iltasyazilim
FD Üye
Postyapısalcılık,
postyapısalcılık ve postmodernizm,
postyapısalcılık nedir
Postyapısalcılık terimi, içerdiği postöntakısının bildirdiği sonralıktan da anlaşılacağı üzere, yapısalcılığa karşısında son derece önemli bir dizi eleştirinin dile getirildiği iki taraflı bir felsefe düzlemini veya çerçevesini ifade eder Bu eleştiri damarının koskocoman bir bölümü hiç kuşkusuz yakın dönemlerin en büyük felsefecileri Derrida, Foucault, Deleuze, Lacan ve Lyotard kadar dillendirilip temellendirilmiştir
Postyapısalcı felsefe salt bir felsefe konumu olmaktan öte dilbilimden yazın kuramına, toplumbilimden insanbilime, ruhbilimden göstergebilime pek çok disiplinin bir araya geldiği iki taraflı bir düşünme düzlemidir Nitekim postyapısalcı felsefenin temel savlarından biri de ilk önce felsefe olmak üzere disiplinler arasındaki sınırların çözüştürülüp değil edilerek, disiplinlerarası hatta disiplinlerötesi yeni bir söylem olanağını yaşama geçirmektir
Postyapısalcı felsefe anlayışında, bilhassa felsefe metinlerinde görülen bilgiyi dizgesel yollarla temellendirme çabası esnasında, sorunsuz olduğu düşünülerek yapılan belirtik veya örtük varsayımların ortaya konarak sorun haline getirilmesi amacı oldukça önemli bir yer tutmaktadır Bu açıdan bakıldığında postyapısalcı felsefenin manâlı bir bölümünü yazarlarca ya da okurlarca metinlerde oluşturulan anlamların nasıl oluşturulduklarını sorgulamaya yönelik bir anlam, dil veya metin felsefesi oluşturmaktadır
Postyapısalcı felsefenin en önde gelen düşünürlerinden Derrida bilhassa Nietzsche ile Heidegger'in başlattıkları benzersiz eleştirel us damarını izleyerek, bütün bir Batı felsefesi geleneğinin insan düşüncesinin veya var oluşunun sınırlarını çiğnemek pahasına veri ile gerçekliğin özsel yapısını bulgulamak nedeniyle gerçekleştirmiş olduğu araştırmalara ilişkin yapısökümcülük adıyla anılan ayrıntılı bir eleştirel okuma sunmaktadır Derrida'nın bir dizi eleştirel okumadan oluşan yapısökümcü eleştirisinin manâlı vurgularının başında sözmerkezcilik eleştirisigelmektedir Buna tarafından Derrida, Platon'dan Husserl'e gelinene dek tüm herzamanki Felsefe metinlerinin birtakım sıradüzenli ikilikler (varlıkhiçlik, realitedış görünüş, söylevyazı) üstüne kurulduklarına, bu ikiliklerde yer alan ilk terimin her durumda daha sağlam, muhakkak bir kesinlikte dürüst, bütün akıl dizgeleri için Arşimet Noktası olma işlevini yerine getirecek denli güvenilir bir yardım olarak görüldüğüne parmak basmaktadır
Derrida yaptığı yapısökümcü okumalarda değişik stratejiler izleyerek, klasik felsefe metinlerinin bilinçdışı kaynaklı dile getirilmemiş yönlerini ortaya serip metnin üzerine kurulduğu ikilikçi yapıyı çökertmeyi amaçlamaktadır Buna tabi olarak da metnin içinde birincil okunuşta sürekli ve mantıksal olan ayrımların sahiden kendi içinde aykırı ve mantıkdışı oldukları gösterilmiş olmaktadır
Yapısökümcü yaklaşımda, manâ metnin dıştan bırakılandır veya metince görmezden gelinip kendisine karşı sessiz kalınan Nitekim yapısökümcülük tam da kuramlar ile kavramsal dizgelerin varlığına cüret etmek olduğu için, gerek Derrida lüzum onun yolundan yürüyenler mantıklı tanımlara, ussal temellendirmelere, felsefe uslamlamalarına daha bir dikkatlice yaklaşmakta, bunların yerine metnin gidimli ve çizgisel olmayan yönlerini, metinde dillendirilen sözcük oyunları ile retorik öğeleri daha bir öne çıkarmaktadırlar Bu bağlamda yapısökümcülüğün izlencelerinden biri, metinlerin gerçek dünyadaki olgulara veya şeylere göndermede bulunmayıp sadece başka metinlere göndermede bulunabileceği saptamasına ast olarak, metinlerin başka metinlere nasıl ve ne biçimlerde göndermelerde bulunduklarının izini sürmektir Bu temel izlenceye dayanaklık eden düşünceyi Derrida, Metnin dışarıya metinden başka hiçbir şey yokturtümcesi ile dile getirmektedir
Yapısalcılık, bilindiği üzere, İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure'ün ölümünden sonradan öğrencilerince Genel Filoloji Üzerine Dersler başlığıyla yayımlanmış derslerinde ortaya attığı düşüncelerden çıkılarak çatısı belirlenmiş bir felsefe anlayışıdır Geleneksel delegeveya yansıtımcıdil anlayışının doğruluğunu büsbütün yadsıyan Saussure, bunun yerine biçimselbir dil anlayışı geliştirmektedir Buna tarafından, dil ne sanıldığı gibi bedensel nesneler ile sözcükler arasındaki karşılık gelme ilişkisine dayalıdır, ne de anlamlar zihinde olduğu varsayılan birtakım kendilikler (düşünceler) yoluyla oluşuyordur Saussure'ün yapısalcı dil yaklaşımında, keza gösterenler(sesler ile imler) ayrıca de gösterilenler(düşünceler) ait oldukları özel dil dizgesinin biçimsel yapısı gereğince anlamlarım edinmektedirler Burada sözü edilen biçimsel yapı, bir yanda sesler değişik yanda görüşler olmak üzere her türden dilsel unsur aralarında kurulu bulunan özdeşlikler ile ayrımlar dizgesine karşılık gelmektedir
Saussure dili işte bu biçimsel yapıyla özdeşleştirerek, doğrusu dilin nasıl işlemekte olduğunu bütünüyle açıklamamasına karşın yüzyıllardır süregelen geleneksel dil anlayışına son noktayı koymuştur LeviStrauss'un kültürel insanbilimi, Saussure'ün yapısala dil görüşünün kapsamının genişletilerek toplum bilimlerinin bir diğer alanına başarıyla uygulanışına bir örnektir Yapısalcı dilbilim yaklaşımının esas ilkelerini, insanbilimin kendisine konu edindiği akrabalık ilişkileri ile söylen dizgeleri gibi görüngülere uygulayan LeviStrauss, söz konusu görüngüleri her durumda belirtengösterilenayrımı doğrultusunda betimlemektedir Sözgelimi akrabalık ilişkileri bağlamında, gösterilenler akrabalık ilişkilerine yönelik bir kültürün düşüncelerine karşılık gelirken (akrabalık ilişkilerinde sevgi ile saygının dereceleri ya da ensest tabusunun yeri gibi), gösterenlerse bu düşünceleri dile getiren özgül birtakım pratiklerle (gelenekler, görenekler, kuttörenler gibi) eşdeğerdirler Aynı Saussure'ün savunduğu gibi LeviStrauss'un yaklaşımı da başından sonuna dek temsilmantığı üstüne kurulu dil tasarımının bütünüyle yadsınması amaçlanarak uygulanmaktadır Örneğin LeviStrauss, bir toplumu veya kültürü akrabalık ilişkilerine karşın taşınan birtakım temel düşüncelere karşılık gelen emin yaşam pratiklerinin yerine getirilmesi olarak, başka bir deyişle toplumun kendisini kavrayışının somut imgeleri olarak bakmak yerine, toplumun ya da kültürün, keza pratiklerin hem de düşüncelerin ortaklaşa paylaştıkları biçimsel yapı tarafından yapılandıklarını belirtmekte, buna tabi olarak da açıkça bir dizgenin içerisindeki değişik öğeler arasındaki ayrımların izini sürmektedir Bu anlamda bir toplumun düşüncelerini ya da hayat pratiklerini kavrayabilmenin yolu, sanıldığı gibi kesinlikle o toplumun öznelerinin kafalarında olup bitenlere bakmaktan geçmemektedir
Postyapısalcı felsefenin yapısalcılık eleştirisinin ilk aşamasının Foucault'nun Şeylerin Düzeni (ya da Sözcükler ile Şeyler) başlıklı yapıtında sunduğu yapısalcılığa yönelik kazıbilimiyle yakından ilgili olduğu söylenebilir Öteden beri öznelliğe bilinen merkez konumu yadsıyan yapısalcı görüşü tamamiyle destekleyen Foucault, zihinsel temsillerin kaynağı ve beşiği olarak öznelliğe göndermede bulunmak nedeniyle kullanılan insanteriminin veya insan kategorisinin, sadece çağdaş düşüncenin olumsal bir özelliği olduğunu, insan yaşamı ile düşüncesinde hiçbir yeri bulunmadığını savunmaktadır Nitekim kitabın kapanış bölümünde Foucault daha da ileri gitgide artarak, ilk önce LeviStrauss'un insanbilimi ile Lacan'ın ruhçözümlemesi olmak üzere, yapısalcı toplum bilimlerindeki en yeni gelişmelerin hiçbir biçimde insan kategorisine dayalı bir düşünme kipi yoluyla gerçekleştirilmediklerine parmak basmaktadır
Bu tür bilimlerin öznel temsil yetisini göz önünde bulundurmaksızın da insan gerçekliğini tanımlamanın olası olduğunu göstermesi bakımından son derece manâlı bir işlevi yerine getirdiklerini belirten Foucault, ruhbilim veya toplumbilim gibi çağdaş toplum bilimlerinin ise tıpatıp Kant'ın felsefesi gibi en başından bu yandan öznelliğin önceliği üzerine kurulup işletildiklerini ileri sürmektedir Bunun yanında yapısalcı insan bilimlerinin benzer anda insanın nasıl olup da hem dünyanın anlamının kurucu kaynağı hem de dünyada yer alan öteki nesneler gibi herhangi bir nesne olarak görülebildiği gibi büyük bir sorunu da çözdüklerini öne sürmektedir
Foucault'nun yaklaşımında, yapısalcı insan bilimleri bu son derece manâlı sorunu bilinçdışı bilinç , tasarımını ortaya atarak çözmüşlerdir: Filozofların salt bilinç düzeyinde kalarak; aynı anda insanın nasıl olup da tamamiyle hayat, emek, dil gibi insan bilimlerinin esas kategorileri doğrultusunda keza dünyanın içinde bulunan bir nesne olarak betimlenebilir olduğuna keza de içindeki tüm nesneleriyle birlikte dünyayı kuran aşkın bir özne olduğuna yönelik kendi içinde tutarlı bir izah etme getirmeleri makul değildir
Foucault burada görünen açmazın, oysa insan da dahil edinmek üzere bir iyice dünyanın kendisinin, dünya içinde bir nesne olmayan bilinçdışı bir bilinç kadar resmileşmiş olabileceği düşünüldüğü zaman ortadan kalktığının alanı çizmektedir aynı zamanda Foucault, oturmuş çağdaş toplum bilimlerinin sadece bilinçdışı bilincin işleyişlerinin sonuçlarını betimlemekle sınırlı kaldıklarını, buna yan olarak da ne aracısız bilinçdışının doğasına yönelik bir açıklama önerdiklerini ne de bilinçdışının olanaklılık koşullan üzerine tek bir laf olsun söyleyebildiklerini ileri sürmektedir Foucault'nun istediği türden bir yorumlama sadece yapısalcı toplum bilimlerince, bilhassa de Lacan'ın ruh çözümlemesi ile LeviStrauss'un insanbiliminde sunulmaktadır Dolayısıyla Foucault'ya tarafından alışılmış toplum bilimleri ile yapısalcı toplum bilimleri arasındaki kilit değerdeki fark, herzamanki toplum bilimlerinin bütün aksine yapısalcı toplum bilimlerinin bilinci, dolayısıyla da onun dünya temsillerini fazla daha remel ilkelere dayanarak açıklayabiliyor olmasında kendisini göstermektedir
Daha da ayrıntılandırılarak söylenecek olursa, Lacan da LeviStrauss da vekil olmayan ruhbilimsel ve kültürel yapılara karşın bir betimleme sundukları gibi, bilincin temsillerinin işleyişini de açıklamaktadırlar Foucault bir anlamda bu yapısalcı toplum bilimlerinin, varsaydıkları esas insan kategorilerinin temelsizliğini göstermek aracılığıyla modern toplum bilimlerinin dayanaklarını çökertmeye karşın bir tanımlama sunduğuna uyarı çekmektedir Gelgelelim bunu yaparlarken, bu kategorinin (insan) merkezi konumda olmaktalığını iyice yıkmakta olduklarına da hem uyarı çeken Foucault, insan gerçekliğini anlamaya yönelik en derinlikli yaklaşımın bundan böyle özne ile onun öznel temsilleri uyarınca yok, fakat bilinçdışı kaynaklı yapı dizgelerin izi sürülerek sunulabileceği sonucuna varmaktadır,
Nitekim insan bilimlerinin üzerine kurulduğu temel insan kategorisini yıktıklarından dolayı, Foucault bu yapısalcı bilimleri karşıbilimlerdiye tanımlamaktadır Yapısalcılığa karşısında düşünsel yaşamının en başından beri kuvvetli bir duygudaşlık beslemiş olsa da, Şeylerin Düzeni'nde yapısalcılığa alttan alta yöneltilen kimi kayda değer sorular, Foucault'nun sonraki döneminde son derece yetkin bir biçim kazanan postyapısalcı bakış açısından açık izler taşımaktadır Bu bağlamda üstünde en çok durulması gereken konu, Foucault'nun kitap baştan başa izlediği kendi yöntembilgisinin değergesidir Nitekim yapısalcılığın modern düşüncenin ötesine geçerek insanın ölümünü muştulamasını övgüyle karşılamakla birlikte, Foucault'nun kendi yaklaşımının yapısala olup olmadığı, daha açık konuşmak gerekirse ne ölçüde yapısalcı olup ne ölçüde yapısalcı olmadığı fazla açık değildir Bunun temelinde şüphesiz ki, Foucault'nun kendi yapıtlarında benzer bir tarihçi gibi düşüncenin vakit içindeki artzamanlıgelişimini yazarken, buna karşı yapısalcı çalışmaların fikir dizgelerine yaklaşırken eşzamanlızaman dilimlerinin dışarıya bir süre tasarımı kurgulayamıyor olması yatmaktadır
Şeylerin Düzeni, kendisini bütün olarak muhakkak bir dönemdeki akıl dizgelerini, Foucault'nun kendi terimcesiyle epistemeleri ilgilendiren sorunlarla sınırlandırdığından bu durumdan kaçınmayı başarmaktadır bununla birlikte kitabın belli yerlerinde, özellikle de İngilizce çevirisine yazdığı önsözde, bir epistemeden bir başka epistemeye geçişin nedenlerine karşın esas tarihsel sorundan tamamen bir uzak durma olanağı bulunmadığını açık açık dile getirmektedir öte yandan sonra, bilhassa Hapishanenin Doğuşu ile Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildinde bu esas sorunu ele alırken yaklaşımı açık bir biçimde postyapısalcıdır
hiç kuşkusuz Foucault'nun postyapısalcı felsefeye yapağı en manâlı katkılardan biri de kendisini iktidarın soykütüğünün çıkarılmasına karşın çalışmalarda göstermektedir Foucault'nun post yapısalcılik anlayışında iktidar tasarımının kilit değerde bir önemi bulunmaktadır Nitekim Foucault'nun gözünde bir epistemeden bir başkasına geçişi olası kılan nedensel etmenler, aracısız olarak iktidar ilişkileriyle ilintilidirler Foucault'nun anladığı biçimiyle iktidarın, her biri yapısalcılığın ahenkli dizgelerinin dışına düşen üç esas özelliği bulunmaktadır:
(1) iktidar üretkendir; belirlenmiş bir dizgenin getirdiği sınırlamalara emrindeki olarak yalnızca dominant veya dışlayıcı bir gücü dışa vuruyor değildir; yeni veri bölgeleri ile yaşam pratiği alanları da yaratmaktadır;
(2) iktidar, tek bir denetleme merkezi içine yerleştirilebilir bir şey değildir; toplumsal dizgenin bütününe sayısız lokal şiddet alanlarıyla yayılmış durumda bulunmaktadır Laf konusu alanlar birbirleriyle etkileşim içindedirler ama hiçbir durumda kendi içinde bütünlüklü, dolayısıyla da birleşik bir iktidar rejimi oluşturmazlar;
(3) iktidar, data dizgelerinden ayrılamayacak denli onlarla iç içe geçmiş olsa da, bu cins dizgeler içindeki gösterenler ile gösterilenler arasındaki oyundan çok daha pozitif bir şeydir; bir bedenin bir başka biri üzerindeki belirleyici eylemidir Foucault'nun data ile iktidar arasındaki ilişkiye yönelik çalışmaları, böylece fazla konuda sunduğu düşünsel olanaklar bir yandan, özellikle modem toplumsal denetleme yöntemleri üzerine dikkate almak için son derece üretken yollat sunmaktadır
Kendi yöntemini soykütüksel tarih Foucault, bu usul gereğince zihin tarihinde son derece kayda değer değişimlere, kopmalara veya kırılmalara yol açmış birtakım nedensel süreçlerin izini sürmektedir Postyapısalcı düşünme tutumu üzerinde son derece derin etkilerde yer alan bu soykütüğü sonuç yönteminde temel niyet, söylemsel olmayan pratikler (hayat olayları) ile söylem dizgeleri (data yapılan) arasındaki bağlantının ortaya serilmesidir Bu bağlamda Foucault'nun temel savı veri (söylem) ile iktidar (söyleme dökülmemiş pratikler, bilhassa de bedenlerin denetimi) aralarında kendisinden hiçbir biçimde kurtulunması makul olmayan bir ilişkinin bulunduğu yönündedir Bilgi ile iktidar arasındaki bu kaçınılmaz ilişki üstünde dururken, Foucault'nun kafasında bulunan, bilgiyi önce özerk bir başarı olarak (katışıksız bilim), sonradan da bit eylemi gerçekleştirmek için kullanılan aygıt (teknoloji) olarak görebilen oturmuş Baconcu us değildir Bütün tersine burada Foucault'nun ileri sürdüğü, bilginin hiçbir durumda iktidardan bağımsız olamayacağı, bilginin yayılımı ile iktidarın yayılımının en başından beri eşzamanlı olageldikleridir
Öte yanda, Foucault'nun savım bilgiyi iktidar ile özdeşleştirecek denli sonuna dek götürmemeye de ayrı bir özen gösterdiği görülmektedir Sözgelimi bu anlamda, bilginin toplumsal veya siyasal denetimin dışavurumundan öte bir şey olmadığını asla ileri sürmemektedir Kendisinin de belirttiği üzere bilgi ile iktidar her anlamda özdeş kılınacak olursa böyle bir durumda bu ikisi arasındaki ilişkiyi olanaklı kılan biçimlerin bulgulanma olanağı büsbütün ortadan kalkmaktadır Bu noktada Foucault'nun olumlayıcıgörüşü, kendi mantıkları gereği istedikleri denli objektif, hatta evrensel geçerlilik savında bulunurlarsa bulunsunlar, son çözümlemede tüm data dizgelerinin şöyle ya da böyle verili oldukları toplum içindeki iktidar rejimleriyle bağlantılı olduklarıdır Tersinden söylenecek olursa, iktidar rejimleri gerekli olarak kontrol etmek istedikleri nesnelere ilişkin bilgi yapılarının kurulmasına niçin olmaktadır Gerçi bu datakimileyin kendi nesnelliğiyle kendisine yol açan hakimiyet dizgesinin dışına çıkılarak, kendisine kaynaklık eden iktidar rejimlerinin aleyhine işleyebilmektedir Foucault bu çözümlemelerinin ışığı aşağı, özel bir duruma, modern toplumsal bilimsel bilgi alanları ile modem dünyada insan bedenlerin denetlemek amacıyla çoğunlukla başvurulan disiplin altına almaya yönelik pratikler arasındaki ilişi üzerine yoğunlaşmaktadır Bu noktada yapağı misal durum çalışması, cezaevi pratikleri ile öncelikle suçbilim elde etmek üzere kabahat ve cezayla ilgilenen öbür toplumsal bilimsel dallar arasındaki ilişki üzerinedir Ama Foucault burada hapishane tasarımını, okullarda, fabrikalarda, askeriyede uygulanan disiplin altına almaya dönük çağdaş pratikleri de işin içine katarak fazla genel bir bağlama taşımaktadır Sunduğu çözümlemelerle hapishanenin bütün disiplin altına almaya karşın pratiklere nasıl sızdığım; nasıl ve hangi biçimlerle keza bir model keza de söz konusu pratiklerin esas yayılma kaynağı olduğunu açıklıkla göstermektedir Yine aynı yaklaşımla ruhbilim ile cinselliği denetlemeye yönelik pratikler arasındaki ilişkiyi de araştıran Foucault, çoğunlukla ruhbilimin, daha özeldeyse ruhçözümlemenin cinsel davranışı denetlemeye, en önemlisi de sapkın olduğu düşünülen birtakım cinsel tutumların önüne geç meye yönelik bir iktidar rejimiyle yakın temas içinde olduğunu öne sürmektedir
Aynı Foucault'nun yapısalcılığın iktidarın gerçekliği aleyhinde toplumsalı kavramakta birtakım eksiklikleri bulunduğunu ileri sürmesi gibi, postyapısalcı felsefenin bir diğer önemli düşünürü JeanFrançois Lyotard da arzunun gerçekliği karşısında başlıca yapısalcılığın, daha özeldeyse yapısalcı ruhbilimin sınırlarına uyarı çekerek yola koyulmaktadır Lyotard'ın eleştirisini kavramak için öncelikle bu eleştiriyi ruhbilime karşın en önemli yapısalcı yaklaşımın çerçevesine, yani postyapısala felsefeye koskocoman katkılarda yer alan Jacques Lacan'ın Freudcu ruh çözümlemeyi yeni yeniden yapılandırımı bağlamına oturtmak gerekmektedir Lacan'ın Freudcu ruhçözümlemeyi her tarafta yapılandırırken ortaya attığı en önemli sav, bilinçdışının da bir dili bulunduğu, bundan da önemlisi bilinçdışının dilinin de tüm dil dizgeleri gibi kendine özgü bir yapısı olduğudur Lacan'ın burada dilden anladığı dobra dobra Saussurecü anlamıyla dildir; anlamlan bütünüyle dizge içinde yerine getirdikleri işlevler uyarınca belirlenen göstergeler dizgesi: Nitekim Lacan aracısız olarak Saussurecü dil tasarımı üzerinden gitgide artarak, bilinçdışının dış dünyadaki nesneler ile özsel bir bağlantısı olmadığı, bilinçdışının arzularının ya da dürtülerinin anlamlarını tamamen onun içinde edindikleri göstergebilimsel dizgenin dışarıya hiçbir şeye gönderme yapmadıkları saptamasında bulunmaktadır
Buna karşısında ortodoks ruhçözümleme, sözgelimi Heinz Hartmann'ın egoben ruhbilimi, yetişkin ego bilinci ile bilinçdışı arzuların bastırılmaları gerçeği uyarınca düzene konulan olgunlaşmasını tamamlamış büyüklerin tarafsızdünyasını göz önünde bulundurmaktadır Fakat Lacan, gerek benlik'yu gerekse onun dünyasını imgesel diye adlandırdığı alana yerleştirmekle kalmayıp imgeselin simgesel olanca simgesel alana bastırılışının altını önemle çizmektedir Bir diğer deyişle, Lacan bilinçdışını kendi içinde özerk bir göstergeler dizgesi olarak görmektedir
Lacan bunun yanında bir Hakikatalanına ihtimal tanıyor olmakla birlikte, bu alanın varlığını simgesel yapıların ulaşılmaz sınırlarının dışına taşımaktadır Dolayısıyla, özlem ilkece hiçbir biçimde doyuma kavuşturulması mümkün olmayan bir eksikliğe karşılık gelmektedir Bilinçdışının bir öğesi olan açlık, realite alanındaki pratiklerle doyuma ulaştırılamaz çünkü farkli dizgelere sahip bu iki bölge aralarında bir ilişki söz konusu değildir
Öte yanda keza Lacan'a ayrıca de öteki yapısalcı ile post yapısalcı düşünürlere karşı Lyotard, dilsel olmayan nesnenin özerkliğini ve önceliğini savunmaktadır Ama bu elbette nesnenin öbür dilsel kategoriler yoluyla biçim kazanmamış bir deneyimde zihne veriliolan olduğunu ileri süren temeldenci savı hortlatmak anlamına gelmemektedir Nitekim Lyotard dil öncesi dilden egemen bir deneyim olmadığı düşüncesinde en ufak bir kuşku olsun duymamakla birlikte, bunun böyle olmasından deneyimin içeriğinin dil yoluyla bütün olarak tüketilebilir olduğunun çıkmayacağını da açıklıkla dile getirmektedir
Lyotard bu söylediklerini kendi sözleriyle şöyle örneklemektedir: Ağacın yeşil olduğunu söyleyebiliriz, fakat bu, rengi tümcenin içine oturtmak seslenmek değildirBu açıklamadan hareketle Lyotard, Lacan'ın katiyen kendisine ulaşılması olanaklı olmayan nesnenin ulaşılmazlığından, olmayışından duyulan eksiklik olarak arzu tanımını bütünüyle çürütülmüş olduğunu düşünmektedir Nasıl oysa algılama kendine özgü içeriğiyle bilincin dilsel yapılarına indirgenemeyecek bir nesne göre doyuma kavuşturulamıyorsa, benzer biçimde arzunun da bilinçdışının dilsel yapılarına indirgenemeyecek bir nesne aracılığıyla doyuma kavuşturulması olanaksızdır Bu bakımdan, arzuher durumda bütünüyle yapısala bilinçdışı anlayışının sınırlarının ötesine uzanan bir postyapısala yaklaşımı zorunlu kılmaktadır
Lyotard'ın postyapısalcı istek açıklamasının toplumsal ve siyasal düşüncenin geleceği üstünde son derece manâlı içerimleri bulunmaktadır Nitekim birçok postyapısalcı düşünürün de belirttiği gibi, ruhbilimsel açlık ile siyasal iktidar arasında benzer madalyonun iki bambaşka yüzü olmayı andırır biçimde yakın bir ilişki laf konusudur Buna göre, arzu iktidarca sınırlanan, iktidarın bu sınırlamalarına karşı savaş verendir O nedenle arzunun Lyotard'ın toplumsal ve siyasal fikir sinde fazla temel bir kategori olarak yer alması hiç de şaşılacak bir koşul değildir Nitekim Lyotard ortaya koyduğu düşüncelerinde çok çeşitli arzuların yeşertilmesinin esas değeri üzerine dayalı, ayrıca kuramsal hem de pratik boyudan bulunan bir libidonal siyasetanlayışı geliştirmenin uğraşısı içindedir
Benzer Foucault gibi, veri ile iktidarın özce iç içe geçmiş denli yakın bir bağlantı içinde olduklarını düşünen Lyotard, arzular çokluğunu bozup altüst edenin kaynağında, Marxçılık ya da liberalizm gibi totaliter toplumsal yapıların evrensel geçerlilik savlarının yattığım ileri sürmektedir Lyotard tüm bunların yanına, gerekli bir çatışkı ilişkisi içinde olduklarım düşündüğü yargı ile doğruluk arasındaki ilişkiye büyük bir dikkatle yoğunlaşarak, adaletli olmayan emin durumlar ya da eylemler üstüne araliksız dürüst yargısında bulunduğumuzun, üstelik bu yargıların kendilerinin de insan toplumlarının doğasına yönelik genel bir izah etme temelinde temellendirilme gereksinimi gösterdiklerini düşünme eğilimi içinde bulunduğumuzun altını çizmektedir Bir başka deyişle, adaletin gerçekleştirilmesine yönelik ortaya atılan birtakım reçete çözümlerin genel kuramsal betimlemeler aracılığıyla temellendirilebileceklerini düşünmekteyizdir Bu saptamalarından hareketle Lyotard, genel domya yapılan bu başvurunun bütün da kendisinin değme bir adaletsizlik örneği olduğunu, çünkü genel bir betimin dogası gereği kendisine seçenek oluşturan bütün görüşleri yanliş diye görerek, tüm bu görüşlere dayandırılmış arzulan da yadsıyıp dışlayan totaliter (totaliter) bir toplum devlete ait sunduğunu belirtmektedir
Ne var ancak Lyotard'ın bakışında, bu türden bir dışlama arzular çokluğunun değeriyle bütün bütün ters düşmektedir Lyotard buna ast olarak differendkavramı doğrultusunda yeni bir adalet görüşü sunmaktadır Lyotard'ın sözcük anlamı uyuşmazlık, anlaşmazlıkolan “differend den iyice anladığı, ayrı bakış açıları arasındaki (dil oyunları anlatılar, arzular) bağdaştırılamazlıkveya ölçüştürülemezliktir Buna göre bağdaştırlamazlığın en esas göstergesi, differendi tanımlayan ayrımlar arasında arabuluculuk yapacak müşterek bir ölçütün olmayışıdır Siyasetin, dolayısıyla ahlak ile sanatın esas amacının olabildiğince çok sayıda differendler üretmek, bunların varlığını da elden geldiğince korumak olduğunu savunan Lyotard, burada bilhassa küresel ölçekli dışlayıcılıklarıyla dikkat çeken doğruluk savlarının totaliter terörüne karşı bir siyasal savaşım içinde olmanın son derece önemli olduğunu vurgulamaktadır Lyotard'ın düşünsel çalışmalarının o kadar çok bakımdan postyapısalcı felsefenin genel toplum ve siyaset anlayışının biçimlenmesinde etkin olduğu söylenebilir Postyapısalcı yaklaşımın keza en köklü hem de en belirgin uzantısı olan bu kavrama, gerek felsefede gerekse toplum bilimlerinde öteden beri yürütülen geleneksel tartışmaların çerçevesi dıştan bir toplum ve siyaset görüşü sunduğu gibi, geleneksel ölçüler uyarınca kuramsallaştırılma çabalarına aleyhinde da son derece güçlü korunaklar ve dayanıklılık noktalan barındırmaktadır *
postyapısalcılık ve postmodernizm,
postyapısalcılık nedir
Postyapısalcılık terimi, içerdiği postöntakısının bildirdiği sonralıktan da anlaşılacağı üzere, yapısalcılığa karşısında son derece önemli bir dizi eleştirinin dile getirildiği iki taraflı bir felsefe düzlemini veya çerçevesini ifade eder Bu eleştiri damarının koskocoman bir bölümü hiç kuşkusuz yakın dönemlerin en büyük felsefecileri Derrida, Foucault, Deleuze, Lacan ve Lyotard kadar dillendirilip temellendirilmiştir
Postyapısalcı felsefe salt bir felsefe konumu olmaktan öte dilbilimden yazın kuramına, toplumbilimden insanbilime, ruhbilimden göstergebilime pek çok disiplinin bir araya geldiği iki taraflı bir düşünme düzlemidir Nitekim postyapısalcı felsefenin temel savlarından biri de ilk önce felsefe olmak üzere disiplinler arasındaki sınırların çözüştürülüp değil edilerek, disiplinlerarası hatta disiplinlerötesi yeni bir söylem olanağını yaşama geçirmektir
Postyapısalcı felsefe anlayışında, bilhassa felsefe metinlerinde görülen bilgiyi dizgesel yollarla temellendirme çabası esnasında, sorunsuz olduğu düşünülerek yapılan belirtik veya örtük varsayımların ortaya konarak sorun haline getirilmesi amacı oldukça önemli bir yer tutmaktadır Bu açıdan bakıldığında postyapısalcı felsefenin manâlı bir bölümünü yazarlarca ya da okurlarca metinlerde oluşturulan anlamların nasıl oluşturulduklarını sorgulamaya yönelik bir anlam, dil veya metin felsefesi oluşturmaktadır
Postyapısalcı felsefenin en önde gelen düşünürlerinden Derrida bilhassa Nietzsche ile Heidegger'in başlattıkları benzersiz eleştirel us damarını izleyerek, bütün bir Batı felsefesi geleneğinin insan düşüncesinin veya var oluşunun sınırlarını çiğnemek pahasına veri ile gerçekliğin özsel yapısını bulgulamak nedeniyle gerçekleştirmiş olduğu araştırmalara ilişkin yapısökümcülük adıyla anılan ayrıntılı bir eleştirel okuma sunmaktadır Derrida'nın bir dizi eleştirel okumadan oluşan yapısökümcü eleştirisinin manâlı vurgularının başında sözmerkezcilik eleştirisigelmektedir Buna tarafından Derrida, Platon'dan Husserl'e gelinene dek tüm herzamanki Felsefe metinlerinin birtakım sıradüzenli ikilikler (varlıkhiçlik, realitedış görünüş, söylevyazı) üstüne kurulduklarına, bu ikiliklerde yer alan ilk terimin her durumda daha sağlam, muhakkak bir kesinlikte dürüst, bütün akıl dizgeleri için Arşimet Noktası olma işlevini yerine getirecek denli güvenilir bir yardım olarak görüldüğüne parmak basmaktadır
Derrida yaptığı yapısökümcü okumalarda değişik stratejiler izleyerek, klasik felsefe metinlerinin bilinçdışı kaynaklı dile getirilmemiş yönlerini ortaya serip metnin üzerine kurulduğu ikilikçi yapıyı çökertmeyi amaçlamaktadır Buna tabi olarak da metnin içinde birincil okunuşta sürekli ve mantıksal olan ayrımların sahiden kendi içinde aykırı ve mantıkdışı oldukları gösterilmiş olmaktadır
Yapısökümcü yaklaşımda, manâ metnin dıştan bırakılandır veya metince görmezden gelinip kendisine karşı sessiz kalınan Nitekim yapısökümcülük tam da kuramlar ile kavramsal dizgelerin varlığına cüret etmek olduğu için, gerek Derrida lüzum onun yolundan yürüyenler mantıklı tanımlara, ussal temellendirmelere, felsefe uslamlamalarına daha bir dikkatlice yaklaşmakta, bunların yerine metnin gidimli ve çizgisel olmayan yönlerini, metinde dillendirilen sözcük oyunları ile retorik öğeleri daha bir öne çıkarmaktadırlar Bu bağlamda yapısökümcülüğün izlencelerinden biri, metinlerin gerçek dünyadaki olgulara veya şeylere göndermede bulunmayıp sadece başka metinlere göndermede bulunabileceği saptamasına ast olarak, metinlerin başka metinlere nasıl ve ne biçimlerde göndermelerde bulunduklarının izini sürmektir Bu temel izlenceye dayanaklık eden düşünceyi Derrida, Metnin dışarıya metinden başka hiçbir şey yokturtümcesi ile dile getirmektedir
Yapısalcılık, bilindiği üzere, İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure'ün ölümünden sonradan öğrencilerince Genel Filoloji Üzerine Dersler başlığıyla yayımlanmış derslerinde ortaya attığı düşüncelerden çıkılarak çatısı belirlenmiş bir felsefe anlayışıdır Geleneksel delegeveya yansıtımcıdil anlayışının doğruluğunu büsbütün yadsıyan Saussure, bunun yerine biçimselbir dil anlayışı geliştirmektedir Buna tarafından, dil ne sanıldığı gibi bedensel nesneler ile sözcükler arasındaki karşılık gelme ilişkisine dayalıdır, ne de anlamlar zihinde olduğu varsayılan birtakım kendilikler (düşünceler) yoluyla oluşuyordur Saussure'ün yapısalcı dil yaklaşımında, keza gösterenler(sesler ile imler) ayrıca de gösterilenler(düşünceler) ait oldukları özel dil dizgesinin biçimsel yapısı gereğince anlamlarım edinmektedirler Burada sözü edilen biçimsel yapı, bir yanda sesler değişik yanda görüşler olmak üzere her türden dilsel unsur aralarında kurulu bulunan özdeşlikler ile ayrımlar dizgesine karşılık gelmektedir
Saussure dili işte bu biçimsel yapıyla özdeşleştirerek, doğrusu dilin nasıl işlemekte olduğunu bütünüyle açıklamamasına karşın yüzyıllardır süregelen geleneksel dil anlayışına son noktayı koymuştur LeviStrauss'un kültürel insanbilimi, Saussure'ün yapısala dil görüşünün kapsamının genişletilerek toplum bilimlerinin bir diğer alanına başarıyla uygulanışına bir örnektir Yapısalcı dilbilim yaklaşımının esas ilkelerini, insanbilimin kendisine konu edindiği akrabalık ilişkileri ile söylen dizgeleri gibi görüngülere uygulayan LeviStrauss, söz konusu görüngüleri her durumda belirtengösterilenayrımı doğrultusunda betimlemektedir Sözgelimi akrabalık ilişkileri bağlamında, gösterilenler akrabalık ilişkilerine yönelik bir kültürün düşüncelerine karşılık gelirken (akrabalık ilişkilerinde sevgi ile saygının dereceleri ya da ensest tabusunun yeri gibi), gösterenlerse bu düşünceleri dile getiren özgül birtakım pratiklerle (gelenekler, görenekler, kuttörenler gibi) eşdeğerdirler Aynı Saussure'ün savunduğu gibi LeviStrauss'un yaklaşımı da başından sonuna dek temsilmantığı üstüne kurulu dil tasarımının bütünüyle yadsınması amaçlanarak uygulanmaktadır Örneğin LeviStrauss, bir toplumu veya kültürü akrabalık ilişkilerine karşın taşınan birtakım temel düşüncelere karşılık gelen emin yaşam pratiklerinin yerine getirilmesi olarak, başka bir deyişle toplumun kendisini kavrayışının somut imgeleri olarak bakmak yerine, toplumun ya da kültürün, keza pratiklerin hem de düşüncelerin ortaklaşa paylaştıkları biçimsel yapı tarafından yapılandıklarını belirtmekte, buna tabi olarak da açıkça bir dizgenin içerisindeki değişik öğeler arasındaki ayrımların izini sürmektedir Bu anlamda bir toplumun düşüncelerini ya da hayat pratiklerini kavrayabilmenin yolu, sanıldığı gibi kesinlikle o toplumun öznelerinin kafalarında olup bitenlere bakmaktan geçmemektedir
Postyapısalcı felsefenin yapısalcılık eleştirisinin ilk aşamasının Foucault'nun Şeylerin Düzeni (ya da Sözcükler ile Şeyler) başlıklı yapıtında sunduğu yapısalcılığa yönelik kazıbilimiyle yakından ilgili olduğu söylenebilir Öteden beri öznelliğe bilinen merkez konumu yadsıyan yapısalcı görüşü tamamiyle destekleyen Foucault, zihinsel temsillerin kaynağı ve beşiği olarak öznelliğe göndermede bulunmak nedeniyle kullanılan insanteriminin veya insan kategorisinin, sadece çağdaş düşüncenin olumsal bir özelliği olduğunu, insan yaşamı ile düşüncesinde hiçbir yeri bulunmadığını savunmaktadır Nitekim kitabın kapanış bölümünde Foucault daha da ileri gitgide artarak, ilk önce LeviStrauss'un insanbilimi ile Lacan'ın ruhçözümlemesi olmak üzere, yapısalcı toplum bilimlerindeki en yeni gelişmelerin hiçbir biçimde insan kategorisine dayalı bir düşünme kipi yoluyla gerçekleştirilmediklerine parmak basmaktadır
Bu tür bilimlerin öznel temsil yetisini göz önünde bulundurmaksızın da insan gerçekliğini tanımlamanın olası olduğunu göstermesi bakımından son derece manâlı bir işlevi yerine getirdiklerini belirten Foucault, ruhbilim veya toplumbilim gibi çağdaş toplum bilimlerinin ise tıpatıp Kant'ın felsefesi gibi en başından bu yandan öznelliğin önceliği üzerine kurulup işletildiklerini ileri sürmektedir Bunun yanında yapısalcı insan bilimlerinin benzer anda insanın nasıl olup da hem dünyanın anlamının kurucu kaynağı hem de dünyada yer alan öteki nesneler gibi herhangi bir nesne olarak görülebildiği gibi büyük bir sorunu da çözdüklerini öne sürmektedir
Foucault'nun yaklaşımında, yapısalcı insan bilimleri bu son derece manâlı sorunu bilinçdışı bilinç , tasarımını ortaya atarak çözmüşlerdir: Filozofların salt bilinç düzeyinde kalarak; aynı anda insanın nasıl olup da tamamiyle hayat, emek, dil gibi insan bilimlerinin esas kategorileri doğrultusunda keza dünyanın içinde bulunan bir nesne olarak betimlenebilir olduğuna keza de içindeki tüm nesneleriyle birlikte dünyayı kuran aşkın bir özne olduğuna yönelik kendi içinde tutarlı bir izah etme getirmeleri makul değildir
Foucault burada görünen açmazın, oysa insan da dahil edinmek üzere bir iyice dünyanın kendisinin, dünya içinde bir nesne olmayan bilinçdışı bir bilinç kadar resmileşmiş olabileceği düşünüldüğü zaman ortadan kalktığının alanı çizmektedir aynı zamanda Foucault, oturmuş çağdaş toplum bilimlerinin sadece bilinçdışı bilincin işleyişlerinin sonuçlarını betimlemekle sınırlı kaldıklarını, buna yan olarak da ne aracısız bilinçdışının doğasına yönelik bir açıklama önerdiklerini ne de bilinçdışının olanaklılık koşullan üzerine tek bir laf olsun söyleyebildiklerini ileri sürmektedir Foucault'nun istediği türden bir yorumlama sadece yapısalcı toplum bilimlerince, bilhassa de Lacan'ın ruh çözümlemesi ile LeviStrauss'un insanbiliminde sunulmaktadır Dolayısıyla Foucault'ya tarafından alışılmış toplum bilimleri ile yapısalcı toplum bilimleri arasındaki kilit değerdeki fark, herzamanki toplum bilimlerinin bütün aksine yapısalcı toplum bilimlerinin bilinci, dolayısıyla da onun dünya temsillerini fazla daha remel ilkelere dayanarak açıklayabiliyor olmasında kendisini göstermektedir
Daha da ayrıntılandırılarak söylenecek olursa, Lacan da LeviStrauss da vekil olmayan ruhbilimsel ve kültürel yapılara karşın bir betimleme sundukları gibi, bilincin temsillerinin işleyişini de açıklamaktadırlar Foucault bir anlamda bu yapısalcı toplum bilimlerinin, varsaydıkları esas insan kategorilerinin temelsizliğini göstermek aracılığıyla modern toplum bilimlerinin dayanaklarını çökertmeye karşın bir tanımlama sunduğuna uyarı çekmektedir Gelgelelim bunu yaparlarken, bu kategorinin (insan) merkezi konumda olmaktalığını iyice yıkmakta olduklarına da hem uyarı çeken Foucault, insan gerçekliğini anlamaya yönelik en derinlikli yaklaşımın bundan böyle özne ile onun öznel temsilleri uyarınca yok, fakat bilinçdışı kaynaklı yapı dizgelerin izi sürülerek sunulabileceği sonucuna varmaktadır,
Nitekim insan bilimlerinin üzerine kurulduğu temel insan kategorisini yıktıklarından dolayı, Foucault bu yapısalcı bilimleri karşıbilimlerdiye tanımlamaktadır Yapısalcılığa karşısında düşünsel yaşamının en başından beri kuvvetli bir duygudaşlık beslemiş olsa da, Şeylerin Düzeni'nde yapısalcılığa alttan alta yöneltilen kimi kayda değer sorular, Foucault'nun sonraki döneminde son derece yetkin bir biçim kazanan postyapısalcı bakış açısından açık izler taşımaktadır Bu bağlamda üstünde en çok durulması gereken konu, Foucault'nun kitap baştan başa izlediği kendi yöntembilgisinin değergesidir Nitekim yapısalcılığın modern düşüncenin ötesine geçerek insanın ölümünü muştulamasını övgüyle karşılamakla birlikte, Foucault'nun kendi yaklaşımının yapısala olup olmadığı, daha açık konuşmak gerekirse ne ölçüde yapısalcı olup ne ölçüde yapısalcı olmadığı fazla açık değildir Bunun temelinde şüphesiz ki, Foucault'nun kendi yapıtlarında benzer bir tarihçi gibi düşüncenin vakit içindeki artzamanlıgelişimini yazarken, buna karşı yapısalcı çalışmaların fikir dizgelerine yaklaşırken eşzamanlızaman dilimlerinin dışarıya bir süre tasarımı kurgulayamıyor olması yatmaktadır
Şeylerin Düzeni, kendisini bütün olarak muhakkak bir dönemdeki akıl dizgelerini, Foucault'nun kendi terimcesiyle epistemeleri ilgilendiren sorunlarla sınırlandırdığından bu durumdan kaçınmayı başarmaktadır bununla birlikte kitabın belli yerlerinde, özellikle de İngilizce çevirisine yazdığı önsözde, bir epistemeden bir başka epistemeye geçişin nedenlerine karşın esas tarihsel sorundan tamamen bir uzak durma olanağı bulunmadığını açık açık dile getirmektedir öte yandan sonra, bilhassa Hapishanenin Doğuşu ile Cinselliğin Tarihi'nin birinci cildinde bu esas sorunu ele alırken yaklaşımı açık bir biçimde postyapısalcıdır
hiç kuşkusuz Foucault'nun postyapısalcı felsefeye yapağı en manâlı katkılardan biri de kendisini iktidarın soykütüğünün çıkarılmasına karşın çalışmalarda göstermektedir Foucault'nun post yapısalcılik anlayışında iktidar tasarımının kilit değerde bir önemi bulunmaktadır Nitekim Foucault'nun gözünde bir epistemeden bir başkasına geçişi olası kılan nedensel etmenler, aracısız olarak iktidar ilişkileriyle ilintilidirler Foucault'nun anladığı biçimiyle iktidarın, her biri yapısalcılığın ahenkli dizgelerinin dışına düşen üç esas özelliği bulunmaktadır:
(1) iktidar üretkendir; belirlenmiş bir dizgenin getirdiği sınırlamalara emrindeki olarak yalnızca dominant veya dışlayıcı bir gücü dışa vuruyor değildir; yeni veri bölgeleri ile yaşam pratiği alanları da yaratmaktadır;
(2) iktidar, tek bir denetleme merkezi içine yerleştirilebilir bir şey değildir; toplumsal dizgenin bütününe sayısız lokal şiddet alanlarıyla yayılmış durumda bulunmaktadır Laf konusu alanlar birbirleriyle etkileşim içindedirler ama hiçbir durumda kendi içinde bütünlüklü, dolayısıyla da birleşik bir iktidar rejimi oluşturmazlar;
(3) iktidar, data dizgelerinden ayrılamayacak denli onlarla iç içe geçmiş olsa da, bu cins dizgeler içindeki gösterenler ile gösterilenler arasındaki oyundan çok daha pozitif bir şeydir; bir bedenin bir başka biri üzerindeki belirleyici eylemidir Foucault'nun data ile iktidar arasındaki ilişkiye yönelik çalışmaları, böylece fazla konuda sunduğu düşünsel olanaklar bir yandan, özellikle modem toplumsal denetleme yöntemleri üzerine dikkate almak için son derece üretken yollat sunmaktadır
Kendi yöntemini soykütüksel tarih Foucault, bu usul gereğince zihin tarihinde son derece kayda değer değişimlere, kopmalara veya kırılmalara yol açmış birtakım nedensel süreçlerin izini sürmektedir Postyapısalcı düşünme tutumu üzerinde son derece derin etkilerde yer alan bu soykütüğü sonuç yönteminde temel niyet, söylemsel olmayan pratikler (hayat olayları) ile söylem dizgeleri (data yapılan) arasındaki bağlantının ortaya serilmesidir Bu bağlamda Foucault'nun temel savı veri (söylem) ile iktidar (söyleme dökülmemiş pratikler, bilhassa de bedenlerin denetimi) aralarında kendisinden hiçbir biçimde kurtulunması makul olmayan bir ilişkinin bulunduğu yönündedir Bilgi ile iktidar arasındaki bu kaçınılmaz ilişki üstünde dururken, Foucault'nun kafasında bulunan, bilgiyi önce özerk bir başarı olarak (katışıksız bilim), sonradan da bit eylemi gerçekleştirmek için kullanılan aygıt (teknoloji) olarak görebilen oturmuş Baconcu us değildir Bütün tersine burada Foucault'nun ileri sürdüğü, bilginin hiçbir durumda iktidardan bağımsız olamayacağı, bilginin yayılımı ile iktidarın yayılımının en başından beri eşzamanlı olageldikleridir
Öte yanda, Foucault'nun savım bilgiyi iktidar ile özdeşleştirecek denli sonuna dek götürmemeye de ayrı bir özen gösterdiği görülmektedir Sözgelimi bu anlamda, bilginin toplumsal veya siyasal denetimin dışavurumundan öte bir şey olmadığını asla ileri sürmemektedir Kendisinin de belirttiği üzere bilgi ile iktidar her anlamda özdeş kılınacak olursa böyle bir durumda bu ikisi arasındaki ilişkiyi olanaklı kılan biçimlerin bulgulanma olanağı büsbütün ortadan kalkmaktadır Bu noktada Foucault'nun olumlayıcıgörüşü, kendi mantıkları gereği istedikleri denli objektif, hatta evrensel geçerlilik savında bulunurlarsa bulunsunlar, son çözümlemede tüm data dizgelerinin şöyle ya da böyle verili oldukları toplum içindeki iktidar rejimleriyle bağlantılı olduklarıdır Tersinden söylenecek olursa, iktidar rejimleri gerekli olarak kontrol etmek istedikleri nesnelere ilişkin bilgi yapılarının kurulmasına niçin olmaktadır Gerçi bu datakimileyin kendi nesnelliğiyle kendisine yol açan hakimiyet dizgesinin dışına çıkılarak, kendisine kaynaklık eden iktidar rejimlerinin aleyhine işleyebilmektedir Foucault bu çözümlemelerinin ışığı aşağı, özel bir duruma, modern toplumsal bilimsel bilgi alanları ile modem dünyada insan bedenlerin denetlemek amacıyla çoğunlukla başvurulan disiplin altına almaya yönelik pratikler arasındaki ilişi üzerine yoğunlaşmaktadır Bu noktada yapağı misal durum çalışması, cezaevi pratikleri ile öncelikle suçbilim elde etmek üzere kabahat ve cezayla ilgilenen öbür toplumsal bilimsel dallar arasındaki ilişki üzerinedir Ama Foucault burada hapishane tasarımını, okullarda, fabrikalarda, askeriyede uygulanan disiplin altına almaya dönük çağdaş pratikleri de işin içine katarak fazla genel bir bağlama taşımaktadır Sunduğu çözümlemelerle hapishanenin bütün disiplin altına almaya karşın pratiklere nasıl sızdığım; nasıl ve hangi biçimlerle keza bir model keza de söz konusu pratiklerin esas yayılma kaynağı olduğunu açıklıkla göstermektedir Yine aynı yaklaşımla ruhbilim ile cinselliği denetlemeye yönelik pratikler arasındaki ilişkiyi de araştıran Foucault, çoğunlukla ruhbilimin, daha özeldeyse ruhçözümlemenin cinsel davranışı denetlemeye, en önemlisi de sapkın olduğu düşünülen birtakım cinsel tutumların önüne geç meye yönelik bir iktidar rejimiyle yakın temas içinde olduğunu öne sürmektedir
Aynı Foucault'nun yapısalcılığın iktidarın gerçekliği aleyhinde toplumsalı kavramakta birtakım eksiklikleri bulunduğunu ileri sürmesi gibi, postyapısalcı felsefenin bir diğer önemli düşünürü JeanFrançois Lyotard da arzunun gerçekliği karşısında başlıca yapısalcılığın, daha özeldeyse yapısalcı ruhbilimin sınırlarına uyarı çekerek yola koyulmaktadır Lyotard'ın eleştirisini kavramak için öncelikle bu eleştiriyi ruhbilime karşın en önemli yapısalcı yaklaşımın çerçevesine, yani postyapısala felsefeye koskocoman katkılarda yer alan Jacques Lacan'ın Freudcu ruh çözümlemeyi yeni yeniden yapılandırımı bağlamına oturtmak gerekmektedir Lacan'ın Freudcu ruhçözümlemeyi her tarafta yapılandırırken ortaya attığı en önemli sav, bilinçdışının da bir dili bulunduğu, bundan da önemlisi bilinçdışının dilinin de tüm dil dizgeleri gibi kendine özgü bir yapısı olduğudur Lacan'ın burada dilden anladığı dobra dobra Saussurecü anlamıyla dildir; anlamlan bütünüyle dizge içinde yerine getirdikleri işlevler uyarınca belirlenen göstergeler dizgesi: Nitekim Lacan aracısız olarak Saussurecü dil tasarımı üzerinden gitgide artarak, bilinçdışının dış dünyadaki nesneler ile özsel bir bağlantısı olmadığı, bilinçdışının arzularının ya da dürtülerinin anlamlarını tamamen onun içinde edindikleri göstergebilimsel dizgenin dışarıya hiçbir şeye gönderme yapmadıkları saptamasında bulunmaktadır
Buna karşısında ortodoks ruhçözümleme, sözgelimi Heinz Hartmann'ın egoben ruhbilimi, yetişkin ego bilinci ile bilinçdışı arzuların bastırılmaları gerçeği uyarınca düzene konulan olgunlaşmasını tamamlamış büyüklerin tarafsızdünyasını göz önünde bulundurmaktadır Fakat Lacan, gerek benlik'yu gerekse onun dünyasını imgesel diye adlandırdığı alana yerleştirmekle kalmayıp imgeselin simgesel olanca simgesel alana bastırılışının altını önemle çizmektedir Bir diğer deyişle, Lacan bilinçdışını kendi içinde özerk bir göstergeler dizgesi olarak görmektedir
Lacan bunun yanında bir Hakikatalanına ihtimal tanıyor olmakla birlikte, bu alanın varlığını simgesel yapıların ulaşılmaz sınırlarının dışına taşımaktadır Dolayısıyla, özlem ilkece hiçbir biçimde doyuma kavuşturulması mümkün olmayan bir eksikliğe karşılık gelmektedir Bilinçdışının bir öğesi olan açlık, realite alanındaki pratiklerle doyuma ulaştırılamaz çünkü farkli dizgelere sahip bu iki bölge aralarında bir ilişki söz konusu değildir
Öte yanda keza Lacan'a ayrıca de öteki yapısalcı ile post yapısalcı düşünürlere karşı Lyotard, dilsel olmayan nesnenin özerkliğini ve önceliğini savunmaktadır Ama bu elbette nesnenin öbür dilsel kategoriler yoluyla biçim kazanmamış bir deneyimde zihne veriliolan olduğunu ileri süren temeldenci savı hortlatmak anlamına gelmemektedir Nitekim Lyotard dil öncesi dilden egemen bir deneyim olmadığı düşüncesinde en ufak bir kuşku olsun duymamakla birlikte, bunun böyle olmasından deneyimin içeriğinin dil yoluyla bütün olarak tüketilebilir olduğunun çıkmayacağını da açıklıkla dile getirmektedir
Lyotard bu söylediklerini kendi sözleriyle şöyle örneklemektedir: Ağacın yeşil olduğunu söyleyebiliriz, fakat bu, rengi tümcenin içine oturtmak seslenmek değildirBu açıklamadan hareketle Lyotard, Lacan'ın katiyen kendisine ulaşılması olanaklı olmayan nesnenin ulaşılmazlığından, olmayışından duyulan eksiklik olarak arzu tanımını bütünüyle çürütülmüş olduğunu düşünmektedir Nasıl oysa algılama kendine özgü içeriğiyle bilincin dilsel yapılarına indirgenemeyecek bir nesne göre doyuma kavuşturulamıyorsa, benzer biçimde arzunun da bilinçdışının dilsel yapılarına indirgenemeyecek bir nesne aracılığıyla doyuma kavuşturulması olanaksızdır Bu bakımdan, arzuher durumda bütünüyle yapısala bilinçdışı anlayışının sınırlarının ötesine uzanan bir postyapısala yaklaşımı zorunlu kılmaktadır
Lyotard'ın postyapısalcı istek açıklamasının toplumsal ve siyasal düşüncenin geleceği üstünde son derece manâlı içerimleri bulunmaktadır Nitekim birçok postyapısalcı düşünürün de belirttiği gibi, ruhbilimsel açlık ile siyasal iktidar arasında benzer madalyonun iki bambaşka yüzü olmayı andırır biçimde yakın bir ilişki laf konusudur Buna göre, arzu iktidarca sınırlanan, iktidarın bu sınırlamalarına karşı savaş verendir O nedenle arzunun Lyotard'ın toplumsal ve siyasal fikir sinde fazla temel bir kategori olarak yer alması hiç de şaşılacak bir koşul değildir Nitekim Lyotard ortaya koyduğu düşüncelerinde çok çeşitli arzuların yeşertilmesinin esas değeri üzerine dayalı, ayrıca kuramsal hem de pratik boyudan bulunan bir libidonal siyasetanlayışı geliştirmenin uğraşısı içindedir
Benzer Foucault gibi, veri ile iktidarın özce iç içe geçmiş denli yakın bir bağlantı içinde olduklarını düşünen Lyotard, arzular çokluğunu bozup altüst edenin kaynağında, Marxçılık ya da liberalizm gibi totaliter toplumsal yapıların evrensel geçerlilik savlarının yattığım ileri sürmektedir Lyotard tüm bunların yanına, gerekli bir çatışkı ilişkisi içinde olduklarım düşündüğü yargı ile doğruluk arasındaki ilişkiye büyük bir dikkatle yoğunlaşarak, adaletli olmayan emin durumlar ya da eylemler üstüne araliksız dürüst yargısında bulunduğumuzun, üstelik bu yargıların kendilerinin de insan toplumlarının doğasına yönelik genel bir izah etme temelinde temellendirilme gereksinimi gösterdiklerini düşünme eğilimi içinde bulunduğumuzun altını çizmektedir Bir başka deyişle, adaletin gerçekleştirilmesine yönelik ortaya atılan birtakım reçete çözümlerin genel kuramsal betimlemeler aracılığıyla temellendirilebileceklerini düşünmekteyizdir Bu saptamalarından hareketle Lyotard, genel domya yapılan bu başvurunun bütün da kendisinin değme bir adaletsizlik örneği olduğunu, çünkü genel bir betimin dogası gereği kendisine seçenek oluşturan bütün görüşleri yanliş diye görerek, tüm bu görüşlere dayandırılmış arzulan da yadsıyıp dışlayan totaliter (totaliter) bir toplum devlete ait sunduğunu belirtmektedir
Ne var ancak Lyotard'ın bakışında, bu türden bir dışlama arzular çokluğunun değeriyle bütün bütün ters düşmektedir Lyotard buna ast olarak differendkavramı doğrultusunda yeni bir adalet görüşü sunmaktadır Lyotard'ın sözcük anlamı uyuşmazlık, anlaşmazlıkolan “differend den iyice anladığı, ayrı bakış açıları arasındaki (dil oyunları anlatılar, arzular) bağdaştırılamazlıkveya ölçüştürülemezliktir Buna göre bağdaştırlamazlığın en esas göstergesi, differendi tanımlayan ayrımlar arasında arabuluculuk yapacak müşterek bir ölçütün olmayışıdır Siyasetin, dolayısıyla ahlak ile sanatın esas amacının olabildiğince çok sayıda differendler üretmek, bunların varlığını da elden geldiğince korumak olduğunu savunan Lyotard, burada bilhassa küresel ölçekli dışlayıcılıklarıyla dikkat çeken doğruluk savlarının totaliter terörüne karşı bir siyasal savaşım içinde olmanın son derece önemli olduğunu vurgulamaktadır Lyotard'ın düşünsel çalışmalarının o kadar çok bakımdan postyapısalcı felsefenin genel toplum ve siyaset anlayışının biçimlenmesinde etkin olduğu söylenebilir Postyapısalcı yaklaşımın keza en köklü hem de en belirgin uzantısı olan bu kavrama, gerek felsefede gerekse toplum bilimlerinde öteden beri yürütülen geleneksel tartışmaların çerçevesi dıştan bir toplum ve siyaset görüşü sunduğu gibi, geleneksel ölçüler uyarınca kuramsallaştırılma çabalarına aleyhinde da son derece güçlü korunaklar ve dayanıklılık noktalan barındırmaktadır *