iltasyazilim
FD Üye
Peygamberlik inancında mucizenin yeri ve anlamına dair1
İman kuru zihin, ispat meselesi değil Allah’ın varlığının, birliğinin, belli bir kimseyi peygamber seçtiğine dair beyanının salt aklizihnî delili olamaz İman az çok eşya ve hadisata karşı ruhani bir duyarlılıkla, içimizde ve etrafımızda olan biteni basiretle gözleyip maveraya meyyal olmakla başlayıp gelişen ve ardından –inkara şartlanmamış kimseler için muknî delillerle beslenip tasdik ve ikrara dönüşen bir kalbî haldir… Kalb ile tasdik, dil ile ikrar
İman, insanın, gördükleriyle yetinemediği, zaman zaman kendisinde “her şey gördüklerimden ibaret olamaz, bütün bunların ötesinde bir şey olmalı, bütün bunlar bir şeyi anlatıyor olmalı dedirttiren fıtri bir tecessüsle başlar…
İnsan olmamız da zaten görünür olanın ötesine geçmekle kendine has anlamını bulur… Hâsılı iman mahza zihnî değil, büyük oranda kalbidir… Sezgiyle, ilgiyle olan bir şeydir…
Mukni delil, cedele karşı durabilen delil demek de değildir sonra Dolayısıyla imana getirilen deliller, modern cedelci zihnin ortaya attığı yersiz ve mesnetsiz şüphelerle gücünden bir şeyler kaybetmiş olmaz İnsan cedel yapmaya kalktığında onun karşısında hiçbir şey duramaz Cedel, yapıcı değil, yıkıcı bir akıl yürütme şeklidir… Bir düşünce sistemi inşaı için değil, sistemi korumak, muarızları susturmak için başvurulan bir yöntemdir İnsan yıkmak istedikten sonra önünde hiçbir şey duramaz Allah insana bu özelliği vermiş “Dileyen iman, dileyen küfretsin diyor yüce Allah…(Kehf, 29) İnsanın cedel kabiliyeti olmasa, her şeye rağmen Allah’ı inkâr diye bir şey de mevzubahis olmazdı…
Zihin yapımız itibarıyla özgür varlıklarız Aklımıza esen her şeyi, gerçek ya da değil tahayyül etme, tasavvur etme kabiliyetimiz var Vehmiyyatın sonu gelmez… Küfrün beslendiği alan burasıdır Oysa hakikat bir merkeze, mahdud bir alana çağırır insanı…
Hakikat var olandır Var olmak bir şekilde taayyün etmek, kendine has bir mahiyet sahibi olmaktır Aksi batıldır, kabaca “asılsızgerçekliği olmayan demektir Batıl yokluktur, yokluğun taayyünü olmaz, yani “yokluk haddi zatında yoktur Sadece zihnenvehmen vardır ve sadece bir ifade biçimidir ve varlığı mahza dilseldir Bunun için Kuranı Kerim batıl ilahları “onlar ancak sizin ve atalarınızın verdiği isimlerden ibarettir (enNecm, 23) buyruğuyla tanımlar Ayrıca yokluk, varlığa bağlı bir kavramdır, izafidir, şunun yokluğu, bunun yokluğu gibi mutlaka bir varlığın nakzı olarak gündeme gelir
Şu akla gelebilir: Varlığı da mutlak kendi olarak tasavvur edemiyoruz O da kendini bize “bir şeyin varlığı formunda açıyor Doğru, ama bu varlığın izafiliğinden değil, varlığın mutlaklığından kaynaklanıyor İnsan mukayyedsınırlı bir varlık olarak mutlağı mutlak olarak düşünemez İlla bir şeye bağlar, o şeye göre düşünür…
Evet, bunun için hakikat belli başlı, muayyen bir şeydir… Batıl, hakikat olmasın da ne olursa olsun kabilinden her şeydir, kendisine hakikat dışında her şeyde ifademsi özellik kazandırabilendir Bu bakımdan batılın sonu yok… Bu bakımdan nur bir, zulmet çok… Bir gerçeğe şüpheyle yaklaşmak istiyorsanız aklınıza gelecek nakzedici ihtimallerin haddi hesabı yoktur…
Modern inkarcı zihnin de yaptığı bu Birçok kelamcı sözkonusu ihtimalleri çürütmekle uğraştığı için tükendi, yıldı İmam Cüveynî gibi, İmam Râzî gibi Bunun için kelamdaki ana sistematik, batıl ihtimalleri tek tek savmaya dönük değil, bilcümle nakzetmeye ve hakikate varan yolu yine bilcümle tayin etmeye dönüktür Yer yer bazı mutavvel kelam kitaplarına yansıyan spesifik tartışmalar, ardı arkası kesilmeyen vehimler ve onlara verilen cevaplar bir yerden sonra hakla batıl arasındaki farkı buharlaştırıyor Şaşıp kalıyorsunuz; detaylara fazla inildiğinde yanlışın yanlış olduğunu sarih ve çarpıcı biçimde göremiyorsunuz Aynı şekilde doğrunun doğru olduğunu da bu oranda hissedemiyorsunuz Çünkü evhamın ucu bucağı yok Burada “köşe bucak hakkı arayacağım, batılı kovalayacağım diye seğirtip durmak sonlusınırlı insanın kudretini aşıyor… Başı dönüyor, yolunu, izini kaybediyor…
Modern inkârcı zihin, inanmamak için bahane arıyor Onunkisi tabii bir durum değil Bir inkarcı, ağır ve ölümcül bir hastalığa mübtela olduğunda zihni böyle işlemeyecek Onun akıl dediği, haddizatında şımarık egonun bulanık bakışı
“Bir insan zayıf, hasta düştüğünde tabii bir durum mu ki o vakit iman duygularının yükselmesini esas kabul edelim diyebilirsin Azgın ve şüpheci bir insanın hali karşısında zayıf ve bitkin düşmüş bir insanın hali gerçeğe, tabiiliğe çok çok daha yakındır… Acziyet, boyun büküklüğü, aradığımızı bulamamak öz yapımıza daha yatkın hallerdir… Şişkinlik, doygunluk, muktedirlik hepsi birer vehim… Etrafımızı saran geçici şartların, yanıltıcı hadiselerin gözümüze yansıttığı anlık görüntüler, illüzyonlar…
Şimdi modern inkârcı şahsın genel olarak irdelediği husus şu: Hz Muhammed’in (sav) yaşadığı dönemde imkânsız görülen, o gün izah getirilemeyen şeyler insanlara mucize gibi geldi O günün insanı bunları izah edemediği için bunlar olsa olsa Allah’tandır dedi ve iman etti Bugün bunlara izah getirebiliyoruz, bizim için artık çok da olağanüstü şeyler değil bunlar O halde biz neden iman edelim?
İlk olarak diyelim ki; bugün mucizelere dair getirilen izahlar kesin ve ikna edici değil Her izah, gerçeği, vakıayı olduğu gibi resmediyor, künhünün net fotoğrafını veriyor değildir Adı üstünde, bunlar birer izah, yani sahibinin birer yorumu Doğrunun mutlak resmi değil; görenin, konuşanın doğruya dair intibaı ve hadiseyi anlamlandırma biçimi Hadisenin künhünü bilemediğimiz için getirilen izahın ona birebir denk düştüğünden emin olamıyoruz, sadece bugüne kadar gizem arz eden bir şeyi bizim için anlaşılabilir kıldığı için bir hoşnutluk, bir tatmin duygusu oluşuyor ve bunun sevkiyle ilgi duyuyoruz bu izahlara Sorgulamış değiliz tam olarak
İkinci olarak diyelim ki, söz konusu izahlar doğru Bu yine de Hz Peygamber Efendimiz’e olan imanı sarsacak bir şey değil Mucize, Allah’ın insanlar arasından seçtiği birini onaylaması, onayladığını diğer insanlara göstermesi demektir Bu onay da tabiatıyla her insan tarafından yapılamayacak olan işlerle ortaya çıkar Biz bir peygamberin mucizesiyle karşılaştığımız zaman tabii olarak şöyle düşünürüz: Bu kimse peygamberlik iddiasında bulundu ve ispat için böyle olağanüstü bir hal sergiledi Bunu bir insanın yalın kendi imkanlarıyla yapması mümkün değildir Bu olsa olsa Allah’ın yardımıyla, desteğiyle olmuştur Demek ki Allah bu kimsenin peygamberlik iddiasını onaylıyor
İşte mucizedeki temel espri, onun, yalın insan gücüyle gerçekleştirilemeyecek bir şey olması dolayısıyla Allah’ın o kimseye yardım ettiğine ve onun peygamberliğini onayladığına işaret etmesidir Bu espri ne zaman anlamını kaybederse mucize de o zaman anlamını kaybeder Peki, bu espri ne zaman anlamını kaybeder? Söz konusu halin insan gücünü aşan bir şey olmadığı ispatlanırsa anlamını kaybeder Buna terminolojide muaraza denir Yani peygamber insanlara olağanüstü haller sergiler, sonra da biri ortaya çıkıp “bu haller senin Allah tarafından onaylandığını göstermez Bunları ben de yapabilirim der ve dediğini yaparsa mucize anlamını kaybeder Zira bu durumda ortada insan gücünü aşan bir durum olmadığı için Allah’ın inayetinden de onayından da söz edilemez
Şimdi sormak lazım; bugüne kadar herhangi bir peygamberin gösterdiği mucizeyi yalın kendi imkanlarıyla gösterebilen kimse olmuş mudur? Eğer böyle bir şey ispatlanabilirse o zaman mucizeyi de peygamberliği de tartışabiliriz Aksi takdirde insanlar mucizeye karşı koyamadıklarımuaraza yapamadıkları sürece ardındaki ilahi onayı görmek, nübüvveti kabul etmek durumundadır
İkinci olarak şunu sormalıyız: Mucizeye getirilen izahla mucizenin insanüstülüğü arasında bir tezat ilişkisi kurulabilir mi? Dolayısıyla mucizeye getirilen bilimsel izahlar mucizedeki temel espriyi anlamsızlaştırır mı? Elcevap, yapılan izahlar tutarlı ve gerçekçi olsa bile mucizenin insanüstü tabiatına halel getirmez Mesela bugün tabiata dair insanoğlunun getirdiği yığınla izah var Bu izahların hiçbiri tabiat hadiselerinin insan gücünü aştığı gerçeğini yalanlamıyor Hiçbiri tabiatın insan tarafından idare edildiğini göstermiyor Bu izahların birçoğuna katıldığımız halde tabiatın Allah tarafından tedbir ve tedvir edildiğine inanmaktayız Demek oluyor ki izah failimüsebbibi perdelemiyor… Demek oluyor ki, velev mucizelere bir kısım izahlar getirilmiş olsa bile bu izahlar söz konusu hallerin insanüstü haller olduğu gerçeğiyle çatışmaz Olağanüstü halin izahı başka şey, onun olağanlığını, dolayısıyla sadece peygamberlerin değil, isteyen ya da çalışan, kendini geliştiren herhangi biri tarafından da yapılabilecek bir şey olduğunu ispatlamak ayrı şey
Kaldı ki bilimsel teorilerin mucizelere getirdiği izah nasıl bir şeydir?! Buraya kadar farzı muhal kabilinden konuştuğumu belirtmeliyim Bilimin olağan hadiselere izahlar getirdiğini biliyoruz Mucizeler olağanüstü hadiselerdir Özü itibarıyla olağan olsalar bile olağandışı şartlarda gerçekleştikleri için yine olağanüstü sayılırlar Kütüğün ağlaması ne kadar olağan bir durumdur ki bilim ona bir izah getirebilsin
Geçmişte bu konu sihir, keramet bağlamında tartışılmış, mucizeye konu olan olağanüstü halin bir benzerinin asla gerçekleştirilemeyeceğini savunanlar olmuştur Bu sadette Mutezile mucizenin bir benzeri olacağıonunla karışacağı ve mucizedeki temel espriyi izale edeceği endişesiyle sihir ve kerameti reddetmişlerdir
İmam Amidî bunlara eleştiri sadedinde “mucizenin, başka hiçbir insan tarafından gerçekleştirilemeyecek bir şey olması şart değildir, der “Mucizede önemli olan, yalın olağanüstülük değil, peygamberliğin tasdiki anlamına gelebilecek surette olağanüstülüktür, der Ne sihirbaz, ne kahin ne de velinin elinden sudur eden olağanüstü hal peygamberlik iddiasına mukarin değildir Dolayısıyla bu haller ne kendilerinin peygamber olduklarını gösterir ne de peygamberlerin peygamberliğini nakz eder2
Bundan anlaşılıyor ki mucizeye konu olan olağanüstü halin günün birinde gerçekleşmesi teorik olarak imkansız değildir İmkansız olan, bunun peygamberlik müessesesiyle çatışacak biçimde gerçekleşmesi ya da herhangi bir peygamberin peygamberliğini nakzedici ya da onun verdiği kesin bilinen bir haberi tekzip edici surette gerçekleşmesidir
Gerçi ortada bu meseleyi irdelemeyi gerekli kılacak bir durum yok Çünkü hala söz konusu mucizeleri yapabilen bir insan teki yok ortada… Kehanetle, peygamberin gaybdan haber vermesi bambaşka şeyler… Kehanet, bin bir yalanın içinde bir doğru, o da puslu… Kuran’ın haber verdiği, mesela Rum suresinin başındaki hadise… Gün gibi ortada… Bir özlemi, beklentiyi dile getirmiyor ki… Aksine net biçimde haber veriyor… “vehüm min ba’di ğalebihim seyağlibûn diyor… “Onlar bu mağlubiyetlerinden sonra yakında galip geleceklerdir Hatta bir tahdit de var… “Fi bid’ı sinîn diyor… Gelecek 9 yıl içinde… İki büyük imparatorluğa dair çok değil, sadece azami 9 yıl gibi bir zaman tahdidi… Sonuç aynen Kuranı Kerim’in buyurduğu gibi çıkıyor
Ama Kuran böyle şeylere pek tenezzül etmiyor, insanlar dünyaya değil, ahirete dair verdiği haberlere kulak versin istiyor… Oyun oyuncakla uğraşmasınlar, yaklaşmakta olan ebedi gerçekle ilgilensinler diyor… Din gizem merakımıza hitap eden bir kurum değil… Din basirete hitap ediyor ve basiretli aksiyona davet ediyor… “Burada, “burayı ve “bu zamanı inşa etmek üzere… Bizi gizemli geleceğin pasif, meraklı seyircisi değil, bugünün inşasıyla öngörülebilir bir geleceğin faillerifatihleri kılmak istiyor… Bunun için uykudan, rüyadan, gizemcilikten, ezoterizmden uyandırıyor… Bunun için sık sık bunlara atıf yapmıyor… Dönemin maalesef bugün de öyle; astroloji hala çok gözde bir alan yaygın zaafı olan ezoterizmden fiilî gerçekliğe çekmek istiyor insanı…
Kehanetin mucize karşısında bir şüphe gerekçesi kılınamayacağı açık da bugün gelişen teknik imkanlar kullanılarak bazı mucizelerin gerçekleştirilmesi durumunda ne dememiz gerekir? Mesela Hz İsa’nın alaca hastalarını iyileştirdiğini biliyoruz Yine insanlara evlerinde sakladıkları yiyecekleri söylediğini de biliyoruz Bugün gelişen tıp teknikleriteknolojisi kullanılmak suretiyle alaca hastaları tedavi edilse ya da gizli kamera, uydu vs yöntemlerle insanların özel halleri çarşaf çarşaf ortaya serilse –ki seriliyor bu durum mucizeye muaraza olarak görülebilir mi? Elcevap, görülemez Mesele bunları yalın insan gücüyle ortaya koymak, herhangi bir araçgereç kullanmadan yapabilmekti Peygamberler bunları herhangi bir araçgereç kullanmadan yaptı Böylece insanüstü bir fiil ortaya koymuş, bu yolla ardındaki ilahi inayet ve tasdiki ispatlamış oldu
Ayrıca Peygamber Efendimiz’in peygamberliğinin ispatı tabii ki olağanüstü halle sınırlı değil, kişilik, söz, tavır ve ahlak olarak da güven veren bir şahsiyet olmak gerekiyor… İmam Teftâzânî bunları da mucizeye raci sıfatlar olarak görmek suretiyle haklı olarak mucize perspektifimize genişlik getiriyor Ayrıca kimse sireti konuşmuyor Hz Peygamber’in (sav) en büyük mucizesi Kur’an ve sirettir Kur’an’ı sağa sola çektik, sündürdük kestik sesini Ya siret, o kısacık zaman diliminde gerçekleştirilen inanç, ahlak ve şehirmedineümmet harikası…
Nitekim peygamberlerin tek sıfatı mucize göstermek değil, onların en temel özellikleri Allah’tan vahiy almalarıdır Allah’ın vahyinin tek göstergesi mucizeler değil, vahyin ürünü olan inanç, hayat ve ahlak da hem daha umumi hem de daha kalıcı göstergelerdir Gerek Hz Peygamber Efendimiz’in hayatında gerekse tesis ettiği dinde ve yetiştirdiği seçkin ümmetin genel portresinde bu göstergeyi açıkça gözlemleyebiliriz Mucize, sıradan insanlara hitap eden ve daha çok inkara karşı susturucu, mat edici bir unsur olarak kullanılan bir yöntemdir Bunun için ekseriya bir talep üzerine gerçekleşirler Hal böyleyken meseleyi ısrarla mucize bağlamına çekmek ve elde sadece olağanüstü görsel haller anlamında mucize varmış gibi yansıtmak da şartlanmışlığın, manipülasyonun bir başka boyutu…
Son olarak şunu da hatırlatalım: mucize ve peygamberlik inancı, Allah inancına dayalı bir meseledir Bunun için kelamda nübüvvet bahsi ilahiyat bahsinden sonradır Allah’ın varlığını kabul etmeyen bir kimseyle mucizeyi ve peygamberi konuşamayız… O kimseyle önce Allah’ın varlığını konuşmak lazım…
1 Bu yazı Talha Hakan Alp hocanın bir soruya verdiği cevabın derlenmiş halidir
2 Âmidî, Ğâyetü’lmerâm, 287
darulhikme sitesinden alıntıdır
İman kuru zihin, ispat meselesi değil Allah’ın varlığının, birliğinin, belli bir kimseyi peygamber seçtiğine dair beyanının salt aklizihnî delili olamaz İman az çok eşya ve hadisata karşı ruhani bir duyarlılıkla, içimizde ve etrafımızda olan biteni basiretle gözleyip maveraya meyyal olmakla başlayıp gelişen ve ardından –inkara şartlanmamış kimseler için muknî delillerle beslenip tasdik ve ikrara dönüşen bir kalbî haldir… Kalb ile tasdik, dil ile ikrar
İman, insanın, gördükleriyle yetinemediği, zaman zaman kendisinde “her şey gördüklerimden ibaret olamaz, bütün bunların ötesinde bir şey olmalı, bütün bunlar bir şeyi anlatıyor olmalı dedirttiren fıtri bir tecessüsle başlar…
İnsan olmamız da zaten görünür olanın ötesine geçmekle kendine has anlamını bulur… Hâsılı iman mahza zihnî değil, büyük oranda kalbidir… Sezgiyle, ilgiyle olan bir şeydir…
Mukni delil, cedele karşı durabilen delil demek de değildir sonra Dolayısıyla imana getirilen deliller, modern cedelci zihnin ortaya attığı yersiz ve mesnetsiz şüphelerle gücünden bir şeyler kaybetmiş olmaz İnsan cedel yapmaya kalktığında onun karşısında hiçbir şey duramaz Cedel, yapıcı değil, yıkıcı bir akıl yürütme şeklidir… Bir düşünce sistemi inşaı için değil, sistemi korumak, muarızları susturmak için başvurulan bir yöntemdir İnsan yıkmak istedikten sonra önünde hiçbir şey duramaz Allah insana bu özelliği vermiş “Dileyen iman, dileyen küfretsin diyor yüce Allah…(Kehf, 29) İnsanın cedel kabiliyeti olmasa, her şeye rağmen Allah’ı inkâr diye bir şey de mevzubahis olmazdı…
Zihin yapımız itibarıyla özgür varlıklarız Aklımıza esen her şeyi, gerçek ya da değil tahayyül etme, tasavvur etme kabiliyetimiz var Vehmiyyatın sonu gelmez… Küfrün beslendiği alan burasıdır Oysa hakikat bir merkeze, mahdud bir alana çağırır insanı…
Hakikat var olandır Var olmak bir şekilde taayyün etmek, kendine has bir mahiyet sahibi olmaktır Aksi batıldır, kabaca “asılsızgerçekliği olmayan demektir Batıl yokluktur, yokluğun taayyünü olmaz, yani “yokluk haddi zatında yoktur Sadece zihnenvehmen vardır ve sadece bir ifade biçimidir ve varlığı mahza dilseldir Bunun için Kuranı Kerim batıl ilahları “onlar ancak sizin ve atalarınızın verdiği isimlerden ibarettir (enNecm, 23) buyruğuyla tanımlar Ayrıca yokluk, varlığa bağlı bir kavramdır, izafidir, şunun yokluğu, bunun yokluğu gibi mutlaka bir varlığın nakzı olarak gündeme gelir
Şu akla gelebilir: Varlığı da mutlak kendi olarak tasavvur edemiyoruz O da kendini bize “bir şeyin varlığı formunda açıyor Doğru, ama bu varlığın izafiliğinden değil, varlığın mutlaklığından kaynaklanıyor İnsan mukayyedsınırlı bir varlık olarak mutlağı mutlak olarak düşünemez İlla bir şeye bağlar, o şeye göre düşünür…
Evet, bunun için hakikat belli başlı, muayyen bir şeydir… Batıl, hakikat olmasın da ne olursa olsun kabilinden her şeydir, kendisine hakikat dışında her şeyde ifademsi özellik kazandırabilendir Bu bakımdan batılın sonu yok… Bu bakımdan nur bir, zulmet çok… Bir gerçeğe şüpheyle yaklaşmak istiyorsanız aklınıza gelecek nakzedici ihtimallerin haddi hesabı yoktur…
Modern inkarcı zihnin de yaptığı bu Birçok kelamcı sözkonusu ihtimalleri çürütmekle uğraştığı için tükendi, yıldı İmam Cüveynî gibi, İmam Râzî gibi Bunun için kelamdaki ana sistematik, batıl ihtimalleri tek tek savmaya dönük değil, bilcümle nakzetmeye ve hakikate varan yolu yine bilcümle tayin etmeye dönüktür Yer yer bazı mutavvel kelam kitaplarına yansıyan spesifik tartışmalar, ardı arkası kesilmeyen vehimler ve onlara verilen cevaplar bir yerden sonra hakla batıl arasındaki farkı buharlaştırıyor Şaşıp kalıyorsunuz; detaylara fazla inildiğinde yanlışın yanlış olduğunu sarih ve çarpıcı biçimde göremiyorsunuz Aynı şekilde doğrunun doğru olduğunu da bu oranda hissedemiyorsunuz Çünkü evhamın ucu bucağı yok Burada “köşe bucak hakkı arayacağım, batılı kovalayacağım diye seğirtip durmak sonlusınırlı insanın kudretini aşıyor… Başı dönüyor, yolunu, izini kaybediyor…
Modern inkârcı zihin, inanmamak için bahane arıyor Onunkisi tabii bir durum değil Bir inkarcı, ağır ve ölümcül bir hastalığa mübtela olduğunda zihni böyle işlemeyecek Onun akıl dediği, haddizatında şımarık egonun bulanık bakışı
“Bir insan zayıf, hasta düştüğünde tabii bir durum mu ki o vakit iman duygularının yükselmesini esas kabul edelim diyebilirsin Azgın ve şüpheci bir insanın hali karşısında zayıf ve bitkin düşmüş bir insanın hali gerçeğe, tabiiliğe çok çok daha yakındır… Acziyet, boyun büküklüğü, aradığımızı bulamamak öz yapımıza daha yatkın hallerdir… Şişkinlik, doygunluk, muktedirlik hepsi birer vehim… Etrafımızı saran geçici şartların, yanıltıcı hadiselerin gözümüze yansıttığı anlık görüntüler, illüzyonlar…
Şimdi modern inkârcı şahsın genel olarak irdelediği husus şu: Hz Muhammed’in (sav) yaşadığı dönemde imkânsız görülen, o gün izah getirilemeyen şeyler insanlara mucize gibi geldi O günün insanı bunları izah edemediği için bunlar olsa olsa Allah’tandır dedi ve iman etti Bugün bunlara izah getirebiliyoruz, bizim için artık çok da olağanüstü şeyler değil bunlar O halde biz neden iman edelim?
İlk olarak diyelim ki; bugün mucizelere dair getirilen izahlar kesin ve ikna edici değil Her izah, gerçeği, vakıayı olduğu gibi resmediyor, künhünün net fotoğrafını veriyor değildir Adı üstünde, bunlar birer izah, yani sahibinin birer yorumu Doğrunun mutlak resmi değil; görenin, konuşanın doğruya dair intibaı ve hadiseyi anlamlandırma biçimi Hadisenin künhünü bilemediğimiz için getirilen izahın ona birebir denk düştüğünden emin olamıyoruz, sadece bugüne kadar gizem arz eden bir şeyi bizim için anlaşılabilir kıldığı için bir hoşnutluk, bir tatmin duygusu oluşuyor ve bunun sevkiyle ilgi duyuyoruz bu izahlara Sorgulamış değiliz tam olarak
İkinci olarak diyelim ki, söz konusu izahlar doğru Bu yine de Hz Peygamber Efendimiz’e olan imanı sarsacak bir şey değil Mucize, Allah’ın insanlar arasından seçtiği birini onaylaması, onayladığını diğer insanlara göstermesi demektir Bu onay da tabiatıyla her insan tarafından yapılamayacak olan işlerle ortaya çıkar Biz bir peygamberin mucizesiyle karşılaştığımız zaman tabii olarak şöyle düşünürüz: Bu kimse peygamberlik iddiasında bulundu ve ispat için böyle olağanüstü bir hal sergiledi Bunu bir insanın yalın kendi imkanlarıyla yapması mümkün değildir Bu olsa olsa Allah’ın yardımıyla, desteğiyle olmuştur Demek ki Allah bu kimsenin peygamberlik iddiasını onaylıyor
İşte mucizedeki temel espri, onun, yalın insan gücüyle gerçekleştirilemeyecek bir şey olması dolayısıyla Allah’ın o kimseye yardım ettiğine ve onun peygamberliğini onayladığına işaret etmesidir Bu espri ne zaman anlamını kaybederse mucize de o zaman anlamını kaybeder Peki, bu espri ne zaman anlamını kaybeder? Söz konusu halin insan gücünü aşan bir şey olmadığı ispatlanırsa anlamını kaybeder Buna terminolojide muaraza denir Yani peygamber insanlara olağanüstü haller sergiler, sonra da biri ortaya çıkıp “bu haller senin Allah tarafından onaylandığını göstermez Bunları ben de yapabilirim der ve dediğini yaparsa mucize anlamını kaybeder Zira bu durumda ortada insan gücünü aşan bir durum olmadığı için Allah’ın inayetinden de onayından da söz edilemez
Şimdi sormak lazım; bugüne kadar herhangi bir peygamberin gösterdiği mucizeyi yalın kendi imkanlarıyla gösterebilen kimse olmuş mudur? Eğer böyle bir şey ispatlanabilirse o zaman mucizeyi de peygamberliği de tartışabiliriz Aksi takdirde insanlar mucizeye karşı koyamadıklarımuaraza yapamadıkları sürece ardındaki ilahi onayı görmek, nübüvveti kabul etmek durumundadır
İkinci olarak şunu sormalıyız: Mucizeye getirilen izahla mucizenin insanüstülüğü arasında bir tezat ilişkisi kurulabilir mi? Dolayısıyla mucizeye getirilen bilimsel izahlar mucizedeki temel espriyi anlamsızlaştırır mı? Elcevap, yapılan izahlar tutarlı ve gerçekçi olsa bile mucizenin insanüstü tabiatına halel getirmez Mesela bugün tabiata dair insanoğlunun getirdiği yığınla izah var Bu izahların hiçbiri tabiat hadiselerinin insan gücünü aştığı gerçeğini yalanlamıyor Hiçbiri tabiatın insan tarafından idare edildiğini göstermiyor Bu izahların birçoğuna katıldığımız halde tabiatın Allah tarafından tedbir ve tedvir edildiğine inanmaktayız Demek oluyor ki izah failimüsebbibi perdelemiyor… Demek oluyor ki, velev mucizelere bir kısım izahlar getirilmiş olsa bile bu izahlar söz konusu hallerin insanüstü haller olduğu gerçeğiyle çatışmaz Olağanüstü halin izahı başka şey, onun olağanlığını, dolayısıyla sadece peygamberlerin değil, isteyen ya da çalışan, kendini geliştiren herhangi biri tarafından da yapılabilecek bir şey olduğunu ispatlamak ayrı şey
Kaldı ki bilimsel teorilerin mucizelere getirdiği izah nasıl bir şeydir?! Buraya kadar farzı muhal kabilinden konuştuğumu belirtmeliyim Bilimin olağan hadiselere izahlar getirdiğini biliyoruz Mucizeler olağanüstü hadiselerdir Özü itibarıyla olağan olsalar bile olağandışı şartlarda gerçekleştikleri için yine olağanüstü sayılırlar Kütüğün ağlaması ne kadar olağan bir durumdur ki bilim ona bir izah getirebilsin
Geçmişte bu konu sihir, keramet bağlamında tartışılmış, mucizeye konu olan olağanüstü halin bir benzerinin asla gerçekleştirilemeyeceğini savunanlar olmuştur Bu sadette Mutezile mucizenin bir benzeri olacağıonunla karışacağı ve mucizedeki temel espriyi izale edeceği endişesiyle sihir ve kerameti reddetmişlerdir
İmam Amidî bunlara eleştiri sadedinde “mucizenin, başka hiçbir insan tarafından gerçekleştirilemeyecek bir şey olması şart değildir, der “Mucizede önemli olan, yalın olağanüstülük değil, peygamberliğin tasdiki anlamına gelebilecek surette olağanüstülüktür, der Ne sihirbaz, ne kahin ne de velinin elinden sudur eden olağanüstü hal peygamberlik iddiasına mukarin değildir Dolayısıyla bu haller ne kendilerinin peygamber olduklarını gösterir ne de peygamberlerin peygamberliğini nakz eder2
Bundan anlaşılıyor ki mucizeye konu olan olağanüstü halin günün birinde gerçekleşmesi teorik olarak imkansız değildir İmkansız olan, bunun peygamberlik müessesesiyle çatışacak biçimde gerçekleşmesi ya da herhangi bir peygamberin peygamberliğini nakzedici ya da onun verdiği kesin bilinen bir haberi tekzip edici surette gerçekleşmesidir
Gerçi ortada bu meseleyi irdelemeyi gerekli kılacak bir durum yok Çünkü hala söz konusu mucizeleri yapabilen bir insan teki yok ortada… Kehanetle, peygamberin gaybdan haber vermesi bambaşka şeyler… Kehanet, bin bir yalanın içinde bir doğru, o da puslu… Kuran’ın haber verdiği, mesela Rum suresinin başındaki hadise… Gün gibi ortada… Bir özlemi, beklentiyi dile getirmiyor ki… Aksine net biçimde haber veriyor… “vehüm min ba’di ğalebihim seyağlibûn diyor… “Onlar bu mağlubiyetlerinden sonra yakında galip geleceklerdir Hatta bir tahdit de var… “Fi bid’ı sinîn diyor… Gelecek 9 yıl içinde… İki büyük imparatorluğa dair çok değil, sadece azami 9 yıl gibi bir zaman tahdidi… Sonuç aynen Kuranı Kerim’in buyurduğu gibi çıkıyor
Ama Kuran böyle şeylere pek tenezzül etmiyor, insanlar dünyaya değil, ahirete dair verdiği haberlere kulak versin istiyor… Oyun oyuncakla uğraşmasınlar, yaklaşmakta olan ebedi gerçekle ilgilensinler diyor… Din gizem merakımıza hitap eden bir kurum değil… Din basirete hitap ediyor ve basiretli aksiyona davet ediyor… “Burada, “burayı ve “bu zamanı inşa etmek üzere… Bizi gizemli geleceğin pasif, meraklı seyircisi değil, bugünün inşasıyla öngörülebilir bir geleceğin faillerifatihleri kılmak istiyor… Bunun için uykudan, rüyadan, gizemcilikten, ezoterizmden uyandırıyor… Bunun için sık sık bunlara atıf yapmıyor… Dönemin maalesef bugün de öyle; astroloji hala çok gözde bir alan yaygın zaafı olan ezoterizmden fiilî gerçekliğe çekmek istiyor insanı…
Kehanetin mucize karşısında bir şüphe gerekçesi kılınamayacağı açık da bugün gelişen teknik imkanlar kullanılarak bazı mucizelerin gerçekleştirilmesi durumunda ne dememiz gerekir? Mesela Hz İsa’nın alaca hastalarını iyileştirdiğini biliyoruz Yine insanlara evlerinde sakladıkları yiyecekleri söylediğini de biliyoruz Bugün gelişen tıp teknikleriteknolojisi kullanılmak suretiyle alaca hastaları tedavi edilse ya da gizli kamera, uydu vs yöntemlerle insanların özel halleri çarşaf çarşaf ortaya serilse –ki seriliyor bu durum mucizeye muaraza olarak görülebilir mi? Elcevap, görülemez Mesele bunları yalın insan gücüyle ortaya koymak, herhangi bir araçgereç kullanmadan yapabilmekti Peygamberler bunları herhangi bir araçgereç kullanmadan yaptı Böylece insanüstü bir fiil ortaya koymuş, bu yolla ardındaki ilahi inayet ve tasdiki ispatlamış oldu
Ayrıca Peygamber Efendimiz’in peygamberliğinin ispatı tabii ki olağanüstü halle sınırlı değil, kişilik, söz, tavır ve ahlak olarak da güven veren bir şahsiyet olmak gerekiyor… İmam Teftâzânî bunları da mucizeye raci sıfatlar olarak görmek suretiyle haklı olarak mucize perspektifimize genişlik getiriyor Ayrıca kimse sireti konuşmuyor Hz Peygamber’in (sav) en büyük mucizesi Kur’an ve sirettir Kur’an’ı sağa sola çektik, sündürdük kestik sesini Ya siret, o kısacık zaman diliminde gerçekleştirilen inanç, ahlak ve şehirmedineümmet harikası…
Nitekim peygamberlerin tek sıfatı mucize göstermek değil, onların en temel özellikleri Allah’tan vahiy almalarıdır Allah’ın vahyinin tek göstergesi mucizeler değil, vahyin ürünü olan inanç, hayat ve ahlak da hem daha umumi hem de daha kalıcı göstergelerdir Gerek Hz Peygamber Efendimiz’in hayatında gerekse tesis ettiği dinde ve yetiştirdiği seçkin ümmetin genel portresinde bu göstergeyi açıkça gözlemleyebiliriz Mucize, sıradan insanlara hitap eden ve daha çok inkara karşı susturucu, mat edici bir unsur olarak kullanılan bir yöntemdir Bunun için ekseriya bir talep üzerine gerçekleşirler Hal böyleyken meseleyi ısrarla mucize bağlamına çekmek ve elde sadece olağanüstü görsel haller anlamında mucize varmış gibi yansıtmak da şartlanmışlığın, manipülasyonun bir başka boyutu…
Son olarak şunu da hatırlatalım: mucize ve peygamberlik inancı, Allah inancına dayalı bir meseledir Bunun için kelamda nübüvvet bahsi ilahiyat bahsinden sonradır Allah’ın varlığını kabul etmeyen bir kimseyle mucizeyi ve peygamberi konuşamayız… O kimseyle önce Allah’ın varlığını konuşmak lazım…
1 Bu yazı Talha Hakan Alp hocanın bir soruya verdiği cevabın derlenmiş halidir
2 Âmidî, Ğâyetü’lmerâm, 287
darulhikme sitesinden alıntıdır