iltasyazilim
FD Üye
Peygamber Efendimizin On İki Yaşından Otuz Yaşına Kadar Olan Hayatı
Peygamberimizin, Amcasıyla Şam’a Gidişi
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (asm) on iki yaşına girmişti Akranları arasında artık farklı beden ve sîmâya sahipti Sîmâsı etrafa pırıl pırıl nurlar saçıyordu Gönlü huzur doluydu
Onu yanında barındıran Ebû Tâlib ise o sırada büyük bir geçim sıkıntısı içinde idi Bunun için de ticaretle uğraşmaya kendisini mecbur hissetmekteydi Bu maksatla da Kureyş’in o sene tertiplediği ticaret kervanına katılarak Şam’a gitmeyi kararlaştırdı
Yol hazırlıkları yapılıyordu Yapılan hazırlıklar Peygamber Efendimizin (asm) gözleri önünde cereyan ediyordu Haliyle çok sevdiği amcası kendisinden bir müddet ayrılacaktı Ama o buna nasıl tahammül edebilirdi? Yıllar önce de hem muhterem babasını, hem de aziz annesini böyle iki seyahat sonunda kaybetmişti Şimdi ise, hâmisi Ebû Tâlip böyle bir seyahata çıkacak ve günlerce kendisinden uzak bulunacaktı Nazik ve latif ruhu bu ayrılığa nasıl dayanacaktı?
O da amcasıyla birlikte gitmeyi candan arzuluyordu Günlerce üzgün durduktan sonra amcasına açılmak zorunda kaldı Hasret ve hüzün dolu mübarek sesiyle ona şöyle hitap etmekten kendini alamadı:
“Amcacığım! Beni nereye ve kime bırakıp gidiyorsun? Burada ne annem var, ne de babam
Bu sözlerini gözyaşlarıyla bir çiçek gibi süsleyen Kâinatın Efendisinin derin hüzün ve üzüntüsüne değil kendisini canı gibi seven Ebû Tâlip, en katı yürekliler bile dayanamazdı Şefkat duygusunu coşturan bu ifâdeler karşısında Ebû Tâlip derhal kararını değiştirdi Kâinatın Efendisi de amcasıyla birlikte gidecekti Efendimizin gönlü bu karardan sonra sevinçle doldu Hazırlıklar tamamlandı ve amcasıyla birlikte ticâret kervanına katıldı
Kervan, çölleri aşa aşa Busra’ya vardı ve burada mola verdi Busra, Şam ile Kudüs arasında suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı
Rahip Bahîra’nın müşahede ve tesbiti
Busra panayırına yakın küçük bir manastırda o sıra bir râhip yaşıyordu: Bahîra1 Bu râhip, Hıristiyanların o zaman hatırı sayılır bir âlimi idi Çünkü, manastırda bir kitap vardı ki, orada ibâdete kapanan her râhip, o kitaptan okuyarak Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu O güne kadar gelmiş geçmiş bütün râhipler de o kitaptan istifade etmişlerdi2
Kureyş’in ticaret kafilesi, her sene olduğu gibi bu sene de râhibin bu manastırına yakın bir yerde konakladı Gariptir ki, daha önceki senelerde oraya gelen Kureyş kervanının hiçbiriyle ilgilenmeyen, konuşmayan Bahîra, bu sefer kafileye beklenmedik bir sürpriz ile yakın alâka gösterdi, hatta kendileri için bir ziyafet tertipledi
Bu ilgi, bu ziyafet nedendi? Kafiledekileri düşündüren soru bu idi
Bilgin Râhip, kafilede o âna kadar rastlamadığı bazı garipliklere şâhid olmuştu Manastırda, Kureyş kafilesini seyrederken, bir bulutun Efendiler Efendisini gölgelediğini görmüştü Kafile gelip bir ağacın altına konunca, aynı bulutun ağacı da gölgelediğini; ağacın dallarının ise, nur çocuğun üstüne âdeta eğilip gölge ettiğini müşâhede etmişti
Bu garipliği gören râhib Bahîra onları yemeğe çağırmak istedi Mekkelilere şu haberi gönderdi:
“Ey Kureyşliler! Size yemek hazırladım, Bu ziyafetime, büyüğünüz, küçüğünüz, hürünüz, köleniz dahil hepinizin gelmesini istiyorum
Bahîra’nın bu garip tavrı yemeğe gelen Kureyşli tüccarların dikkatinden kaçmadı Sebebini merak ettiler ve sordular:
“Ey Bahîra! Vallahi, bugün sende bam başka bir hal var Biz sana her gelişimizde uğrarız Şimdiye kadar bize böyle birşey yaptığın vâki değil Sendeki bu hal nedir?
Bahîra, sırrını açıklamadı ve şu cevapla yetindi:
“Evet, gerçekten doğru söylediniz, ama ne de olsa sizler misafirimsiniz Bunun için sizi misafir etmek, yemek yedirmek istedim Buyurun yiyiniz!
Dâvete icabet edildi ve sofraya oturuldu Ancak, kafileden sofrada bir tek kişi eksikti: Bahîra’nın aradığı Kâinatın Efendisi Nur Çocuk yaş itibariyle en küçükleri olduğundan kafilenin eşyalarını beklemekle vazifeli olarak ağacın altında oturuyordu
Bahîra, bütün dikkati ile sofradakileri süzmekle meşguldü Ancak, aradığı nurlu sîmâ yoktu aralarında Sordu:
“İçinizde yemeğe gelmeyen, geride kalan kimse var mı?
Cevap verdiler:
“Hayır, ey Bahîra, senin dâvetine icabet edip gelmeyen kimse yok Sadece bir çocuk var Eşyalarımızı beklemek üzere bırakılmış bir çocuk
Mukaddes kitapları dikkatle incelemiş olan ve onlardan son peygamberin özellik ve alâmetlerini öğrenmiş bulunan Bahîra, onun da gelmesini ısrarla istedi
Kureyşli tüccarlar Bahîra’nın bu ısrarlı isteğini reddetmediler ve Kâinatın Efendisi Nur Çocuğu da alıp getirdiler Efendiler Efendisi sofrada yemek yemekle meşgul iken, Bahîra’nın gözleri bütün dikkat ve hayretleriyle onun üzerinde dolaşıyordu Her halini, her hareketini dikkatli bakışlarla süzmekteydi
Bahîra, aradığını bulmuştu Maksadına erişmişti Zira, bütün dikkatiyle süzmekte olduğu Nur Çocuğun her hali ve her hareketi yanındaki kitapta yazılı sıfatlara tıpa tıp uyuyordu
Yemek yendi ve sofradakiler dağılırken Bahîra, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin kulağına eğildi ve “Bak delikanlı, Lât ve Uzza hakkı için sana soracağım şeylere cevap ver
Nur gözlerde bir rahatsızlık, bir nefret belirtisi “Lât ve Uzza adına benden bir şey isteme Vallahi onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem
Bahîra, önceki teklifinden vazgeçti “O halde Allah hakkı için, sana soracaklarıma cevap ver
Peygamber Efendimiz, “İstediğini sor buyurdu
Sorduğu her soruya aldığı cevap Bahîra’yı hayretler içinde bırakıyordu Çünkü onun son peygamber hakkında bildiklerine aynen uyuyordu Son olarak Kâinatın Efendisinin sırtına baktı ve Peygamberlik Mührünü gördü
Artık Bahîra’da, şeksiz şüphesiz kesin kanaat hasıl olmuştu: Bu genç, beklenen Son Peygamberdi
Rahib Bahîra ile Ebû Tâlip başbaşa
Rahib Bahîra, bu teşhisinden sonra, Efendimizin amcası Ebû Tâlib’in yanına vardı Aralarında şu konuşma geçti:
“Bu çocuk senin neyin olur?
“Oğlumdur
“Hayır, o senin oğlun değil Bu çocuğun babasının hayatta olmaması lâzım
“Evet, doğru söyledin, o benim öz oğlum değil, yeğenimdir
“Peki, babasına ne oldu?
“Annesi bu çocuğa hamile iken vefat etti
“Evet, doğru konuştun
Artık her şey ap açık ve kesindi
Sonunda, Peygamberimizin amcasına şu tavsiyede bulunarak hakperestliğini gösterdi:
“Yeğenini hemen memleketine geri ***ür Onu hasetçi Yahudilerden koru Vallahi, Yahudiler çocuğu görüp de, benim fark ettiklerimi onlar da fark ederlerse ona kötülükte bulunurlar Çünkü, senin bu yeğenin ileride büyük şân ve nâm kazanacaktır Durma, onu hemen geri ***ür1
Bu tavsiye üzerine Ebû Tâlip, mallarını orada satarak aziz yeğeni ile Mekke’ye geri döndü2
Rahib Bahîra gibi, bir çok Hıristiyan ve Yahudî âlimi, Resûli Ekrem Efendimizin sıfatlarını kitaplarında görmüşler ve “Evet, kitaplarımızda Muhammedi Arabî’nin (asm) sıfatları yazılıdır diyerek, doğru bir itirafta bulunmuşlardır Bu itirafa rağmen, yine de birçoğu İslâmın şerefiyle şereflenmekten mahrum kalmışlardır
Bu eşsiz bahtiyarlığa erenler arasında ise şunları sayabiliriz: Abdullah bin Selâm, Vehb bin Münebbih, Ebû Yâsir, Şamûl, Esid ve Sa’lebe bin Sâye, İbni Bünyamin, Muhayrık, Kâbü’lAhbâr, Dağatır, İbni Nafûr ve Carûd3
Kur’anı Kerim, ehli kitabın bu hakperest âlimlerinden şu âyetiyle bahseder:
“Îmân edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak sen, elbette Yahudîleri ve Allah’a ortak koşanları bulacaksın Îmân edenlere muhabbette en yakın kimseler olarak da, elbette ‘Biz Hıristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın Çünkü onların içinde ilim sahibi keşişler ve kendilerini ibadete vermiş râhipler vardır; onlar büyüklük de taslamazlar
“Peygambere indirileni dinledikleri zaman, âşina oldukları hakikatlerden duygulanarak gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün Onlar, ‘Ey Rabbimiz, îmân ettik’ derler Sen de bizi, hakka şâhitlik eden mü’minlerle beraber yaz’ derler1
* * *
Peygamberimizin Cahiliye Devri Kötülüklerinden Uzak Kalışı
Ebû Tâlib, bütün bu olup bitenlerden sonra nur yüzlü yeğeni Peygamber Efendimizin (asm) âdeta ayrılmaz bir parçası haline gelmişti Kendisinde gittikçe kuvvet peyda eden kanaat şuydu: “Bu yeğenim ilerde büyük ve mühim bir şahsiyet olacaktır
Bu sebeple Peygamberimiz üzerinde himâyesini son derece dikkatli ve şuurlu bir şekilde sürdürüyor, âdeta bir dediğini iki etmiyordu Artık Peygamberimiz de ruhu ve dış görünüşü ile eşsiz bir genç olmuştu Kalb ve ruhundaki eşsiz fazilet ve güzellikler sûretini de fevkalâde güzel şekillendirmişti
Uzuna yakın orta boylu, siyah dalgalı saçlıydı Açık ve yüksek alınlı, kalın siyah kaşlıydı Kaşları birbirine çok yakın, fakat bitişik değildi Göz bebekleri, çok tatlı bir siyahtı Uzun ve siyah kirpikleri, bakışlarına ap ayrı bir tatlılık verirdi
Kaderi İlâhi, onu ezelden insanlığın Peygamberi olarak takdir ve tâyin etmişti Bu sebeple o, âlemlerin Rabbi’nin terbiyesi altında hayat seyrine devam ediyordu Bunun içindir ki, bütün Arabistan’la birlikte Mekke’de de hüküm süren fısk, fücûr, sefâlet ve dalâletten, kötülük ve ahlâksızlıklardan en ufak bir eser, en küçük bir iz hayatında görülmezdi
Putlardan şiddetle nefret ederdi Ömründe bir defa bile onlara hürmette bulunmadı Kureyş müşriklerinin bir âdeti vardı Her senenin belli bir gününde Buvâne adlı putun etrafında toplanırlar, geceye kadar orada bulunurlar, yanında traş olurlar, kurban keserek büyük merasim tertiplerlerdi
Yine böyle bir merasim için bütün Kureyş hazırlanmıştı Ebû Tâlip de onlar gibi âile efradını toplayarak merasime iştirak etmek istedi Ancak o buna yanaşmadı ve mâzur görülmesini istedi Efendimizin bu davranışını Ebû Tâlip ve halaları taaccüple karşıladılar Hatta kızar gibi oldular Bir iki sefer daha tekliflerini tekrarladıkları halde Resuli Ekrem Efendimiz yine red cevabı verdi Bunun üzerine, “İlâhlarımızdan yüz çevirmek demek olan bu hareketinden dolayı bir felâkete uğrayacağından korkuyoruz dediler
Bunu demekle de yetinmediler, üzerine öylesine vardılar ki, Sevgili Peygamberimiz daha fazla ısrar edemedi ve istemeye istemeye, sadece amcası Ebû Tâlip ve halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe razı oldu Fakat, putun yanına varır varmaz, nur yüzlü Efendimizin bir ara ortadan kaybolduğunu fark ettiler Bir müddet sonra yanlarına gelince onu müthiş bir hal içinde gördüler Benzi sararmıştı ve her halinden korktuğu belli oluyordu
Amcası ve halaları, “Ne oldu sana? diye sordular
Sevgili Efendimiz şu cevabı verdi:
“Bana bir fenalık gelmesinden korktum
“Allah sana kötülük eriştirmez Sende çok iyi haslet ve meziyetler var Söyle bakalım, sen ne gördün? dediler
Bu sefer Peygamberimiz şunları anlattı:
“Ben, bu putun yanına yaklaştığım zaman, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş biri orada peydâ oldu Bana, ‘Ya Muhammed! Geri çekil, sakın o puta el sürme!’ diye haykırdı1
Bu vakâdan sonra Resulüllah Efendimiz herhangi bir sebep ve sâikle putların yanına uğramadı ve onların bu bayram ve merasimlerine hiç bir zaman katılmadı
Evet, peygamberlik vazifesiyle memur edilir edilmez, eline Tevhid bayrağını alıp dalgalandıracak bir zât, elbette çocukluğunda ve gençliğinde de Tevhid inancının zıddı olan şirkten ve putperestlikten uzak, ter temiz bir hayata sahip bulunacaktır
Cenâbı Hak, sevgili Resulünü henüz ne teklif, ne memuriyet, hiçbir şeyle alakâlı bulunmadığı zamanlarda bile her türlü çirkinlikten koruyor ve onu hususî bir murakabe altında terbiye ediyordu Resuli Kibriyâ Efendimiz de, “Rabbim bana edebi güzel bir sûrette ihsan etmiş, edeblendirmiş1 sözleriyle bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır
İnsaflı müsteşrikler de her şeye rağmen bu hususu inkâr edememişlerdir Sir W Miur Muhammed’in Hayatı isimli eserinde şu itirafta bulunmaktan kendini alamaz: “Hz Muhammed hakkındaki bütün neşriyatımız bir nokta üzerinde ittifak eder O da onun ahlâkının temizliği ve yüksekliğidir
* * *
Dördüncü Ficar Muharebesi ve Efemdimiz
Peygamber Efendimiz, yirmi yaşında iken Dördüncü Ficar Muharebesi patlak verdi1
İslâmdan evvel, Cahiliye devrinde, Araplar arasında cinayetlerin, kanlı çarpışma ve şiddet olaylarının, kan davalarının ve her türlü hırsızlık ve yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyordu Kalbleri şefkat ve merhametten mahrum, cemiyet hayatları hak ve hukuktan uzak insanlardan birbirini kırıp geçmekten başka zaten ne beklenebilirdi?
Muharrem, Receb, Zilkâde ve Zilhicce ayları öteden beri Araplarca mukaddes aylar sayılıyordu Bu aylarda her türlü kötülüğün işlenmesi, her türlü haksızlığın yapılması, kan dökülmesi kesinlikle yasaktı Bunun için de “haram aylar adıyla anılıyorlardı
İşte Ficar Muharebeleri, bu aylardan birinde vuku bulduğu ve iki taraf arasında büyük haksızlıklar, zulümler irtikâp edildiği, kan döküldüğü için bu ismi almıştı2
Araplar arasında Ficar Muharebeleri dört kere meydana gelmişti Birinci Ficar Muharebesi sırasında, Kâinatın Efendisi henüz on yaşlarında bulunuyordu3
Dokuz sene gibi uzun bir zaman süren bu dört muharebe, aslında basit ve ehemmiyetsiz hâdiseler yüzünden meydana gelmişti Birinci Ficar Muharebesi, Gıfarîlerden bir adamın Ukaz Panayırında uzanmış olarak, “Arab’ın en şereflisi benim sözü üzerine Havazin Kabilesinden birinin bunu kendisine hakaret kabul edip kılıcını çekerek, övünen adamın ayağını yaralaması sebebiyle Kinane ve Havazinler arasında vuku bulmuştu
İkincisi, yine Ukaz Panayırında bir kadına sataşmak yüzünden Kureyş ile Havazin kabileleri arasında patlak vermişti
Üçüncüsü, Kinâneoğulları Kabilesinden bir adamın, Âmiroğulları Kabilesinden birine olan borcunu ödemeyip, müddeti uzatması sebebiyle Kinâne ve Havazin kabileleri arasında meydana gelmişti
Peygamberimizin yirmi yaşlarında iken katıldığı Dördüncü Ficar Muharebesi ise, Kureyş ile Kinâneoğulları ile Kaysı Aylan kabileleri arasında Kinâneli Barraz bin Kays adındaki adamın Kaysı Aylan (Havazin) Kabilesinden Urve namındaki adamı öldürmesi neticesi çıkmıştı1
Kureyşliler, Kinâneoğullarının müttefiki bulunduklarından, dolayısıyla bu muharebeye katılmak zorunda kalmışlardı Ukaz Panayırında yapılan Dördüncü Ficar Muharebesine Ebû Tâlip, haram ayda olduğu ve çok zulüm işleneceğini tahmin ettiği için katılmak istememişti Ancak Kureyş Kabilesinin diğer kollarının diretmesi üzerine iştirâk etmek mecburiyetinde kaldı
Muharebe sırasında, Ebû Tâlib’in aziz yeğeni Efendimizi bir iki defa yanına alarak ***ürdüğü rivâyet edilmiştir Ancak o, sadece atılan düşman oklarını toplayıp, amcasına vermekle yetinmiştir2
Çarpışmanın bir türlü son bulmadığını gören taraflar, nihâyet birbirlerine anlaşma teklif ettiler Buna göre, ölüler sayılacak, hangi tarafın ölüsü fazla ise, diğer taraf onların diyetlerini ödeyecek, böylece de harp son bulmuş olacaktı
Sayım neticesinde Kaysı Aylanların ölüleri yirmi kadar fazla çıktı Kinâneoğulları ve Kureyşliler tarafından bu yirmi kişinin diyeti ödenerek, Fil Tarihinden yirmi yıl sonra vuku bulan bu kanlı çarpışma da böylece nihâyet buldu1
* * *
Peygamberimiz Hilfu'lFüdul Cemiyetinde
Peygamber Efendimiz yirmi yaşına basmıştı Son Ficar Harbinde çok kimse hayatını kaybetmiş, oluk oluk kan akmıştı Bununla Arap kabileleri arasındaki düşmanlık duygusu daha da bilenmişti Her an basit sebepler yüzünden büyük hâdiseler çıkabilir, adam öldürülebilir, kabileler birbirine saldırabilir duruma gelinmişti
Mekke’de dışardan gelen yabancılar için can, mal ve namus emniyeti diye bir şey kalmamıştı İsteyen istediği yabancının malını alıyor, karşılığında tek kuruş ödemiyordu Âciz ve güçsüzler her türlü zulme maruz kalıyor ve bunlara karşı koyma cesaretini gösteremiyorlardı Bu vahşet saçan manzaraya bir çare bulunması gerekiyordu İnsanlık haysiyetine yakışmayan bu hareketlerin önüne geçilmeliydi Fakat, ne yapılabilirdi?
Namus ehlinin, haksızlık karşısında vicdanı ıztırap duyanların, cemiyetin emniyet ve asayişini düşünüp duranların halletmek istedikleri meselelerdi bunlar
Zebidlinin gasb edilen malı
Bardağı taşıran son damla, Yemen’in Zebid Kabilesinden birinin bir deve yükü malının şehrin ileri gelenlerinden Âs bin Vâil tarafından gasbedilmesi hâdisesi oldu Zebidlinin yardım istemek maksadıyla çaldığı her kapı, yüzüne kapatılıyordu Sonunda Ebû Kubeys Dağına çıkarak uğradığı zulüm ve hakareti Kureyşlilere yüksek sesle bildirmeyi denedi ve bu yüksek tepeden şehir halkını yardıma çağırdı1
Bu dâvet, cemiyetin perişan halini düşünen kafaları uyandırdı Derhal bir araya toplanarak bu yolsuzluklara, bu gayrı meşrû davranışlara çare aramaya koyuldular Bu konuda başı çeken ve Mekke’nin hatırı sayılır büyüklerini bir araya getirmeye teşebbüs eden ilk şahıs, Peygamberimizin amcası Zübeyr oldu1
Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris, Teymoğullarının ileri gelenlerinden birçoğunun iştirâkı ile, Mekke’nin zengin, itibarlı ve en yaşlısı sayılan Abdullah bin Cud’a’nın evinde toplanıldı ve “Hilfu’lFüdul cemiyeti kuruldu Uzun uzadıya konuşup tartıştıktan sonra şu maddeleri karar altına aldılar:
1 Mekke’de,—ister yerlisinden, ister dışından olsun—zulme uğramış kimse bırakılmayacaktır
2 Bundan böyle Mekke’de zulme asla meydan verilmeyecek, zâlime asla müsâmaha ve fırsat tanınmayacaktır
3 Mazlumlar zâlimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla beraber hareket edilecektir2
Cemiyet üyeleri, bu âhidleri üzerinde sebât edeceklerine dâir de şöylece yeminde bulundular:
“Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir Dağı yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe’de istilâm ibadeti Kâbe’nin tavafı sırasında Hacerü’lEsved’e el sürülmesi ve izdiham dolayısıyla bizzat el sürülemiyorsa uzaktan selamlama işaretinin yapılması ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz3
Kurulan bu cemiyete “Hilfu’lFüdul adı verildi Sebebi şöyle izah ediliyor “Hilf yemin, “füdul ise fazıllar demek Mekke’de bulundukları bir sırada Cürhümî Kabilesinden Fazl isminde iki kişi ile, Katûrâ Kabilesinden Fudayl adında biri şehirde zulme ve tecavüze meydan vermemek hususunda yeminde bulunmuşlardı Kureyş ileri gelenleri de bunlara benzer sebeplerden dolayı bir araya gelip karar aldıklarından, “Fazıllar Hâdisesini hatırlama babında bu cemiyete “Hilfu’lFudul denildi1
Cemiyetin yaptığı ilk iş, Yemenli Zebîdî’nin ticaret maksadıyla getirdiği malın As bin Vâil’den geri alınması oldu Sevgili Peygamberimiz de, henüz yirmi yaşında bir genç olmasına rağmen, yaşlılardan teşekkül eden bu cemiyete amcalarıyla birlikte katılmış ve zulme karşı birleşmede, re’yini müsbet olarak izhar etmiştir Bu, Efendimizin genç yaşından beri olgun düşüncelere sahip olduğunun, zulme karşı nefret duyduğunun ve henüz o zamandan beri kavmi ve kabilesi arasında büyük bir itibara lâyık görüldüğünün ifadesidir
Şefkat ve merhamet timsali zât, elbette peygamberlikle vazifelendirilmeden evvel de mazlumun imdadına koşacak, bu hususta gösterilen gayretlere yardımcı olacaktır Çünkü o, güzel ahlâkı tamamlamak maksadıyla gönderilmişti Öyle ise, güzel ahlâka vasıta olan her gayrete kendisi de katılacaktı
Nitekim, kendilerine İlâhî risâlet vazifesi verildikten sonra da, mezkûr cemiyete katılmış olmaktan duyduğu memnuniyeti şu ifâdelerle beyân buyuracaktır:
“Abdullah bin Cud’â’nın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum Bence o yemin, kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha sevimlidir Ben ona İslâmiyet devrinde bile çağrılsam icâbet ederim2
* * *
Peygamberimizin Şam'a İkinci Gidişi
Mekke halkının meşguliyetlerinin başında ticaret geliyordu Ebû Tâlip de bir müddet ticaretle uğraştı Ancak, kıtlık kuraklık yıllarının başgöstermesi, kabile savaşlarının birbirini takip etmesi ve âile efradının fazla oluşu gibi sebepler yüzünden ticaret yapabilecek mâlî kuvveti pek kalmamıştı Bu yüzden Efendimizi de yanına alarak yaptığı Suriye seyahatinden sonra bir daha ticaret kervanlarına katılma imkânını elde edemedi Mekke’nin içinde bazı işler yapmakla geçinip gidiyordu
Mekke’de Peygamber Efendimizin akrabalarından zengin bir dul kadın vardı: Hatice binti Hüveylid O da servetiyle ticaret kervanlarına ortak oluyordu
Peygamber Efendimiz yirmi beş yaşında bulunduğu sırada, Kureyş yine Şâm’a göndermek üzere bir ticaret kervanının hazırlığı içindeydi Bu kervana Hz Hatice de, mallarıyla iştirak edecekti Her seferinde olduğu gibi, bu defa da mallarının başında gönderecek emin ve sağlam adamlar arıyordu
Geçim sıkıntısı içinde kıvranıp duran Ebû Talip bunu duydu Himâyesinde bulunan yeğeni Nebiyyi Muhterem Efendimizi yanına çağırarak kendisine açılmak zorunda kaldı ve şöyle konuştu:
“Ey kardeşim oğlu! Mal ve mülk sahibi olmadığımı biliyorsun Şiddetli kıtlık ve kuraklık elimizi, avucumuzu kuruttu Bizde ne ticaret bıraktı, ne de kalkacak, kımıldanacak güç ve derman Bak, kavminin ticaret kervanı Şam’a gitmeye hazırlanıyor Hüveylid’in kızı Hatice de bu kervana yükleyeceği mallarla katılacak ve mallarıyla birlikte kavminden bazı kimseler gönderecektir Hatice, ticaretle uğraşan, serveti bol ve başkasının da bu servetten istifâde etmesini isteyen bir kadındır Senin gibi emniyet edilen, temiz, vefalı bir insana onun bu konuda ihtiyacı vardır Gidip bu hususu kendisine anlatsan, herhalde dürüstlüğün ve üstün meziyetlerinden dolayı seni başkalarına tercih edecektir
Bu konuşmasının ardından endişesini de üzüntü içinde şöyle belirtti:
“Gerçi, seni Şâm’a göndermekten çekiniyorum Yahudilerin sana bir zarar vermesinden de korkuyorum Ama ne yapayım ki, geçimimizi temin konusunda bundan başka hatırıma gelen bir fikir de yok1
Peygamberimiz, “Amcacığım, sen nasıl istiyorsan öyle yap buyurarak amcasını rahatlattı
Ebû Talib’le Resuli Ekrem Efendimiz arasında geçen konuşma, Hz Hatice’ye ulaştı Nebiyyi Mükerremin doğru sözlü, güvenilir, emniyetli, üstün ahlâklı olduğunu bilen Hz Hatice, hemen haber göndererek çağırttı, kendisine şöyle dedi:
“Sizi Şam’a gidecek ticaret mallarımın başında göndermek istiyorum Sizin doğru sözlü, son derece güvenilir ve güzel ahlâklı olduğunuzu biliyorum Size kavminizden hiç kimseye vermediğim yüksek bir ücret vereceğim
Peygamber Efendimiz, teklifi amcası Ebû Tâlib’e haber verdi Buna son derece sevinen amcası, “Bu Allah’ın sana ihsan ettiği bir rızıktır dedi
Ebû Tâlip, ücreti tayin etmeden yola çıkmasını münasip görmediğinden, Efendimize gidip bizzat Hz Hatice ile bu hususu konuşmasını söyledi Ancak Peygamber Efendimiz bunu istemediğini belli etti Bunun üzerine Ebû Tâlip kendisi giderek “Ey Hatice, dedi “Biz işittik ki, sen falanı iki erkek deve vermek üzere tutmuşsun? Biz, Muhammed için dört erkek deveden aşağısına razı olmayız
Efendimiz gibi son derece itimad edilir birini bulan Hz Hatice sevinçliydi
“Ey Ebû Tâlib, dedi “Sen çok kolay ve hoşa gidecek bir ücret istemiş bulunuyorsun Bundan daha fazlasını isteseydin ben yine kabul ederdim1
Ebû Tâlib, bu sözlerden fazlasıyla memnun oldu
Hz Hatice, kölesi Meysere’yi de Resulullah Efendimizin emrine verdi ve ona şu tembihte bulundu:
“Sana ne emrederse derhal itaat edeceksin Hiçbir fikrine aykırı iş görmeyeceksin Bir dediğini iki etmeyeceksin ve her halini bana bildireceksin
Kervanın yola çıkması için bütün hazırlıklar tamamlandı Ebû Tâlib ile Efendimizin halaları da onu uğurlamaya geldiler, kervanda bulunanlara onunla ilgilenmelerini rica ettiler Ve kervan yola çıktı
Ticaret kervanı üç aylık yorucu bir yolculuktan sonra, Şam topraklarına vardı Kervana iştirak edenlerin herbiri Busra Panayırının münasip yerlerine tezgâhlarını kurdular Kâinatın Efendisi ise, oradaki manastıra yakın bir zeytin ağacının altına indi
Rahip Nastura ve Efendimiz
Efendimizin daha önceki Şam seyahatı sırasında manastırda bulunan Rahib Bahîra ölmüş, yerini Nastûra adındaki rahibe bırakmıştı Efendimizin, zeytin ağacının altına inmesi, pencereden gelen kafileyi seyreden Râhibin dikkatinden kaçmadı Önceden tanıştığı Meysere’yi yanına çağırdı ve ağacın altında konaklayanın kim olduğu sordu
Meysere, “O Kureyş ve Mekke halkından bir zâttır dedi
Nastura bir anlık bir düşünceye daldı Sonra da Meysere’yi hayretler içinde bırakan fikrini açıkladı:
“O ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kimse inmemiştir1
Daha sonra Meysere’ye şu suâli yöneltti:
“Onun gözünde biraz kırmızılık var mıdır?
Meysere’den “Evet cevabını alınca, teşhisini kesinleştirdi:
“O, peygamberdir Hem de peygamberlerin sonuncusudur2
Meysere, heyecan ve hayretinden şaşkına döndü İstikbalin Peygamberinin hizmetinde bulunma saadet ve sevinci vücudunun bütün zerrelerine bir anda yayıldı Rahibin söyledikleri de hafızasına iyice nakşolmuştu
Satışlar tamamlanmış, alınacaklar alınmıştı Bir de baktılar ki, Peygamberimiz herkesten ziyâde kârlı bir ticaret yapmış3 Bu sefer Meysere’nin hayretine, kafiledekilerin de hayret ve şaşkınlığı katıldı
Kervan, Busra’dan ayrılarak Mekke’ye doğru yola çıktı
gölge ediyor
Kervan sıcak kumlar üzerinde Mekke’ye doğru yol alıyordu Kızgın güneş, ateşten oklarını yere saplamakta idi Fakat o da ne? Meysere gözlerine inanamıyordu Acaba yanlış mı görüyordu? Ama hayır, tamamıyla gerçekti İki melek, kavurucu sıcaktan rahatsız olmaması için, bulut tarzında Kâinatın Efendisi üzerinde gölgelik yapıyordu4
Meysere, hayranlık ve heyecanından yerinde duramaz hale gelmişti Güneşin sıcaklığı, bu garip hâdisenin mûnis sıcaklığı yanında artık ona pek tesir etmiyordu Ne var ki, Nur Muhammed’e (asm) bu olup bitenleri ve duyduklarını anlatma cesaretini kendinde bir türlü bulamıyordu Hayretini, heyecanını ve şaşkınlığını hep içinde saklıyor, dışa aksetmemesi için var gücünü sarf ediyordu
Artık kervan, Mekke’den görülmeye başlanmıştı Hz Hatice, evinin damında Kureyş kadınlarıyla birlikte gelen kafileyi gözlüyordu Herkes gibi o da hayret içindeydi Gelen Muhammed ve Meysere’ydi Ya, Muhammed’in (asm) başı üzerinde gelenler ne? Yine iki melek Kâinatın Efendisi üzerinde gölgelik ediyorlardı Hatice heyecan içinde yanındaki kadınlara da bu garipliği gösteriyordu:1
“Bakın, bakın, Muhammed melekler tarafından gölgeleniyor
Kervan Mekke’ye ulaştı Peygamberimiz, malları Hz Hatice’ye teslim etti Hatice de getirilen malları yüksek bir kârla sattı2
Meysere müşahedelerini anlatıyor
Meysere bu yolculuk esnasında Kâinatın Efendisinden çok şey görmüş, çok şey öğrenmişti
Her şeyden önce temizliğe son derece riâyet ediyordu, ahlâkı mükemmeldi, doğru sözlüydü, arkadaşlığı samimi ve ciddî idi Ticaretteki dürüstlüğüne diyecek yoktu Bütün bunları, Rahib Nastura’nın söylediklerini ve yolda gördüğü garipliği, Meysere bir bir Hatice’ye anlattı
Hz Hatice Meysere’den duyduklarını ve kendisinin gördüğünü vakit geçirmeden gidip amcasıoğlu Varaka bin Nevfel’e anlattı
Varaka bilgili bir Hıristiyandı Putperestliğe taraftar değildi Kendi halinde yaşlı ve aklı başında bir insandı Hatice’den duydukları karşısında o da hayretini gizleyemeyerek şöyle dedi:
“Eğer bu söylediklerin doğru ise, şüphesiz Muhammed, bu ümmetin peygamberidir Ben, zaten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını biliyor ve onu bekliyordum Bu zaman, onun tam zamanıdır1
Bu ifade ve itiraf karşısında Hz Hatice’nin gönlü sevinçle doldu
* * *
Peygamberimizin Hz Hatice ile Evlenmesi
Hz Hatice, Kâinatın Efendisini çocukluğundan beri tanıyordu Ticaret mallarının başında Şam’a göndermesi ise, onu daha da yakından tanımasına vesile olmuştu Dul olan Hz Hatice, o sırada Kureyş kadınları arasında asâlet, şeref ve zenginlik bakımından üstün mevkie sahip bulunuyordu Aynı zamanda Cenabı Hak, pek az kadına nasip olacak bir güzelliği de kendisine ihsan etmişti
O âna kadar kabilesinden bir çok kimse evlenmek için kapısını çalmış ise de, o bunların hiçbirini kabul etmemişti1 Âdeta evlenmeyi düşünmüyor gibiydi Ne var ki, kader şimdi karşısına bam başka bir şahsiyet çıkarmıştı Ruhundaki güzellikler yüzüne aksetmiş, gönlündeki sevgi sîmâsında tebessüme dönüşmüş, zihnindeki derin düşünce dışarıya ciddiyet ve samimiyet şeklinde tezahür etmiş müstesna bir insan
Daha önce bütün Kureyş büyüklerinin evlenme teklifini reddeden ve âdeta evlenmek fikrini zihninden atmış bulunan Hz Hatice, bu eşsiz insanla daha yakından tanışınca, bu fikrinden vazgeçti İlahî kader, bu iki insanın kalbini birbirine ısındırmayı takdir etmişti
Hz Hatice’den gelen teklif
Evlenme teklifi, bizzat Hz Hatice’den geldi İffeti ve namusunu koruması sebebiyle Cahiliye Devrinde bile ter temiz kadın mânâsına gelen “tâhire lâkabıyla anılan Hz Hatice’den
Teklifi getiren Hz Hatice’nin yakın arkadaşı Münye kızı Nefise ile Peygamberimiz arasında şu konuşma geçti:
“Ey Muhammed, seni evlenmekten alıkoyan şey nedir?
“Elimde evlenecek kadar param yok
“Eğer bu temîn edilse ve sen, mala, güzelliğe, şeref ve denkliğe dâvet edilsen icâbet eder misin?
“Kimdir bu?
“Hüveylid’in kızı Hatice
“Ama, bu nasıl olabilir?
“Orasını ben bilirim
“O halde, ben de kabul ediyorum1
Nefise, sevinç içinde Kâinatın Efendisi ile konuştuklarını gelip Hz Hatice’ye iletti Hz Hatice’nin sonsuz memnuniyeti, yüzündeki tebessümlerden okunuyordu Nefise’yle birlikte sevinç ve memnuniyetlerini yaşadıktan sonra, Peygamberimize şu haberi gönderdi:
“Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun,2 kavmim içinde şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bulunduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum3
Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebû Tâlib’e bildirdi Ebû Tâlib teklifi tahkik etti Hz Hatice’nin böyle bir evliliği istediğini bizzat kendisinden öğrendi
Düğün merasimi
Düğün merasiminin tarihi bizzat Hz Hatice tarafından tesbit edildi Merasim de onun evinde yapılacaktı Tesbit edilen tarihte Peygamberimiz amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Hz Hatice’nin evine geldi Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz Hatice tarafından temin edilmişti Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı
Yemekler yendikten sonra, âdet olduğu üzere sıra iki taraf büyüklerinin konuşmasına geldi Hz Hatice’nin babası Ficar Harbinde ölmüştü Bu sebeple onu temsilen merasime, amcası Amr bin Esed katılmıştı
Geleneğe göre ilk konuşmayı yapmak üzere Ebû Tâlib ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Allah’a hamdolsun ki bizi, İbrahim’in zürriyetinden, İsmail’in sulbünden, Maad’ın madeninden, Mudar’ın aslından yarattı Bundan sonra asıl maksada gelir ve derim ki: Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, akrabanız olduğu malûmunuzdur Onunla Kureyş’ten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez Şeref ve asâletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir Şimdi o, sizden kızınız Hatice’yi istemekte, mehir olarak da yirmi erkek deve vermeyi taahhüd etmektedir
Ebû Tâlib konuşmasını bitirince de Hz Hatice’nin amcasıoğlu Varaka bin Nevfel ayağa kalktı O da şöyle konuştu:
“Allah’a hamdolsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi Biz de sizinle hısımlık kurmak ve şereflenmek istiyoruz
“Ey Kureyş topluluğu! Şâhid olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi şu kadar mehirle Muhammed bin Abdullah’ın oğluyla evlendirdim
Varaka bin Nevfel, konuşmasını bitirdikten sonra Ebû Tâlip, Hz Hatice’nin amcası Amr bin Esed’in de muvafakatını istedi Amr da ayağa kalkarak, “Ey Kureyş topluluğu, şahid olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah’a Hüveylid’in kızı Hatice’yi nikâhladım dedi
Böylece Kâinatın Serveri Efendimizle Kureyş kadınlarının nesep, şeref ve zenginlik bakımından en üstünü bulunan Hüveylid’in kızı Hz Haticei Kübrâ nikâhlanmış oldular O sırada Resuli Ekrem Efendimiz 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarında bulunuyorlardı Evlilikleri Milâdi tarihle 595 yılına rastlıyordu Yâni, Efendimizin nübüvvetinden 15 yıl önce
Bundan sonra Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resuli Ekrem Efendimiz, muhtereme hanımını alarak Ebû Tâlib’in evine geldi Burada iki deve kestirerek halka ziyâfet verdi Ebû Tâlip de, bu mes’ud hâdisenin hatırı için develer kestirdi ve halka yemekler yedirdi Sonra da Peygamber Efendimizle (asm) ailesini evine davet etti Onları karşılamaya çıktığında sevinç gözyaşları arasında, “Hamdolsun Allah’a ki, bizden bütün üzüntüleri yok etti diyor, Allah’a hamdediyordu
Efendimizle ona ilk hanım olma şerefini kazanmış bulunan Hz Hatice, Ebû Tâlib’in evinde ancak bir kaç gün kaldılar Sonra tekrar Hz Hatice’nin evine döndüler Artık mes’ud hayatlarını burada geçireceklerdi
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, kendisine “Haticei Kübrâ dediği bu tâhire kadın hayatta olduğu müddetçe bir başka kadınla evlenmedi1 Her türlü teselliyi ve en parlak saâdeti bu huzurlu evde buldu
Peygamber Efendimize, babasından miras olarak pek bir şey kalmamıştı Uzun zamandır himâyesinde bulunduğu Ebû Tâlip ise fakr u zaruret içindeydi Bu bakımdan, Hz Hatice ile evleninceye kadar binbir meşakkat ve zahmet içinde hayat sürmüştü
Hz Hatice ile evlendikten sonra, onun servetini ticarette kullandı ve bir derece genişliğe kavuştu Fakat hanımı bol servet sahibi iken o, yine israfa, gösteriş ve lükse kaçmadı Daha önceki mütevazi ve sade hayatına yakın bir yaşayışı devam ettirdi Üstelik dünya malına da kalbinde yer vermiyordu Onun o yüce ruhunu bam başka ulvi ve kudsî duygular kuşatmıştı Dünya ve içindekilerin muhabbeti o ulvî duyguları söküp atmaya hiçbir zaman muktedir olamıyordu
Daha sonra Hz Haticei Kübrâ’dan, Resuli Ekrem Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (TayyibTahir) adında altı çocuğu oldu1
Bu mes’ud âile yuvasında Kâinatın Efendisi ile Hz Hatice en ulvî duygularla kaynaşmışlardı Âile yuvasında hâkim olan karşılıklı emniyet, samimi hürmet ve muhabbetti Hz Hatice, Kâinatın Efendisi kocasından on beş yaş büyük olmasına rağmen, yüce şahsiyetinden dolayı kendilerine karşı son derece nazik, duygulu ve itinalı davranıyordu Peygamber Efendimizin şerefli hanımına karşı muhabbeti de fazlaydı Öyle ki, vefatından sonra bile hiçbir vakit muhabbetini kalbinden atmadı, gönlünün en mûtenâ köşesinde ebedî beraberliğe kadar sakladı
Resuli Ekrem Efendimiz, Hz Hatice’nin keremkârlığını, hayırseverliğini ve kendisine yaptığı büyük yardımı her zaman yâd ederdi Bu yâd ediş, Hz Âişe Validemize, “Haticei Kübrâ’dan başka, Nebiyyi Ekremin zevcelerinden hiçbirini kıskanmadım2 dedirtecek ve onun kıskançlık damarını tahrik edecek kadar fazla idi Nasıl yâd etmezdi ki? Çocuklarından biri hariç diğerlerinin annesi o idi Herkes ona düşman iken, ona dost elini uzatan o idi Her türlü ıztırap ve sıkıntı karşısında kendisini teselli eden o idi Herkesin ona arka çevirdiği bir zamanda yanıbaşından ayrılmayan o idi
Elbette, böylesine yüksek duygu ve meziyetler sahibi zevcesini, Peygamber Efendimiz hiçbir zaman unutmayacak ve onu her zaman hayırla yâd edecekti
Peygamberimizin, Amcasıyla Şam’a Gidişi
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz (asm) on iki yaşına girmişti Akranları arasında artık farklı beden ve sîmâya sahipti Sîmâsı etrafa pırıl pırıl nurlar saçıyordu Gönlü huzur doluydu
Onu yanında barındıran Ebû Tâlib ise o sırada büyük bir geçim sıkıntısı içinde idi Bunun için de ticaretle uğraşmaya kendisini mecbur hissetmekteydi Bu maksatla da Kureyş’in o sene tertiplediği ticaret kervanına katılarak Şam’a gitmeyi kararlaştırdı
Yol hazırlıkları yapılıyordu Yapılan hazırlıklar Peygamber Efendimizin (asm) gözleri önünde cereyan ediyordu Haliyle çok sevdiği amcası kendisinden bir müddet ayrılacaktı Ama o buna nasıl tahammül edebilirdi? Yıllar önce de hem muhterem babasını, hem de aziz annesini böyle iki seyahat sonunda kaybetmişti Şimdi ise, hâmisi Ebû Tâlip böyle bir seyahata çıkacak ve günlerce kendisinden uzak bulunacaktı Nazik ve latif ruhu bu ayrılığa nasıl dayanacaktı?
O da amcasıyla birlikte gitmeyi candan arzuluyordu Günlerce üzgün durduktan sonra amcasına açılmak zorunda kaldı Hasret ve hüzün dolu mübarek sesiyle ona şöyle hitap etmekten kendini alamadı:
“Amcacığım! Beni nereye ve kime bırakıp gidiyorsun? Burada ne annem var, ne de babam
Bu sözlerini gözyaşlarıyla bir çiçek gibi süsleyen Kâinatın Efendisinin derin hüzün ve üzüntüsüne değil kendisini canı gibi seven Ebû Tâlip, en katı yürekliler bile dayanamazdı Şefkat duygusunu coşturan bu ifâdeler karşısında Ebû Tâlip derhal kararını değiştirdi Kâinatın Efendisi de amcasıyla birlikte gidecekti Efendimizin gönlü bu karardan sonra sevinçle doldu Hazırlıklar tamamlandı ve amcasıyla birlikte ticâret kervanına katıldı
Kervan, çölleri aşa aşa Busra’ya vardı ve burada mola verdi Busra, Şam ile Kudüs arasında suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı
Rahip Bahîra’nın müşahede ve tesbiti
Busra panayırına yakın küçük bir manastırda o sıra bir râhip yaşıyordu: Bahîra1 Bu râhip, Hıristiyanların o zaman hatırı sayılır bir âlimi idi Çünkü, manastırda bir kitap vardı ki, orada ibâdete kapanan her râhip, o kitaptan okuyarak Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu O güne kadar gelmiş geçmiş bütün râhipler de o kitaptan istifade etmişlerdi2
Kureyş’in ticaret kafilesi, her sene olduğu gibi bu sene de râhibin bu manastırına yakın bir yerde konakladı Gariptir ki, daha önceki senelerde oraya gelen Kureyş kervanının hiçbiriyle ilgilenmeyen, konuşmayan Bahîra, bu sefer kafileye beklenmedik bir sürpriz ile yakın alâka gösterdi, hatta kendileri için bir ziyafet tertipledi
Bu ilgi, bu ziyafet nedendi? Kafiledekileri düşündüren soru bu idi
Bilgin Râhip, kafilede o âna kadar rastlamadığı bazı garipliklere şâhid olmuştu Manastırda, Kureyş kafilesini seyrederken, bir bulutun Efendiler Efendisini gölgelediğini görmüştü Kafile gelip bir ağacın altına konunca, aynı bulutun ağacı da gölgelediğini; ağacın dallarının ise, nur çocuğun üstüne âdeta eğilip gölge ettiğini müşâhede etmişti
Bu garipliği gören râhib Bahîra onları yemeğe çağırmak istedi Mekkelilere şu haberi gönderdi:
“Ey Kureyşliler! Size yemek hazırladım, Bu ziyafetime, büyüğünüz, küçüğünüz, hürünüz, köleniz dahil hepinizin gelmesini istiyorum
Bahîra’nın bu garip tavrı yemeğe gelen Kureyşli tüccarların dikkatinden kaçmadı Sebebini merak ettiler ve sordular:
“Ey Bahîra! Vallahi, bugün sende bam başka bir hal var Biz sana her gelişimizde uğrarız Şimdiye kadar bize böyle birşey yaptığın vâki değil Sendeki bu hal nedir?
Bahîra, sırrını açıklamadı ve şu cevapla yetindi:
“Evet, gerçekten doğru söylediniz, ama ne de olsa sizler misafirimsiniz Bunun için sizi misafir etmek, yemek yedirmek istedim Buyurun yiyiniz!
Dâvete icabet edildi ve sofraya oturuldu Ancak, kafileden sofrada bir tek kişi eksikti: Bahîra’nın aradığı Kâinatın Efendisi Nur Çocuk yaş itibariyle en küçükleri olduğundan kafilenin eşyalarını beklemekle vazifeli olarak ağacın altında oturuyordu
Bahîra, bütün dikkati ile sofradakileri süzmekle meşguldü Ancak, aradığı nurlu sîmâ yoktu aralarında Sordu:
“İçinizde yemeğe gelmeyen, geride kalan kimse var mı?
Cevap verdiler:
“Hayır, ey Bahîra, senin dâvetine icabet edip gelmeyen kimse yok Sadece bir çocuk var Eşyalarımızı beklemek üzere bırakılmış bir çocuk
Mukaddes kitapları dikkatle incelemiş olan ve onlardan son peygamberin özellik ve alâmetlerini öğrenmiş bulunan Bahîra, onun da gelmesini ısrarla istedi
Kureyşli tüccarlar Bahîra’nın bu ısrarlı isteğini reddetmediler ve Kâinatın Efendisi Nur Çocuğu da alıp getirdiler Efendiler Efendisi sofrada yemek yemekle meşgul iken, Bahîra’nın gözleri bütün dikkat ve hayretleriyle onun üzerinde dolaşıyordu Her halini, her hareketini dikkatli bakışlarla süzmekteydi
Bahîra, aradığını bulmuştu Maksadına erişmişti Zira, bütün dikkatiyle süzmekte olduğu Nur Çocuğun her hali ve her hareketi yanındaki kitapta yazılı sıfatlara tıpa tıp uyuyordu
Yemek yendi ve sofradakiler dağılırken Bahîra, Kâinatın Efendisi Peygamberimizin kulağına eğildi ve “Bak delikanlı, Lât ve Uzza hakkı için sana soracağım şeylere cevap ver
Nur gözlerde bir rahatsızlık, bir nefret belirtisi “Lât ve Uzza adına benden bir şey isteme Vallahi onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem
Bahîra, önceki teklifinden vazgeçti “O halde Allah hakkı için, sana soracaklarıma cevap ver
Peygamber Efendimiz, “İstediğini sor buyurdu
Sorduğu her soruya aldığı cevap Bahîra’yı hayretler içinde bırakıyordu Çünkü onun son peygamber hakkında bildiklerine aynen uyuyordu Son olarak Kâinatın Efendisinin sırtına baktı ve Peygamberlik Mührünü gördü
Artık Bahîra’da, şeksiz şüphesiz kesin kanaat hasıl olmuştu: Bu genç, beklenen Son Peygamberdi
Rahib Bahîra ile Ebû Tâlip başbaşa
Rahib Bahîra, bu teşhisinden sonra, Efendimizin amcası Ebû Tâlib’in yanına vardı Aralarında şu konuşma geçti:
“Bu çocuk senin neyin olur?
“Oğlumdur
“Hayır, o senin oğlun değil Bu çocuğun babasının hayatta olmaması lâzım
“Evet, doğru söyledin, o benim öz oğlum değil, yeğenimdir
“Peki, babasına ne oldu?
“Annesi bu çocuğa hamile iken vefat etti
“Evet, doğru konuştun
Artık her şey ap açık ve kesindi
Sonunda, Peygamberimizin amcasına şu tavsiyede bulunarak hakperestliğini gösterdi:
“Yeğenini hemen memleketine geri ***ür Onu hasetçi Yahudilerden koru Vallahi, Yahudiler çocuğu görüp de, benim fark ettiklerimi onlar da fark ederlerse ona kötülükte bulunurlar Çünkü, senin bu yeğenin ileride büyük şân ve nâm kazanacaktır Durma, onu hemen geri ***ür1
Bu tavsiye üzerine Ebû Tâlip, mallarını orada satarak aziz yeğeni ile Mekke’ye geri döndü2
Rahib Bahîra gibi, bir çok Hıristiyan ve Yahudî âlimi, Resûli Ekrem Efendimizin sıfatlarını kitaplarında görmüşler ve “Evet, kitaplarımızda Muhammedi Arabî’nin (asm) sıfatları yazılıdır diyerek, doğru bir itirafta bulunmuşlardır Bu itirafa rağmen, yine de birçoğu İslâmın şerefiyle şereflenmekten mahrum kalmışlardır
Bu eşsiz bahtiyarlığa erenler arasında ise şunları sayabiliriz: Abdullah bin Selâm, Vehb bin Münebbih, Ebû Yâsir, Şamûl, Esid ve Sa’lebe bin Sâye, İbni Bünyamin, Muhayrık, Kâbü’lAhbâr, Dağatır, İbni Nafûr ve Carûd3
Kur’anı Kerim, ehli kitabın bu hakperest âlimlerinden şu âyetiyle bahseder:
“Îmân edenlere düşmanlıkta insanların en şiddetlisi olarak sen, elbette Yahudîleri ve Allah’a ortak koşanları bulacaksın Îmân edenlere muhabbette en yakın kimseler olarak da, elbette ‘Biz Hıristiyanlarız’ diyenleri bulacaksın Çünkü onların içinde ilim sahibi keşişler ve kendilerini ibadete vermiş râhipler vardır; onlar büyüklük de taslamazlar
“Peygambere indirileni dinledikleri zaman, âşina oldukları hakikatlerden duygulanarak gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün Onlar, ‘Ey Rabbimiz, îmân ettik’ derler Sen de bizi, hakka şâhitlik eden mü’minlerle beraber yaz’ derler1
* * *
Peygamberimizin Cahiliye Devri Kötülüklerinden Uzak Kalışı
Ebû Tâlib, bütün bu olup bitenlerden sonra nur yüzlü yeğeni Peygamber Efendimizin (asm) âdeta ayrılmaz bir parçası haline gelmişti Kendisinde gittikçe kuvvet peyda eden kanaat şuydu: “Bu yeğenim ilerde büyük ve mühim bir şahsiyet olacaktır
Bu sebeple Peygamberimiz üzerinde himâyesini son derece dikkatli ve şuurlu bir şekilde sürdürüyor, âdeta bir dediğini iki etmiyordu Artık Peygamberimiz de ruhu ve dış görünüşü ile eşsiz bir genç olmuştu Kalb ve ruhundaki eşsiz fazilet ve güzellikler sûretini de fevkalâde güzel şekillendirmişti
Uzuna yakın orta boylu, siyah dalgalı saçlıydı Açık ve yüksek alınlı, kalın siyah kaşlıydı Kaşları birbirine çok yakın, fakat bitişik değildi Göz bebekleri, çok tatlı bir siyahtı Uzun ve siyah kirpikleri, bakışlarına ap ayrı bir tatlılık verirdi
Kaderi İlâhi, onu ezelden insanlığın Peygamberi olarak takdir ve tâyin etmişti Bu sebeple o, âlemlerin Rabbi’nin terbiyesi altında hayat seyrine devam ediyordu Bunun içindir ki, bütün Arabistan’la birlikte Mekke’de de hüküm süren fısk, fücûr, sefâlet ve dalâletten, kötülük ve ahlâksızlıklardan en ufak bir eser, en küçük bir iz hayatında görülmezdi
Putlardan şiddetle nefret ederdi Ömründe bir defa bile onlara hürmette bulunmadı Kureyş müşriklerinin bir âdeti vardı Her senenin belli bir gününde Buvâne adlı putun etrafında toplanırlar, geceye kadar orada bulunurlar, yanında traş olurlar, kurban keserek büyük merasim tertiplerlerdi
Yine böyle bir merasim için bütün Kureyş hazırlanmıştı Ebû Tâlip de onlar gibi âile efradını toplayarak merasime iştirak etmek istedi Ancak o buna yanaşmadı ve mâzur görülmesini istedi Efendimizin bu davranışını Ebû Tâlip ve halaları taaccüple karşıladılar Hatta kızar gibi oldular Bir iki sefer daha tekliflerini tekrarladıkları halde Resuli Ekrem Efendimiz yine red cevabı verdi Bunun üzerine, “İlâhlarımızdan yüz çevirmek demek olan bu hareketinden dolayı bir felâkete uğrayacağından korkuyoruz dediler
Bunu demekle de yetinmediler, üzerine öylesine vardılar ki, Sevgili Peygamberimiz daha fazla ısrar edemedi ve istemeye istemeye, sadece amcası Ebû Tâlip ve halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe razı oldu Fakat, putun yanına varır varmaz, nur yüzlü Efendimizin bir ara ortadan kaybolduğunu fark ettiler Bir müddet sonra yanlarına gelince onu müthiş bir hal içinde gördüler Benzi sararmıştı ve her halinden korktuğu belli oluyordu
Amcası ve halaları, “Ne oldu sana? diye sordular
Sevgili Efendimiz şu cevabı verdi:
“Bana bir fenalık gelmesinden korktum
“Allah sana kötülük eriştirmez Sende çok iyi haslet ve meziyetler var Söyle bakalım, sen ne gördün? dediler
Bu sefer Peygamberimiz şunları anlattı:
“Ben, bu putun yanına yaklaştığım zaman, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş biri orada peydâ oldu Bana, ‘Ya Muhammed! Geri çekil, sakın o puta el sürme!’ diye haykırdı1
Bu vakâdan sonra Resulüllah Efendimiz herhangi bir sebep ve sâikle putların yanına uğramadı ve onların bu bayram ve merasimlerine hiç bir zaman katılmadı
Evet, peygamberlik vazifesiyle memur edilir edilmez, eline Tevhid bayrağını alıp dalgalandıracak bir zât, elbette çocukluğunda ve gençliğinde de Tevhid inancının zıddı olan şirkten ve putperestlikten uzak, ter temiz bir hayata sahip bulunacaktır
Cenâbı Hak, sevgili Resulünü henüz ne teklif, ne memuriyet, hiçbir şeyle alakâlı bulunmadığı zamanlarda bile her türlü çirkinlikten koruyor ve onu hususî bir murakabe altında terbiye ediyordu Resuli Kibriyâ Efendimiz de, “Rabbim bana edebi güzel bir sûrette ihsan etmiş, edeblendirmiş1 sözleriyle bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır
İnsaflı müsteşrikler de her şeye rağmen bu hususu inkâr edememişlerdir Sir W Miur Muhammed’in Hayatı isimli eserinde şu itirafta bulunmaktan kendini alamaz: “Hz Muhammed hakkındaki bütün neşriyatımız bir nokta üzerinde ittifak eder O da onun ahlâkının temizliği ve yüksekliğidir
* * *
Dördüncü Ficar Muharebesi ve Efemdimiz
Peygamber Efendimiz, yirmi yaşında iken Dördüncü Ficar Muharebesi patlak verdi1
İslâmdan evvel, Cahiliye devrinde, Araplar arasında cinayetlerin, kanlı çarpışma ve şiddet olaylarının, kan davalarının ve her türlü hırsızlık ve yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyordu Kalbleri şefkat ve merhametten mahrum, cemiyet hayatları hak ve hukuktan uzak insanlardan birbirini kırıp geçmekten başka zaten ne beklenebilirdi?
Muharrem, Receb, Zilkâde ve Zilhicce ayları öteden beri Araplarca mukaddes aylar sayılıyordu Bu aylarda her türlü kötülüğün işlenmesi, her türlü haksızlığın yapılması, kan dökülmesi kesinlikle yasaktı Bunun için de “haram aylar adıyla anılıyorlardı
İşte Ficar Muharebeleri, bu aylardan birinde vuku bulduğu ve iki taraf arasında büyük haksızlıklar, zulümler irtikâp edildiği, kan döküldüğü için bu ismi almıştı2
Araplar arasında Ficar Muharebeleri dört kere meydana gelmişti Birinci Ficar Muharebesi sırasında, Kâinatın Efendisi henüz on yaşlarında bulunuyordu3
Dokuz sene gibi uzun bir zaman süren bu dört muharebe, aslında basit ve ehemmiyetsiz hâdiseler yüzünden meydana gelmişti Birinci Ficar Muharebesi, Gıfarîlerden bir adamın Ukaz Panayırında uzanmış olarak, “Arab’ın en şereflisi benim sözü üzerine Havazin Kabilesinden birinin bunu kendisine hakaret kabul edip kılıcını çekerek, övünen adamın ayağını yaralaması sebebiyle Kinane ve Havazinler arasında vuku bulmuştu
İkincisi, yine Ukaz Panayırında bir kadına sataşmak yüzünden Kureyş ile Havazin kabileleri arasında patlak vermişti
Üçüncüsü, Kinâneoğulları Kabilesinden bir adamın, Âmiroğulları Kabilesinden birine olan borcunu ödemeyip, müddeti uzatması sebebiyle Kinâne ve Havazin kabileleri arasında meydana gelmişti
Peygamberimizin yirmi yaşlarında iken katıldığı Dördüncü Ficar Muharebesi ise, Kureyş ile Kinâneoğulları ile Kaysı Aylan kabileleri arasında Kinâneli Barraz bin Kays adındaki adamın Kaysı Aylan (Havazin) Kabilesinden Urve namındaki adamı öldürmesi neticesi çıkmıştı1
Kureyşliler, Kinâneoğullarının müttefiki bulunduklarından, dolayısıyla bu muharebeye katılmak zorunda kalmışlardı Ukaz Panayırında yapılan Dördüncü Ficar Muharebesine Ebû Tâlip, haram ayda olduğu ve çok zulüm işleneceğini tahmin ettiği için katılmak istememişti Ancak Kureyş Kabilesinin diğer kollarının diretmesi üzerine iştirâk etmek mecburiyetinde kaldı
Muharebe sırasında, Ebû Tâlib’in aziz yeğeni Efendimizi bir iki defa yanına alarak ***ürdüğü rivâyet edilmiştir Ancak o, sadece atılan düşman oklarını toplayıp, amcasına vermekle yetinmiştir2
Çarpışmanın bir türlü son bulmadığını gören taraflar, nihâyet birbirlerine anlaşma teklif ettiler Buna göre, ölüler sayılacak, hangi tarafın ölüsü fazla ise, diğer taraf onların diyetlerini ödeyecek, böylece de harp son bulmuş olacaktı
Sayım neticesinde Kaysı Aylanların ölüleri yirmi kadar fazla çıktı Kinâneoğulları ve Kureyşliler tarafından bu yirmi kişinin diyeti ödenerek, Fil Tarihinden yirmi yıl sonra vuku bulan bu kanlı çarpışma da böylece nihâyet buldu1
* * *
Peygamberimiz Hilfu'lFüdul Cemiyetinde
Peygamber Efendimiz yirmi yaşına basmıştı Son Ficar Harbinde çok kimse hayatını kaybetmiş, oluk oluk kan akmıştı Bununla Arap kabileleri arasındaki düşmanlık duygusu daha da bilenmişti Her an basit sebepler yüzünden büyük hâdiseler çıkabilir, adam öldürülebilir, kabileler birbirine saldırabilir duruma gelinmişti
Mekke’de dışardan gelen yabancılar için can, mal ve namus emniyeti diye bir şey kalmamıştı İsteyen istediği yabancının malını alıyor, karşılığında tek kuruş ödemiyordu Âciz ve güçsüzler her türlü zulme maruz kalıyor ve bunlara karşı koyma cesaretini gösteremiyorlardı Bu vahşet saçan manzaraya bir çare bulunması gerekiyordu İnsanlık haysiyetine yakışmayan bu hareketlerin önüne geçilmeliydi Fakat, ne yapılabilirdi?
Namus ehlinin, haksızlık karşısında vicdanı ıztırap duyanların, cemiyetin emniyet ve asayişini düşünüp duranların halletmek istedikleri meselelerdi bunlar
Zebidlinin gasb edilen malı
Bardağı taşıran son damla, Yemen’in Zebid Kabilesinden birinin bir deve yükü malının şehrin ileri gelenlerinden Âs bin Vâil tarafından gasbedilmesi hâdisesi oldu Zebidlinin yardım istemek maksadıyla çaldığı her kapı, yüzüne kapatılıyordu Sonunda Ebû Kubeys Dağına çıkarak uğradığı zulüm ve hakareti Kureyşlilere yüksek sesle bildirmeyi denedi ve bu yüksek tepeden şehir halkını yardıma çağırdı1
Bu dâvet, cemiyetin perişan halini düşünen kafaları uyandırdı Derhal bir araya toplanarak bu yolsuzluklara, bu gayrı meşrû davranışlara çare aramaya koyuldular Bu konuda başı çeken ve Mekke’nin hatırı sayılır büyüklerini bir araya getirmeye teşebbüs eden ilk şahıs, Peygamberimizin amcası Zübeyr oldu1
Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris, Teymoğullarının ileri gelenlerinden birçoğunun iştirâkı ile, Mekke’nin zengin, itibarlı ve en yaşlısı sayılan Abdullah bin Cud’a’nın evinde toplanıldı ve “Hilfu’lFüdul cemiyeti kuruldu Uzun uzadıya konuşup tartıştıktan sonra şu maddeleri karar altına aldılar:
1 Mekke’de,—ister yerlisinden, ister dışından olsun—zulme uğramış kimse bırakılmayacaktır
2 Bundan böyle Mekke’de zulme asla meydan verilmeyecek, zâlime asla müsâmaha ve fırsat tanınmayacaktır
3 Mazlumlar zâlimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla beraber hareket edilecektir2
Cemiyet üyeleri, bu âhidleri üzerinde sebât edeceklerine dâir de şöylece yeminde bulundular:
“Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir Dağı yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe’de istilâm ibadeti Kâbe’nin tavafı sırasında Hacerü’lEsved’e el sürülmesi ve izdiham dolayısıyla bizzat el sürülemiyorsa uzaktan selamlama işaretinin yapılması ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz3
Kurulan bu cemiyete “Hilfu’lFüdul adı verildi Sebebi şöyle izah ediliyor “Hilf yemin, “füdul ise fazıllar demek Mekke’de bulundukları bir sırada Cürhümî Kabilesinden Fazl isminde iki kişi ile, Katûrâ Kabilesinden Fudayl adında biri şehirde zulme ve tecavüze meydan vermemek hususunda yeminde bulunmuşlardı Kureyş ileri gelenleri de bunlara benzer sebeplerden dolayı bir araya gelip karar aldıklarından, “Fazıllar Hâdisesini hatırlama babında bu cemiyete “Hilfu’lFudul denildi1
Cemiyetin yaptığı ilk iş, Yemenli Zebîdî’nin ticaret maksadıyla getirdiği malın As bin Vâil’den geri alınması oldu Sevgili Peygamberimiz de, henüz yirmi yaşında bir genç olmasına rağmen, yaşlılardan teşekkül eden bu cemiyete amcalarıyla birlikte katılmış ve zulme karşı birleşmede, re’yini müsbet olarak izhar etmiştir Bu, Efendimizin genç yaşından beri olgun düşüncelere sahip olduğunun, zulme karşı nefret duyduğunun ve henüz o zamandan beri kavmi ve kabilesi arasında büyük bir itibara lâyık görüldüğünün ifadesidir
Şefkat ve merhamet timsali zât, elbette peygamberlikle vazifelendirilmeden evvel de mazlumun imdadına koşacak, bu hususta gösterilen gayretlere yardımcı olacaktır Çünkü o, güzel ahlâkı tamamlamak maksadıyla gönderilmişti Öyle ise, güzel ahlâka vasıta olan her gayrete kendisi de katılacaktı
Nitekim, kendilerine İlâhî risâlet vazifesi verildikten sonra da, mezkûr cemiyete katılmış olmaktan duyduğu memnuniyeti şu ifâdelerle beyân buyuracaktır:
“Abdullah bin Cud’â’nın evinde yapılan yeminleşmede ben de bulundum Bence o yemin, kırmızı tüylü develere sahip olmaktan daha sevimlidir Ben ona İslâmiyet devrinde bile çağrılsam icâbet ederim2
* * *
Peygamberimizin Şam'a İkinci Gidişi
Mekke halkının meşguliyetlerinin başında ticaret geliyordu Ebû Tâlip de bir müddet ticaretle uğraştı Ancak, kıtlık kuraklık yıllarının başgöstermesi, kabile savaşlarının birbirini takip etmesi ve âile efradının fazla oluşu gibi sebepler yüzünden ticaret yapabilecek mâlî kuvveti pek kalmamıştı Bu yüzden Efendimizi de yanına alarak yaptığı Suriye seyahatinden sonra bir daha ticaret kervanlarına katılma imkânını elde edemedi Mekke’nin içinde bazı işler yapmakla geçinip gidiyordu
Mekke’de Peygamber Efendimizin akrabalarından zengin bir dul kadın vardı: Hatice binti Hüveylid O da servetiyle ticaret kervanlarına ortak oluyordu
Peygamber Efendimiz yirmi beş yaşında bulunduğu sırada, Kureyş yine Şâm’a göndermek üzere bir ticaret kervanının hazırlığı içindeydi Bu kervana Hz Hatice de, mallarıyla iştirak edecekti Her seferinde olduğu gibi, bu defa da mallarının başında gönderecek emin ve sağlam adamlar arıyordu
Geçim sıkıntısı içinde kıvranıp duran Ebû Talip bunu duydu Himâyesinde bulunan yeğeni Nebiyyi Muhterem Efendimizi yanına çağırarak kendisine açılmak zorunda kaldı ve şöyle konuştu:
“Ey kardeşim oğlu! Mal ve mülk sahibi olmadığımı biliyorsun Şiddetli kıtlık ve kuraklık elimizi, avucumuzu kuruttu Bizde ne ticaret bıraktı, ne de kalkacak, kımıldanacak güç ve derman Bak, kavminin ticaret kervanı Şam’a gitmeye hazırlanıyor Hüveylid’in kızı Hatice de bu kervana yükleyeceği mallarla katılacak ve mallarıyla birlikte kavminden bazı kimseler gönderecektir Hatice, ticaretle uğraşan, serveti bol ve başkasının da bu servetten istifâde etmesini isteyen bir kadındır Senin gibi emniyet edilen, temiz, vefalı bir insana onun bu konuda ihtiyacı vardır Gidip bu hususu kendisine anlatsan, herhalde dürüstlüğün ve üstün meziyetlerinden dolayı seni başkalarına tercih edecektir
Bu konuşmasının ardından endişesini de üzüntü içinde şöyle belirtti:
“Gerçi, seni Şâm’a göndermekten çekiniyorum Yahudilerin sana bir zarar vermesinden de korkuyorum Ama ne yapayım ki, geçimimizi temin konusunda bundan başka hatırıma gelen bir fikir de yok1
Peygamberimiz, “Amcacığım, sen nasıl istiyorsan öyle yap buyurarak amcasını rahatlattı
Ebû Talib’le Resuli Ekrem Efendimiz arasında geçen konuşma, Hz Hatice’ye ulaştı Nebiyyi Mükerremin doğru sözlü, güvenilir, emniyetli, üstün ahlâklı olduğunu bilen Hz Hatice, hemen haber göndererek çağırttı, kendisine şöyle dedi:
“Sizi Şam’a gidecek ticaret mallarımın başında göndermek istiyorum Sizin doğru sözlü, son derece güvenilir ve güzel ahlâklı olduğunuzu biliyorum Size kavminizden hiç kimseye vermediğim yüksek bir ücret vereceğim
Peygamber Efendimiz, teklifi amcası Ebû Tâlib’e haber verdi Buna son derece sevinen amcası, “Bu Allah’ın sana ihsan ettiği bir rızıktır dedi
Ebû Tâlip, ücreti tayin etmeden yola çıkmasını münasip görmediğinden, Efendimize gidip bizzat Hz Hatice ile bu hususu konuşmasını söyledi Ancak Peygamber Efendimiz bunu istemediğini belli etti Bunun üzerine Ebû Tâlip kendisi giderek “Ey Hatice, dedi “Biz işittik ki, sen falanı iki erkek deve vermek üzere tutmuşsun? Biz, Muhammed için dört erkek deveden aşağısına razı olmayız
Efendimiz gibi son derece itimad edilir birini bulan Hz Hatice sevinçliydi
“Ey Ebû Tâlib, dedi “Sen çok kolay ve hoşa gidecek bir ücret istemiş bulunuyorsun Bundan daha fazlasını isteseydin ben yine kabul ederdim1
Ebû Tâlib, bu sözlerden fazlasıyla memnun oldu
Hz Hatice, kölesi Meysere’yi de Resulullah Efendimizin emrine verdi ve ona şu tembihte bulundu:
“Sana ne emrederse derhal itaat edeceksin Hiçbir fikrine aykırı iş görmeyeceksin Bir dediğini iki etmeyeceksin ve her halini bana bildireceksin
Kervanın yola çıkması için bütün hazırlıklar tamamlandı Ebû Tâlib ile Efendimizin halaları da onu uğurlamaya geldiler, kervanda bulunanlara onunla ilgilenmelerini rica ettiler Ve kervan yola çıktı
Ticaret kervanı üç aylık yorucu bir yolculuktan sonra, Şam topraklarına vardı Kervana iştirak edenlerin herbiri Busra Panayırının münasip yerlerine tezgâhlarını kurdular Kâinatın Efendisi ise, oradaki manastıra yakın bir zeytin ağacının altına indi
Rahip Nastura ve Efendimiz
Efendimizin daha önceki Şam seyahatı sırasında manastırda bulunan Rahib Bahîra ölmüş, yerini Nastûra adındaki rahibe bırakmıştı Efendimizin, zeytin ağacının altına inmesi, pencereden gelen kafileyi seyreden Râhibin dikkatinden kaçmadı Önceden tanıştığı Meysere’yi yanına çağırdı ve ağacın altında konaklayanın kim olduğu sordu
Meysere, “O Kureyş ve Mekke halkından bir zâttır dedi
Nastura bir anlık bir düşünceye daldı Sonra da Meysere’yi hayretler içinde bırakan fikrini açıkladı:
“O ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kimse inmemiştir1
Daha sonra Meysere’ye şu suâli yöneltti:
“Onun gözünde biraz kırmızılık var mıdır?
Meysere’den “Evet cevabını alınca, teşhisini kesinleştirdi:
“O, peygamberdir Hem de peygamberlerin sonuncusudur2
Meysere, heyecan ve hayretinden şaşkına döndü İstikbalin Peygamberinin hizmetinde bulunma saadet ve sevinci vücudunun bütün zerrelerine bir anda yayıldı Rahibin söyledikleri de hafızasına iyice nakşolmuştu
Satışlar tamamlanmış, alınacaklar alınmıştı Bir de baktılar ki, Peygamberimiz herkesten ziyâde kârlı bir ticaret yapmış3 Bu sefer Meysere’nin hayretine, kafiledekilerin de hayret ve şaşkınlığı katıldı
Kervan, Busra’dan ayrılarak Mekke’ye doğru yola çıktı
gölge ediyor
Kervan sıcak kumlar üzerinde Mekke’ye doğru yol alıyordu Kızgın güneş, ateşten oklarını yere saplamakta idi Fakat o da ne? Meysere gözlerine inanamıyordu Acaba yanlış mı görüyordu? Ama hayır, tamamıyla gerçekti İki melek, kavurucu sıcaktan rahatsız olmaması için, bulut tarzında Kâinatın Efendisi üzerinde gölgelik yapıyordu4
Meysere, hayranlık ve heyecanından yerinde duramaz hale gelmişti Güneşin sıcaklığı, bu garip hâdisenin mûnis sıcaklığı yanında artık ona pek tesir etmiyordu Ne var ki, Nur Muhammed’e (asm) bu olup bitenleri ve duyduklarını anlatma cesaretini kendinde bir türlü bulamıyordu Hayretini, heyecanını ve şaşkınlığını hep içinde saklıyor, dışa aksetmemesi için var gücünü sarf ediyordu
Artık kervan, Mekke’den görülmeye başlanmıştı Hz Hatice, evinin damında Kureyş kadınlarıyla birlikte gelen kafileyi gözlüyordu Herkes gibi o da hayret içindeydi Gelen Muhammed ve Meysere’ydi Ya, Muhammed’in (asm) başı üzerinde gelenler ne? Yine iki melek Kâinatın Efendisi üzerinde gölgelik ediyorlardı Hatice heyecan içinde yanındaki kadınlara da bu garipliği gösteriyordu:1
“Bakın, bakın, Muhammed melekler tarafından gölgeleniyor
Kervan Mekke’ye ulaştı Peygamberimiz, malları Hz Hatice’ye teslim etti Hatice de getirilen malları yüksek bir kârla sattı2
Meysere müşahedelerini anlatıyor
Meysere bu yolculuk esnasında Kâinatın Efendisinden çok şey görmüş, çok şey öğrenmişti
Her şeyden önce temizliğe son derece riâyet ediyordu, ahlâkı mükemmeldi, doğru sözlüydü, arkadaşlığı samimi ve ciddî idi Ticaretteki dürüstlüğüne diyecek yoktu Bütün bunları, Rahib Nastura’nın söylediklerini ve yolda gördüğü garipliği, Meysere bir bir Hatice’ye anlattı
Hz Hatice Meysere’den duyduklarını ve kendisinin gördüğünü vakit geçirmeden gidip amcasıoğlu Varaka bin Nevfel’e anlattı
Varaka bilgili bir Hıristiyandı Putperestliğe taraftar değildi Kendi halinde yaşlı ve aklı başında bir insandı Hatice’den duydukları karşısında o da hayretini gizleyemeyerek şöyle dedi:
“Eğer bu söylediklerin doğru ise, şüphesiz Muhammed, bu ümmetin peygamberidir Ben, zaten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını biliyor ve onu bekliyordum Bu zaman, onun tam zamanıdır1
Bu ifade ve itiraf karşısında Hz Hatice’nin gönlü sevinçle doldu
* * *
Peygamberimizin Hz Hatice ile Evlenmesi
Hz Hatice, Kâinatın Efendisini çocukluğundan beri tanıyordu Ticaret mallarının başında Şam’a göndermesi ise, onu daha da yakından tanımasına vesile olmuştu Dul olan Hz Hatice, o sırada Kureyş kadınları arasında asâlet, şeref ve zenginlik bakımından üstün mevkie sahip bulunuyordu Aynı zamanda Cenabı Hak, pek az kadına nasip olacak bir güzelliği de kendisine ihsan etmişti
O âna kadar kabilesinden bir çok kimse evlenmek için kapısını çalmış ise de, o bunların hiçbirini kabul etmemişti1 Âdeta evlenmeyi düşünmüyor gibiydi Ne var ki, kader şimdi karşısına bam başka bir şahsiyet çıkarmıştı Ruhundaki güzellikler yüzüne aksetmiş, gönlündeki sevgi sîmâsında tebessüme dönüşmüş, zihnindeki derin düşünce dışarıya ciddiyet ve samimiyet şeklinde tezahür etmiş müstesna bir insan
Daha önce bütün Kureyş büyüklerinin evlenme teklifini reddeden ve âdeta evlenmek fikrini zihninden atmış bulunan Hz Hatice, bu eşsiz insanla daha yakından tanışınca, bu fikrinden vazgeçti İlahî kader, bu iki insanın kalbini birbirine ısındırmayı takdir etmişti
Hz Hatice’den gelen teklif
Evlenme teklifi, bizzat Hz Hatice’den geldi İffeti ve namusunu koruması sebebiyle Cahiliye Devrinde bile ter temiz kadın mânâsına gelen “tâhire lâkabıyla anılan Hz Hatice’den
Teklifi getiren Hz Hatice’nin yakın arkadaşı Münye kızı Nefise ile Peygamberimiz arasında şu konuşma geçti:
“Ey Muhammed, seni evlenmekten alıkoyan şey nedir?
“Elimde evlenecek kadar param yok
“Eğer bu temîn edilse ve sen, mala, güzelliğe, şeref ve denkliğe dâvet edilsen icâbet eder misin?
“Kimdir bu?
“Hüveylid’in kızı Hatice
“Ama, bu nasıl olabilir?
“Orasını ben bilirim
“O halde, ben de kabul ediyorum1
Nefise, sevinç içinde Kâinatın Efendisi ile konuştuklarını gelip Hz Hatice’ye iletti Hz Hatice’nin sonsuz memnuniyeti, yüzündeki tebessümlerden okunuyordu Nefise’yle birlikte sevinç ve memnuniyetlerini yaşadıktan sonra, Peygamberimize şu haberi gönderdi:
“Ey amcam oğlu! Sen, benim akrabam olduğun,2 kavmim içinde şerefli, güvenilir kimse, güzel huylu, doğru sözlü bulunduğun için seninle evlenmeyi arzu ediyorum3
Teklifi alan Efendimiz, durumu amcası Ebû Tâlib’e bildirdi Ebû Tâlib teklifi tahkik etti Hz Hatice’nin böyle bir evliliği istediğini bizzat kendisinden öğrendi
Düğün merasimi
Düğün merasiminin tarihi bizzat Hz Hatice tarafından tesbit edildi Merasim de onun evinde yapılacaktı Tesbit edilen tarihte Peygamberimiz amcaları, halaları ve Haşimoğullarının ileri gelenlerinden bazıları ile birlikte Hz Hatice’nin evine geldi Güzel bir düğün merasimi için gereken her şey bizzat Hz Hatice tarafından temin edilmişti Koyunlar kesilmiş, yemekler hazırlanmıştı
Yemekler yendikten sonra, âdet olduğu üzere sıra iki taraf büyüklerinin konuşmasına geldi Hz Hatice’nin babası Ficar Harbinde ölmüştü Bu sebeple onu temsilen merasime, amcası Amr bin Esed katılmıştı
Geleneğe göre ilk konuşmayı yapmak üzere Ebû Tâlib ayağa kalktı ve şöyle dedi:
“Allah’a hamdolsun ki bizi, İbrahim’in zürriyetinden, İsmail’in sulbünden, Maad’ın madeninden, Mudar’ın aslından yarattı Bundan sonra asıl maksada gelir ve derim ki: Kardeşimin oğlu Muhammed bin Abdullah ki, akrabanız olduğu malûmunuzdur Onunla Kureyş’ten hiçbir genç tartılamaz, ölçülemez Şeref ve asâletçe, akıl ve faziletçe onların hepsinden üstün gelir Gerçi malı azdır, fakat mal dediğin nedir ki? Geçici bir gölge, bir perde, alınır verilir iğreti bir şey Allah’a yemin ederim ki, bundan sonra onun mertebesi daha da büyüyecek, daha da yükselecektir Şimdi o, sizden kızınız Hatice’yi istemekte, mehir olarak da yirmi erkek deve vermeyi taahhüd etmektedir
Ebû Tâlib konuşmasını bitirince de Hz Hatice’nin amcasıoğlu Varaka bin Nevfel ayağa kalktı O da şöyle konuştu:
“Allah’a hamdolsun ki, bizi de anlattığın gibi yarattı Saydıklarından daha fazlasıyla bize üstünlük verdi Biz de sizinle hısımlık kurmak ve şereflenmek istiyoruz
“Ey Kureyş topluluğu! Şâhid olunuz ki, ben Huveylid’in kızı Hatice’yi şu kadar mehirle Muhammed bin Abdullah’ın oğluyla evlendirdim
Varaka bin Nevfel, konuşmasını bitirdikten sonra Ebû Tâlip, Hz Hatice’nin amcası Amr bin Esed’in de muvafakatını istedi Amr da ayağa kalkarak, “Ey Kureyş topluluğu, şahid olunuz ki, ben de Muhammed bin Abdullah’a Hüveylid’in kızı Hatice’yi nikâhladım dedi
Böylece Kâinatın Serveri Efendimizle Kureyş kadınlarının nesep, şeref ve zenginlik bakımından en üstünü bulunan Hüveylid’in kızı Hz Haticei Kübrâ nikâhlanmış oldular O sırada Resuli Ekrem Efendimiz 25, Hz Hatice ise 40 yaşlarında bulunuyorlardı Evlilikleri Milâdi tarihle 595 yılına rastlıyordu Yâni, Efendimizin nübüvvetinden 15 yıl önce
Bundan sonra Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Resuli Ekrem Efendimiz, muhtereme hanımını alarak Ebû Tâlib’in evine geldi Burada iki deve kestirerek halka ziyâfet verdi Ebû Tâlip de, bu mes’ud hâdisenin hatırı için develer kestirdi ve halka yemekler yedirdi Sonra da Peygamber Efendimizle (asm) ailesini evine davet etti Onları karşılamaya çıktığında sevinç gözyaşları arasında, “Hamdolsun Allah’a ki, bizden bütün üzüntüleri yok etti diyor, Allah’a hamdediyordu
Efendimizle ona ilk hanım olma şerefini kazanmış bulunan Hz Hatice, Ebû Tâlib’in evinde ancak bir kaç gün kaldılar Sonra tekrar Hz Hatice’nin evine döndüler Artık mes’ud hayatlarını burada geçireceklerdi
Kâinatın Efendisi Peygamberimiz, kendisine “Haticei Kübrâ dediği bu tâhire kadın hayatta olduğu müddetçe bir başka kadınla evlenmedi1 Her türlü teselliyi ve en parlak saâdeti bu huzurlu evde buldu
Peygamber Efendimize, babasından miras olarak pek bir şey kalmamıştı Uzun zamandır himâyesinde bulunduğu Ebû Tâlip ise fakr u zaruret içindeydi Bu bakımdan, Hz Hatice ile evleninceye kadar binbir meşakkat ve zahmet içinde hayat sürmüştü
Hz Hatice ile evlendikten sonra, onun servetini ticarette kullandı ve bir derece genişliğe kavuştu Fakat hanımı bol servet sahibi iken o, yine israfa, gösteriş ve lükse kaçmadı Daha önceki mütevazi ve sade hayatına yakın bir yaşayışı devam ettirdi Üstelik dünya malına da kalbinde yer vermiyordu Onun o yüce ruhunu bam başka ulvi ve kudsî duygular kuşatmıştı Dünya ve içindekilerin muhabbeti o ulvî duyguları söküp atmaya hiçbir zaman muktedir olamıyordu
Daha sonra Hz Haticei Kübrâ’dan, Resuli Ekrem Efendimizin, sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah (TayyibTahir) adında altı çocuğu oldu1
Bu mes’ud âile yuvasında Kâinatın Efendisi ile Hz Hatice en ulvî duygularla kaynaşmışlardı Âile yuvasında hâkim olan karşılıklı emniyet, samimi hürmet ve muhabbetti Hz Hatice, Kâinatın Efendisi kocasından on beş yaş büyük olmasına rağmen, yüce şahsiyetinden dolayı kendilerine karşı son derece nazik, duygulu ve itinalı davranıyordu Peygamber Efendimizin şerefli hanımına karşı muhabbeti de fazlaydı Öyle ki, vefatından sonra bile hiçbir vakit muhabbetini kalbinden atmadı, gönlünün en mûtenâ köşesinde ebedî beraberliğe kadar sakladı
Resuli Ekrem Efendimiz, Hz Hatice’nin keremkârlığını, hayırseverliğini ve kendisine yaptığı büyük yardımı her zaman yâd ederdi Bu yâd ediş, Hz Âişe Validemize, “Haticei Kübrâ’dan başka, Nebiyyi Ekremin zevcelerinden hiçbirini kıskanmadım2 dedirtecek ve onun kıskançlık damarını tahrik edecek kadar fazla idi Nasıl yâd etmezdi ki? Çocuklarından biri hariç diğerlerinin annesi o idi Herkes ona düşman iken, ona dost elini uzatan o idi Her türlü ıztırap ve sıkıntı karşısında kendisini teselli eden o idi Herkesin ona arka çevirdiği bir zamanda yanıbaşından ayrılmayan o idi
Elbette, böylesine yüksek duygu ve meziyetler sahibi zevcesini, Peygamber Efendimiz hiçbir zaman unutmayacak ve onu her zaman hayırla yâd edecekti