Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Resulullah Çanakkale’de

Resulullah Çanakkale’de
0
66

ahmet0135

FD Üye
Katılım
Nis 13, 2018
Mesajlar
3,764
Etkileşim
87
Puan
48
F-D Coin
0
Resulullah Çanakkale’de Resûlullah Çanakkale'deki asker evlâtlarının yardımına gitmişti Tarihler 1928 yılını göstermektedir Osmanlının son görev âlimlerinden, ilmi ile amil Alasonyalı Cemal Öğüt Hocaefendi hacca gider Cumhuriyet yeni yerleşmiş, süratli bir başkalaşım yaşanıyor, Çanakkale savaşının üzerinden de on yılı aşkın bir zaman geçmiştir Cemal Tavsiye Hocaefendi Mekke'deki vazifesinin tamamladıktan sonra Medine'ye gider Medine'de her zamankinden fazla kalır Bu esnada Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerinden gelen hacılarla istişarelerde bulunur Osmanlı devleti yıkılmıştır, Osmanlı'dan geri kalan toprakların büyük çoğunluğu ya işgal altındadır ya da sömürge durumuna düşmüştür Cemal Tavsiye Hocaefendi vaktinin çoğunluğunu Mescid–i Nebevî'de geçirir sırası gelmişken Efendimizin türbesindeki görevlilerle yakınlık hâsıl olur Hiçbir dünyalık beklemeden, sadece Resûlullah'a sevgi ve muhabbetinden dolayı türbeye hizmet eden bu güzel insan da Cemal Nasihat Hocaefendiye yakınlıkduyar ve hoş bir dostluk yerleşmiş olur Cemal Tavsiye Hocaefendi türbedarla yaptığı sohbetlerde bir şey dikkatini çeker Türbedar Osmanlı devletine son derece bağlıdır, hatta o kadar ama Osmanlı adı geçtiği yerde belirli bir derin saygı ifadesi belirtisi gösteriyordu Bu nuranî ihtiyarın Osmanlı'ya bu derece yan ve hürmetli olması Cemal Tavsiye Hocaefendinin merakımı celbeder, bir gün sorar: Sizde Osmanlı'ya aleyhinde derin bir sevgi ve muhabbet görüyorum, bunun özel bir sebebi var mı?Nurani yaşlı derin bir düşünceye daldı, kısa zaman sonra başını kaldırdı ve şöyle dedi: Allah ve Resûl'ünün muhabbeti, Osmanlı'yı sevmemi gerektirirCemal Tavsiye Hocaefendi bu açıklamadan böylece bir şey anlamaz Anlamadığı da zaten yüz hatlarından anlaşılmıştır Türbedar o kadar artı öğretmek niyetinde değildir, ancak Cemal Nasihat Hocaefendi bir şeylerin olduğunu anlar ve ısrar eder Nur yüzlü ihtiyar anlatmaya devam eder: Osmanlı'yı sevmem için şu anlatacağım hâdise yeter de artar bile1915 senesinde Medine'de başından geçen bir hâdiseyi şöyle anlatır 1915 yılının hac mevsimi idi Her hac mevsiminde olduğu gibi, dört bir yandan mü'minler geliyordu, bu gelenlerin içinde Hindistan ulemâsından, âlim, zahit, keşfi açık reel bir Allah dostu da bulunuyordu Bu Allah dostu ile sizinle olduğu gibi yakın olma oluştu, sohbetine katıldık öyle hoş sohbetleri oluyordu ancak, kendi ağlıyordu, dinleyenleri de ağlatıyordu O zamanlar Osmanlı'nın fazla sıkıntıda olduğu zamanlardı, ehl–i küffar, İslâm'a karşısında saldırıya geçmiş, Payitahtta Çanakkale Boğazı'nda büyük savaş oluyordu Hindistanlı âlimde bir şey dikkatimi çekmişti, sohbetlerinde ağlıyor, namazlarında ağlıyor, yolda yürürken bile gözünden yaş eksik olmuyordu Ağlamadığı zamanlar bile aralıksız hazin idi Merakım artıkça pozitif ve bir gün kendisine bunun sebebini sordum: Efendi! Bu mübarek yerdesin, gözün gönlün açılacağı yerde devamlı ağlıyorsun, ağlamadığın zamanlarda yüzünde hüzün var, bunun sebebi, hikmeti nedir?Beni yayına oturttu, gözlerindeki yaş damlaları daha da hızlanarak akmaya başladı Daha Sonra yaşlarını sildikten daha sonra bana dedi ama: Ben uzun yılların hasreti ile fazla uzaklardan buralara geldim Ben Kâinatın Efendisi'nin kokusunu, ruhaniyetini Hindistan'dan alırdım Hemen buralara geldim, Efendimin kabr–i şerifi başındayım, fakat Hindistan'da aldığım feyiz ve nuranîliği burada bulamadım Bu ne hâldir diye düşünüyorum, acaba bir günah mı işledim, bir suçum mu var? Efendim benim üzerimden himmetini çekti mi? veya Efendim, burada değil, burada olsa onu hisseder, onun ruhaniyetinden bereketlenirdim Bu hâl beni perişan etti… Ağlamamın sebebi budur Türbedar bu Allah dostunu özenle dinledi, ancak o da bu işe ne bir yorum getirebildi, ne de bir şey diyebildi Ancak nur yüzlü türbedarın da kafası karışmıştı Bu Hindistanlı âlimin, yalancılık, abartma yapma gibi bir durumu söz konusunu değildi Son derece samimî bir hâl içindedir Hindistanlı âlimin söylediklerine yabancı değildi Her hac mevsiminde değişik bölgelerden gelen Allah dostları ile karşılaşır, onları Allah Resûlü'nün ruhaniyeti ile nasıl bağlantılar kurduklarını bilirdi Bu Hindli âlim de onlardan biri idi, türbedarın bunda zerre şüphesi yoktu Peki, bu âlimin söyledikleri nasıl açıklanacaktı? Yaşlı türbedar gündüz dinlediklerinin etkisinde kalmıştı, gece yatağına yattığında da kafasındaki soru işaretleri gitmemişti Sabahleyin namazına kalkmadan önce türbedar bir rüya görür Rüyasında Kâinatın Efendisini görür Nur yüzlü türbedar, edebinden Efendimize bir şey soramaz Dün yaşananlar aklına kazanç, bir şey diyemez Türbedarın düşüncelerine Kâinatın Efendisi cevap verir: O kardeşimin hissettiği doğrudur Ben her zamanki makamımda değilim, birkaç zamandır Çanakkale'deyim… Fazla mağdur durumda yer alan kardeşlerimi yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı Onlara yardım ediyorum…Hindistanlı âlim, Allah dostunun vaziyeti anlaşılmıştı Burada akla şöyle bir soru gelebilir: Efendimiz bulunduğu makam itibariyle, bir anda pat diye çok yerde bulunamaz mı? Elbette bulunur, ilk önce Hızır Aleyhisselâm'ın ve Allah'ın veli kullarının bulunduğu gibi Buradaki, hâdise birine gösterirler, ondan da herkese duyururlar mahiyetindedir Yetiş ya Muhammed Kuran’ın elden gidiyor! Çanakkale en engebeli günlerinden birini geçiriyor Küffar ordusunun askerleri birincil defa karaya bacak basmıştır, ellerindeki üstün tabanca ve teçhizatla saldırıya geçerler O zamanlar Osmanlı'nın müttefiki olan Almanya ordusuna mensup bazı subaylar da cephede bulunmaktadır Derhal bu subaylardan birine kulak verelim Alman Subay Sanders anlatıyor: Çok dehşetli bir hücum aleyhinde kalmıştık Karaya çıkan İngiliz askerlerini gemiden top atışları ve makineli tüfekler destekliyordu Bulunduğumuz siperlerden değil yol almak, en minik bir hareket belirtisi bile onlarca mermiyi hemen o hareket noktasına çekiyordu Mevzilerden elini kaldıranın eli, miğferini kaldıranın miğferi parçalanıyordu Böyle bir sağanak aşağı ümidini yitirme içinde beklemekten diğer bir şey yapamıyorduk Bu şekilde ne kadar vakit geçti bilmiyorum Birden bulunduğum yerden yaklaşık on beş metre uzağımızdan dehşet bir ses geldi Sesle birlikte bir Türk askeri siperden kalktı, düşmana dürüst koşmaya başladı Ayrıca koşuyor keza kollarını sağa sola sallıyor, hem de sesi çıktığı dek bağırıyordu Yanımda yer alan tercümanıma dedim ki: –Şu koşan asker ne diyor? –Komutanım! Yetiş ya Muhammed Kitabın elden gidiyor!diye bağırıyor Böyle bir manzarayı tarih görmemiştir Asker yarı üzüm toplar gibi düşman mermilerini elleriyle topluyordu Onu görebilen diğer askerler de siperlerinden hareketlendi ve o anda çok çetin bir savaş başladı Kısa zaman daha sonra karaya meydana çıkan İngiliz birliğinden geriye yerde yatan asker cesetlerinden diğer bir şey görünmüyordu (alıntıdır)  
 
858,496Konular
982,168Mesajlar
30,109Kullanıcılar
baverooSon üye
Üst Alt