adanali
FD Üye
- Katılım
- Eki 20, 2019
- Mesajlar
- 2,792
- Etkileşim
- 0
- Puan
- 36
- Yaş
- 36
- Konum
- Adana
- Web sitesi
- bilgilihocam.com
- F-D Coin
- 69
Peygamberimizin Çok Evliliğinin Hikmeti ?
Mevzuyu ilk önce, O pak şahsiyete bakan yönüyle ele alalım. Her şeyden evvel bilinmelidir ki, güzel ahlakın zirvesinde olan Efendimiz (sav), yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmedi.
O sıcak memleketin hususi durumu da göz önüne alınacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun da, dün ve bugün böylece kabul ve teslim edilmesi, O'nda iffetin esas olduğunu ve müthiş bir irade ve nefis hakimiyeti bulunduğunu gösterir.
Eğer bu hususta, Efendimizin (sav) küçük bir hatası bulunsaydı, dünkü ve bugünkü düşmanları, bunu cihana ilan etmekten bir an bile geri kalmayacaklardı. Halbuki eski ve yeni bütün düşmanları, O'na hiç olmayacak şeyleri dayandırdıkları halde, bu yönde bir şey söyleme cüretini gösterememişlerdir.
Peygamberimiz (sav) ilk evliliklerini, yirmi beş yaşlarında iken yaptılar. Bu evlilik, Allah ve Resulü (sav) katında çok yüce ve müstesna; fakat başından iki defa evlenme geçmiş kırk yaşındaki bir kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva tam yirmi üç sene devam etmiş ve peygamberliğin sekizinci senesi kapanan bir perde gibi, arkada acı bir hasret bırakarak sona ermişti. Bu defa Efendimiz (sav) yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet, aile, çoluk çocuk her şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra, yeniden dört beş sene bekar olarak yaşamışlardı ki; yaşları da elli üçe ulaşmış bulunuyordu.
İşte, diğer bütün evlilikleri de böyle evliliğe alakanın azaldığı bu yaştan sonra başlar ve devam eder ki; sıcak bir memlekette elli beş yaşından sonra yapılan evlilikde, insani bir arzu ve şehevilik görmek, ne insafın, ne de akıl ve kalbin kabulleneceği bir şeydir.
Burada akla gelen diğer bir mesele de, Efendimizin (sav) peygamberliğinin çok evlenmeyi gerektirdiği yönüdür:
A) Evvela, bilinmelidir ki, bu meseleyi, bu şekilde medar-ı bahs edenler, ya hiçbir din ve prensip kabul etmeyenlerdir ki, onların böyle bir şeyi kınamaya asla ve kat'a hakları yoktur. Zira onlar, bütün prensiplere karşıdırlar. Hiçbir kanun ve kayda tabi olmaksızın, pek çok kadınla münasebet kurar; hatta mahremleriyle dahi nikaha müsade ederler. Yahut bunlar, belli kitaplara dayanan farklı din mensuplarıdır. Onların hücumu da, insafsızca, garazlı ve araştırılıp düşünülmeden yapılmış, hatta kendi namlarına üzülecek bir durumdadır. çünkü, ellerindeki kitapların ve o kitaplara bağlı cemaatlerin kendi peygamberleri olarak kabul ettikleri, nice büyük peygamber vardır ki; bunlar birçok kadınla evlenmiş ve başlarından daha çok nikah geçmiştir.
Mesela; Süleyman (as) ve Davud (as) peygamberleri düşününce, onlara mensup olduklarını iddia edenlerin bu meseleye itiraz etme hususunda insaflı davranmadıkları açıkça ortaya çıkar. Dolayısıyla, çok kadınla evlenmeyi, Peygamberimiz (sav) başlatmadığı gibi; aynı zamanda çok evlilik, nübüvvetin ruhuna da zıt değildir. Kaldı ki; daha sonra görüleceği gibi birden fazla evliliğin peygamberlik vazifesi açısından da, düşünülenlerin de ötesinde pek çok faydaları vardır.
Evet, çok kadınla evlenme, özellikle yeni dini hükümler ve şeriatlarla gelen peygamberler için bir bakıma zaruridir. Zira, dinin, aile mahremiyeti içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, bu yönleri ancak bir insanın nikahlısı tam olarak öğrenebilir. Dolayısıyla, dinin bu yönlerini anlatmak için herhangi bir kapalı anlatım veya dolayısıyla ifade etme mecburiyetinde olunmadan -ki çok defa bu türlü anlatma tarzı anlamayı ve hayata tatbik noktalarını zorlaştırır- her şeyi alabildiğine açıklık içinde anlatacak, mürşidelere yani hanım öğreticilere ihtiyaç vardır.
İşte, her şeyden evvel, nübüvvet hanesinde olan bu temiz ve pak peygamber hanımları, kadınlık alemine karşı yol göstericilik ve tebliğ vazifesinin sorumluları ve nakilcileri bulunmaları itibarıyla, peygamber için de, peygamberlik için de; kadınlık alemi için de gerekli, hatta olmazsa olmaz durumdadırlar.
B) Diğer bir husus da, umumi manada Efendimiz (sav)'in eşleriyle alakalı oluyor ki, o da:
1) Eşler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli dini hükümler bina ediliyor. Ve bizzat Peygamber (sav) hanesi içinde bulunan bu pak eşler sayesinde uygulama imkanı buluyordu.
2) Eşlerin her birerleri, çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvela o kabileler arasında; sonra da Efendimizin (sav) muazzez şahsiyetiyle akrabalık bağının kurulduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alakaya yol açılıyordu. Her kabile ve oymak, O'nu, kendinden biliyor, din hissinin yanında, cibilli bir akrabalık bağıyla O'na karşı derin bir alaka hissediyordu.
3) Her kabileden aldığı kadın, O'nun hayatında ve ebedi aleme göçmesinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddi dini hizmete vesile olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına, Efendimizin (sav) gizli ve aşikar bütün sünnetleri ve dini hükümler noktasında tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O'nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'an'ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu.
4) Bu evlilikler vasıtasıyla, Peygamber Efendimiz (sav), adeta bütün Arap Yarımadası ile yakınlık tesis etmiş gibi, her hanenin, teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla O'na yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini öğrenme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir çeşit, kendini O'na yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu.
Mahzumoğulları, ümmü Seleme vasıtasıyla; Emeviler, ümmü Habibe vasıtasıyla; Haşimiler, Zeynep bintü Cahş (r.anha) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı...
C ) Buraya kadar olanlar umumi manada ve bazı yönleriyle de, diğer peygamberlere şamil olacak şekilde idi. Şimdi bir de, hususi manada ve teker teker her eşinin hususi faziletleri noktasında, meseleyi ele alalım:
Evet, burada dahi göreceğiz ki; insan mantığı, vahiy ile desteklenen o Zat'ın (sav) mübarek hayatı karşısında toprak kadar aşağı kalıyor; diğer bir tabirle insan düşüncesi vahyin gölgesi altında bulunan bu büyük dahi önünde iki büklüm oluyor.
1) İlk zevceleri Hz. Hatice (r.anha) validemizdir. Kendinden on beş yaş daha büyük olan bu nadide kadınla izdivaçları, her evlilik için en büyük örnek mahiyetindedir. O, bütün bir hayat boyu, derin bir vefa ve sadakatle Hz. Hatice validemizin aziz hatıralarına bağlı kaldığı gibi, vefatından sonra dahi O'nu hiçbir zaman unutmamış, hatta her vesile ve fırsatta O'ndan bahisler açmıştır.
Hz. Hatice'den sonra Peygamberimiz (sav) dört beş sene evlenmediler. Başlarında birçok yetim bulunmasına rağmen, onların külfetlerine katlanıp, bir bakıma hem annelik, hem de babalık vazifesini yürüttüler. Farzımuhal, öncesinde ve sonrasında kadınlara karşı küçük bir zaafı olsaydı, böyle mi hareket ederlerdi?..
2) Sıra itibarıyla olmasa bile ikinci zevceleri, Aişe-i Sıddika'dır (r.aanha). En yakın arkadaşının kızı; acı tatlı bütün bir hayatı beraber yaşayan bu büyük insana karşı, nebinin en müstesna ikramıdır. Bütün yakınlıkların, akrabalıkların sona erdiği günde, sona ermeyen yakınlığıyla O'nun yanında bulunma şerefi ancak bu sayede olacaktır. Evet, Aişe-i Sıddika ile, Hazreti Ebu Bekir, maddi manevi hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde Efendimiz'e (sav) yakın olma şerefine mazhar olmuşlardı.
Ayrıca, Hz. Aişe gibi çok zeki bir müstesna insan, nübüvvet davasına tam varis olabilecek yaradılışta idi. Evlilikden sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleriyle kendini ispatlamıştır ki; o eşsiz varlık, ancak peygamber eşi olabilirdi. Zira o, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nadide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, Efendimizin (sav) görünen görünmeyen bütün tüm hallerini emsalsiz kavrayışıyla, hakkıyla temsil ediyor ve yansıtıyordu.
Bunun içindir ki; Efendimiz (sav)'e rüyasında, onunla evlelik yapacağı işaret ediliyor ve henüz gözlerine başka hayal girmeden Peygamber hanesine ayak basıyordu...
Bu sayede o, Hz. Ebu Bekir (ra) için şeref kaynağı olacak ve kadınlık alemi içinde, bütün istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek, Efendimiz (sav)'in en başta talebelerinden biri olma hüviyetiyle, büyük muallim ve tebliğci olmaya hazırlanacaktı. İşte böylece, o da hem bir zevce, hem de bir talebe olarak Efendimizin (sav) saadet hanesine girmiş bulunuyordu.
3) Yine evlenme sırasına göre olmamakla beraber üçüncü eşleri, ümmü Seleme'dir (r.anha). Mahzum Oymağı'ndan ve ilk Müslümanlardan olan ümmü Seleme, Mekke'de büyük zorluklar görmüş; ilk olarak Habeşistan'a, ikinci defa da Medine'ye hicret etmiş ve o günkü şartlara göre ilk saftakiler arasında yer almıştı.
Kendisiyle beraber bu uzun ve meşakkatli yolculuklara katlanan bir de kocası vardı. Ve, ümmü Seleme'nin nazarında eşi, benzeri olmayan bir insandı. Bütün çile devrini beraber yaşadığı, bu eşsiz hayat arkadaşı Ebu Seleme'yi Medine'de kaybedince çocuklarıyla baş başa kaldı. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Ebu Bekir ve ömer (ra) uzatırlar; fakat o bu talepleri reddetti. Zira onun gözünde Ebu Seleme'nin yerini dolduracak insan yoktu.
Nihayet, izdivaç teklifiyle Allah Resulü (sav) ona el uzattı. Bu izdivaç da gayet tabiiydi, zira İslam ve iman uğrunda hiçbir fedakarlıktan geri olmayan bu benzersiz kadın, Arab'ın en soylu oymağı içinde uzun zaman yaşadıktan sonra yapayalnız kalmıştı ve dilenciliğe terk edilemezdi. Hele ihlas, samimiyet ve İslam için katlandığı şeyler düşünülünce, ona muhakkak ki el uzatılmalıydı. Ve, işte Kainatın Efendisi (sav), onu nikahı altına alırken bu yardım elini uzatmıştı. Evet, gençliğinden beri yaptığı; kimsesizleri görüp gözetme ve yetimlere el uzatma iş ve vazifesini, o günkü şartların iktizasına göre bu şekilde yerine getiriyordu.
ümmü Seleme de Hz. Aişe gibi zeki, kapasiteli ve kabiliyetli bir kadındı. Bir muallim ve tebliğci olma kabiliyetlerini taşımaktaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken diğer taraftan da, bilhassa kadınlık aleminin kıyamete kadar şükran duyacağı bir talebe daha ilim ve irşat medresesine kabul ediliyordu.
Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Fahr-i Kainat Efendimiz (sav)'in, bir sürü çocuğu olan dul bir kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz. Hele şehevilik ve kadınlara düşkünlükle asla ve kat'a!...
4) Bir diğer zevceleri de Remle bint-i Ebi Süfyan'dır (ümmü Habibe) (r.anha). Peygamber (sav) ve peygamberlik karşısında bir müddet küfrü temsil eden birinin kızı... Bu da ilk Müslüman olanlardan ve birinci safta yerini alanlardandı. çile devrinde Habeşistan'a hicreti, orada kocasının önce Hristiyanlığı kabul etmesini, sonra da vefatını görmüş çok sıkıntılar çekmiş bir kadın...
O gün sahabi, sayı itibarıyla az; mal yönünden fakirdi. Herhangi birine bakacak, geçim sıkıntısına ortak olacak durumları yoktu. Buna göre, ümmü Habibe ne yapacaktı? Ya din değiştirip, Hristiyanların yardımına mazhar olacak; ya küfür yuvası olan baba evine dönecek veya kapı kapı dolaşıp dilenecekti. Bu en dindar, en soylu, aile itibarıyla en zengin kadının bunlardan hiçbirini yapması mümkün değildi. Bir tek şey kalıyordu; o da Efendimiz (sav)'in müdahalesi ve yardımı...
İşte, ümmü Habibe ile izdivaçta da bu yapılıyordu. Dini için her türlü fedakarlığa katlanmış bu kadın, yurdundan yuvasından uzak; zenciler arasında; kocasının dinden çıkması ve vefatı kendisini binbir sıkıntılara uğrattığı günlerde; Necaşi'nin huzurunda, Peygamberimiz (sav) İle nikahının kıyılması gibi en tabii bir şey yapılıyordu. Bunu değil kınamak “Rahmeten li'l-Alemin” olmanın gerektirdiği bir hususun gerçekleşmesi sayarak alkışlamak lazımdır.
Kaldı ki; bu büyük kadının da, emsali gibi kadın erkek Müslümanların irfan hayatına getireceği çok şey vardı. O da bu suretle hem bir zevce hem de bir talebe olarak, o saadethaneye intisap ediyordu.
Aynı zamanda bu evlilik sayesinde, Ebu Süfyan ailesi de, Peygamberimizin (sav) hanesine teklifsiz girip çıkma imkanını elde ediyor ve değişik bir bakış kazanarak yumuşamış oluyordu. Hem değil sadece Ebu Süfyan ailesi, belki bütün Emeviler'de tesirini gösterecek bir hadise olma karakterinde. Hatta denebilir ki; alabildiğine sert ve dışa kapalı olan bu aile, ümmü Habibe'nin nikahı sayesinde oldukça yumuşadı ve her türlü hayrı kabul etmeye hazır hale geldi.
5) Saadet hanesine girenlerden biri de Zeyneb bint-i Cahş'dır (r.anha). Alabildiğine asil ve o kadar da ince, iç derinliğine sahip Hz. Zeyneb, Sultan-ı Enbiya (sav)'ın yakın akrabası ve yanı başında büyüyen, gelişen bir kadındı. Efendimiz (sav), Zeyd (ra) için O'nu talep ettiği zaman, ailesi biraz çekimser kalmış ve bu arada Efendimiz (sav)'e verme temayülünü göstermişlerdi. Sonunda Peygamberimizin (sav) ısrarıyla Zeyd b. Harise (ra)'e vermeye razı olmuşlardı.
Zeyd, bir zamanlar hürriyetini yitirmiş; esirler arasına girmiş ve sonra Kainatın Efendisi (sav) tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir azatlı idi. Peygamber Efendimiz (sav) bu izdivaçtaki ısrarıyla, insanlar arasındaki eşitliği tesis, kuvvetlendirerek dengeyi sağlamak istiyor ve bu zor işe de, yine yakınlarıyla başlıyordu. Ne var ki, Zeyneb gibi çok yüce fıtratlı bir kadın, emre uyarak gerçekleştirdiği bu evliliği, uzun sürdüremeyecek gibiydi. Bu evlilik, Zeyd için de bir şey getirmemiş ve sadece bir ızdırap ve hasret olmuştu.
Nihayet boşama hadisesi oldu; fakat Efendimiz (sav) Zeyd'i vazgeçirmeye ve evliliğin devam ettirilmesine çalışıyordu. Tam o esnada, Cibril (as) geldi ve semavi fermanla, Zeyneb'in Peygamber Efendimiz (sav) ile izdivaç etmesi emrini getirdi. Efendimiz (sav)'in maruz kaldığı imtihan oldukça ağırdı; zira, o güne kadar, kimsenin cesaret edemediği bir şey yapılıyor ve yerleşmiş, kök salmış adetlere karşı, ilan-ı harp ediliyordu. Bu çok çetin bir mücadeleydi. Ancak Allah emrettiği için yapılabilirdi. Ve işte Efendimiz (sav), derin bir kulluk şuuruyla, nezih şahsiyetine karşı çok ağır gelen bu işi yaptı. Hz. Aişe'nin dediği gibi, "Farzımuhal, Peygamberimiz (sav)'in, Kur'an'dan bir şeyi saklaması caiz olsaydı Zeyneb'le evliliğini emreden ayetleri gizlerdi." Evet, bu Efendimiz' e (sav) o kadar ağır gelmişti...
İlahi hikmet ise, bu temiz ve yüce varlığı, Peygamber (sav) hanesine sokmak, ilim ve irfan yönüyle hazırlamak, irşat ve tebliğle vazifeli kılmak istiyordu. Nihayet, öyle de oldu. Ve daha sonraki nezih hayatı boyunca, peygamber zevceliğinin iktiza ettiği inceliklere riayet etti.
Ayrıca, cahiliye devrinde, evlatlıklara evlat deniyor ve onların eşleri de aynen evladın eşi gibi kabul ediliyordu. Cahiliyeye ait bu adet, kaldırılmak murat buyurulunca, yine tatbikata Efendimiz (sav) ile başlanıldı. Herhangi bir kimseye “evladım” demekle, evladınız olamayacağı gibi, “evladım” dediğinizin zevcesi de gelininiz olamaz. (Ahzab, 33/4)
6) Saadet hanesine girmekle şereflenenlerden biri de, Cüveyriye bintü'l-Haris'dir (r.anha). Gayri müslim olan kabilesine karşı harp edilmiş ve kadın erkek esir edilmişlerdi. Hissiyatı alt üst olmuş, gururu kırılmış bu saray mensubu kadın, Pergamberimiz (sav)'in huzuruna getirildiğinde, kin ve nefretle doluydu.
İşte o zaman Efendimiz (sav), yağdan kıl çekme kolaylığı içinde meseleyi bir hamlede halletti. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Cüveyriye (ra) ile nikah kıyınca, Cüveyriye, mü'minlerin anası mevkiine yükseldi ve sahabenin bakışında bir hürmet abidesi haline geldi. Hele Ashab-ı Resulullah, “Peygamber'in akrabaları esir edilmez.” deyip, ellerindeki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye (ra) hem de onun aşiretinin gönlü fethediliverdi.
Görülüyor ki, Peygamberimiz (sav) altmış yaşları dolaylarında, yaptıkları bu izdivaçta dahi pek çok meseleyi bir çırpıda hallediyor; kızıl kıyamet hadiselerin içinde, barış ve sükun meltemleri estiriyordu.
7) Talihliler arasına karışanlardan birisi de, Safiyye bintü Huyey'dir (r.anha). Hayber emirlerinden birinin kızı. Meşhur, Hayber Vak'ası'nda, babası, kardeşi ve kocası öldürülmüş; kabilesi de esir edilmişti. Safiyye (ra) büyük bir öfke ve intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Nikah akdedilip, mü'minlerin hürmet duyacağı, Efendimiz (sav)'e zevce olma mualla mevkiine yükselince, hem Ashab'ın (ra) “Anam, anam” diyerek hürmet göstermeleri ve hem de Efendimiz (sav)'in eritici ve tüketici yüceliği karşısında, Hz. Safiyye (ra) olup biten her şeyi unuttu ve Peygamberimiz (sav)'e zevce olmakla iftihar etmeye başladı.
Ayrıca, Hz. Safiyye vasıtasıyla pek çok Yahudi'nin, Efendimiz (sav)'i yakından görüp tanıma ve yumuşama imkanı da doğuyordu. Bir şeyle her şey yapan ve bir fiilinde binler hikmet bulunan Hazreti Allah (cc) bütün izdivaçlarda olduğu gibi, bunda da pek çok hayır ve bereket yaratmıştı.
Bundan başka, düşmanların iç aleminden haberdar olma bakımından, ümmetine bir ders vermiş olabileceğini zikretmek de uygun olur zannederim. Hazreti Safiyye ve emsali ayrı milletlerden olan kadınların, o milletlerin iç durumlarına nüfuz bakımından büyük ehemmiyeti vardır; elverir ki insan onların hain olanlarıyla kendi sırlarını düşmanlara kaptırmasın.
8) Bu bahtiyarlardan biri de Hz. Sevde (r.anha) Validemizdir. İlk safta yerini alanlardan; kocasıyla Habeşistan'a hicret edenlerden ve ümmü Habibe'nin kaderine benzer şekilde, kocasının vefatıyla ortada kalanlardan.
Efendimiz (sav), bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmadan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz (sav)'in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu.
İşte bütün izdivaçlarında, bu türlü hikmet ve maslahatlar bulunan Peygamber Efendimiz (sav) hiç mi hiç nefsani duygularıyla bu işin içine girmemiştir. Ya Raşid Halifelerin ilk ikisine karşı olduğu gibi, vezirleriyle bir yakınlık tesis etme ve zevcesi olacak kadındaki istidat ve kabiliyet; veya teker teker, diğerlerinde gördüğümüz gibi, başka hikmet ve maslahatlarla evlenmiş ve büyük yük ve yükler altına girmiştir.
Bunlardan başka, Peygamber Efendimiz (sav)'in bu kadar kadının, kalacak yer, gıda, elbise gibi ihtiyaçlarını, en adil şekilde temin etmesi ve onlara karşı muamelesinde kılı kırk yararcasına, adalet ve hukuklarına dikkat etmesi; aralarında meydana gelmesi muhtemel huzursuzlukları peşinen önlemesi, meydana gelen problemleri yağdan kıl çekme rahatlığı içinde halletmesi, Bernard Shaw'ın ifadesiyle “En büyük problemleri kahve içme kolaylığı içinde halleden,..” O müstesna Zat'ın peygamberliğine delalet eder...
Bir kadın ve bir iki çocuğun dahi, idaresinin ne kadar müşkül olduğunu gören ve bilen bizler; daha evvel başka yuvalar kurmuş; başka aile yapılarına şahit olmuş; girdiği yuvalarda farklı mizaçlar kazanmış pek çok kadını, bir şiir ahengi ve ritmi içinde idare eden, o mualla ve aziz varlık karşısında iki büklüm oluyoruz.
Bir husus kaldı ki, o da, zevcelerin adedinin, ümmetine meşru kılınan adedin üstünde olma durumudur. Bu, bir hususi durumdur. Evet, bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetleri içerisinde barındıran bir hususi kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli bir müddet sonra ise sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.(Ahzab, 33/52)
9) Bir diğer eşi Hafsa binti ömer el- Hattab'dır. Mü'minlerin annesi, Rasulullah (sav)'ın eşi, Hz. ömer'in kızı. Hz. Hafsa, Hz. Peygamber (sav)'in risaletinden beş sene önce doğdu. Annesi büyük sahabi Osman b. Maz'un'un kız kardeşi Zeyneb'tir.
Hz. Hafsa'nın İslam'ı ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir. Hz. ömer'in İslam'ı kabulünden sonra bütün aile ve yakınlarının Müslüman olduğu bilgisinde yola çıkılarak, onun da babası ile birlikte Müslüman olduğu söylenebilir.
Mü'minlerin annesi Hz. Hafsa daha önce Huneys b. Huzafe, es-Sehmi ile evlenmişti. Huzafe Habeşistan'a hicret eden Müslümanlardandır. Hz. Hafsa'nın da bu hicrete katıldığı yolunda rivayetler bulunmaktadır. Habeşistan'dan dönen Huzafe daha sonra eşi Hz. Hafsa ile birlikte Medine'ye hicret etti.
Hz. Huneys b. Huzafe, Uhud savaşına katılmış ve ciddi biçimde yaralanmıştı. Bu yara sonucu Medine'de şehid oldu. Hz. Hafsa beyinin yarasını bizzat kendisi tedavi etmeye çalışmıştır. Vefatına bir hayli üzüldü ve yas tuttu. Nihayet Hz. ömer dul kalan kızını Hz. Ebu Bekr'e nikahlamak istedi. "İstersen ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikahlayayım." şeklindeki teklif, Hz. Ebu Bekr tarafından cevapsız bırakıldı. Hz. ömer, bu kez de Hafsa'yı o günlerde eşi Rasulullah (sav)'in kızı Rukiyye vefat ettiği için yalnız olan Hz. Osman'a teklif etti. Eşinin vefatından dolayı üzüntü içindeki Hz. Osman'a: "İstersen sana ömer'in kızı Hafsa'yı nikahlayayım." dedi. Hz. Peygamber'in kızı ümmü Gülsüm ile evlenmeyi uman Hz. Osman, bir süre düşündükten sonra, "Şu günlerimde evlenmem doğru değil." diyerek özür diledi.
Gerçek bir Müslümana yakışacak bir davranışla kızını salih bir mü'mine nikahlamak için çaba harcayan Hz. ömer, neticeye ulaşamayınca büyük bir üzüntü içinde Hz. Peygamber (sav)'e gitti. Söz arasında "Ya Rasulullah, Osman'a şaşıyorum. Hafsayı nikahlamayı teklif ettim, yanaşmadı." diye dert yanınca Hz. Peygamber (sav), "Sana Osman'dan daha hayırlı bir damad, Osman'a da senden daha hayırlı bir kaynata tavsiye edeyim mi?" dedi. Hz. ömer, "Evet Ya Rasulullah." deyince, "Sen kızın Hafsa'yı bana nikahlarsın, ben de kızım ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikahlarım." buyurdu.
Bu teklif karşısında bütün dünyalar Hz. ömer'in olmuştu. Allah Rasulü (sav) ile akrabalık kurmak hususunda büyük bir istek duymasına rağmen teklif etmek cesaretini gösteremiyordu. çünkü Hz. Hafsa, Hz. Aişe'nin deyimiyle, "Tam babasının kızı idi.", yani biraz sertti. Rasulullah (sav) ise bu teklifi ile Hz. ömer'in duyduğu şiddetli arzuyu gerçekleştirerek hem aralarındaki yakınlığı pekiştirmek, hem de onun İslam'a yaptığı hizmetleri ödüllendirmek istemişti.
Rasulullah (sav) ile Hz. Hafsa'nın düğünleri hicri üçüncü yılın ortalarında yapıldı. Hz. Peygamber (sav) Hz. Hafsa'ya dörtyüz direm, yani 1188 gram gümüş' mehir verdi.
Hz. Hafsa, Rasulullah (sav)'in irtihalinden sonra son derece mütevazi ve dindarca bir hayat sürmüştür. Kendisinden, bir kısmını doğrudan Rasulullah (sav)'tan, bir kısmını da babasından aldığı altmış hadis rivayet edilmiştir. Okuma yazma bilen Hz. Hafsa hicretin kırk beşinci yılında vefat etmiş ve cenaze namazını zamanın Medine valisi Mervan kıldırmıştır. Bir rivayete göre kırk birinci hicri yılda vefat etmiştir.
Mevzuyu ilk önce, O pak şahsiyete bakan yönüyle ele alalım. Her şeyden evvel bilinmelidir ki, güzel ahlakın zirvesinde olan Efendimiz (sav), yirmi beş yaşına kadar hiç evlenmedi.
O sıcak memleketin hususi durumu da göz önüne alınacak olursa, bu kadar zaman iffetiyle yaşaması ve bunun da, dün ve bugün böylece kabul ve teslim edilmesi, O'nda iffetin esas olduğunu ve müthiş bir irade ve nefis hakimiyeti bulunduğunu gösterir.
Eğer bu hususta, Efendimizin (sav) küçük bir hatası bulunsaydı, dünkü ve bugünkü düşmanları, bunu cihana ilan etmekten bir an bile geri kalmayacaklardı. Halbuki eski ve yeni bütün düşmanları, O'na hiç olmayacak şeyleri dayandırdıkları halde, bu yönde bir şey söyleme cüretini gösterememişlerdir.
Peygamberimiz (sav) ilk evliliklerini, yirmi beş yaşlarında iken yaptılar. Bu evlilik, Allah ve Resulü (sav) katında çok yüce ve müstesna; fakat başından iki defa evlenme geçmiş kırk yaşındaki bir kadınla olmuştu. Bu mutlu yuva tam yirmi üç sene devam etmiş ve peygamberliğin sekizinci senesi kapanan bir perde gibi, arkada acı bir hasret bırakarak sona ermişti. Bu defa Efendimiz (sav) yirmi beş yaşına kadar olduğu gibi, yine yapayalnız kalmıştı. Evet, aile, çoluk çocuk her şeyiyle yirmi üç senelik bu mesut hayattan sonra, yeniden dört beş sene bekar olarak yaşamışlardı ki; yaşları da elli üçe ulaşmış bulunuyordu.
İşte, diğer bütün evlilikleri de böyle evliliğe alakanın azaldığı bu yaştan sonra başlar ve devam eder ki; sıcak bir memlekette elli beş yaşından sonra yapılan evlilikde, insani bir arzu ve şehevilik görmek, ne insafın, ne de akıl ve kalbin kabulleneceği bir şeydir.
Burada akla gelen diğer bir mesele de, Efendimizin (sav) peygamberliğinin çok evlenmeyi gerektirdiği yönüdür:
A) Evvela, bilinmelidir ki, bu meseleyi, bu şekilde medar-ı bahs edenler, ya hiçbir din ve prensip kabul etmeyenlerdir ki, onların böyle bir şeyi kınamaya asla ve kat'a hakları yoktur. Zira onlar, bütün prensiplere karşıdırlar. Hiçbir kanun ve kayda tabi olmaksızın, pek çok kadınla münasebet kurar; hatta mahremleriyle dahi nikaha müsade ederler. Yahut bunlar, belli kitaplara dayanan farklı din mensuplarıdır. Onların hücumu da, insafsızca, garazlı ve araştırılıp düşünülmeden yapılmış, hatta kendi namlarına üzülecek bir durumdadır. çünkü, ellerindeki kitapların ve o kitaplara bağlı cemaatlerin kendi peygamberleri olarak kabul ettikleri, nice büyük peygamber vardır ki; bunlar birçok kadınla evlenmiş ve başlarından daha çok nikah geçmiştir.
Mesela; Süleyman (as) ve Davud (as) peygamberleri düşününce, onlara mensup olduklarını iddia edenlerin bu meseleye itiraz etme hususunda insaflı davranmadıkları açıkça ortaya çıkar. Dolayısıyla, çok kadınla evlenmeyi, Peygamberimiz (sav) başlatmadığı gibi; aynı zamanda çok evlilik, nübüvvetin ruhuna da zıt değildir. Kaldı ki; daha sonra görüleceği gibi birden fazla evliliğin peygamberlik vazifesi açısından da, düşünülenlerin de ötesinde pek çok faydaları vardır.
Evet, çok kadınla evlenme, özellikle yeni dini hükümler ve şeriatlarla gelen peygamberler için bir bakıma zaruridir. Zira, dinin, aile mahremiyeti içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, bu yönleri ancak bir insanın nikahlısı tam olarak öğrenebilir. Dolayısıyla, dinin bu yönlerini anlatmak için herhangi bir kapalı anlatım veya dolayısıyla ifade etme mecburiyetinde olunmadan -ki çok defa bu türlü anlatma tarzı anlamayı ve hayata tatbik noktalarını zorlaştırır- her şeyi alabildiğine açıklık içinde anlatacak, mürşidelere yani hanım öğreticilere ihtiyaç vardır.
İşte, her şeyden evvel, nübüvvet hanesinde olan bu temiz ve pak peygamber hanımları, kadınlık alemine karşı yol göstericilik ve tebliğ vazifesinin sorumluları ve nakilcileri bulunmaları itibarıyla, peygamber için de, peygamberlik için de; kadınlık alemi için de gerekli, hatta olmazsa olmaz durumdadırlar.
B) Diğer bir husus da, umumi manada Efendimiz (sav)'in eşleriyle alakalı oluyor ki, o da:
1) Eşler arasında, yaşlı, orta yaşlı ve gençler bulunması itibarıyla, bu devre ve dönemlerin hepsine ait çeşitli dini hükümler bina ediliyor. Ve bizzat Peygamber (sav) hanesi içinde bulunan bu pak eşler sayesinde uygulama imkanı buluyordu.
2) Eşlerin her birerleri, çeşitli kabilelerden olması sebebiyle, evvela o kabileler arasında; sonra da Efendimizin (sav) muazzez şahsiyetiyle akrabalık bağının kurulduğu bütün cemaatler içinde, köklü bir sevgi ve alakaya yol açılıyordu. Her kabile ve oymak, O'nu, kendinden biliyor, din hissinin yanında, cibilli bir akrabalık bağıyla O'na karşı derin bir alaka hissediyordu.
3) Her kabileden aldığı kadın, O'nun hayatında ve ebedi aleme göçmesinden sonra, kendi cemaati arasında çok ciddi dini hizmete vesile olabiliyor; uzak yakın bütün akrabalarına, Efendimizin (sav) gizli ve aşikar bütün sünnetleri ve dini hükümler noktasında tercümanlık yapıyordu. Bu sayede O'nun kabilesi de, kadın ve erkeğiyle, Kur'an'ı, tefsiri, hadisi ondan öğreniyor ve dinin ruhuna vakıf olabiliyordu.
4) Bu evlilikler vasıtasıyla, Peygamber Efendimiz (sav), adeta bütün Arap Yarımadası ile yakınlık tesis etmiş gibi, her hanenin, teklifsiz misafiri haline gelmişti. Herkes bu yakınlık vasıtasıyla O'na yaklaşabiliyor ve dinin emirlerini öğrenme fırsatını buluyordu. Aynı zamanda bu ayrı ayrı aşiretlerin her biri, bir çeşit, kendini O'na yakın sayıyor ve bununla iftihar ediyordu.
Mahzumoğulları, ümmü Seleme vasıtasıyla; Emeviler, ümmü Habibe vasıtasıyla; Haşimiler, Zeynep bintü Cahş (r.anha) vasıtasıyla kendilerini ona yakın kabul edip, bahtiyar sayıyorlardı...
C ) Buraya kadar olanlar umumi manada ve bazı yönleriyle de, diğer peygamberlere şamil olacak şekilde idi. Şimdi bir de, hususi manada ve teker teker her eşinin hususi faziletleri noktasında, meseleyi ele alalım:
Evet, burada dahi göreceğiz ki; insan mantığı, vahiy ile desteklenen o Zat'ın (sav) mübarek hayatı karşısında toprak kadar aşağı kalıyor; diğer bir tabirle insan düşüncesi vahyin gölgesi altında bulunan bu büyük dahi önünde iki büklüm oluyor.
1) İlk zevceleri Hz. Hatice (r.anha) validemizdir. Kendinden on beş yaş daha büyük olan bu nadide kadınla izdivaçları, her evlilik için en büyük örnek mahiyetindedir. O, bütün bir hayat boyu, derin bir vefa ve sadakatle Hz. Hatice validemizin aziz hatıralarına bağlı kaldığı gibi, vefatından sonra dahi O'nu hiçbir zaman unutmamış, hatta her vesile ve fırsatta O'ndan bahisler açmıştır.
Hz. Hatice'den sonra Peygamberimiz (sav) dört beş sene evlenmediler. Başlarında birçok yetim bulunmasına rağmen, onların külfetlerine katlanıp, bir bakıma hem annelik, hem de babalık vazifesini yürüttüler. Farzımuhal, öncesinde ve sonrasında kadınlara karşı küçük bir zaafı olsaydı, böyle mi hareket ederlerdi?..
2) Sıra itibarıyla olmasa bile ikinci zevceleri, Aişe-i Sıddika'dır (r.aanha). En yakın arkadaşının kızı; acı tatlı bütün bir hayatı beraber yaşayan bu büyük insana karşı, nebinin en müstesna ikramıdır. Bütün yakınlıkların, akrabalıkların sona erdiği günde, sona ermeyen yakınlığıyla O'nun yanında bulunma şerefi ancak bu sayede olacaktır. Evet, Aişe-i Sıddika ile, Hazreti Ebu Bekir, maddi manevi hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde Efendimiz'e (sav) yakın olma şerefine mazhar olmuşlardı.
Ayrıca, Hz. Aişe gibi çok zeki bir müstesna insan, nübüvvet davasına tam varis olabilecek yaradılışta idi. Evlilikden sonraki hayatı ve daha sonraki hizmetleriyle kendini ispatlamıştır ki; o eşsiz varlık, ancak peygamber eşi olabilirdi. Zira o, yerinde en büyük hadisçi, en mükemmel tefsirci ve en nadide fıkıhçı olarak kendini gösteriyor, Efendimizin (sav) görünen görünmeyen bütün tüm hallerini emsalsiz kavrayışıyla, hakkıyla temsil ediyor ve yansıtıyordu.
Bunun içindir ki; Efendimiz (sav)'e rüyasında, onunla evlelik yapacağı işaret ediliyor ve henüz gözlerine başka hayal girmeden Peygamber hanesine ayak basıyordu...
Bu sayede o, Hz. Ebu Bekir (ra) için şeref kaynağı olacak ve kadınlık alemi içinde, bütün istidat ve kabiliyetlerini geliştirerek, Efendimiz (sav)'in en başta talebelerinden biri olma hüviyetiyle, büyük muallim ve tebliğci olmaya hazırlanacaktı. İşte böylece, o da hem bir zevce, hem de bir talebe olarak Efendimizin (sav) saadet hanesine girmiş bulunuyordu.
3) Yine evlenme sırasına göre olmamakla beraber üçüncü eşleri, ümmü Seleme'dir (r.anha). Mahzum Oymağı'ndan ve ilk Müslümanlardan olan ümmü Seleme, Mekke'de büyük zorluklar görmüş; ilk olarak Habeşistan'a, ikinci defa da Medine'ye hicret etmiş ve o günkü şartlara göre ilk saftakiler arasında yer almıştı.
Kendisiyle beraber bu uzun ve meşakkatli yolculuklara katlanan bir de kocası vardı. Ve, ümmü Seleme'nin nazarında eşi, benzeri olmayan bir insandı. Bütün çile devrini beraber yaşadığı, bu eşsiz hayat arkadaşı Ebu Seleme'yi Medine'de kaybedince çocuklarıyla baş başa kaldı. Yurdundan, yuvasından uzak, bir sürü yetimle hayat külfetini yüklenmiş bu kadına, ilk şefkat elini, Ebu Bekir ve ömer (ra) uzatırlar; fakat o bu talepleri reddetti. Zira onun gözünde Ebu Seleme'nin yerini dolduracak insan yoktu.
Nihayet, izdivaç teklifiyle Allah Resulü (sav) ona el uzattı. Bu izdivaç da gayet tabiiydi, zira İslam ve iman uğrunda hiçbir fedakarlıktan geri olmayan bu benzersiz kadın, Arab'ın en soylu oymağı içinde uzun zaman yaşadıktan sonra yapayalnız kalmıştı ve dilenciliğe terk edilemezdi. Hele ihlas, samimiyet ve İslam için katlandığı şeyler düşünülünce, ona muhakkak ki el uzatılmalıydı. Ve, işte Kainatın Efendisi (sav), onu nikahı altına alırken bu yardım elini uzatmıştı. Evet, gençliğinden beri yaptığı; kimsesizleri görüp gözetme ve yetimlere el uzatma iş ve vazifesini, o günkü şartların iktizasına göre bu şekilde yerine getiriyordu.
ümmü Seleme de Hz. Aişe gibi zeki, kapasiteli ve kabiliyetli bir kadındı. Bir muallim ve tebliğci olma kabiliyetlerini taşımaktaydı. Onun için bir taraftan şefkat eli onu, himayeye alırken diğer taraftan da, bilhassa kadınlık aleminin kıyamete kadar şükran duyacağı bir talebe daha ilim ve irşat medresesine kabul ediliyordu.
Yoksa, altmış yaşına yaklaşmış Fahr-i Kainat Efendimiz (sav)'in, bir sürü çocuğu olan dul bir kadınla evlenmesini ve evlenip bir sürü külfet altına girmesini, başka hiçbir şeyle izah edemeyiz. Hele şehevilik ve kadınlara düşkünlükle asla ve kat'a!...
4) Bir diğer zevceleri de Remle bint-i Ebi Süfyan'dır (ümmü Habibe) (r.anha). Peygamber (sav) ve peygamberlik karşısında bir müddet küfrü temsil eden birinin kızı... Bu da ilk Müslüman olanlardan ve birinci safta yerini alanlardandı. çile devrinde Habeşistan'a hicreti, orada kocasının önce Hristiyanlığı kabul etmesini, sonra da vefatını görmüş çok sıkıntılar çekmiş bir kadın...
O gün sahabi, sayı itibarıyla az; mal yönünden fakirdi. Herhangi birine bakacak, geçim sıkıntısına ortak olacak durumları yoktu. Buna göre, ümmü Habibe ne yapacaktı? Ya din değiştirip, Hristiyanların yardımına mazhar olacak; ya küfür yuvası olan baba evine dönecek veya kapı kapı dolaşıp dilenecekti. Bu en dindar, en soylu, aile itibarıyla en zengin kadının bunlardan hiçbirini yapması mümkün değildi. Bir tek şey kalıyordu; o da Efendimiz (sav)'in müdahalesi ve yardımı...
İşte, ümmü Habibe ile izdivaçta da bu yapılıyordu. Dini için her türlü fedakarlığa katlanmış bu kadın, yurdundan yuvasından uzak; zenciler arasında; kocasının dinden çıkması ve vefatı kendisini binbir sıkıntılara uğrattığı günlerde; Necaşi'nin huzurunda, Peygamberimiz (sav) İle nikahının kıyılması gibi en tabii bir şey yapılıyordu. Bunu değil kınamak “Rahmeten li'l-Alemin” olmanın gerektirdiği bir hususun gerçekleşmesi sayarak alkışlamak lazımdır.
Kaldı ki; bu büyük kadının da, emsali gibi kadın erkek Müslümanların irfan hayatına getireceği çok şey vardı. O da bu suretle hem bir zevce hem de bir talebe olarak, o saadethaneye intisap ediyordu.
Aynı zamanda bu evlilik sayesinde, Ebu Süfyan ailesi de, Peygamberimizin (sav) hanesine teklifsiz girip çıkma imkanını elde ediyor ve değişik bir bakış kazanarak yumuşamış oluyordu. Hem değil sadece Ebu Süfyan ailesi, belki bütün Emeviler'de tesirini gösterecek bir hadise olma karakterinde. Hatta denebilir ki; alabildiğine sert ve dışa kapalı olan bu aile, ümmü Habibe'nin nikahı sayesinde oldukça yumuşadı ve her türlü hayrı kabul etmeye hazır hale geldi.
5) Saadet hanesine girenlerden biri de Zeyneb bint-i Cahş'dır (r.anha). Alabildiğine asil ve o kadar da ince, iç derinliğine sahip Hz. Zeyneb, Sultan-ı Enbiya (sav)'ın yakın akrabası ve yanı başında büyüyen, gelişen bir kadındı. Efendimiz (sav), Zeyd (ra) için O'nu talep ettiği zaman, ailesi biraz çekimser kalmış ve bu arada Efendimiz (sav)'e verme temayülünü göstermişlerdi. Sonunda Peygamberimizin (sav) ısrarıyla Zeyd b. Harise (ra)'e vermeye razı olmuşlardı.
Zeyd, bir zamanlar hürriyetini yitirmiş; esirler arasına girmiş ve sonra Kainatın Efendisi (sav) tarafından hürriyetine kavuşturulmuş bir azatlı idi. Peygamber Efendimiz (sav) bu izdivaçtaki ısrarıyla, insanlar arasındaki eşitliği tesis, kuvvetlendirerek dengeyi sağlamak istiyor ve bu zor işe de, yine yakınlarıyla başlıyordu. Ne var ki, Zeyneb gibi çok yüce fıtratlı bir kadın, emre uyarak gerçekleştirdiği bu evliliği, uzun sürdüremeyecek gibiydi. Bu evlilik, Zeyd için de bir şey getirmemiş ve sadece bir ızdırap ve hasret olmuştu.
Nihayet boşama hadisesi oldu; fakat Efendimiz (sav) Zeyd'i vazgeçirmeye ve evliliğin devam ettirilmesine çalışıyordu. Tam o esnada, Cibril (as) geldi ve semavi fermanla, Zeyneb'in Peygamber Efendimiz (sav) ile izdivaç etmesi emrini getirdi. Efendimiz (sav)'in maruz kaldığı imtihan oldukça ağırdı; zira, o güne kadar, kimsenin cesaret edemediği bir şey yapılıyor ve yerleşmiş, kök salmış adetlere karşı, ilan-ı harp ediliyordu. Bu çok çetin bir mücadeleydi. Ancak Allah emrettiği için yapılabilirdi. Ve işte Efendimiz (sav), derin bir kulluk şuuruyla, nezih şahsiyetine karşı çok ağır gelen bu işi yaptı. Hz. Aişe'nin dediği gibi, "Farzımuhal, Peygamberimiz (sav)'in, Kur'an'dan bir şeyi saklaması caiz olsaydı Zeyneb'le evliliğini emreden ayetleri gizlerdi." Evet, bu Efendimiz' e (sav) o kadar ağır gelmişti...
İlahi hikmet ise, bu temiz ve yüce varlığı, Peygamber (sav) hanesine sokmak, ilim ve irfan yönüyle hazırlamak, irşat ve tebliğle vazifeli kılmak istiyordu. Nihayet, öyle de oldu. Ve daha sonraki nezih hayatı boyunca, peygamber zevceliğinin iktiza ettiği inceliklere riayet etti.
Ayrıca, cahiliye devrinde, evlatlıklara evlat deniyor ve onların eşleri de aynen evladın eşi gibi kabul ediliyordu. Cahiliyeye ait bu adet, kaldırılmak murat buyurulunca, yine tatbikata Efendimiz (sav) ile başlanıldı. Herhangi bir kimseye “evladım” demekle, evladınız olamayacağı gibi, “evladım” dediğinizin zevcesi de gelininiz olamaz. (Ahzab, 33/4)
6) Saadet hanesine girmekle şereflenenlerden biri de, Cüveyriye bintü'l-Haris'dir (r.anha). Gayri müslim olan kabilesine karşı harp edilmiş ve kadın erkek esir edilmişlerdi. Hissiyatı alt üst olmuş, gururu kırılmış bu saray mensubu kadın, Pergamberimiz (sav)'in huzuruna getirildiğinde, kin ve nefretle doluydu.
İşte o zaman Efendimiz (sav), yağdan kıl çekme kolaylığı içinde meseleyi bir hamlede halletti. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Cüveyriye (ra) ile nikah kıyınca, Cüveyriye, mü'minlerin anası mevkiine yükseldi ve sahabenin bakışında bir hürmet abidesi haline geldi. Hele Ashab-ı Resulullah, “Peygamber'in akrabaları esir edilmez.” deyip, ellerindeki esirleri bırakınca, hem Cüveyriye (ra) hem de onun aşiretinin gönlü fethediliverdi.
Görülüyor ki, Peygamberimiz (sav) altmış yaşları dolaylarında, yaptıkları bu izdivaçta dahi pek çok meseleyi bir çırpıda hallediyor; kızıl kıyamet hadiselerin içinde, barış ve sükun meltemleri estiriyordu.
7) Talihliler arasına karışanlardan birisi de, Safiyye bintü Huyey'dir (r.anha). Hayber emirlerinden birinin kızı. Meşhur, Hayber Vak'ası'nda, babası, kardeşi ve kocası öldürülmüş; kabilesi de esir edilmişti. Safiyye (ra) büyük bir öfke ve intikam hırsıyla yanıp tutuşuyordu. Nikah akdedilip, mü'minlerin hürmet duyacağı, Efendimiz (sav)'e zevce olma mualla mevkiine yükselince, hem Ashab'ın (ra) “Anam, anam” diyerek hürmet göstermeleri ve hem de Efendimiz (sav)'in eritici ve tüketici yüceliği karşısında, Hz. Safiyye (ra) olup biten her şeyi unuttu ve Peygamberimiz (sav)'e zevce olmakla iftihar etmeye başladı.
Ayrıca, Hz. Safiyye vasıtasıyla pek çok Yahudi'nin, Efendimiz (sav)'i yakından görüp tanıma ve yumuşama imkanı da doğuyordu. Bir şeyle her şey yapan ve bir fiilinde binler hikmet bulunan Hazreti Allah (cc) bütün izdivaçlarda olduğu gibi, bunda da pek çok hayır ve bereket yaratmıştı.
Bundan başka, düşmanların iç aleminden haberdar olma bakımından, ümmetine bir ders vermiş olabileceğini zikretmek de uygun olur zannederim. Hazreti Safiyye ve emsali ayrı milletlerden olan kadınların, o milletlerin iç durumlarına nüfuz bakımından büyük ehemmiyeti vardır; elverir ki insan onların hain olanlarıyla kendi sırlarını düşmanlara kaptırmasın.
8) Bu bahtiyarlardan biri de Hz. Sevde (r.anha) Validemizdir. İlk safta yerini alanlardan; kocasıyla Habeşistan'a hicret edenlerden ve ümmü Habibe'nin kaderine benzer şekilde, kocasının vefatıyla ortada kalanlardan.
Efendimiz (sav), bu kalbi kırığın da, yarasını sardı; onu perişan olmadan kurtardı ve ona enis oldu. Zaten sadece Efendimiz (sav)'in nikahı altında bulunmayı düşünen bu büyük kadının, dünya adına istediği başka hiçbir şey de yoktu.
İşte bütün izdivaçlarında, bu türlü hikmet ve maslahatlar bulunan Peygamber Efendimiz (sav) hiç mi hiç nefsani duygularıyla bu işin içine girmemiştir. Ya Raşid Halifelerin ilk ikisine karşı olduğu gibi, vezirleriyle bir yakınlık tesis etme ve zevcesi olacak kadındaki istidat ve kabiliyet; veya teker teker, diğerlerinde gördüğümüz gibi, başka hikmet ve maslahatlarla evlenmiş ve büyük yük ve yükler altına girmiştir.
Bunlardan başka, Peygamber Efendimiz (sav)'in bu kadar kadının, kalacak yer, gıda, elbise gibi ihtiyaçlarını, en adil şekilde temin etmesi ve onlara karşı muamelesinde kılı kırk yararcasına, adalet ve hukuklarına dikkat etmesi; aralarında meydana gelmesi muhtemel huzursuzlukları peşinen önlemesi, meydana gelen problemleri yağdan kıl çekme rahatlığı içinde halletmesi, Bernard Shaw'ın ifadesiyle “En büyük problemleri kahve içme kolaylığı içinde halleden,..” O müstesna Zat'ın peygamberliğine delalet eder...
Bir kadın ve bir iki çocuğun dahi, idaresinin ne kadar müşkül olduğunu gören ve bilen bizler; daha evvel başka yuvalar kurmuş; başka aile yapılarına şahit olmuş; girdiği yuvalarda farklı mizaçlar kazanmış pek çok kadını, bir şiir ahengi ve ritmi içinde idare eden, o mualla ve aziz varlık karşısında iki büklüm oluyoruz.
Bir husus kaldı ki, o da, zevcelerin adedinin, ümmetine meşru kılınan adedin üstünde olma durumudur. Bu, bir hususi durumdur. Evet, bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok maslahat ve hikmetleri içerisinde barındıran bir hususi kanundur. Bir müddet bu mevzuda mutlak izin verilmiş; belli bir müddet sonra ise sınır konmuş ve evlenmesi yasak edilmiştir.(Ahzab, 33/52)
9) Bir diğer eşi Hafsa binti ömer el- Hattab'dır. Mü'minlerin annesi, Rasulullah (sav)'ın eşi, Hz. ömer'in kızı. Hz. Hafsa, Hz. Peygamber (sav)'in risaletinden beş sene önce doğdu. Annesi büyük sahabi Osman b. Maz'un'un kız kardeşi Zeyneb'tir.
Hz. Hafsa'nın İslam'ı ne zaman kabul ettiği bilinmemektedir. Hz. ömer'in İslam'ı kabulünden sonra bütün aile ve yakınlarının Müslüman olduğu bilgisinde yola çıkılarak, onun da babası ile birlikte Müslüman olduğu söylenebilir.
Mü'minlerin annesi Hz. Hafsa daha önce Huneys b. Huzafe, es-Sehmi ile evlenmişti. Huzafe Habeşistan'a hicret eden Müslümanlardandır. Hz. Hafsa'nın da bu hicrete katıldığı yolunda rivayetler bulunmaktadır. Habeşistan'dan dönen Huzafe daha sonra eşi Hz. Hafsa ile birlikte Medine'ye hicret etti.
Hz. Huneys b. Huzafe, Uhud savaşına katılmış ve ciddi biçimde yaralanmıştı. Bu yara sonucu Medine'de şehid oldu. Hz. Hafsa beyinin yarasını bizzat kendisi tedavi etmeye çalışmıştır. Vefatına bir hayli üzüldü ve yas tuttu. Nihayet Hz. ömer dul kalan kızını Hz. Ebu Bekr'e nikahlamak istedi. "İstersen ömer'in kızı Hafsa'yı sana nikahlayayım." şeklindeki teklif, Hz. Ebu Bekr tarafından cevapsız bırakıldı. Hz. ömer, bu kez de Hafsa'yı o günlerde eşi Rasulullah (sav)'in kızı Rukiyye vefat ettiği için yalnız olan Hz. Osman'a teklif etti. Eşinin vefatından dolayı üzüntü içindeki Hz. Osman'a: "İstersen sana ömer'in kızı Hafsa'yı nikahlayayım." dedi. Hz. Peygamber'in kızı ümmü Gülsüm ile evlenmeyi uman Hz. Osman, bir süre düşündükten sonra, "Şu günlerimde evlenmem doğru değil." diyerek özür diledi.
Gerçek bir Müslümana yakışacak bir davranışla kızını salih bir mü'mine nikahlamak için çaba harcayan Hz. ömer, neticeye ulaşamayınca büyük bir üzüntü içinde Hz. Peygamber (sav)'e gitti. Söz arasında "Ya Rasulullah, Osman'a şaşıyorum. Hafsayı nikahlamayı teklif ettim, yanaşmadı." diye dert yanınca Hz. Peygamber (sav), "Sana Osman'dan daha hayırlı bir damad, Osman'a da senden daha hayırlı bir kaynata tavsiye edeyim mi?" dedi. Hz. ömer, "Evet Ya Rasulullah." deyince, "Sen kızın Hafsa'yı bana nikahlarsın, ben de kızım ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikahlarım." buyurdu.
Bu teklif karşısında bütün dünyalar Hz. ömer'in olmuştu. Allah Rasulü (sav) ile akrabalık kurmak hususunda büyük bir istek duymasına rağmen teklif etmek cesaretini gösteremiyordu. çünkü Hz. Hafsa, Hz. Aişe'nin deyimiyle, "Tam babasının kızı idi.", yani biraz sertti. Rasulullah (sav) ise bu teklifi ile Hz. ömer'in duyduğu şiddetli arzuyu gerçekleştirerek hem aralarındaki yakınlığı pekiştirmek, hem de onun İslam'a yaptığı hizmetleri ödüllendirmek istemişti.
Rasulullah (sav) ile Hz. Hafsa'nın düğünleri hicri üçüncü yılın ortalarında yapıldı. Hz. Peygamber (sav) Hz. Hafsa'ya dörtyüz direm, yani 1188 gram gümüş' mehir verdi.
Hz. Hafsa, Rasulullah (sav)'in irtihalinden sonra son derece mütevazi ve dindarca bir hayat sürmüştür. Kendisinden, bir kısmını doğrudan Rasulullah (sav)'tan, bir kısmını da babasından aldığı altmış hadis rivayet edilmiştir. Okuma yazma bilen Hz. Hafsa hicretin kırk beşinci yılında vefat etmiş ve cenaze namazını zamanın Medine valisi Mervan kıldırmıştır. Bir rivayete göre kırk birinci hicri yılda vefat etmiştir.