Dün gece Rusya Devlet Başkanı Putin'in açıklamalarını tüm dünya takip etti. Putin, konuşmasında birçok önemli başlık sunarken, Ukrayna gerilimi bir üst boyuta taşıdı.
ABD’nin ise Ukrayna gerginliğini kaşımasının hem kendi iç dinamikleriyle hem de jeopolitik nedenlerle ilgisi var. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali için gün dahi verilmesi ister istemez 2003’te servis edilen “Kitle imha silahları” yalanını hatırlattı.
Peki tüm bu gelişmeler ekonomi politiği nasıl etkileyecek?
Ukrayna krizi tarafları
Birgün'de Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Rusya-Ukrayna geriliminin etkilerini Ukrayna’nın ekonomi politiği üzerinden inceleyerek şöyle anlatıyor:
2022 yılının gelişiyle birlikte dünya kamuoyunun gündemine Ukrayna krizi oturdu. Önce Atlantik düşünce kuruluşları, medya çığırtkanları Ukrayna’nın Rus işgalinin eşiğinde olduğu tezini işlemeye başladı, ardından Beyaz Saray ve Pentagon benzer doğrultudaki açıklamalarla “Putin dehşeti” korosuna katıldı.
Joe Biden’ın ABD Başkanı seçilmesiyle birlikte, iki jeopolitik strateji dile getirilmeye başlandı. Birincisi, küresel hegemonya mücadelesinde Washington’un başlıca rakibi Beijing’i yıpratmaya odaklanmak, Moskova ve Tarhan dahil diğer hasımlarla çelişkileri yumuşatmak. Diğeri ise Çin-Rusya-İran eksenini topyekûn karşısına almak.
Afganistan’dan çekilme operasyonunun fiyaskoya uğraması, ABD’de enflasyonun yüzde 7’yi aşarak en önemli ekonomik sorun olarak önce çıkması, Covid salgınının önünün alınamaması sonucu ölüm sayısının 1 milyona dayanması, pandemi sırasında uygulamaya konulan yardım programlarının bir bir geri çekilmesi sonucu yoksulluğun tekrar hissedilir hale gelmesi Joe Biden’ın kamuoyu desteğini iyice aşağılara çekti. Böylelikle 2022 Kasım ara seçimlerinde Demokratik Parti’nin gerek Senato da, gerekse de Temsilciler Meclisinde çoğunluğu kaybetme olasılığı iyice yükseldi.
Rusya ekonomisi nasıl etkileniyor?
Bu nedenle Biden’ın Ukrayna üzerinden imajının düzeltmeyi amaçlayan şahin bir propaganda atağına geçmiş olması senaryosu akla yakın görünüyor. Demokratlar'ın geçmişte Trump’ı Rusya işbirlikçiliğiyle suçlamış olduğu, Putin’e karşı zafiyet içinde bulunduğu iddiasını dile getirdiği hatırlanırsa, ara seçimler öncesi bu temayı tekrar gardıroptan çıkartarak, Cumhuriyetçiler'e karşı koz olarak kullanmak da propaganda savaşının yan ürünü diye düşünülebilir. Bu vesileyle Merkel’den boşalan Avrupa’nın gayri resmi lideri koltuğunu doldurmak ihtirasıyla yanan Macron’un Washington'dan göreceli özerk bir hat izleme sevdasının önünü kesmek, Almanya’nın yeni Şansölyesi Scholz’un Kuzey Akım projesini bir an önce hayata geçirmesini engellemek, genelde Avrupa’ya NATO ittifakında ABD’nin kayıtsız şartsız liderliğini bir kez daha hatırlatmak da ABD’nin Ukrayna gerginliğini göz göre göre kaşımasının diğer nedenleri olarak sıralanabilir.
Diğer yandan Rusya Devlet Başkanı Putin de, aynı Soğuk Savaş dönemindeki gibi ABD’nin ülkesini büyük devlet statüsüyle muhatap almasından pek şikâyetçi görünmüyor. Macron ve Scholz’un kısa aralıklarla ayağına kadar gelip, araya mesafe koymayı sembolize eden uzun masada ağırlanmaları da, iç politikadaki imajını güçlendirmiş olmalı. Jeostratejik gerginliklerin klasik biçimde, başta petrol ve doğalgaz emtia fiyatlarını yükseltmesi de aslında Rus ekonomisini olumlu etkiliyor.
NATO'nun tutmadığı sözler neler?
Bu yazıda Ukrayna ekonomisine yoğunlaşacağız. Ancak iki kritik noktayı hatırlatmadan da geçemeyeceğiz. Birincisi, 1991’de Rusya’nın Almanya’nın birleşmesine itiraz etmemesi ve Kızıl Ordu birliklerinin Doğu Avrupa’dan çekilmesi karşılığı, ABD de NATO’nun doğuya doğru bir santim bile ilerlemeyeceği garantisi vermişti. Bilindiği gibi bu söz tutulmadı. Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti birer birer NATO’ya üye yapıldı. 2004’te 7 Balkan ve Baltık ülkesi daha NATO bünyesine katıldı. Sonra da Washington gözünü Gürcistan ve Ukrayna’ya dikti. Yani ahde vefa göstermedi.
İkincisi, 2014’te Obama’nın özel temsilcisi Victoria Nuland’ın planlamasına bizzat katıldığı bir darbe ile ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı Yanukoviç devrildi. Neo-Nazi çetelerin Kiev sokaklarında terör estirdiği, ülkenin adeta Rusça konuşanların ağırlıkta olduğu Donbass bölgesiyle Batı Ukrayna arasında bölündüğü fiili bir durum ortaya çıktı. Aslında 2014 Eylül’de Ukrayna, Rusya ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının Almanya ve Fransa gözetiminde imzaladığı Minsk Anlaşması barış ve ateşkes için yeterli çerçeve sunuyor.
Ama o tarihten bu yana başta ABD, NATO güçlerinin çözüm yerine sürekli bu yarayı kaşıması barış umutlarını giderek zayıflatıyor. Hele son günlerde Donbass bölgesinde yaşanan arka arkaya provokatif eylemlerle adeta Ruaya savaş minderine çekiliyor.
Ukrayna ekonomisinin perişan durumu!
Marksist Ekonomist Michael Roberts, bloğunda Ukrayna ekonomisinin 1990’dan bu yana içine düştüğü perişan durumu yetkinlikle özetliyor:
Ukrayna Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Rusya ile Doğu Avrupa’da “şok terapi” ile kapitalizmin restore edilmesi sürecinde en şiddetli sarsıntıyı yaşayan ülke oldu. Kişi başına milli geliri 1990 düzeyine bir türlü ulaşamadı.
2014 Maydan Ayaklanması sonrası ekonominin tam bir çöküntüye uğramasını üç faktör engelledi: Rusya’ya olan borçlar ödenmedi, IMF kurtarma paketleri devreye sokuldu ve kamu hizmetleri ve sosyal programlar iyice budandı. IMF şimdi de borçların ertelenmesi karşılığı ek banka ve kamu iktisadi teşebbüsü özelleştirmeleri şart koşuyor.
Ukrayna “kara toprak” tabir edilen verimli tarım alanlarına sahip bir ülke. Dünyanın bir numaralı ayçiçeği yağı ve dördüncü mısır üreticisi. Ancak tarımda verimlilik oldukça düşük. Batılı danışmanlar küçük üretime dayalı yapının tasfiyesini, tarımın liberalizasyonu ile büyük tarım şirketlerine açılmasını salık veriyor. Bu da ülkeyi ciddi bir sosyal çalkantı tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor.
Yapılan araştırmalar 2014 ila 2020 arasında hüküm süren çatışma ortamının ekonomiye maliyetinin 280 milyar dolar olduğuna işaret ediyor. Sırf ihracat kayıpları 162 milyar dolar düzeyinde hesaplanıyor. 2014’te iktidarın el değiştirmesiyle Rusya’ya yakın oligarkların yerini ultra milliyetçi NATO VE AB yanlısı iş adamları aldı. Ne var ki bu kesimlerin bel bağladığı Almanya’nın da yoksul Ukrayna’nın AB’ye girişine sıcak baktığı söylenemez. (Ukraine: trapped in war zone, Michael Roberts Blog, 14 Şubat 2022).
Ukrayna'nın batıya yönelmesi
2014’ten sonra Poroşenko yönetimi olabildiğince Rusya ile ekonomik bağları kesmek, Batı’ya yönelmek stratejisi izledi. 2016 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Poroşenko Rus gazına muhtaç kalmadan ilk kışlarını geçirmelerini kutlarken, ülkenin enerji faturası da %30 yükselmişti.
Bir yıl içerisinde halkın yaşam standardı yarı yarıya gerilemiş, para birimi grivna üçte iki değer yitirmiş, enflasyon %43’e fırlamıştı. Rusya ile savunma ve havacılık sözleşmelerini iptali sonucu %80 gelir kaybı oluşmuş, uçak üreticisi Antonov kapısına kilit vurmuştu.
Putin’e mesaj gönderelim derken sonunda faturayı Ukrayna’nın sade yurttaşları ödemişti. Tam 7 milyon insan ekmek parası uğruna talihini başka ülkelerde aramaya başlamıştı. Donbass bölgesindeki Rus yanlılarını cezalandırmak için buralar ihmal edilirken, ekonomi ve siyasetin merkezini Kiev’e kaydırma stratejisi de istenen sonucu vermeyince olan halka olmuştu. (Why Ukraine needs Russia more than ever, Nicolai Petro, The Guardian, 16 Mart 2016).
Ukrayna ekonomisinin yapısal sorunları neler?
Bu saydıklarımız Ukrayna ekonomisinin yapısal sorunları. Ancak son haftalarda birden bire Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin an meselesi olduğu iddiasının yayılması, hatta 16 Şubat şeklinde bir gün bile verilmesi, ister istemez 2003 yılında servis edilen “Kitle imha silahları” yalanını hatırlattı. Bilindiği gibi bu mesnetsiz iddiaya dayanarak ABD Irak’ı işgal etmiş, ülke tarumar olmuştu.
ABD’nin Ukrayna gerginliğini tırmandırmasının arkasında, yazının girişinde sıraladığımız iç politikaya ilişkin nedenler yatıyor olabilir. Ne var ki önemli bir ekonomik etmen de Washington'un Kuzey Akım 2 gaz boru hattının devreye girmesini sabote etme çabaları.
Rusya ABD’nin ardından dünyanın en büyük ikinci doğalgaz üreticisi, ihracatta ise dünya birincisi. 1250 kilometrelik Kuzey Akım 2 projesi 10 milyar avro maliyetle geçen yıl tamamlandı. Bu hat Ukrayna’yı teğet geçerek Baltık Denizi’nin altından Rusya’yı doğrudan Almanya’ya bağlıyor. Almanya doğalgaz gereksiniminin %55’ini, petrolün ise %42’sini Rusya’dan karşılıyor. Gerek hanehalkı, gerekse de sanayi Rus enerjisine muhtaç.
ABD hem başta Almanya AB ülkelerinin Rusya’ya ekonomik olarak entegre olmasını engellemek istiyor. Hem de kaya gazı üretimde dünyada birinci sıraya yükseldiği için kendisi Avrupa pazarına nüfuz etmeyi amaçlıyor. Yan bir beklenti de Katar gibi müttefik Körfez ülkelerini Avrupa’ya yönlendirerek başta Çin, Asya’ya enerji akımını yavaşlatmak olabilir.
Birinci Dünya Savaşı’nın Almanya’daki Ruhr Havzası kömürü ve Alsas-Loren demir cevheri, İkinci Dünya Savaşının petrol kaynaklarının paylaşımı üzerinden çıktığını düşünürsek enerji kaynaklı yeni bir savaş riski endişe yaratıyor. (The dispute over the Nord Stream 2 gas pipeline, Peter Schwarz WSWS, 19 Şubat 2022).
Görüldüğü kadarıyla Ukrayna konusu bir süre daha dünya gündeminde kalacak. Kazananın kim olacağını bilmesek de, kaybedenin gerek batı, gerek doğudaki Ukrayna halkı olacağı kesin. Tüm dünyada savaş karşıtı hareketin eski gücünde olmaması da, olası bir çatışma sürecinde gereken kitlesel tepkinin verilemeyeceği endişesi yaratıyor.