Sacmacılık (Absurdizm) Hakkında Bilgi
Fransız varoluşcusu Camus ’un insan ve dunya celişkisi varsayımı Kimi yazarlarca sacmacılık deyimiyle adlandırılan Camus oğretisi, uyumsuzluk felsefesi ve varlığın sacmalığı oğretisi adlarıyla da anılır Fransız duşunuru Albert Camus (19131960)'ye gore insan icin evren usaaykırıdır, uyumsuzdur, sacma'dır Bu sacmalığı gormek icin de gozlerinizi acmanız ve usunuzu kullanmanız yeter Bilim yoluyla olguları kavrayıp sayabilirsiniz ama, evreni kavrayamazsınız
İşte ağac, sertliğini duyuyorsunuz; işte su, tadını alıyorsunuz; işte yel, sizi serinletiyor Bu kadarla yetinmek zorundasınız Bilim, giderek, size, elektronların bir cekirdek cevresinde toplandıkları gorunmez bir gezegenler takımından soz edecektir Bu, bir varsayımdır O zaman donup dolaşıp şiire geldiğinizi ve hic bir şeyi bilemeyeceğinizi anlayacaksınız Oyleyse nedendi bu kadar caba? Bir gece yarısı, yureğinizin sorunsuz olduğu bir sırada, otların ve yıldızların kokusu bu bilimin pek daha coğunu oğretmemiş miydi size? Evren rastgeledir, boşunadır, hic bir sağlamlığa dayanmamaktadır ve sizin icin olumle bitmektedir Bu aydınlığa varan kişi iki yol tutabilirdi: Kendini oldurmek ya da evrenin otesini umut etmek Bu iki yoldan birini ya da otekini tutanlar olmuştur Oysa bu iki yol da uyumsuzdur, sacmadır, akla aykırıdır
Asla bilinemeyecek olanın umuduyla bilinenin kendini yadsıması uyumsuzluğun ta kendisidir Bu gerceği daha iyi anlayabilmek icin uyumsuzu tanımlamak gerekiyor: Uyumsuz, bir kıyaslamadır Bir başka deyişle uyumsuz, kıyaslananların ne birinde ne de otekindedir, her ikisinin karşılaşmasındadır İnsan kendi cercevesi icinde uyumludur Dunya kendi cercevesi icinde uyumludur Uyumsuzluk, bu iki uyumlunun kıyaslanmasından doğar İnsan acıklık isteğindedir, karşısındakiyse bu acıklık isteğine karşılık vermez İşte uyumsuzluk buradadır Her şeyi bilmek isteyişimizin karşısında aklımız gucsuzdur
Aklın beceremediğini becermeye kalkan ruh da celişmelerle sacmalamalar bulur sonunda Karşımızda anlamını kavrayamadığımız bir evren var Gercek şu ki, biz bu evreni tanımıyoruz Kesin bilgilerimiz bizi cevreleyen duvarlarla sınırlıdır Bu duvarların dışında kocaman bir boşluk, bir akla aykırılık duzeni uzamaktadır Olmek zorunluluğu fizikotesi bir rezalettir Deneyotesini gercekleştirmekte gucsuz, deneyin derinliklerine inmekte yetersiz, başarısızlıklarla altust olmuş insan sonunda bu rezaletle rezil olmak zorundadır Bir tokatın iz bırakmaz olduğu bu cansız bedenden ruh silinmiştir İşte maceranın bu ilkel ve kesin yanı, uyumsuzluk duygusunun ozunu meydana getirir Bu kaderin olumlu ışığı altında faydasızlık belirmiştir Bu durumumuzu buyrukları altında tutan kanlı matematikler karşısında hic bir tore, hic bir caba, deneye dayanmayan bir duşunceyle haklı cıkarılamaz
Oteden beri bilinen bu gerceğin sonucu ilgilendiriyor Camus'u Karşılığını bulmaya calıştığı soru şudur: Oyleyse ne yapmalıyız? İsteyerek olmeli miyiz, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeliyiz? Yukarda da soylediğimiz gibi Camus, bu iki yolu da uyumsuz bulmaktadır Ağaclar icinde bir ağac, kediler icinde bir kedi olsaydık sorun cozulmuş olurdu Cunku o zaman biz de susan evrenin susan bir parcası sayılırdık Oysa bizim sesimiz var Bilincli aklımız bize bu oyunu oynayan, insanlığımız bizi evrenin karşısına cıkaran Bu ayaklanışımız, boş bir gururun urunu değildir Bu baş dondurucu cizgide durmasını bilmek, işte durustluk budur, gerisi kacamaktır Dunyanın uyumsuzluğu ondan umut ya da kendini oldurmeyle sıyrılıvermeyi gerektirmez
İnsanın gercek cabası, onun ustunde mumkun olduğu kadar cok kalmaya, onun acayip bitkilerini incelemeye calışmak olmalıdır Dunyaya bakıyoruz Onu, yuzyıllardan beri, kendi verdiğimiz bicimlerle, cizgilerle gormeye alışmışız Bu yapmacıklığı surdurmeye gucumuzun yetmediği ya da bu oyunun artık bize bıkkınlık verdiği bir anda bir ağacın, bir taşın bize ne kadar uzak, bizden ne kadar habersiz ve bizim icin ne kadar kavranılmaz olduğunu sezinleriz Uyumsuzluk macerası boylece başlar Hele bu sezginin ustune olmek rezilliği de eklenince soru butun gucuyle karşımıza dikilir: Oyleyse ne yapabiliriz?
Yapabileceğimiz tek şey var, diyor Camus: Yaşamak Bu dunyanın kendisini asan bir anlamı var mıdır, bilmiyorum Ama bu anlamı bilmediğimi, oğrenmenin de benim icin şimdilik imkansız olduğunu biliyorum Durumumun dışında olan bir anlamın benim icin anlamı ne? Ben ancak insan terimleriyle anlayabilirim Dokunduğum şey, bana karşı direnen şey, işte budur benim anladığım Oyleyse anladığımı bırakmamalıyım Bana alabildiğine acık goruneni, bana karşı bile olsa, tutmalıyım Vaktiyle hayatın yaşanmaya değer bir anlamı olup olmadığı sorulurdu Şimdiyse ne kadar anlamsız olursa o kadar daha iyi yaşanacağı biliniyor Yasamak, uyumsuzu yaşatmaktır Uyumsuzu yaşatmaksa her şeyden once ona bakmaktır
Eurydice'in tersine, uyumsuz ancak kendisine sırt cevrildiği zaman olur İnsanla kendi karanlığının bu surekli karşılaşması, tutarlı olan pek ender felsefe durumlarından birini meydana getirmektedir İnsanın bu şahlanışı ne ezici bir kaderin guvenliğidir, ne de bir boyun eğiş Bu, uyumsuz bir ozgurluk, gercek bir ozgurluktur Artık hic bir amac beni kosteklemeyecek, beni tutsak edemeyecektir Biliyorum ki, yarın yoktur Uyumsuz insanın butun yapabileceği, her şeyi olduğu gibi, kendisini de tuketmektir Uyumsuzun ilk gerceği meydan okuma'dır Bu meydan okuma, bu şahlanış hayata gercek değerini verir, bir hayatın uzunluğu ustune yayılmış olarak buyukluğunu yeniden yerine getirir Gozleri bağlanmamış bir insan icin kendisini aşan bir gercekle carpışan zekanın gorunumu kadar guzel bir gorunum yoktur
Uyumsuzun ikinci gerceği hayattan başka her şeye karşı ilgisizliktir Bir şafak vakti, erkenden onunde hapishanenin kapıları acılan bir olum cezalısının o tanrısal hazır duruşu, yaşamanın duru alevinden başka butun şeyler karşısındaki o inanılmaz ilgisizlik Bu ilgisizliktir ki, aşıldığında yıkılışın ve hicliğin başladığı o sınırlı ve saydam evrende yaşamayı kabul ettirir kişiye Artık bir değerler sıralaması, bir secme, bir yeğleme yoktur kişi icin Bu, bir erdemsizlik midir?
Hayır, diyor Camus, ben burada insanın sucsuzluğu ilkesinden yola cıkıyorum Uyumsuz insanın doğrulanabilecek hic bir şeyi yoktur Benimseyebileceği tek erdem, kendini zorunlu kılan erdemdir Butun toreler, bir davranışın kendini haklı ya da haksız kılan sonucları bulunduğu duşuncesi ustune kurulmuştur Uyumsuza varmış bir insan bu sonucların acıkyurekle ele alınması gerektiğini duşunur sadece Odemeye hazırdır Onun icin sorumlular bulunabilir ama suclular yoktur Gecmiş deneyden gelecek davranışını duzenler Hem sınırlı, hem de ağzına kadar mumkun şeylerle dolu olan bu alanda hic bir şey onceden kestirilemez
Uyumsuz kişinin usavurma sonunda anlayabileceği şeyler tore kuralları değil, aydınlatmalardır Bir kişinin koşulları değil, yenilgileri yargılar kendisini Uyumsuz insan icin iyilik yerini comertliğe, birlik yerini cesarete, şefkat yerini erkekcil susuşa bırakmıştır Bir tore sorunu cıkarmaz kendisine, bu konuda herkes gibi'dir Onun toresi, bir nitelik toresi değil, bir nicelik toresidir Oyle gorunmekle oyle olmak birdir onun icin İnsan, kendi kendisiyle biter, otesi yoktur, bir şey olmayan evrende, insanca olan ve yalnız bu olan her şeyin daha yakıcı bir anlam taşıdığını bilir Gerilmiş yuzler, tehlikeye duşmuş kardeşlik, insanlar arasındaki guclu ve utangac dostluk gecici oldukları oranda gercek zenginliklerdir Tinsel varlık gucunu ve sınırlarını en iyi bunlar ortasında duyar Albert Camus, Sisyphe Efsanesi adlı yapıtında bu uyumsuz dunyada uyumsuz oyunu (hayatı) en iyi oynayan dort oyuncuyu inceliyor Bu oyuncular şunlardır: Donjuan, aktor, fatih ve sanatcı Bu dort oyuncu da uyumsuzlukla aydınlanmış kişilerdir Mutludurlar
Mutsuzluğu doğuran bilmemek ve umut etmektir Onlar bilirler ve umut etmezler Onların yaşamalarında, nicelik toresi elle tutulurcasına gorulur Ortak yanları sonu one almalarında ve omurleri boyunca pek cok sonlar yaşamalarındadır Bir kadın: Sana aşkı verdim en sonunda, diye bağırır Donjuan'a Donjuan gulumser: En sonunda mı? der Hayır, fakat bir kere daha Uyumsuz kişinin uc niteliği vardır: Kafa tutma, Ozgurluk, ceşitlilik İşte bu dort oyuncu, bu uc niteliği en iyi bicimde gercekleştirmektedirler İster aşk, ister oyun, ister fetih, ister yaratım olsun, bu birleşik kafalar giriştikleri işlerden de kurtulmasını bilirler Eserlerinde var olmayacaklarını kabul edecek dereceye gelmişlerdir, boylece, bireysel hayatın derin faydasızlığını tuketmektedirler Hayatın uyumsuzluğunu gormek onlara butun aşırılıklara dalmak hakkını vermiştir Kalan şey, biricik cıkış yolu, olumcul olan bir kaderdir
Olumun bu tek kacınılmazlığı dışında, sevinc ya da mutluluk, her şey ozgurluktur Biricik efendisinin insan olduğu bu dunya devam eder Duşuncenin kaderi kendi kendinden el cekmek değildir artık, imgeler halinde sıcramaktır Eğlendiren ve korleştiren tanrısal masal değil, iclerinde guc bir bilgelik ve yarınsız bir tutkunun ozetlendiği yeryuzunun malı olan eylem ve dramdır Efendisiz olan bu evren onlara ne kısır gorunur, ne de değersiz Tanrılarca, bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp cıkarmakla cezalandırılan Sisyphe'in sessiz, gosterişsiz sevincini duyar onlar Kaderleri kendilerinindir Geceyle dolu bu dağın her madensel parıltısı, tek başına, bir dunya meydana getirir
Tepelerle carpışma bile bir insan yureğini doldurmaya yeter cunku Sisyphe mutludur Albert Catnus, 1945 yılında yayımladığı bir denemede duşuncesini şu sozlerle biraz daha acıklamaktadır: Ustunde durduğumuz sıkıntı, butun bir cağın sıkıntısıdır Biz, kendi hayatımızdan ayrılmak istemiyor, kendi tarihimiz icinde duşunmek ve yaşamak istiyoruz Biz inanıyoruz ki, bu hayatın gerceğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erişilebilir Cağımız Nihilisme'den cok cektiyse aradığımız toreye Nihilisme'i bir yana bırakmakla varılamaz Hayır, her şey yadsımada ve uyumsuzda bitmiyor, biliyoruz bunu Ama once yadsımayı ve uyumsuzu ele almalı Cunku bizim kuşağımız ilkin onlara rastladı, şu halde ilkin onlarla kozunu paylaşmak zorundadır
Şu var ki, en koyu umutsuzluğum icinde umutsuzluğu aşmanın yollarını aradım ben Kara da olsa, eserimizin gobeğinde tukenmez bir guneş parlıyor ki, o da bugun ovada, tepelerde bağıran guneştir Gorulduğu gibi Albert Camus ’un şiirli bir dille anlattığı bu varsayımlar, bilimsel acıdan buyuk yanılgılar ve bilimdışı pek cok yargılarla doludur İlkin, evreni usaaykırı bulmakla usaaykırıcılığın tum bilim dışılığını yuklenir İkinci olarak, hic bir şey bilmediğimizi ve asla bilemeyeceğimizi ileri surmekle bilinemezciliğin bilime aykırılığıyla donanır Ucuncu olarak, nesnel gercekliği insansal varlığa ve insansal varlığı da bireysel varlığa indirgemekle oznel duşunceciliğin ve tekbenciliğin bilimsellikten yoksun tum zırva sonuclarının icine duşer
Dorduncu olarak, tek felsefesel sorunun kendini oldurme (intihar) sorunu olduğunu savlamakla bilimsel felsefeyle hic bir ilgisi bulunmadığını ve felsefeyi bir kucuk sınıf oğrencisi kadar bile kavramamış olduğunu ortaya koyar Beşinci olarak, bireyi toplumdan soyutlamak ve topluma karşı cıkarmakla bireyciliğin tum gucsuzluğunu taşır Altıncı olarak, cağımızda burjuva ideolojisiyle ozdeşleşmiş olan Schopenhauer ve Nietzsche kotumserliğini tum bilim dışılığıyla surdurur
Fransız varoluşcusu Camus ’un insan ve dunya celişkisi varsayımı Kimi yazarlarca sacmacılık deyimiyle adlandırılan Camus oğretisi, uyumsuzluk felsefesi ve varlığın sacmalığı oğretisi adlarıyla da anılır Fransız duşunuru Albert Camus (19131960)'ye gore insan icin evren usaaykırıdır, uyumsuzdur, sacma'dır Bu sacmalığı gormek icin de gozlerinizi acmanız ve usunuzu kullanmanız yeter Bilim yoluyla olguları kavrayıp sayabilirsiniz ama, evreni kavrayamazsınız
İşte ağac, sertliğini duyuyorsunuz; işte su, tadını alıyorsunuz; işte yel, sizi serinletiyor Bu kadarla yetinmek zorundasınız Bilim, giderek, size, elektronların bir cekirdek cevresinde toplandıkları gorunmez bir gezegenler takımından soz edecektir Bu, bir varsayımdır O zaman donup dolaşıp şiire geldiğinizi ve hic bir şeyi bilemeyeceğinizi anlayacaksınız Oyleyse nedendi bu kadar caba? Bir gece yarısı, yureğinizin sorunsuz olduğu bir sırada, otların ve yıldızların kokusu bu bilimin pek daha coğunu oğretmemiş miydi size? Evren rastgeledir, boşunadır, hic bir sağlamlığa dayanmamaktadır ve sizin icin olumle bitmektedir Bu aydınlığa varan kişi iki yol tutabilirdi: Kendini oldurmek ya da evrenin otesini umut etmek Bu iki yoldan birini ya da otekini tutanlar olmuştur Oysa bu iki yol da uyumsuzdur, sacmadır, akla aykırıdır
Asla bilinemeyecek olanın umuduyla bilinenin kendini yadsıması uyumsuzluğun ta kendisidir Bu gerceği daha iyi anlayabilmek icin uyumsuzu tanımlamak gerekiyor: Uyumsuz, bir kıyaslamadır Bir başka deyişle uyumsuz, kıyaslananların ne birinde ne de otekindedir, her ikisinin karşılaşmasındadır İnsan kendi cercevesi icinde uyumludur Dunya kendi cercevesi icinde uyumludur Uyumsuzluk, bu iki uyumlunun kıyaslanmasından doğar İnsan acıklık isteğindedir, karşısındakiyse bu acıklık isteğine karşılık vermez İşte uyumsuzluk buradadır Her şeyi bilmek isteyişimizin karşısında aklımız gucsuzdur
Aklın beceremediğini becermeye kalkan ruh da celişmelerle sacmalamalar bulur sonunda Karşımızda anlamını kavrayamadığımız bir evren var Gercek şu ki, biz bu evreni tanımıyoruz Kesin bilgilerimiz bizi cevreleyen duvarlarla sınırlıdır Bu duvarların dışında kocaman bir boşluk, bir akla aykırılık duzeni uzamaktadır Olmek zorunluluğu fizikotesi bir rezalettir Deneyotesini gercekleştirmekte gucsuz, deneyin derinliklerine inmekte yetersiz, başarısızlıklarla altust olmuş insan sonunda bu rezaletle rezil olmak zorundadır Bir tokatın iz bırakmaz olduğu bu cansız bedenden ruh silinmiştir İşte maceranın bu ilkel ve kesin yanı, uyumsuzluk duygusunun ozunu meydana getirir Bu kaderin olumlu ışığı altında faydasızlık belirmiştir Bu durumumuzu buyrukları altında tutan kanlı matematikler karşısında hic bir tore, hic bir caba, deneye dayanmayan bir duşunceyle haklı cıkarılamaz
Oteden beri bilinen bu gerceğin sonucu ilgilendiriyor Camus'u Karşılığını bulmaya calıştığı soru şudur: Oyleyse ne yapmalıyız? İsteyerek olmeli miyiz, yoksa ne olursa olsun umut mu etmeliyiz? Yukarda da soylediğimiz gibi Camus, bu iki yolu da uyumsuz bulmaktadır Ağaclar icinde bir ağac, kediler icinde bir kedi olsaydık sorun cozulmuş olurdu Cunku o zaman biz de susan evrenin susan bir parcası sayılırdık Oysa bizim sesimiz var Bilincli aklımız bize bu oyunu oynayan, insanlığımız bizi evrenin karşısına cıkaran Bu ayaklanışımız, boş bir gururun urunu değildir Bu baş dondurucu cizgide durmasını bilmek, işte durustluk budur, gerisi kacamaktır Dunyanın uyumsuzluğu ondan umut ya da kendini oldurmeyle sıyrılıvermeyi gerektirmez
İnsanın gercek cabası, onun ustunde mumkun olduğu kadar cok kalmaya, onun acayip bitkilerini incelemeye calışmak olmalıdır Dunyaya bakıyoruz Onu, yuzyıllardan beri, kendi verdiğimiz bicimlerle, cizgilerle gormeye alışmışız Bu yapmacıklığı surdurmeye gucumuzun yetmediği ya da bu oyunun artık bize bıkkınlık verdiği bir anda bir ağacın, bir taşın bize ne kadar uzak, bizden ne kadar habersiz ve bizim icin ne kadar kavranılmaz olduğunu sezinleriz Uyumsuzluk macerası boylece başlar Hele bu sezginin ustune olmek rezilliği de eklenince soru butun gucuyle karşımıza dikilir: Oyleyse ne yapabiliriz?
Yapabileceğimiz tek şey var, diyor Camus: Yaşamak Bu dunyanın kendisini asan bir anlamı var mıdır, bilmiyorum Ama bu anlamı bilmediğimi, oğrenmenin de benim icin şimdilik imkansız olduğunu biliyorum Durumumun dışında olan bir anlamın benim icin anlamı ne? Ben ancak insan terimleriyle anlayabilirim Dokunduğum şey, bana karşı direnen şey, işte budur benim anladığım Oyleyse anladığımı bırakmamalıyım Bana alabildiğine acık goruneni, bana karşı bile olsa, tutmalıyım Vaktiyle hayatın yaşanmaya değer bir anlamı olup olmadığı sorulurdu Şimdiyse ne kadar anlamsız olursa o kadar daha iyi yaşanacağı biliniyor Yasamak, uyumsuzu yaşatmaktır Uyumsuzu yaşatmaksa her şeyden once ona bakmaktır
Eurydice'in tersine, uyumsuz ancak kendisine sırt cevrildiği zaman olur İnsanla kendi karanlığının bu surekli karşılaşması, tutarlı olan pek ender felsefe durumlarından birini meydana getirmektedir İnsanın bu şahlanışı ne ezici bir kaderin guvenliğidir, ne de bir boyun eğiş Bu, uyumsuz bir ozgurluk, gercek bir ozgurluktur Artık hic bir amac beni kosteklemeyecek, beni tutsak edemeyecektir Biliyorum ki, yarın yoktur Uyumsuz insanın butun yapabileceği, her şeyi olduğu gibi, kendisini de tuketmektir Uyumsuzun ilk gerceği meydan okuma'dır Bu meydan okuma, bu şahlanış hayata gercek değerini verir, bir hayatın uzunluğu ustune yayılmış olarak buyukluğunu yeniden yerine getirir Gozleri bağlanmamış bir insan icin kendisini aşan bir gercekle carpışan zekanın gorunumu kadar guzel bir gorunum yoktur
Uyumsuzun ikinci gerceği hayattan başka her şeye karşı ilgisizliktir Bir şafak vakti, erkenden onunde hapishanenin kapıları acılan bir olum cezalısının o tanrısal hazır duruşu, yaşamanın duru alevinden başka butun şeyler karşısındaki o inanılmaz ilgisizlik Bu ilgisizliktir ki, aşıldığında yıkılışın ve hicliğin başladığı o sınırlı ve saydam evrende yaşamayı kabul ettirir kişiye Artık bir değerler sıralaması, bir secme, bir yeğleme yoktur kişi icin Bu, bir erdemsizlik midir?
Hayır, diyor Camus, ben burada insanın sucsuzluğu ilkesinden yola cıkıyorum Uyumsuz insanın doğrulanabilecek hic bir şeyi yoktur Benimseyebileceği tek erdem, kendini zorunlu kılan erdemdir Butun toreler, bir davranışın kendini haklı ya da haksız kılan sonucları bulunduğu duşuncesi ustune kurulmuştur Uyumsuza varmış bir insan bu sonucların acıkyurekle ele alınması gerektiğini duşunur sadece Odemeye hazırdır Onun icin sorumlular bulunabilir ama suclular yoktur Gecmiş deneyden gelecek davranışını duzenler Hem sınırlı, hem de ağzına kadar mumkun şeylerle dolu olan bu alanda hic bir şey onceden kestirilemez
Uyumsuz kişinin usavurma sonunda anlayabileceği şeyler tore kuralları değil, aydınlatmalardır Bir kişinin koşulları değil, yenilgileri yargılar kendisini Uyumsuz insan icin iyilik yerini comertliğe, birlik yerini cesarete, şefkat yerini erkekcil susuşa bırakmıştır Bir tore sorunu cıkarmaz kendisine, bu konuda herkes gibi'dir Onun toresi, bir nitelik toresi değil, bir nicelik toresidir Oyle gorunmekle oyle olmak birdir onun icin İnsan, kendi kendisiyle biter, otesi yoktur, bir şey olmayan evrende, insanca olan ve yalnız bu olan her şeyin daha yakıcı bir anlam taşıdığını bilir Gerilmiş yuzler, tehlikeye duşmuş kardeşlik, insanlar arasındaki guclu ve utangac dostluk gecici oldukları oranda gercek zenginliklerdir Tinsel varlık gucunu ve sınırlarını en iyi bunlar ortasında duyar Albert Camus, Sisyphe Efsanesi adlı yapıtında bu uyumsuz dunyada uyumsuz oyunu (hayatı) en iyi oynayan dort oyuncuyu inceliyor Bu oyuncular şunlardır: Donjuan, aktor, fatih ve sanatcı Bu dort oyuncu da uyumsuzlukla aydınlanmış kişilerdir Mutludurlar
Mutsuzluğu doğuran bilmemek ve umut etmektir Onlar bilirler ve umut etmezler Onların yaşamalarında, nicelik toresi elle tutulurcasına gorulur Ortak yanları sonu one almalarında ve omurleri boyunca pek cok sonlar yaşamalarındadır Bir kadın: Sana aşkı verdim en sonunda, diye bağırır Donjuan'a Donjuan gulumser: En sonunda mı? der Hayır, fakat bir kere daha Uyumsuz kişinin uc niteliği vardır: Kafa tutma, Ozgurluk, ceşitlilik İşte bu dort oyuncu, bu uc niteliği en iyi bicimde gercekleştirmektedirler İster aşk, ister oyun, ister fetih, ister yaratım olsun, bu birleşik kafalar giriştikleri işlerden de kurtulmasını bilirler Eserlerinde var olmayacaklarını kabul edecek dereceye gelmişlerdir, boylece, bireysel hayatın derin faydasızlığını tuketmektedirler Hayatın uyumsuzluğunu gormek onlara butun aşırılıklara dalmak hakkını vermiştir Kalan şey, biricik cıkış yolu, olumcul olan bir kaderdir
Olumun bu tek kacınılmazlığı dışında, sevinc ya da mutluluk, her şey ozgurluktur Biricik efendisinin insan olduğu bu dunya devam eder Duşuncenin kaderi kendi kendinden el cekmek değildir artık, imgeler halinde sıcramaktır Eğlendiren ve korleştiren tanrısal masal değil, iclerinde guc bir bilgelik ve yarınsız bir tutkunun ozetlendiği yeryuzunun malı olan eylem ve dramdır Efendisiz olan bu evren onlara ne kısır gorunur, ne de değersiz Tanrılarca, bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kadar yuvarlayıp cıkarmakla cezalandırılan Sisyphe'in sessiz, gosterişsiz sevincini duyar onlar Kaderleri kendilerinindir Geceyle dolu bu dağın her madensel parıltısı, tek başına, bir dunya meydana getirir
Tepelerle carpışma bile bir insan yureğini doldurmaya yeter cunku Sisyphe mutludur Albert Catnus, 1945 yılında yayımladığı bir denemede duşuncesini şu sozlerle biraz daha acıklamaktadır: Ustunde durduğumuz sıkıntı, butun bir cağın sıkıntısıdır Biz, kendi hayatımızdan ayrılmak istemiyor, kendi tarihimiz icinde duşunmek ve yaşamak istiyoruz Biz inanıyoruz ki, bu hayatın gerceğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erişilebilir Cağımız Nihilisme'den cok cektiyse aradığımız toreye Nihilisme'i bir yana bırakmakla varılamaz Hayır, her şey yadsımada ve uyumsuzda bitmiyor, biliyoruz bunu Ama once yadsımayı ve uyumsuzu ele almalı Cunku bizim kuşağımız ilkin onlara rastladı, şu halde ilkin onlarla kozunu paylaşmak zorundadır
Şu var ki, en koyu umutsuzluğum icinde umutsuzluğu aşmanın yollarını aradım ben Kara da olsa, eserimizin gobeğinde tukenmez bir guneş parlıyor ki, o da bugun ovada, tepelerde bağıran guneştir Gorulduğu gibi Albert Camus ’un şiirli bir dille anlattığı bu varsayımlar, bilimsel acıdan buyuk yanılgılar ve bilimdışı pek cok yargılarla doludur İlkin, evreni usaaykırı bulmakla usaaykırıcılığın tum bilim dışılığını yuklenir İkinci olarak, hic bir şey bilmediğimizi ve asla bilemeyeceğimizi ileri surmekle bilinemezciliğin bilime aykırılığıyla donanır Ucuncu olarak, nesnel gercekliği insansal varlığa ve insansal varlığı da bireysel varlığa indirgemekle oznel duşunceciliğin ve tekbenciliğin bilimsellikten yoksun tum zırva sonuclarının icine duşer
Dorduncu olarak, tek felsefesel sorunun kendini oldurme (intihar) sorunu olduğunu savlamakla bilimsel felsefeyle hic bir ilgisi bulunmadığını ve felsefeyi bir kucuk sınıf oğrencisi kadar bile kavramamış olduğunu ortaya koyar Beşinci olarak, bireyi toplumdan soyutlamak ve topluma karşı cıkarmakla bireyciliğin tum gucsuzluğunu taşır Altıncı olarak, cağımızda burjuva ideolojisiyle ozdeşleşmiş olan Schopenhauer ve Nietzsche kotumserliğini tum bilim dışılığıyla surdurur