iltasyazilim
FD Üye
Salavatın bir sırrı
O, önce kendine karşı nebî ve resuldür, Resuli Ekrem (asm)
Sonra, kendisini unutmaksızın, bilakis kendisiyle birlikte, ailesine resuldür
Sonra, kendisini ve ailesini ihmal etmeksizin, tüm insanlığa resuldür
Kur'an ayetlerinin nüzul sırasına baktığımızda, karşımıza manidar bir tablo çıkar İlk âyetler doğrudan Resuli Ekrem'in (asm) şahsını hedef almaktadır
Evvelâ ve bizzat, ona emirler vermektedir Ona, ubudiyetini; Rabbinin tüm âlemleri kuşatan küllî rububiyetine karşı nasıl bir ubudiyetle mukabele edeceğini bildirmektedir
Ancak Resuli Ekrem'in (asm) bu noktada gösterdiği mutlak ve mükemmel teslimiyetten sonra, sıra 'sair insanları uyarma'ya gelir
Burada da bir sıra vardır Aileni, yakın akrabanı uyar emri gelir öncelikle
Kavmini ve tüm insanları uyarma emri, aile ve akrabayı uyarmanın ardından gelir
Resuli Ekrem'in hayatına bakıldığında, elEmîn ünvanıyla anılan o eşsiz insanın, bu sıraya aynen uyduğu gözlenir O, ilk vahiy geldiğinde ne ailesini, ne sair insanları 'yaratan Rabbinin ismiyle okuma'ya çağırmış; bu emri en başta yalnız kendi şahsında yaşamıştır Gelen emir budur Rabbi, vahyini tebliğ görevini, bu emrin tam anlamıyla ifasından sonra ona vermiştir
Burada, gözden kaçmaması gereken bir husus daha vardır: Resuli Ekrem (asm) ilâhî vahyi önce kendine, sonra ailesine, sonra yakın akrabasına ve kavmine, sonra tüm insanlara tebliğ etmiştir, doğru
Fakat, bir sonraki adımı attığında, öncekini terketmemiştir Ailesini uyarmaya başladığında, kendi şahsî dünyasındaki iman tâlimini bırakmamıştır
Kavmine tebliğde bulunmaya başladığında, kendinin ve ailesinin o güne dek alageldiği imanî dersleri bir kenara atmamıştır Bir sonraki görev, önceki görevlerin rağmına ifa edilmemiştir
Bir sonraki görev, öncekilere rağmen değil, öncekilerle birlikte gerçekleştirilmiştir
Nitekim, siyer kitapları, Resuli Ekrem'in her gün bu sırra riayet ettiğini kaydederler
Peygamberin bir günü, hemen hemen eşit üç bölüme ayrılmıştır
Günün üçte biri, gözü uyur, kalbi uyumazolduğu ânlar da dahil, şahsî ubudiyetine;
üçte biri hanımları, çolukçocuğuyla birlikte yaşadığı ailevî ubudiyetine;
kalan üçte bir ashâbıyla yaşadığı cemaatî ubudiyetine ayrılmıştır
Yani, tüm insanlığa hakikatı tebliğe memur kılınan Resuli Ekrem, bunu yaparken en çok tesbihat yapan, Kur'ân'ı şahsı için en ziyade okuyan, ailesinin imanî talimiyle en yoğun bir şekilde meşgul olan insandır da
Bir görevi, bir diğer görevini perdelemiş değildir Sonraki bir görev, öncekilerin ihmali pahasını gerçekleşmemiştir
Bilakis, İlâhî! Beni bir an olsun nefsimle başbaşa bırakmaduası da, Muhammed'in nefsi yedi kudretinde olana andolsun kihitabı da asla dilinden eksik olmamıştır
Ne kendi kalb, ruh, akıl ve nefsine karşı imanî vazifesini unutmuştur; ne ailesine karşı imanî vazifeyi*
Hayatı, Resuli Ekrem'in (asm), şahsı, ailesi ve sair insanlara karşı imanî görevini ne denli tutarlı ve dengeli bir şekilde ifa ettiğinin en birinci delilidir
İkinci delili ise, ailesi teşkil eder Hanımlarıyla öylesi bir imanî bağ kurmuş, öylesi yoğun bir imanî beraberlik yaşamış, dünyasına gelen iman nurlarını onlarla öylesi bir yoğunlukla paylaşmıştır ki,
meselâ Hz Hatice ve Hz işe ( ra), meleklerin mertebece en yükseği olan Cebrail'in (as) kendilerine selam verdiği insanlar makamına çıkmışlardır Çocuklarıyla öylesi bir imanî terbiye şuuruyla her daim meşgul olmuştur ki, kızı Fâtıma, Hz Meryem'den sonra, cennet kadınlarının en büyüğü, mertebece en âlîsi olarak anılmıştır
Yine Fâtıma'nın ( ra) ulaştığı marifetullah mertebesine hürmeten, o yanına geldiğinde, babası bile ayağa kalkmıştır
Keza, yanında büyüyen kuzeni Ali (ra), onun imanî terbiyesi sonunda, Gayb perdesi açılsa, yakînim ziyadeleşmeyecekdiyebilen, imanı o derece yakîne ulaşmış bir insandır
'İlim şehrinin kapısı'dır 'Allah'ın aslanı'dır Yine yanında bulunan azatlı kölesi Zeyd ile ellerinde büyüyen Üsame b Zeyd ( ra), imanî hakikatlerin önde gelen alemleri ve alemdarları olmuşlardır
Resuli Ekrem, ikisi de onun imanî talimine muhatap olmuş Fâtıma ile Ali'nin çocukları olan iki torunu, Hasan ve Hüseyin (ra) ile de öylesi bir imanî terbiye bağı kurmuştur ki,
her iki torun, kıyamete kadar devam edecek olan, bindörtyüz yıldır ümmeti nurlandıran iki nuranî silsilenin başı olmuşlardır
Unutmayalım: Tüm bunlar, başka insanlara karşı tebliğ görevini ifa ederken ne kendini, ne ailesini unutmayan; kendine ve ailesine yönelik imanî dersleri asla geri bırakmayan bir Resuli Ekrem'e (asm) nasip olmuştur
Önce kendine karşı nebî ve resuldür Resuli Ekrem (asm)
Sonra, kendisini unutmaksızın, bilakis kendisiyle birlikte, ailesine resuldür
Sonra, kendisini ve ailesini ihmal etmeksizin, tüm insanlığa resuldür
Tıpkı, ceddi İbrahim (as) gibi
İbrahim aleyhisselâm da, en başta kendi dünyasında yoğun bir imanî tefekkür yaşamış; en başta kendi fıtratını Fâtırı Hakîm'in marifet ve huzuruna açmıştır
Sonra, Meryem sûresinde zikredilen o tatlı Yâ ebetînidasıyla,
Babacığım Ey babacığım!hitabıyla, babasını imana çağırmıştır Hanımını ve Hacer'i uyarmıştır Ve, gerek kendisine, gerek ailesine karşı imanî sorumluluğunu asla geri bırakmamıştır
Bilakis, Kur'ân'da, kabulünün en muazzam delili Muhammedi Arabî olan, ailesine dönük bir duayla anılır İbrahim ( as) Bu sorumluluk hissine, bu çabaya, bu duaya karşılık, iki evlâdı iki nuranî silsilenin başı olacaktır
Bir yanda, İsmail'le (as) başlayan, Muhammed (asm) ve âliyle devam eden nuranî silsile;
öte yanda, İshak, Yâkub, Yusuf, Musa, Hârun, Yûşa, Zekeriya, Yahya derken Hz İsa'ya uzanan nuranî silsile
Bu sırdandır ki, ümmet, her namazın sonunda Resuli Ekrem'e, âline ve ashâbına salât ve selâm ile bereket duası okur
Ve Tıpkı İbrahim'e, âline ve ashâbına olduğu gibidiye ekler
Hemen her salâvatın o, ailesi ve ashâbı sırasını taşıması; her selâmın aynı sırayla gönderilmesi, yine aynı nebevî sırdandır
Her salâvatta tekrar teyid ettiğimiz bu gerçek, bizim için de çok ciddi uyarılar taşır Bize, eğer dikkat eder ve unutmazsak, kendi dünyamızda da aynı sırayı her daim yaşamamız gerektiğini hatırlatır
Hiçbir görev, kendi iç dünyamızdaki görevin; kendi kalb, ruh, akıl ve nefsimize karşı taşıdığımız imanî sorumluluğun engeli ve rakibi olmamalıdır öncelikle
Aynı şekilde, ailemize, çolukçocuğumuza karşı imanî sorumluluğumuzdan gaflete de gerekçe yapılmamalıdır
Bilakis, herşey, önce kendi dünyamızda imanî hakikatlerin yerleşmesiyle birlikte ilâhî emrin kendi kalbimizde hükümferma kılınmasıyla başlar
Ve bu görev, hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir aşamada atlanamaz, bırakılamaz
Aynı şekilde, hiçbir hizmet ve hiçbir vazife, ailemizi; çolukçocuğumuz ile kendi hanemizde imanı hükümferma kılma çabasını ihmalin mazereti değildir Olmamalıdır
Nebîlerin verdiği ders bu iken, bilhassa Nebiyyi Zîşan'ın (asm) verdiği ders bu iken, üstelik her salâvatta ve her namazın sonunda salât ve selâmlarda bu ders bir daha, bir kez daha hatırlatılırken,
tüm bunları elimizin tersiyle itercesine öncelikle ve yalnız başkalarını irşada kalkışmak ne derece haklı, ne kadar tutarlıdır?
Oysa, salâvatın bu sırrı, yaşadığımız onca keşmekeşin iksirini, onca sancının devasını olabildiğince berrak bir şekilde gösteriyor
Bize bu sırrı ders verenlere, sonsuz salât ve selamlar olsun
İmanî vazife diyoruz
Çünkü, şu modern çağın medenî engizisyonu ile kavramlar o kadar daralmış ve sığlaşmış ki, 'vazife' deyince, sadece maddî mideye bakan, ve ailemizin de sadece maddî ihtiyaçlarına bakan hususlar akla geliyor
Onları aç bırakmamak, eve yiyecek götürmek, hanıma ve çocuklara elbise almak, ve ceplerine harçlık koymak yeterli sanılıyor
Yalnız bunları yaparak, 'vazifesini ifa etmiş bir insanın huzuru' ile dolaşabiliyoruz Resulullah da ailesinin bu maddî ihtiyaçlarını karşılamıştır;
ama yalnız bu ihtiyaçları değil Ve bu ihtiyaçları da, imanî ölçülerden soyutlayarak karşılamış değildir En başta onları hakikatı tanıma, bâtıldan uzak olma nimetiyle müşerref kılmış; maddî ihtiyaçlarını da, o rızık ve nimetleri gönderenin Rezzâkı Kerîm olduğunu her daim bildirerek karşılamıştır
Ki, onun attığı her adım, yaptığı her fiil, sofraya oturuşundan elbisesini giyişine kadar, imanî derslerle yüklüdür Her fiilinde, bizi Rabbü'lâlemîne yönelten bir vecih vardır
Bunun içindir ki, 'imanî vazife' diyoruz Yoksa, imanî vazifeyi ihmal pahasına ve de imanî bir vecihten soyutlanmış biçimde yapılan hiçbir işle, 'vazife'mizi yapmış olamayız
O, önce kendine karşı nebî ve resuldür, Resuli Ekrem (asm)
Sonra, kendisini unutmaksızın, bilakis kendisiyle birlikte, ailesine resuldür
Sonra, kendisini ve ailesini ihmal etmeksizin, tüm insanlığa resuldür
Kur'an ayetlerinin nüzul sırasına baktığımızda, karşımıza manidar bir tablo çıkar İlk âyetler doğrudan Resuli Ekrem'in (asm) şahsını hedef almaktadır
Evvelâ ve bizzat, ona emirler vermektedir Ona, ubudiyetini; Rabbinin tüm âlemleri kuşatan küllî rububiyetine karşı nasıl bir ubudiyetle mukabele edeceğini bildirmektedir
Ancak Resuli Ekrem'in (asm) bu noktada gösterdiği mutlak ve mükemmel teslimiyetten sonra, sıra 'sair insanları uyarma'ya gelir
Burada da bir sıra vardır Aileni, yakın akrabanı uyar emri gelir öncelikle
Kavmini ve tüm insanları uyarma emri, aile ve akrabayı uyarmanın ardından gelir
Resuli Ekrem'in hayatına bakıldığında, elEmîn ünvanıyla anılan o eşsiz insanın, bu sıraya aynen uyduğu gözlenir O, ilk vahiy geldiğinde ne ailesini, ne sair insanları 'yaratan Rabbinin ismiyle okuma'ya çağırmış; bu emri en başta yalnız kendi şahsında yaşamıştır Gelen emir budur Rabbi, vahyini tebliğ görevini, bu emrin tam anlamıyla ifasından sonra ona vermiştir
Burada, gözden kaçmaması gereken bir husus daha vardır: Resuli Ekrem (asm) ilâhî vahyi önce kendine, sonra ailesine, sonra yakın akrabasına ve kavmine, sonra tüm insanlara tebliğ etmiştir, doğru
Fakat, bir sonraki adımı attığında, öncekini terketmemiştir Ailesini uyarmaya başladığında, kendi şahsî dünyasındaki iman tâlimini bırakmamıştır
Kavmine tebliğde bulunmaya başladığında, kendinin ve ailesinin o güne dek alageldiği imanî dersleri bir kenara atmamıştır Bir sonraki görev, önceki görevlerin rağmına ifa edilmemiştir
Bir sonraki görev, öncekilere rağmen değil, öncekilerle birlikte gerçekleştirilmiştir
Nitekim, siyer kitapları, Resuli Ekrem'in her gün bu sırra riayet ettiğini kaydederler
Peygamberin bir günü, hemen hemen eşit üç bölüme ayrılmıştır
Günün üçte biri, gözü uyur, kalbi uyumazolduğu ânlar da dahil, şahsî ubudiyetine;
üçte biri hanımları, çolukçocuğuyla birlikte yaşadığı ailevî ubudiyetine;
kalan üçte bir ashâbıyla yaşadığı cemaatî ubudiyetine ayrılmıştır
Yani, tüm insanlığa hakikatı tebliğe memur kılınan Resuli Ekrem, bunu yaparken en çok tesbihat yapan, Kur'ân'ı şahsı için en ziyade okuyan, ailesinin imanî talimiyle en yoğun bir şekilde meşgul olan insandır da
Bir görevi, bir diğer görevini perdelemiş değildir Sonraki bir görev, öncekilerin ihmali pahasını gerçekleşmemiştir
Bilakis, İlâhî! Beni bir an olsun nefsimle başbaşa bırakmaduası da, Muhammed'in nefsi yedi kudretinde olana andolsun kihitabı da asla dilinden eksik olmamıştır
Ne kendi kalb, ruh, akıl ve nefsine karşı imanî vazifesini unutmuştur; ne ailesine karşı imanî vazifeyi*
Hayatı, Resuli Ekrem'in (asm), şahsı, ailesi ve sair insanlara karşı imanî görevini ne denli tutarlı ve dengeli bir şekilde ifa ettiğinin en birinci delilidir
İkinci delili ise, ailesi teşkil eder Hanımlarıyla öylesi bir imanî bağ kurmuş, öylesi yoğun bir imanî beraberlik yaşamış, dünyasına gelen iman nurlarını onlarla öylesi bir yoğunlukla paylaşmıştır ki,
meselâ Hz Hatice ve Hz işe ( ra), meleklerin mertebece en yükseği olan Cebrail'in (as) kendilerine selam verdiği insanlar makamına çıkmışlardır Çocuklarıyla öylesi bir imanî terbiye şuuruyla her daim meşgul olmuştur ki, kızı Fâtıma, Hz Meryem'den sonra, cennet kadınlarının en büyüğü, mertebece en âlîsi olarak anılmıştır
Yine Fâtıma'nın ( ra) ulaştığı marifetullah mertebesine hürmeten, o yanına geldiğinde, babası bile ayağa kalkmıştır
Keza, yanında büyüyen kuzeni Ali (ra), onun imanî terbiyesi sonunda, Gayb perdesi açılsa, yakînim ziyadeleşmeyecekdiyebilen, imanı o derece yakîne ulaşmış bir insandır
'İlim şehrinin kapısı'dır 'Allah'ın aslanı'dır Yine yanında bulunan azatlı kölesi Zeyd ile ellerinde büyüyen Üsame b Zeyd ( ra), imanî hakikatlerin önde gelen alemleri ve alemdarları olmuşlardır
Resuli Ekrem, ikisi de onun imanî talimine muhatap olmuş Fâtıma ile Ali'nin çocukları olan iki torunu, Hasan ve Hüseyin (ra) ile de öylesi bir imanî terbiye bağı kurmuştur ki,
her iki torun, kıyamete kadar devam edecek olan, bindörtyüz yıldır ümmeti nurlandıran iki nuranî silsilenin başı olmuşlardır
Unutmayalım: Tüm bunlar, başka insanlara karşı tebliğ görevini ifa ederken ne kendini, ne ailesini unutmayan; kendine ve ailesine yönelik imanî dersleri asla geri bırakmayan bir Resuli Ekrem'e (asm) nasip olmuştur
Önce kendine karşı nebî ve resuldür Resuli Ekrem (asm)
Sonra, kendisini unutmaksızın, bilakis kendisiyle birlikte, ailesine resuldür
Sonra, kendisini ve ailesini ihmal etmeksizin, tüm insanlığa resuldür
Tıpkı, ceddi İbrahim (as) gibi
İbrahim aleyhisselâm da, en başta kendi dünyasında yoğun bir imanî tefekkür yaşamış; en başta kendi fıtratını Fâtırı Hakîm'in marifet ve huzuruna açmıştır
Sonra, Meryem sûresinde zikredilen o tatlı Yâ ebetînidasıyla,
Babacığım Ey babacığım!hitabıyla, babasını imana çağırmıştır Hanımını ve Hacer'i uyarmıştır Ve, gerek kendisine, gerek ailesine karşı imanî sorumluluğunu asla geri bırakmamıştır
Bilakis, Kur'ân'da, kabulünün en muazzam delili Muhammedi Arabî olan, ailesine dönük bir duayla anılır İbrahim ( as) Bu sorumluluk hissine, bu çabaya, bu duaya karşılık, iki evlâdı iki nuranî silsilenin başı olacaktır
Bir yanda, İsmail'le (as) başlayan, Muhammed (asm) ve âliyle devam eden nuranî silsile;
öte yanda, İshak, Yâkub, Yusuf, Musa, Hârun, Yûşa, Zekeriya, Yahya derken Hz İsa'ya uzanan nuranî silsile
Bu sırdandır ki, ümmet, her namazın sonunda Resuli Ekrem'e, âline ve ashâbına salât ve selâm ile bereket duası okur
Ve Tıpkı İbrahim'e, âline ve ashâbına olduğu gibidiye ekler
Hemen her salâvatın o, ailesi ve ashâbı sırasını taşıması; her selâmın aynı sırayla gönderilmesi, yine aynı nebevî sırdandır
Her salâvatta tekrar teyid ettiğimiz bu gerçek, bizim için de çok ciddi uyarılar taşır Bize, eğer dikkat eder ve unutmazsak, kendi dünyamızda da aynı sırayı her daim yaşamamız gerektiğini hatırlatır
Hiçbir görev, kendi iç dünyamızdaki görevin; kendi kalb, ruh, akıl ve nefsimize karşı taşıdığımız imanî sorumluluğun engeli ve rakibi olmamalıdır öncelikle
Aynı şekilde, ailemize, çolukçocuğumuza karşı imanî sorumluluğumuzdan gaflete de gerekçe yapılmamalıdır
Bilakis, herşey, önce kendi dünyamızda imanî hakikatlerin yerleşmesiyle birlikte ilâhî emrin kendi kalbimizde hükümferma kılınmasıyla başlar
Ve bu görev, hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir aşamada atlanamaz, bırakılamaz
Aynı şekilde, hiçbir hizmet ve hiçbir vazife, ailemizi; çolukçocuğumuz ile kendi hanemizde imanı hükümferma kılma çabasını ihmalin mazereti değildir Olmamalıdır
Nebîlerin verdiği ders bu iken, bilhassa Nebiyyi Zîşan'ın (asm) verdiği ders bu iken, üstelik her salâvatta ve her namazın sonunda salât ve selâmlarda bu ders bir daha, bir kez daha hatırlatılırken,
tüm bunları elimizin tersiyle itercesine öncelikle ve yalnız başkalarını irşada kalkışmak ne derece haklı, ne kadar tutarlıdır?
Oysa, salâvatın bu sırrı, yaşadığımız onca keşmekeşin iksirini, onca sancının devasını olabildiğince berrak bir şekilde gösteriyor
Bize bu sırrı ders verenlere, sonsuz salât ve selamlar olsun
İmanî vazife diyoruz
Çünkü, şu modern çağın medenî engizisyonu ile kavramlar o kadar daralmış ve sığlaşmış ki, 'vazife' deyince, sadece maddî mideye bakan, ve ailemizin de sadece maddî ihtiyaçlarına bakan hususlar akla geliyor
Onları aç bırakmamak, eve yiyecek götürmek, hanıma ve çocuklara elbise almak, ve ceplerine harçlık koymak yeterli sanılıyor
Yalnız bunları yaparak, 'vazifesini ifa etmiş bir insanın huzuru' ile dolaşabiliyoruz Resulullah da ailesinin bu maddî ihtiyaçlarını karşılamıştır;
ama yalnız bu ihtiyaçları değil Ve bu ihtiyaçları da, imanî ölçülerden soyutlayarak karşılamış değildir En başta onları hakikatı tanıma, bâtıldan uzak olma nimetiyle müşerref kılmış; maddî ihtiyaçlarını da, o rızık ve nimetleri gönderenin Rezzâkı Kerîm olduğunu her daim bildirerek karşılamıştır
Ki, onun attığı her adım, yaptığı her fiil, sofraya oturuşundan elbisesini giyişine kadar, imanî derslerle yüklüdür Her fiilinde, bizi Rabbü'lâlemîne yönelten bir vecih vardır
Bunun içindir ki, 'imanî vazife' diyoruz Yoksa, imanî vazifeyi ihmal pahasına ve de imanî bir vecihten soyutlanmış biçimde yapılan hiçbir işle, 'vazife'mizi yapmış olamayız