Şekerci Hanının Şeker İnsanları Dünyanın en hoş en şirin şehirlerinden biri olan “Aziz İstanbul bununla birlikte mektepler, medreseler, camiler, çeşmeler, hanlar, hamam¬lar kentidir İşte bu hanlardan biri de Fatih Malta Çarşısı'nda arzı endam eden ünlü Şekerci Hanı'dır Adına efsaneler uyduru¬lan, lakin kim göre ne zaman yaptırıldığı bil¬inmeyen yüz odalı Şekerci Hanı, bir zamanlar kültür dünyamızın seçkin şahsiyetlerine konut sahipliği yapmıştır Geçen gün önünden geçerken tarihi duvarlarında yankılanan maziye ait sesleri kulak¬larım duyar gibi oldu, gözlerim yaşla doldu; aman Allah'ım, görmesini bilenler için dünyada ibret tabloları ne kadar boldu Asım Sönmez’in 6 Nisan 1972 tarihli Hayat dergisinin 15 sayısında yayımlanan hatıralarından öğrendiğimize kadar, Şekerci Hanı’nın müdavimlerinden biri de Osman Kemali Efendi idi Âmâlar şeyhi olan bu zatın, maddî gözleri doğuştan kapalı, iç gözü ise sonuna kadar açıktı Necip Fazıl, Cemil Meriç’cilt bahsederken “Allah'ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapadığı reel ve sahici münevver diyor İşte, Osman Kemali Efendi de reel ve sahici münevverdi Dahası bu münevverliği kendine münhasır kalmıyor, etrafındakileri de tenvir ediyordu Ne mutlu o kimselere ancak hem aydınlanırlar, keza aydınlatırlar Ali Kemali Efendi'nin en belir¬gin özelliği Hanedanı Ehli Beyte duyduğu büyük, çok büyük sevgi ve muhabbetti O, ehli beyt halkının mücessem bir temsilcilik¬cisiydi Ilk Olarak “Aşk Sızıntıları ve “İrfan Sızıntıları elde etmek üzere öteki bürün kitapları; Hazreti Ali Efendimize O’nun temiz ve nezih duygu ve muhabbetin çarpıcı tablolarıyla doludur Ali Kemali merhum 1901 yılında İstanbul 'a geldi Bir vakit Rami’de bostan bekçiliği ve Bâyezid Cami¬i'nin avlusunda arzuhalcilik yaptıktan daha sonra kendisi¬ni Erzurum’dan tanıyan Fatih müderrislerinden Hacı Hazmı Efendi’nin ısrarıyla Fatih Camii’nde mesnevî dersleri vermeye başladı İsmail Hakkı gibi büyük bir âlimin rahlei tedrisinde bulundu Ondan da icazet aldı Mecelle şârihliğinden mesnevî hocalığına değin her sahada yoğun bir faaliyet belirten, ziyaretine gelenleri mutlaka güler yüzle Karşılayan ve onlara Ehli Beyt sevgisini aşılayan Ali Kemali Efendi, 10 Ocak 1954’te Hakk'a yürüdü Eyüp Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra, Edirnekapı mezarlığında Rahmeti Rahman’a tevdi edildi Mezar taşındaki yazıt şöyledir: Cismim ruha döndü elhamdülillah Her şey kötü bulur, Bakidir Allah Yargı’dır, Muhammed'dir, keza Resûlüllah Ben Ali Aba’nın Kıtmiyr’i idim Eskiden Şehzade Camii’nin bitişiğinde “Âmâlar Medresesi vardı Kanunî Sultan Süleyman vaktinde vakfedilen bu medresede âmâlar ikamet ediyor¬lar, gıda, giyecek ihtiyaçlarını gideriyorlar, yatıp kalkıyorlardı Daha sonraki yıllarda, vakıf koşul¬larına riayet edilmediği için zavallılar epeyce mağdur durumda kalmışlardı Ali Kemali Efendi, Sultan Abdülhamid Han'a müra¬caat etmiş, âmâların içinde bulun¬duğu acınacak halde hali dile getirmişti Padişah bir fermanla vakfı tekrar ihya etmiş, Efendi’yi de âmâlar şeyhi olarak görevlendirmişti Ne yazık oysa Talat Paşa’nın içişleri bakanlığı, Mustafa Efendi’nin şeyhülislamlığı zamanında Âmâlar Medresesi lağvedildi Ali Kemali Efendi diyor ki: “İstanbul'da kendi kendime dolaştığım günlerdi Rahmi köyünde Ahmet Efendi isminde birisiyle tanıştım Bu adamın köye yakın bir tarlası vardı Kendisi oldukça iyiliksever bir kimseydi Yerim yurdum olmadığını öğren¬ince beni tarlasındaki kulübesinde misafireten yatırdı Ben de onun bu iyiliğine aleyhinde abes durmadım Yirmi dönüme yakın tarlayı baştanbaşa kirişme ettim (Toprağı der¬ince kazarak altını üstüne getirdim) Birincil zamanlar gündüz¬leri çalışıyordum Fakat oradan gelip geçen halkın; “âmâ adama bakın, tarlada nasıl çalışıyor diye birbirlerine göstermelerinden ve başıma toplanmalarından usandığımdan geceleri çalışmaya başladım Gündüzleri de kulübede istirahat ediyordum Nihayet felek onu da fazla fark etti Oradan da ayrıldım Şehzade başı’nda âmâlara kasıtlı olarak imaret vardı, oraya gittim Orada padişahın iradesi gereği, yüz âmâ bulunuyor, bunlara her gün fodla ve çorba veriliyordu Bu yüz kişiden geriye kalanlar da mülâzım1 kaydediliyordu Yüz kişiden biri ölüm edince mülâzımlardan biri onun yerine alınıyordu Ben de evvelâ mülâzım olarak yazıldım Fakat müess¬esedeki yolsuzlukları gördükçe duramıyordum Bir selâmlık resminde padişaha talep ettiğim istida (dilekçe) üzerine “Mâbeyn vasıtasıyla saraya misafir etme edildim Ve Sultan Abdülhamit’in huzu¬runa çıktım Âmâların senelerdir nasıl haksızlığa uğradığını ve ceddi âlileri cennetmekân Sultan Süleyman Han hazretlerinin âmâlara duyduğu şefkatten ve merhametten dolayı kurdurduğu bu büyük tesisin ve vakfın vakit¬la ihmale uğrayarak biçare olduğunu ve acınacak bir ayla geldiğini anlattım Verdiğim bu izahtan nedeniyle memnun olan ve vakfın bu hale gelişinden üzülen padişah, imaretin tamir ve ihyâ edilmesini, benim de âmâlar şeyhliğine tayinimi irade buyurdu Şam'da canice reisi olarak bulun¬duğu sıralarda tanıdığım Hayri Bey, ve Selânik'te bulunduğum sıralarda kâtip diye tanıdığım Talat Bey (paşa) Meşrûtiyet'deri daha sonra biri Şeyhülislâm, diğeri de dahiliye nazırı olmuşlardı Her ikisiyle de çok sevişirdik pek ki Talat Bey bana “Baba diye hitap ederdi Bunların içinde bulundukları hükümet, âmâlara kasten bir müesseseyi lağvetmeye karar verir Fakat her ikisi de beni fazla sevdiklerinden, bu işi ben burada olmadığım bir sırada yapılmasının yerinde olacağı hususunda mutabakata vardıklarından bir bahaneyle beni Erzurum’a gönderdiler Ve ben oradayken bu büyük ve kayda değer vakfı lağvettiler2 İşte bu Osman Kemali Efendi o devrin bir nevi kültür akademisi olan Şekerci Han'ına gelir, elinde¬ama asa ile esnafı selâmlardı Keza hanın bütün aleyhinde yer alan Darüşşafakalı musiki üstadı Sakallı Kazım Bey'in topluluğuna katılırdı Kandilli Rasathanesi’nin kuru¬cusu ve müdürü Fatih Hoca da Şekerci Hanı’nın müdavimleri arasında bulunuyordu Yıllarca medrese tahsili görebilen; sarığıyla, cübbesiyle dârülfünuna (üniversit¬eye) devamlı Fatih Öğretmen son derece cana yakın bir insandı Ve o zamanlar büyük bir şan kazanmıştı Hava durumundan, yağmurdan kardan defalarca o sorumluluk sahibi tutuluyordu Meşhur karikatürist Cemal Nadir bir karikatür çizmişti Yağmurdan sırılsıklam olan bir vatandaş, yumruğunu Kandilli Rasathane¬sine içten sallıyor: “İlahi Fatih Öğretmen! Allah'ından bul e mi? Hani hava güllük güneşlik olacaktı?'' diye bağırıyordu Tekrar Asım Sönmez'in hatıralarında okuduğumuza göre Fatih Öğretmen Şekerci Hanı’na devam ettiği sırada bir gün “Bir feza hadisesi olacak der, aradan bir kaç hafta geçtikten sonradan Yıldız Camii’nden çıkarken Sultan Abdülhamit’e bomba atılır Tabii ki Hoca derhal yakalanır, aylarca tutuklu bırakılır Niçin sonra Malta Çarşısı esnafının şahitliği ve kefaleti baştan sona kurtulur Şekerci Hanı'nın mecburi güzel koku¬afirlerinden biri de Neyzen Tev¬fik'tir Neyzen'in içkiyi ayrıntılarıyla kaçırdığı bir sırada Mehmet Akif bir önlem düşünür; şayet ıslah olur diye¬ kendisini adı geçen hanın bir odasına yerleştirir Neyzen bir ara içkiye pişmanlık eder, ama aradan fazla geçmeden tövbesi¬ni bozar, “huylu huyundan vazgeçmez sözüne uygun bir şekilde her yerde işrete başlar Akif bu olaya Safahat'ında yer verir ve şu mısraları söyler: Bir ömürdür içiyorsun, bırak artık şunu der Derviş Ahmet bu celâletle derhal tövbe eder Böyle bir tövbe ama, binlikleri çarpar duvara Tas, çanak, testi biçare ser¬ilir tahtalara 1907 yılının bir kış mevsiminde Van'dan İstanbul'a gelen Bediüzzaman Said Nursî hazretleri de Şekerci Hanı'nın bir odasına yerleşir Ve kapısına şöyle bir levha asar: “Burada her soruya yanıt verilir, her müşkül halledilir, lakin soru sorulmaz! Bu ilan o zamanlar Şekerci Hanı'na devam eden herkesin dikkatini çeker İlim adamlarını, medrese mensuplarını büyük bir hayrete düşürür Bediüzzaman'ı merak edenlerin sayısı gitgide çoğalmaya başlar İşte bunlardan biri de, sonra¬fakat yıl1arda Diyanet İşleri Müşavere Kurulu üyeliği yapan Hasan Fehmi Baş oğlu’dur Adı geçen zat olayı şöyle anlatır: “Ben Meşrutiyet devrinde Fatih medresesinde okurken Bediüzzaman adında bir gencin İstanbul'a gelip bir handa yerleştiğini, hatta odasının kapısına 'Burada her müşkül hal1edilir Her meseleye yanıt ver¬ilir Fakat sual sorulmaz' diye levha astığını işittim Böyle bir bahis sahibinin oysa mecnun ola¬bileceğini düşündüm Bediüzza¬man hazretleri hakkında tevaî edile gelen sitayişkâr tavsiyeler, cemaatlerle ulema ve talebe gru¬plarının kendisini ziyaretlerini ve hayranlıklarını işittikçe, bende de bir ziyaret arzusu uyandı Ve kat'î karar verdim ancak, en şiddet ve ince meselelerden sual1er tertip edip sorayım Ben de o zamanlar medresenin ileri gelenlerinden sayılıyordum Nihayet bir gece ilahiyat ilimlerinden bahseden gayet derin ve birkaç kitapta ifade edilebilen bazı mevzular seçerek sual halinde hazırladım Ertesi gün kendisini ziyarete gittim Sualleri¬mi tevcih ettim Aldığım cevaplar çok acayip ve şahane olmuştu Sanki o akşam beraber imişiz ve kitaba beraber bakıyormuşuz gibi suallerimin cevaplarını bütünüyle verdi Ben en ince ayrıntısına kadar mutmain oldum ve yakînen anladım oysa, onun ilmi bizim gibi kesbî yok, vehmidir Sonra bir harita çıkararak Şark'ta darülfünun açılması icabet¬tiğini ve bunun ehemmiyetini izah etti O zaman Şark'ta Hamid iye Alayları vardı O suretle idare ediliyordu Şarkın bu şekilde yöneticilik tarzının noksaniyetlerini ifade ile maarif, sanat ve fen noktasından Şark'ın uyandırılması gerekli geldiğini muknî olarak bize izah ile bu gayesinin tahakkuku için İstanbul’a geldiğini anlattı Diyor¬du oysa: “Vicdanın ziyası ulûmu diniyedir Aklın nuru fünunu medeniyedir