttı.
Aslında olumsuz duygular bizi daha 'dürüst' kılıyor: Peki nasıl?
Araştırmalara göre olumsuz duygular, kişinin nasıl hissettiğini daha doğru şekilde gösteriyor. Mesela Facebook durum güncellemelerinde daha fazla olumsuz duygulardan bahseden kullanıcılar, gerçekten de yaşam doyum seviyelerinin daha düşük olduğunu söylüyor. Öte yandan, Facebook üzerinden paylaşılan olumlu duygular yaşam doyum seviyesiyle örtüşmüyor.
Instagram verileriyle yapılan bir araştırma, depresyon geçmişi olan kullanıcıların sağlıklı kullanıcılara kıyasla daha mavi, gri ve karanlık fotoğraflar paylaşmaya meyilli olduğunu ortaya koydu. Farklı anadillere sahip insanların internette kendilerini nasıl ifade ettiğini incelemek, kültürler arasında ilginç karşılaştırmalar yapmaya fırsat sağlıyor. Farklı kültürlerden gelen kişiler, duygularını farklı şekilde ifade ediyor. Mesela Japonya’nın kültürüyle yetişmiş bir kişi, genelde duygularını ifade ederken Batı kültürüyle yetişmiş kişilere kıyasla daha çekingen oluyor.
Diller arası farklılık da önemli:
Başka bir araştırma, duyguları ifade etmek için kullanılan kelimelerin anlamının dilden dile değiştiğini gösteriyor. Mesela Farsça konuşan kişiler ‘keder’ kelimesini ‘pişmanlık’ benzeri bir duyguya benzer şekilde algılıyor. Öte yandan, bir Kafkas halkı olan Dargiler tarafından kullanılan Dargice dilini konuşanlar, ‘keder’ kelimesini ‘anksiyete’ kelimesiyle ilişkilendiriyor.
Sosyal medyanın doğası gereği sürekli bir güncelleme durumu olduğu için, halkın modunu ve düşüncelerini gerçek zamanlı şekilde takip etmeyi sağlamıyor. Diğer bir avantaj; kişilerin düşüncelerinin yanı sıra davranışlarını da inceleme imkanı sağlaması. Anketlerle elde edilen bilgilerin aksine online veriler soruları yanıtsız bırakma durumunu ortadan kaldırıyor. Çünkü anketin doğası gereği süreç, kişiye birtakım sorular yöneltilmesi ve bu soruların cevaplanması şeklinde işliyor. Ancak sosyal medya aracılığıyla edinilen veriler üzerinden çıkarım yaparken kişinin çeşitli olaylar, hizmetler, etkinlikler, devlet politikaları ve başka insanlar hakkındaki düşünceleri kendini daha net şekilde belli ediyor. Ayrıca anketlerle ölçmenin fazla maliyetli olacağı niş etkinlikleri ya da hayatın ilginç yönlerini bu şekilde öğrenmek de mümkün oluyor.
Sosyal medya paylaşımlarına göre mutsuz olduğumuz nasıl anlaşılıyor?
Bir grup araştırmacı, 2008 yılından beri Twitter’da insanların kullandığı olumlu ve olumsuz kelimeleri oylayarak kullanıcıların duygularını takip eden ‘Hedonometre’ adlı bir araç geliştirdi. Hedonometre, tweetlerde kullanılan dili 10 binden fazla sözcük barındıran kelime veri tabanıyla karşılaştırıyor. Bu kelimeler, 1 en mutsuz 9 en mutlu olacak şekilde mutluluk ölçeğinde kategorize ediliyor. 2020’nin Mart ayında COVID-19 Batı ülkelerinde hızla yayılırken Hedonometre’de de büyük bir düşüş fark edildi.
Daha yakın zamanda da ekonomistler tarafından ‘Brüt Ulusal Mutluluk’ endeksi geliştirildi. Brüt Ulusal Mutluluk Endeksi’nin amacı, ekonomik, sosyal ve siyasi olaylar esnasında bireylerin duygularını ölçmek. Bu endeks, mutluluğu 0-10 arası bir ölçekte değerlendiriyor ve tıpkı Hedonometre gibi Twitter verilerini kullanıyor.
Hedonometrenin aksine Brüt Ulusal Mutluluk Endeksi, tweetin içinde geçen belirli kelimeleri sınıflandırmaktansa tweetin bütününün altında yatan duyguları inceliyor. Mesela “Tatilden keyif almadım.” şeklinde bir tweet Hedonometre tarafından “olumlu duygular içeriyor” şeklinde sınıflandırılırken (tatil ve keyif kelimeleri sebebiyle) Brüt Ulusal Mutluluk Endeksi tarafından olumsuz olarak değerlendiriliyor. Salgın süresince, günlük olarak daha fazla sayıda COVID-19 vakası kaydedilen bölgelerden daha olumsuz tweetler atıldığı görüldü. Karantina uygulamalarının da mutluluk düzeyini azalttığı fark edildi. Bu etkinin boyutu, kısıtlamaların katılığına ve uzunluğuna bağlı değişiyor. Mesela hareket edememek, eğlenceli aktivitelere daha az erişebiliyor olmak, iş/okul konusunda endişelenmek insanların sosyal medyada ölçülen mutluluk oranını düşürüyor.
Daha genel açıdan bakacak olursak, halkın genel ruh halindeki değişimler birkaç faktöre bağlı olabiliyor. Mesela yılbaşı, Dünya Kupası gibi spor etkinlikleri ya da pandemi gibi faktörler oldukça etkili faktörler arasında. Araştırmacılara göre sosyal medyadan elde edilen verilerin halkın ruh halini tespit etmede kullanılabiliyor olması, politika yapıcıların daha anlamlı kararlar almasına yardımcı olabilir.
Tüm bunların bir de aması var…
Zengin öngörüler sunsa da sosyal medya verilerinin de birtakım olumsuz yönleri var tabii ki. Birincisi sosyal medya kullanıcıları ülkedeki herkesi temsil etmiyor. Özellikle yaşlılar, çocuklar ve azınlıklar dışarıda kalmış oluyor. İkincisi, kişiler profillerini kendi oluşturuyor. Dolayısıyla sosyal medyadan edinilen veriler, kişilerin kendi önyargılarını yansıtabilir ve gerçek hayattaki tercihlerinin resmini net şekilde oluşturmayabilir. Ayrıca büyük ölçekli verileri analiz etmek kolay bir iş değil. İnsanların duygularını tespit etme konusunda algoritmalara tam olarak güvenemeyebiliriz. Algoritmalar da onları geliştiren kişilerin önyargılarını yansıtabilir üstelik.
Bunun ötesinde, toplum bilimciler artan online medya kullanımının bilişsel işlevleri etkilemesi konusunda endişeli. İnternette fazla vakit geçirmenin dikkati toplama, bilgileri akılda tutma ve sözlü olarak iletişim kurma becerilerini azalttığına işaret eden çok sayıda araştırma var. Ayrıca sosyal medya, kişiler hakkında gerçekçi olmayan beklentiler oluşturarak sosyal karşılaştırmalar yapmaya sebep oluyor. Bu da kişileri depresyona, anksiyeteye ve kendine daha az saygı duymaya yöneltiyor. Büyük teknoloji şirketlerinin daha önce hiç olmadığı kadar fazla kişisel veri toplaması, veri gizliliği konusundaki tartışmaları alevlendirdi. Geçtiğimiz yıllarda yaşanan Facebook ve Cambridge Analytica veri ihlali skandalı, ücretsiz hizmetleri kullanmanın bedelinin hizmeti sunan şirkete kişisel verilerimizi kullanmaları konusunda boyun eğmek olduğunu gösterdi.
Bu tür veriler en çok kullanıcıya reklam gösterme amaçlı kullanılıyor. Ancak bunun haricinde kişisel veriler bankalar tarafından birine kredi kartı verilip verilmeyeceğine karar vermek için veya sağlık sigortası şirketleri tarafından kişinin yaşam tarzını gözetleyerek alışkanlıklarına göre muamele yapmak için kullanılabilir. Veri mahremiyetiyle alakalı bu endişeler, genel anlamda internette daha fazla düzenlemeye sebep olabilir.
Sosyal medya genel ruh halimiz hakkında çok güçlü veriler sunma potansiyeline sahip ancak kullandığımız platformlar da dijital hayatımız dışında gerçek hayatlarımızda nasıl hissettiğimize dair direkt ve çok önemli etkilere sahip olabilir.
Salgın ve sosyal medya ilişkisine genel anlamda bakacak olursak, sosyal medya salgın süresince pek çok anlamda kendinizi daha yetersiz ve/veya mutsuz hissetmenizden sorumlu olmuş olabilir.