iltasyazilim
FD Üye
imghttp:img127**************img1279957chainedbymacsimcti7img
Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır deyip duruyor ağbim
Sonra senden bir söz geliyor
Ben bir bülbülüm
Dağın eteğinde evim vardı
Şimdi yüreğim alevli
Yüreğim derin yaralı
Artık türkülerimi nerede söyleyeyim
Ben bu soruların altından nasıl kalkayım
Ben de yaralıyım, benim de evim yıkılmış, köyüm yakılmış, ben de yersiz yurtsuzum, göçmen kuşlar gibiyim
Boynum kesik, kanıyorum sürekli, sana nasıl şifa verebilirim
Ağbime söz anlatmak deveye hendek atlatmaktan güçtür
Devgençliydi gençliğinde, eve Deniz Gezmiş'in, Yılmaz Güney'in posterlerini asmıştı, babamın pikabında Selda Bağcan dinler, kırmızı şarap içerdi
Saldırgan, sinirli, kavgacıydı, her gün bir vukuatı olurdu, babamı bezdirmişti
Askerliği Kıbrıs'ta yaptı, dönüp geldi, iş güç yok, evleneceğim diye tutturdu, sevgilisi Mine'ydi, isteyin yoksa kaçıracağım, dedi
Annem babamı ikna etti, nişanlandı
Kıza tat vermedi tabi, kıskançlıktan Kız Sanat Okulu'ndan ayırdı, eve kapattı, nefes aldırmadı
Nihayet evlendiler
Kış tatilinde memlekete gittiğimde annem, 'oğlum İskenderun'da bir hoca varmış, gidip şuna muska yazdıralım' deyince durumun sandığımdan vahim olduğunu anladım
İlk geceden başlayarak kızı hayvan gibi dövüyormuş
İş güç de olmayınca, herkese saldırıyor, gözü üstünde kaşın var diye girişiyormuş
Annemle gittik, Soğukoluk'a yakın bir köydeki hocaya
Hoca şaman gibi sedire bağdaş kurmuş, şişmanca, çenesinde seyrek ve uzun sakalı olan, gözleri çekik, gözbebekleri kedilerinkine benzeyen, korkunç bir şeydi
Annemle karşısındaki kanepeye oturduk
Hal hatırdan sonra, 'nedir mesele?' diye sordu
Annem uzun uzun anlattı
Arada bana bakıyordu
Annemin konuşması bitince, 'bu delikanlı da oğlun mu?' diye sordu
'Evet', dedi annem
'Bunun alnında bir nur görüyorum' dedi
Annem kıvançla baktı bana
Öyledir yavrum, dedi, bizi hiç üzmedi, namazında abdestindedir
Talebe misin?
Evet
Sana bir muska yazacağım, üzerinde taşıyacaksın, bahtın açılacak, rızkın genişleyecek
Annem, Allah razı olsun, dedi
Sarı, çizgili bir kağıda sabit kalemle benim muskayı yazıp katladı, naylona sardı, anneme uzattı
Sakalını kaşıdı
Sıkıntılı bir sesle,
Senin, dedi, diğer oğlanla, o canavarla işimiz biraz zor Ona iki ayrı şey yazacağım Birini yakıp suya karıştıracaksınız, altı gün sabah öğlen akşam içecek, yedinci gün kalan suyu hamam suyuna katacaksınız, onunla yıkanacak, muskayı da cekedine, devamlı giydiği bir şeyin içine dikeceksiniz
Anneme de sirayet etti sıkıntı Umutsuzlukla çaresizlik karışımı bir sesle, derin derin soluyarak,
İnşallah hocam, dedi, inşallah
Babamdan gizli biriktirdiği paranın tümünü hocaya verdikten sonra çıktık annemle
Tabi hocanın talimatlarını uygulamak kolay olmadı
Ben Hüseyin Rahmi romanlarından yapılmış bir korkukomedi filmi seyretmişim gibi hissederek döndüm Ankara'ya
İki hafta sonra aradığımda, annem bu kez,
Oğlum bir haftasonu gel nolur, büyüden sonra oğlan bu sefer aşırı kılıbık oldu, yengen de yüklü, öyle davranıyor ki, baban utanıyor artık
Tuhaf ama, benim de bahtım açılmış, cep harçlıklarıyla ay sonunu getirmeye çalışırken birden iki vakıftan burs almaya başlamış, bir de maaşı gayet iyi bir yarım günlük iş bulmuştum
Neyse uzatmayayım, yaz tatilinde yıllık iznimi alıp geldiğimde, annemin dediği kadar olduğunu gördüm
İlk çocukları Riyad doğmuştu, eşine karşı o kadar saygılı ve nazikti ki, sofrada ağzına lokma vermeler, en küçük bir sorun olduğunda şefkat ve sabırla davranmalar, doğrusu annemden daha büyük oldu şaşkınlığım
Ama, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır muhabbetinden vazgeçmiyordu
Nihayet ısrarlarına dayanamayıp kabul ettim ve Cuma günü öğleden sonra oniki kişilik bir minübüse yirmi kişi tıkınarak Menzil'e doğru yola çıktık
Ahmed hoca mihmandarımızdı Nurşin'li bir seyyit Hafız ve molla En çok ilgimi çeken Mem u Zin şerhi okumuş olması Risalei Nur'dan da tederrüs etmiş Sekiz çocuk babası, yoksul, Efendimiz'in adı anıldığında ağlayan, çok tatlı bi adam
Kuran, İlahi ve kelimeyi tevhid, hayy ve hu zikirleriyle, sıcaktan bunalarak, bozuk yolların sarsıntısı ve tozu arasında Menzil'e ulaştık
Hamur olmuştuk, suyumuz çıkmıştı
Ahmet hoca'nın imametinde yatsı namazını kılıp kuru esmer ekmeğe katık edilen suyu bol, tadı tuhaf bir çorba içtik, uyuduk
Sabah ezan sesine uyandık Büyükçe bir salonda yerde, kurbanlık koyunlar gibi sıralanmış bir halde idik
imghttp:img169**************img1692019avauser4403in6img
Bir telaş, bir koşuşturmaca
Saf, temiz bir hava vardı dışarıda, su sesleri, hafifçe esen rüzgar, hangi çiçeklerin rayihasını taşıyorsa artıkDikkatimi çeken ve bana en çok uyan, sofilerin tütün tiryakiliği idi Tütün ve demli çay Sabah namazından önce yanına oturduğum sofi, 'insan bir mültecidir ahi' dedi, 'kendi gönlünden başka sığınacak bir yeri yoktur' Bu bir şaka olmalı diye düşündüm Yanımdaki şalvarlı, başında beyaz bir sarık, yüzü traşsız, Gölbaşı tütününden sardığı kalın sigarasını derin derin emen, yüzü dumanın gerisinden güçlükle seçilen adamın aklımdan geçeni okuyup bana Tebrizli Şems gibi, 'Allah'ın sırrı sensin, kalbine sefer et' demesi rüyadan başka bir şey olamazdı
Bir örtü vardı evet, her şeyden gözümüzü perdeleyen örtüler vardı, belki edep bu idi Onlarınki Batıni bir muameleydi, gönülleri gizli şeyleri anlıyordu Namazdan sonra Seyda'nın babasının kabrine gidip çay ocağına döndük Çayın kokusu, tütüne karışmış, ikili üçlü grupların muhabbeti dünyanın ne kadar şenlikli bir yer olduğunu gösterir bir hale bir melale bürünmüştü Bizim grup da bölündü, ağbim ve Ahmet hoca dışında üç sofi daha katıldı bize
Öğleye kadar elHüseyni'nin türbesine gittik, türbenin ardındaki bayırda dolaştık, dönüp çay içtik, sigara sardık Öğle ezanına bir saat vardı Seyda'nın evinin karşısındaki dut ağacının gölgesinde oturuyorduk ki bir hareketlenme oldu Mescidin kapısı açıldı, sakallı, ak sarıklı, siyah cübbeli bir adam, Kürtçe aksanlı Türkçeyle bağırdı : 'Daktilo bilen var mı?' İmamı duymayan cemaat için müezzinin, özellikle Cuma namazlarında tekbirleri tekrarlaması gibi birkaç kişi daha yüksek bir sesle cümleyi yineledi : 'Daktilo kullanmayı bilen var mı?' Tam o anda ağbim kolumdan tuttu sürükledi, 'var var!' Kendimi bir anda, sonradan Seyda'nın halifesi olduğunu öğrendiğim su gibi arı duru adamın yanında, bir koridorda yürürken buldum 'Bir derdim var, bin dermana değişmem' der gibi bir hal bir melal içerisindeydi adam Tam bir teslimiyet içerisinde, arada bana gülümseyerek yürüyordu Koridor bitti, bir kapıdan geçtik, bu kez daha kısa bir koridora girdik, bir kapı daha geçtik, avluya çıktık Zeminine sarı, damarlı taş döşenmiş hayatı da geçerek haznenin kapısına geldik Çaldı, cevap beklemeden açtı, 'gel' dedi Sanki toprak yarıldı, altından deniz göründü, içeri adımımı atınca ayağım suya battı Kırçıl bir Kürt kilimi seriliydi Duvarlar beyazdı, boştu, haznenin kalın duvarlı penceresine oyulmuş izlenimi veren küçük pencereden düşen güneşten mi yoksa başka bir nurdan mı içerisi ışıl ışıldı Tüy gibi hafiflediğimi hatırlıyorum Yerçekimsiz bir uzama girmiş gibiydim Seyda'nın çehresindeki tebessümün, yüzünün doğal hali olduğunu sonradan fark ettim Gözlerinde mavi, kirli sarı karışımı bir renk oynaştı, ardından bir ışıltı belirdi, bir şefkat yağmuruyla yıkandığımı hissettim Bedenim çözülüyordu Hücrelerim birbirinden ayrılıyor, yüküm hafifliyordu 'Otur' diye işaret etti Onun gibi diz üstü çöktüm 'Şöyle gel' dedi, yanına sokuldum Adam küçük bir sehpa getirdi, köşede yerde duran küçük olimpiya daktiloyu üzerine koydu Kapağını açtım Kağıdı taktım Adam diğer yanına oturdu Başı önüne eğik, pul pul dağılan bir sesle, Kürtçe bir şeyler söyledi Halifesi Türkçeye çevirdi ama bunun Kürtçe ile Türkçe arasında kırma bir dil olduğunu söylemek daha doğru olur İlk cümleyi anlamıştım, besmeleydi Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla diye başladım Tuşlara nasıl vurdum, neler yazdım, o dağınık grameri nasıl toparladım hatırlamıyorum Kendimi yanında günahkar, kirli hissettiğim bu iki ırmağa dalmış, onlar beni nereye sürüklerse gidiyor gibiydi İkinci kağıdın yarısına kadar yazdım Bitince halifesi mührünü uzattı, alıp bastı Mektup hacılara hitaben yazılmıştı Onlara çevresinde döndükleri o siyah taşın, gerçekte insanın kalbi olduğunu Sağdan sola döndüklerini, zikrin de kalbe bükülerek yapıldığını, böylece insanın kendisindeki ilahi merkezin çevresinde tavaf ettiğini, tavaf ın, hareket halinde kılınan bir namaz olduğunu, namazda insanın şeytanın etkisinden uzak bulunduğunu, o halde edilen duaların geri çevrilmeyeceğini, dünyadaki bütün mazlumlar için yakarmalarını öğütlüyordu Adam mektubu aldı, daktilo ve sehpayı yerine koydu, çıktı Çıkınca sessizlik oldu Deniz durgunlaştı Dalgalar çekildi Deniz cam gibiydi Dibindeki balıklar, yosunlar görünüyordu Başımı iyice öne eğmiştim Sanki bana bakıyordu Kendimi daha hafiflemiş hissediyordum Yıkandığımda bedenim nasıl rahatlıyor, bir rehavet ve uyku hali, bir hafiflik duygusu oluyorsa, şimdi de böyleydi Koyu bir sessizlik Çıt yok Bir ormandayım sanki Bir bulutun içine girmişim Mavi ve beyazBaşımı bir el çevirir gibi çekinerek ve utanarak döndüm baktım O da bana baktı Yine gülümsüyordu Gözleriyle bedenimi yıkıyor, temizliyor ve kalbinden bir bağ atarak kendine bağlıyordu Sanki Şah Hatayi gibi, 'bir nefescik söyleyeyimdinlemezsen neyleyeyimdiyordu Benimkisi bir nefesİster dinle ister dinleme Seni zorlamıyorum Madem denizi gördün, ormana girdin, içine bir ateş düştü, sen bilirsin Göğsümün yarıldığını, içine eliyle dokunarak bir şey yazdığını, ona içindeki gayrı dağıtarak bir yumruk vurduğunu hissettim Tekrar başımı öne eğdim ve yavaş yavaş küçülerek yok olduğumu gördüm Sanki canım tenimden ayrılmış, bedenime dışarıdan bakıyordu Kaybolmuştum Bir sırrın içine girmiş, orada çiğ tanesine dönmüştüm O sessiz belirsizliğin içinde ne kadar kaldım hatırlamıyorum Neden sonra omzuma dokunan parmaklarındaki şefkatle irkildim Gülümseyerek baktı ve fısıltı halinde birkaç cümle döküldü dudaklarından Dua gibiydi Şimdi küçülen bedenim yine buluta girer gibi avcundaydı Varlığımı kavramıştı Durgun bir nokta gibiydim Sabit, hareketsiz, bir daireye yerleşmişKapı açıldı, halifesi girdi 'Hadi' dedi Döndüm doğrulurken elini öpmeye çalıştım, çekti, başımı okşadı gülümsedi Odadan çıktık
Denizden çıkar gibi çıktık Varlıktan ayrılmış tekrar dönmüştüm Koridor bergaz gibiydi Kapıya yaklaştık, dışarıda günlük güneşlik sesler geliyordu
Ağbim ve sofiler beni görünce saldırır gibi sorular sormaya, beni çekiştirmeye başladılar
'Çay içmek istiyorum' dedim Çay ocağına yürürken içerde olup biteni anlattım Dokunduğu yere dokunmaya çalışanlar, benim ne kadar şanslı olduğumu söyleyenler arasında ezana kadar birkaç demli çay içtim
Namaz için mescide girdik
Kalabalıktı Safın boş bir yerine çöktüm
Hafif bir rüzgar, dışarıdaki sıcağın aksine serinlik yayıyordu Kokusunu ve sessizliğini unutamıyordum O belirsiz büyü içinde beklemeye başladım
Çıt yoktu
Birden ürpertici bir dalgalanma oldu
Cami avlusunda hızla arasına dalan birinden güvercinlerin kaçışı gibi cemaat ayaklandı
Herkes ayakta ve tazim içinde yine çıt çıkarmaksızın bekledi Birkaç saniye sonra ceylan gibi süzüldü Yine mütebessimdi
Elleri arkasına bağlı, hafif adımlarla yürüdü
Karşıda, mihrabın yanındaki pencereye gitti Sırtı cemaate dönük, halde kısa bir süre dışarı baktı Yavaşça döndü Tam cemaate baktığında, öncekinden daha çok ürpertici bir 'Allaaah!' diye bir çığlık yükseldi, birkaç mürid cezbeyle düştü Gülümsedi
Mihraptaki yerine geçerek tekbir aldı
Ardında kıldığım namazda en çok secdede uzun uzun kalarak ettiğim duayı ve secde yerinden alnıma ve kalbime sızan nuru hatırlıyorum
Namazdan sonra tövbe alındı ve çorba içildi
Demli çayı yudumlarken, çevremden gitgide koptuğumu, onun yüzünü, alnındaki nuru, gözlerindeki ışıltıyı ve omzuma dokunan parmaklarındaki yağmuru gördüğümü hatırlıyorum
Sadık Yalsızuçanların Anka isimli kitabından
Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır deyip duruyor ağbim
Sonra senden bir söz geliyor
Ben bir bülbülüm
Dağın eteğinde evim vardı
Şimdi yüreğim alevli
Yüreğim derin yaralı
Artık türkülerimi nerede söyleyeyim
Ben bu soruların altından nasıl kalkayım
Ben de yaralıyım, benim de evim yıkılmış, köyüm yakılmış, ben de yersiz yurtsuzum, göçmen kuşlar gibiyim
Boynum kesik, kanıyorum sürekli, sana nasıl şifa verebilirim
Ağbime söz anlatmak deveye hendek atlatmaktan güçtür
Devgençliydi gençliğinde, eve Deniz Gezmiş'in, Yılmaz Güney'in posterlerini asmıştı, babamın pikabında Selda Bağcan dinler, kırmızı şarap içerdi
Saldırgan, sinirli, kavgacıydı, her gün bir vukuatı olurdu, babamı bezdirmişti
Askerliği Kıbrıs'ta yaptı, dönüp geldi, iş güç yok, evleneceğim diye tutturdu, sevgilisi Mine'ydi, isteyin yoksa kaçıracağım, dedi
Annem babamı ikna etti, nişanlandı
Kıza tat vermedi tabi, kıskançlıktan Kız Sanat Okulu'ndan ayırdı, eve kapattı, nefes aldırmadı
Nihayet evlendiler
Kış tatilinde memlekete gittiğimde annem, 'oğlum İskenderun'da bir hoca varmış, gidip şuna muska yazdıralım' deyince durumun sandığımdan vahim olduğunu anladım
İlk geceden başlayarak kızı hayvan gibi dövüyormuş
İş güç de olmayınca, herkese saldırıyor, gözü üstünde kaşın var diye girişiyormuş
Annemle gittik, Soğukoluk'a yakın bir köydeki hocaya
Hoca şaman gibi sedire bağdaş kurmuş, şişmanca, çenesinde seyrek ve uzun sakalı olan, gözleri çekik, gözbebekleri kedilerinkine benzeyen, korkunç bir şeydi
Annemle karşısındaki kanepeye oturduk
Hal hatırdan sonra, 'nedir mesele?' diye sordu
Annem uzun uzun anlattı
Arada bana bakıyordu
Annemin konuşması bitince, 'bu delikanlı da oğlun mu?' diye sordu
'Evet', dedi annem
'Bunun alnında bir nur görüyorum' dedi
Annem kıvançla baktı bana
Öyledir yavrum, dedi, bizi hiç üzmedi, namazında abdestindedir
Talebe misin?
Evet
Sana bir muska yazacağım, üzerinde taşıyacaksın, bahtın açılacak, rızkın genişleyecek
Annem, Allah razı olsun, dedi
Sarı, çizgili bir kağıda sabit kalemle benim muskayı yazıp katladı, naylona sardı, anneme uzattı
Sakalını kaşıdı
Sıkıntılı bir sesle,
Senin, dedi, diğer oğlanla, o canavarla işimiz biraz zor Ona iki ayrı şey yazacağım Birini yakıp suya karıştıracaksınız, altı gün sabah öğlen akşam içecek, yedinci gün kalan suyu hamam suyuna katacaksınız, onunla yıkanacak, muskayı da cekedine, devamlı giydiği bir şeyin içine dikeceksiniz
Anneme de sirayet etti sıkıntı Umutsuzlukla çaresizlik karışımı bir sesle, derin derin soluyarak,
İnşallah hocam, dedi, inşallah
Babamdan gizli biriktirdiği paranın tümünü hocaya verdikten sonra çıktık annemle
Tabi hocanın talimatlarını uygulamak kolay olmadı
Ben Hüseyin Rahmi romanlarından yapılmış bir korkukomedi filmi seyretmişim gibi hissederek döndüm Ankara'ya
İki hafta sonra aradığımda, annem bu kez,
Oğlum bir haftasonu gel nolur, büyüden sonra oğlan bu sefer aşırı kılıbık oldu, yengen de yüklü, öyle davranıyor ki, baban utanıyor artık
Tuhaf ama, benim de bahtım açılmış, cep harçlıklarıyla ay sonunu getirmeye çalışırken birden iki vakıftan burs almaya başlamış, bir de maaşı gayet iyi bir yarım günlük iş bulmuştum
Neyse uzatmayayım, yaz tatilinde yıllık iznimi alıp geldiğimde, annemin dediği kadar olduğunu gördüm
İlk çocukları Riyad doğmuştu, eşine karşı o kadar saygılı ve nazikti ki, sofrada ağzına lokma vermeler, en küçük bir sorun olduğunda şefkat ve sabırla davranmalar, doğrusu annemden daha büyük oldu şaşkınlığım
Ama, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır muhabbetinden vazgeçmiyordu
Nihayet ısrarlarına dayanamayıp kabul ettim ve Cuma günü öğleden sonra oniki kişilik bir minübüse yirmi kişi tıkınarak Menzil'e doğru yola çıktık
Ahmed hoca mihmandarımızdı Nurşin'li bir seyyit Hafız ve molla En çok ilgimi çeken Mem u Zin şerhi okumuş olması Risalei Nur'dan da tederrüs etmiş Sekiz çocuk babası, yoksul, Efendimiz'in adı anıldığında ağlayan, çok tatlı bi adam
Kuran, İlahi ve kelimeyi tevhid, hayy ve hu zikirleriyle, sıcaktan bunalarak, bozuk yolların sarsıntısı ve tozu arasında Menzil'e ulaştık
Hamur olmuştuk, suyumuz çıkmıştı
Ahmet hoca'nın imametinde yatsı namazını kılıp kuru esmer ekmeğe katık edilen suyu bol, tadı tuhaf bir çorba içtik, uyuduk
Sabah ezan sesine uyandık Büyükçe bir salonda yerde, kurbanlık koyunlar gibi sıralanmış bir halde idik
imghttp:img169**************img1692019avauser4403in6img
Bir telaş, bir koşuşturmaca
Saf, temiz bir hava vardı dışarıda, su sesleri, hafifçe esen rüzgar, hangi çiçeklerin rayihasını taşıyorsa artıkDikkatimi çeken ve bana en çok uyan, sofilerin tütün tiryakiliği idi Tütün ve demli çay Sabah namazından önce yanına oturduğum sofi, 'insan bir mültecidir ahi' dedi, 'kendi gönlünden başka sığınacak bir yeri yoktur' Bu bir şaka olmalı diye düşündüm Yanımdaki şalvarlı, başında beyaz bir sarık, yüzü traşsız, Gölbaşı tütününden sardığı kalın sigarasını derin derin emen, yüzü dumanın gerisinden güçlükle seçilen adamın aklımdan geçeni okuyup bana Tebrizli Şems gibi, 'Allah'ın sırrı sensin, kalbine sefer et' demesi rüyadan başka bir şey olamazdı
Bir örtü vardı evet, her şeyden gözümüzü perdeleyen örtüler vardı, belki edep bu idi Onlarınki Batıni bir muameleydi, gönülleri gizli şeyleri anlıyordu Namazdan sonra Seyda'nın babasının kabrine gidip çay ocağına döndük Çayın kokusu, tütüne karışmış, ikili üçlü grupların muhabbeti dünyanın ne kadar şenlikli bir yer olduğunu gösterir bir hale bir melale bürünmüştü Bizim grup da bölündü, ağbim ve Ahmet hoca dışında üç sofi daha katıldı bize
Öğleye kadar elHüseyni'nin türbesine gittik, türbenin ardındaki bayırda dolaştık, dönüp çay içtik, sigara sardık Öğle ezanına bir saat vardı Seyda'nın evinin karşısındaki dut ağacının gölgesinde oturuyorduk ki bir hareketlenme oldu Mescidin kapısı açıldı, sakallı, ak sarıklı, siyah cübbeli bir adam, Kürtçe aksanlı Türkçeyle bağırdı : 'Daktilo bilen var mı?' İmamı duymayan cemaat için müezzinin, özellikle Cuma namazlarında tekbirleri tekrarlaması gibi birkaç kişi daha yüksek bir sesle cümleyi yineledi : 'Daktilo kullanmayı bilen var mı?' Tam o anda ağbim kolumdan tuttu sürükledi, 'var var!' Kendimi bir anda, sonradan Seyda'nın halifesi olduğunu öğrendiğim su gibi arı duru adamın yanında, bir koridorda yürürken buldum 'Bir derdim var, bin dermana değişmem' der gibi bir hal bir melal içerisindeydi adam Tam bir teslimiyet içerisinde, arada bana gülümseyerek yürüyordu Koridor bitti, bir kapıdan geçtik, bu kez daha kısa bir koridora girdik, bir kapı daha geçtik, avluya çıktık Zeminine sarı, damarlı taş döşenmiş hayatı da geçerek haznenin kapısına geldik Çaldı, cevap beklemeden açtı, 'gel' dedi Sanki toprak yarıldı, altından deniz göründü, içeri adımımı atınca ayağım suya battı Kırçıl bir Kürt kilimi seriliydi Duvarlar beyazdı, boştu, haznenin kalın duvarlı penceresine oyulmuş izlenimi veren küçük pencereden düşen güneşten mi yoksa başka bir nurdan mı içerisi ışıl ışıldı Tüy gibi hafiflediğimi hatırlıyorum Yerçekimsiz bir uzama girmiş gibiydim Seyda'nın çehresindeki tebessümün, yüzünün doğal hali olduğunu sonradan fark ettim Gözlerinde mavi, kirli sarı karışımı bir renk oynaştı, ardından bir ışıltı belirdi, bir şefkat yağmuruyla yıkandığımı hissettim Bedenim çözülüyordu Hücrelerim birbirinden ayrılıyor, yüküm hafifliyordu 'Otur' diye işaret etti Onun gibi diz üstü çöktüm 'Şöyle gel' dedi, yanına sokuldum Adam küçük bir sehpa getirdi, köşede yerde duran küçük olimpiya daktiloyu üzerine koydu Kapağını açtım Kağıdı taktım Adam diğer yanına oturdu Başı önüne eğik, pul pul dağılan bir sesle, Kürtçe bir şeyler söyledi Halifesi Türkçeye çevirdi ama bunun Kürtçe ile Türkçe arasında kırma bir dil olduğunu söylemek daha doğru olur İlk cümleyi anlamıştım, besmeleydi Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla diye başladım Tuşlara nasıl vurdum, neler yazdım, o dağınık grameri nasıl toparladım hatırlamıyorum Kendimi yanında günahkar, kirli hissettiğim bu iki ırmağa dalmış, onlar beni nereye sürüklerse gidiyor gibiydi İkinci kağıdın yarısına kadar yazdım Bitince halifesi mührünü uzattı, alıp bastı Mektup hacılara hitaben yazılmıştı Onlara çevresinde döndükleri o siyah taşın, gerçekte insanın kalbi olduğunu Sağdan sola döndüklerini, zikrin de kalbe bükülerek yapıldığını, böylece insanın kendisindeki ilahi merkezin çevresinde tavaf ettiğini, tavaf ın, hareket halinde kılınan bir namaz olduğunu, namazda insanın şeytanın etkisinden uzak bulunduğunu, o halde edilen duaların geri çevrilmeyeceğini, dünyadaki bütün mazlumlar için yakarmalarını öğütlüyordu Adam mektubu aldı, daktilo ve sehpayı yerine koydu, çıktı Çıkınca sessizlik oldu Deniz durgunlaştı Dalgalar çekildi Deniz cam gibiydi Dibindeki balıklar, yosunlar görünüyordu Başımı iyice öne eğmiştim Sanki bana bakıyordu Kendimi daha hafiflemiş hissediyordum Yıkandığımda bedenim nasıl rahatlıyor, bir rehavet ve uyku hali, bir hafiflik duygusu oluyorsa, şimdi de böyleydi Koyu bir sessizlik Çıt yok Bir ormandayım sanki Bir bulutun içine girmişim Mavi ve beyazBaşımı bir el çevirir gibi çekinerek ve utanarak döndüm baktım O da bana baktı Yine gülümsüyordu Gözleriyle bedenimi yıkıyor, temizliyor ve kalbinden bir bağ atarak kendine bağlıyordu Sanki Şah Hatayi gibi, 'bir nefescik söyleyeyimdinlemezsen neyleyeyimdiyordu Benimkisi bir nefesİster dinle ister dinleme Seni zorlamıyorum Madem denizi gördün, ormana girdin, içine bir ateş düştü, sen bilirsin Göğsümün yarıldığını, içine eliyle dokunarak bir şey yazdığını, ona içindeki gayrı dağıtarak bir yumruk vurduğunu hissettim Tekrar başımı öne eğdim ve yavaş yavaş küçülerek yok olduğumu gördüm Sanki canım tenimden ayrılmış, bedenime dışarıdan bakıyordu Kaybolmuştum Bir sırrın içine girmiş, orada çiğ tanesine dönmüştüm O sessiz belirsizliğin içinde ne kadar kaldım hatırlamıyorum Neden sonra omzuma dokunan parmaklarındaki şefkatle irkildim Gülümseyerek baktı ve fısıltı halinde birkaç cümle döküldü dudaklarından Dua gibiydi Şimdi küçülen bedenim yine buluta girer gibi avcundaydı Varlığımı kavramıştı Durgun bir nokta gibiydim Sabit, hareketsiz, bir daireye yerleşmişKapı açıldı, halifesi girdi 'Hadi' dedi Döndüm doğrulurken elini öpmeye çalıştım, çekti, başımı okşadı gülümsedi Odadan çıktık
Denizden çıkar gibi çıktık Varlıktan ayrılmış tekrar dönmüştüm Koridor bergaz gibiydi Kapıya yaklaştık, dışarıda günlük güneşlik sesler geliyordu
Ağbim ve sofiler beni görünce saldırır gibi sorular sormaya, beni çekiştirmeye başladılar
'Çay içmek istiyorum' dedim Çay ocağına yürürken içerde olup biteni anlattım Dokunduğu yere dokunmaya çalışanlar, benim ne kadar şanslı olduğumu söyleyenler arasında ezana kadar birkaç demli çay içtim
Namaz için mescide girdik
Kalabalıktı Safın boş bir yerine çöktüm
Hafif bir rüzgar, dışarıdaki sıcağın aksine serinlik yayıyordu Kokusunu ve sessizliğini unutamıyordum O belirsiz büyü içinde beklemeye başladım
Çıt yoktu
Birden ürpertici bir dalgalanma oldu
Cami avlusunda hızla arasına dalan birinden güvercinlerin kaçışı gibi cemaat ayaklandı
Herkes ayakta ve tazim içinde yine çıt çıkarmaksızın bekledi Birkaç saniye sonra ceylan gibi süzüldü Yine mütebessimdi
Elleri arkasına bağlı, hafif adımlarla yürüdü
Karşıda, mihrabın yanındaki pencereye gitti Sırtı cemaate dönük, halde kısa bir süre dışarı baktı Yavaşça döndü Tam cemaate baktığında, öncekinden daha çok ürpertici bir 'Allaaah!' diye bir çığlık yükseldi, birkaç mürid cezbeyle düştü Gülümsedi
Mihraptaki yerine geçerek tekbir aldı
Ardında kıldığım namazda en çok secdede uzun uzun kalarak ettiğim duayı ve secde yerinden alnıma ve kalbime sızan nuru hatırlıyorum
Namazdan sonra tövbe alındı ve çorba içildi
Demli çayı yudumlarken, çevremden gitgide koptuğumu, onun yüzünü, alnındaki nuru, gözlerindeki ışıltıyı ve omzuma dokunan parmaklarındaki yağmuru gördüğümü hatırlıyorum
Sadık Yalsızuçanların Anka isimli kitabından