Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Sığ Görünen Deryalar

Sığ Görünen Deryalar

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Soru: Bir hadisi şerifte, Hak katında mahbub kulların özellikleri sayılırken, onların gizli enginliklere sahip oldukları da nazara veriliyor Sohbetlerde de çoğu zaman sığ görünüp derin olmak gerektiği üzerinde duruluyor Gizli enginliklere sahip olma ama sığ görünme faziletinin esasları nelerdir?

Cevap: Rasûlü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) “İnnallahe yuhibbu’labde’ttekıyye’lganiyye’lhafiyye1 buyurarak, Mevlâyı Müteâl tarafından sevilen kulların üç önemli vasfını zikretmiş; “Allah takvâ ile serfiraz, masivâdan müstağnî ve gizli enginlikleri bulunan kulları sever mealindeki bu beyanıyla “takvâ, “istiğnâ ve “iç derinliğine sahip olma özelliklerine dikkat çekmiştir

Hayır Kapılarının Sırlı Anahtarı: Takvâ

Bilindiği üzere; takvâ kelimesi, gayet iyi korunma ve sakınma demek olan vikâye kökünden gelmektedir Takvâ, kısaca “Allah’ın emirlerine itaat edip, yasaklarından kaçınmak suretiyle O’nun azabından korunma cehdi şeklinde tarif edilmiştir

Tam ihlasa ermek için her çeşit şirk şâibesinden sakınmak gerektiği gibi, kâmil takvâyı elde edebilmek için de şüpheli şeylerden de bütün bütün kaçınmak icap eder Nitekim, “Bir kul, sakıncalı şeylere girme endişesiyle bir kısım sakıncası olmayan şeyleri de terk etmedikçe gerçek takvâya ulaşamaz! mealindeki hadisi şerif gibi pek çok beyânı nebevî “sağâir dediğimiz küçük günahlardan da kaçınmayı ve Kur’ân’ın “lemem dediği şeylere karşı da titiz olmayı ihtar etmektedir Bu açıdan, takvâyı tâmm, ancak küçük günahlardan ve şüpheli şeylerden de sakınmakla elde edilebilir

Ne var ki, değişik vesilelerle dile getirdiğim gibi, dinin emir ve yasaklarına tam riayet etme şartlarının alabildiğine ağırlaştığı ve dolayısıyla hakiki takvâya ulaşmanın çok zorlaştığı günümüzde, herkesi kâmil takvâya zorlamak dinin özündeki “teysir (kolaylaştırma) prensibine terstir Hizmet dairesinin çok genişlediği ve dinî hassasiyetleri gözeten insanların hayatın hemen her sahasında yer aldığı bir dönemde, umum halka takvânın en üst mertebesini teklif etmek, onu altından kalkılmaz bir yük olarak göstermek demektir Çünkü, böyle bir teklif, inzivaya kapanmayı, sokağa çıkmamayı, eli ayağı, dili dudağı, gözü kulağı günaha bulaştırmamayı, farzların ötesinde nafilelerde bile kusur etmeyecek şekilde kendini ibadete vermeyi ve sakıncalı bir iş yapmış olmamak için şüpheli şeylerden de uzak durmayı gerektirecektir Nihayet, bu seviyede bir takvâyı temsil etmek, günümüzün şartları içinde çoklarına imkansız gibi gelecektir; dolayısıyla, meseleyi herkes için o çizgide ele almak dinin “teysir ilkesiyle çelişecektir

Binaenaleyh, bugün takvâ, “farzları titizlikle yerine getirme ve büyük günahlardan kaçınma tarifiyle ortaya konarak onun zarûrî ve câmi’ iki esası nazara verilmeli; takvâ dairesi bu denli geniş tutularak, hiçbir mü’minin dışarda kalmaması sağlanmalı; bilâhire insanlar daha üst mertebelere ulaşma ümidiyle şahlandırılmalı ve herkesin iradî olarak adım adım kâmil takvâya doğru yürümesi temin edilmelidir

Evet, Allah’ın sevgisine mazhar kulların ilk özellikleri takvâ dairesine girmiş olmalarıdır Zira, takvâya sığınmadan Kur’ân’ı anlamak ve ondan gereğince istifade etmek mümkün değildir Daha Bakara suresinin ilk ayetlerinden itibaren nazara verildiği üzere, Kur’ân, kapısını ancak müttakîlere aralar, o herkesten önce ehli takvâ için bir hidayet kaynağıdır; zaten takvâya da yalnız Kur’ân yörüngesinde yürümekle ulaşılır Müttakîler, hem Kur’an ayetleriyle nefes alıp vererek kalbî ve ruhî hayat adına daima canlı kalırlar; hem de Beyanı İlahînin ışığı altında âyâtı tekvîniyeyi sürekli tetkik ve tefekkür ederek Allah’ın (celle celâluhû) kâinatta câri sünnetine (kanunlarına) muvafık davranırlar Böylece, takvâ sayesinde, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan kurtulmuş, “a’lâyı illiyyîn yolunu tutmuş ve bütün hayırların, bereketlerin kaynağını bulmuş olurlar

İstiğnâ Ruhu ve Beklentisizler

Hususiyle kendini iman ve Kur’an hizmetine adamış bahtiyar ruhlar için, takvâdan sonraki en önemli vasıf istiğnâdır Hadisi şerifteki, “ganî kelimesi, “Allah’ın verdiği nimetlere kanaat ettiğinden kat’iyen başkasının eline bakmayan, hep müstağnî davranan, gönlü zengin, beklentisiz demektir ve istiğnâya işaret etmektedir

İstiğnâ, peygamberlik mesleğinin şiarıdır Bütün peygamberler, peygamberlik vazifesini eksiksiz yapacaklarına ve bunun karşılığında hiçbir dünyevî ücret almayacaklarına söz vermişlerdir Kur'ânı Hakîm, onların, kendi ümmetlerine ağız birliği etmişçesine “Ben sizden ücret beklemiyorum ki! Benim mükâfâtım ancak Allah nezdindedir (Yunus, 1072) dediklerini anlatmaktadır Hakikaten onlar, peygamberlik vazifei kudsiyesinin dünyaya alet edildiği töhmetine meydan vermemek için hayatları boyunca istiğnâya bağlı kalmış ve bu müstağnî halleriyle sonraki nesiller arasında neşri hakkı kendilerine vazife edinenlere hüsnü misal olmuşlardır

Yâsîn suresinde anlatılan kahraman (Habibi Neccar) da “Yaptıkları tebliğ karşılığında sizden bir ücret istemeyen, hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun (Yâsîn, 3621) demek suretiyle, yine irşad erlerinin aynı vasfına dikkat çekmiştir Habibi Neccar, arkasında yürünecek rehberlerin en önemli iki vasfını nazara verirken, onların hizmetlerine mukabil hiçbir ücretmenfaat beklemediklerini ve herkesten önce kendilerinin dosdoğru yolda yürüdüklerini belirtmiştir ki, doğrusu, bu iki sıfatı üzerinde taşımayan kimselerin başkalarına hidayet yolunu göstermeleri hiç mümkün değildir

Nur Müellifi, iman ve Kur’an hizmetine gönül vermiş insanlar için istiğnânın çok önemli bir rükün olduğunu vurgulamaktadır Meseleye dini dünyaya alet etme töhmeti açısından da yaklaşarak, ehli dalâletin, “İlmi ve dini kendilerine medarı maişet yapıyorlar deyip ehli ilme insafsızcasına saldırdıklarını ve dolayısıyla onları fiilen tekzip etmek gerektiğini belirtmektedir

Aslında bugün de bazı kimseler aynı hastalığa müpteladır ve onların yüzünden bütün müslümanlar karalanmaktadır Kur’an okuma üzerinden gırtlak ağalığı yapanlar, ruhsuz bağırıpçağırmaları dua yerine koyanlar ve bir kısım soğuk merasimlerle dini folklorlaştıranlar ma'şeri vicdanda müsbet bir tesir uyaramadıkları gibi İslam’ın güzel çehresini de karartmaktadırlar Niyetleri dünyevî menfaatler olduğu müddetçe gönüllere nüfuz edemeyeceklerini anlayamamakta ya da ücret beklentisi içinde bulunduklarından dolayı başka ulvî gayeleri hiç düşünememektedirler

Oysa, sözün tesir etmesi, sesin gür ve güzel oluşuna, nağmenin zahiren iç yakışına değil, Cenâbı Allah'ın meşietine bağlıdır Allah Teâlâ, sözün tesirini, büyük bir ölçüde, söyleyenin hasbîliğine, diğergamlığına ve yaptığı irşad vazifesi karşılığında hiçbir ücret beklememesine bağlamıştır Çoğu zaman, bir köşeyi veya bir kürsüyü tutmuş, sadece dine hizmet için yaşayan samimi, hasbî ve diğergam bir insan, cılız bir sesle, pek de parlak görünmeyen bazı şeyler anlatır; fakat, ma'şeri vicdanda büyük bir tesir bırakır Çünkü, o müstağnî bir insandır ve muradı da Allah’tır

Bu itibarla, Kur’an talebeleri, davayı nübüvvetin birer temsilcisi olarak Peygamberlerin istiğnâ yolunu takip etmeli ve daha baştan “Benim mükâfâtım ancak Allah nezdindedir diyerek iman hizmeti adına yapıp ettiklerine karşılık asla dünyevî bir ecir beklememelidirler Köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, hatta ülke ülke dolaşırken, hemen her yerde i’layı kelimetullah hesabına bir nağme tuttururken, vaaz, sohbet ve nasihat ederken ya da bir insana tek hakikatı anlatırken çok hasbî olmalı ve asla dünyevî bir karşılık ummamalı, almamalıdırlar Dünyanın mal ü menâline meyil göstermemeli, neşri hak vazifesine mukabil kimseden bir ücret istememeli; ancak kifafı nefs edecek kadar bir iaşe bulurlarsa onunla geçinmeli ve hep istiğnâ içinde hareket etmelidirler

Telbis Yolu

İşte, bu ölçüde bir takvâ ve istiğnâ, Cenâbı Hak tarafından sevilmenin iki önemli vesilesidir Fakat, hadisi şerifte bu iki mübarek vesileye derinlik katıp mahbubiyet yolunu bütün bütün açacak olan üçüncü bir husus zikredilmektedir En az ilk ikisi kadar ehemmiyetli olan bu vasıf, insanın iç derinliğine, gönül zenginliğine, ruh enginliğine sahip olması ve bunu bir sır gibi başkalarından saklamasıdır Evet, bazı şeylerin gizli kalması matluptur; bunların başında da insanın iç derinliği ve şahsî faziletleri gelir; samimi bir kulun, mazhar olduğu hususî ihsanları mahfî tutması ve her fırsatta kendi faziletlerini sayıp dökmekten kaçınması gerekir

Müttakî ve müstağnî kulların Hazreti Mevlâ ile bambaşka bir münasebetleri vardır; onlar, zaman zaman kendi nefislerinden dahi kıskanacakları aydınlık vakitlere ve sürpriz, eşsiz ilahî lütuflara mazhar olurlar Ne var ki, Hak Dostları, Allah Teâlâ’nın ihsan buyurduğu nurlu dakikaları ve o münevver zaman dilimlerinde lutfettiği ikramları, keşf ü kerametleri hep gizlemeye çalışırlar Cenâbı Hakk’ın hususî teveccühlerinin ve o teveccühlerin değişik ikramlar şeklindeki tezahürlerinin saklı kalmasına çok dikkat eder ve bunları kimseyle paylaşmak istemezler O’ndan gelen hususî ihsanların gizli birer armağan olduğunu düşünür ve bir sır gibi sadece Veren ile verilen arasında kalması gerektiğine inanırlar Dolayısıyla, mazhar oldukları o fevkalâde hallerden kimseyi haberdâr etmemeye gayret gösterirler; yalana girmemeye ve insanları aldatmamaya da dikkat ederek, halk nazarında âhâdı nastan bir insan olarak bilinmek için olabildiğine sığ görünürler Tasavvuf’ta, kendi iç derinliğini gizleyip insanlardan herhangi bir insan gibi görünmek için çaba sarfetmeye “telbîs denilegelmiştir

Olgun bir telbîs insanının ana hedefi, her şeyde kendini nefy ü inkâr ve Hakk’ı izhardır O, iç derinliğini ve muhteva zenginliğini ağyara hissettirmeme ve sürekli kendini sıfırlama peşindedir Dolayısıyla, iddia ve iddia işmam eden söz ve davranışlardan her zaman uzaktır; öyle ki, üzerinde beliren hususiyetlere mazhariyet demekten dahi kaçınır O, bir yandan, harika yanlarını asla kendine mal etmez ve mazharı göründüğü esrârın gerçek sahibi olduğu hissini uyarmaz; diğer taraftan da, melâmet mülahazasına bağlı yaşayan bazı kimselerin şahıslarında İslâm’ın ta’n ve teşnîye uğradığını göz önünde bulundurur ve aynı hataya kapı aralamaz Öyle ustaca manevralarda bulunur ki, hem kendini sığ gösterir hem de İslam’a ve müslümanlara laf getirmez

Kendini Sıfırlama ve Melâmet Mülahazası

Tarih boyunca, her türlü gösterişten ve dünya kaygısından uzak kalmayı benimseyip giyimkuşam, yemeiçme, tavır ve davranış açısından farklılıklar sergileyen ve gerçek konumundan çok daha dûn görünen kimseler olmuştur ki bunlara genel olarak “melâmî adı verilmiştir Hakiki mertebelerini sezdirmemek için toplum içinde sıradan birer insan gibi davranıp kendilerini belli etmeden yaşamaya çalışan melâmîler, Allah'la münasebetlerinin tezahürü olan hallerini halktan gizlemeye gayret etmiş; bunun için de, insanlara yalnız kötü taraflarını göstererek çevrede kusurlu kimseler olarak bilinip ayıplanmaya ve kınanmaya razı olmuşlardır

Bazı melâmîler, kimi zaman çok hırpânî elbiselere bürünmüş, bir dilenci edasıyla sokaklarda dolaşmış, bazen de zühd ve vera anlayışından bütün bütün nasipsiz kimselermiş gibi bir tavır sergileyerek en gösterişli kaftanlar giymişlerdir; fakat, her zaman sıradan insanlarmış, hatta ehli dünyaymış gibi görünmeyi tercih etmişler ve kendilerini saklamaya çalışmışlardır Dahası, bazıları bu mevzuda ifrata girerek, ara sıra meyhaneye bile uğramış; orada dilinedudağına bir yudum haram bulaştırmamış ama halkın sandığı kadar salih bir kul olmadığı intibaını uyarmak için bu yolu da denemişlerdir Onlar, ehlullahtan biri olarak bilinmeyi ve parmakla gösterilmeyi kendi haklarında felaket saymış; insanların nazarında zavallı bir adam olmak gerektiğine inanarak, “dini disiplinlere karşı lâkayt, ciddiyetsiz, yüzer gezer bir adam şeklinde tanınmayı yeğlemişlerdir

Ne var ki, günümüzde kendini sıfırlamak, halk nezdinde büyük bilinmekten kaçmak ve düz bir insan gibi görünmek için böyle ifratkâr bir metoda sarılmayı tasvip etmek mümkün değildir Çünkü, bugün her müslümanın dini temsil etme ve hem diğer mü’minlere hem de farklı inanç ve felsefelerin tâbilerine örnek olma vazifesi vardır Dolayısıyla, gizli enginliklere sahip bir insan olma meselesinde de dengeyi gözetmek gerekmektedir Hâlis mü’min, kendini ifade etmekten kaçınmalı, her fırsatta şahsî faziletlerini anlatmamalı, ticaret metaını bir vitrinde sergiliyor gibi kendine ait değerleri sık sık ortaya dökme bayağılığından uzak durmalı ve her zaman düz bir insan görünümünde olmalıdır; fakat, bunu yaparken, aynı zamanda İslam’a ve bir uzvu olduğu şahsı maneviye laf getirmemeye de azamî çaba harcamalıdır

Şahsı Manevînin Haysiyeti

Evet, töhmete sebebiyet verebilecek hususları, hususiyle de günümüzde tasvip etmek kat’iyen mümkün değildir Çünkü, bugün ferdîlikten ziyade şahsı manevi ve heyeti İslamiye söz konusudur Her müslümanın tavır ve davranışının şahsı maneviye ve İslam’a mal edilmesi mevzubahistir Bundan dolayı, çok önemli bulduğum dualardan biri de, “Allahım bizim tavır ve davranışlarımızdan dolayı Müslüman kardeşlerimizi yere baktırma, bizim hatalarımızla onları mahcup etme! yakarışıdır Her mü’min bu duayı günde bin defa tekrar etse, içinde bulunduğumuz şartlar göz önünde bulundurulunca yine de az sayılır Zira, şimdilerde tek ferdin yakışıksız bir hareketi bütün inananlara kredi kaybettirebilmektedir Tutarsız davranışlar sergileyen bir insan, bütün müslümanları zan altında bırakmaktadır Onun haline bakan kimseler, genellemelere gitmekte ve “Şayet, İslam bir şey ifade etseydi, bunların tavırlarında bir istikamet ve mütemadîlik olurdu; oysa bunlar hep böyle zikzaklar çiziyorlar demektedirler Dolayısıyla, inanan insanlara has vakar ve ciddiyet içinde bulunmayan ve Necip Fazıl’ın ifadesiyle, zıp orada zıp burada gezinen kimseler, çevrelerine güven telkin edemedikleri gibi müslümanların inandırıcılığına da zarar vermektedirler

Bu açıdan, günümüzde “İttekû mevâdia’ttühem – Sizi zan altında bırakacak yerlerden uzak durun, töhmet noktalarında bulunmaktan sakının mealindeki hadisi şerife bağlı hareket etmek eskiye nisbeten daha da hayatî bir ehemmiyeti haizdir Evet, töhmet ve sûi zanna sebep olacak pespaye davranışlardan kaçınmak gerektiği gibi, töhmet fiillerinin cereyan edebileceği yerlerden, onlara götüren duyguları tetikleyebilecek mekanlardan ve bir lokma, bir kelime, bir dinleme ve bir tecessüsle insanı özünden uzaklaştırabilecek kaygan zeminlerden de elden geldiğince uzak durmaya çalışmak lazımdır İslam’ın aydın simasına kara çalmaya hiç kimsenin hakkı yoktur Bu itibarla da, “Kendimi sıfırlayayım, sığ görüneyim, hafî olayım! derken, İslam’ın ve müslümanların yanlış anlaşılmasına ve ayıplanmasına sebebiyet verebilecek hal ve tavırlara girmemeye de özen gösterilmelidir

Her meselede ümmetine nümunei imtisal olan Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in hayatı boyunca tenkit edilebilir hiçbir tavır ve davranışı olmamıştır O, hem peygamberliğinden evvel hem de risaletle tavzif edildikten sonra “Keşke şunu yapmasaydı! dedirtecek bir harekette bulunmamış ve sorgulanacak bir tavır ortaya koymamıştır Peygamberlik gelmeden önce, hatta risalet döneminin yarısı geçtikten sonra bile henüz dinî emirlerin ve İslam ahlakının esaslarının tamamı ortada yoktur; dolayısıyla dinî kurallar tamamen vaz’ edilmemiştir ki, İnsanlığın İfthar Tablosu İslamî kaideler çerçevesinde yaşasın ve dinî esasların rehberliğinde nümunei imtisal bir insan olsun Fakat, mübarek hayatının ilk döneminden başlamak üzere, O hep genel insanî değerler çizgisinde hareket etmiş; Hazreti Üstad’ın yaklaşımıyla, kendisine vahiy gelene kadar Hazreti İbrahim’in çok perdeler arkasında kalmış bakiyyeyi diniyle amel etmek suretiyle mükemmel bir hanîf olarak yaşamıştır Sonra da, Allah Teâlâ, o hanîflik üzerine habîblik hakikatini yüklemiş ve Rasûlü Ekrem’i bütün insanlığa rehber kılmıştır

Evet, O’nun hayatının hiçbir dönemindeki hiçbir hal, tavır ve davranışını tenkit etmek mümkün değildir Bu açıdan, gizli derinlikli bir insan olmanın çerçevesi de ancak Rehberi Ekmel (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz’in örnek hayatına göre belirlenebilir O, hakperest ve mütevazı tabiatına uygun olarak ve bazen de başkalarını kıskandırmama maksadıyla gerektiğinde hemen tavrını ortaya koymuş, tevazu ve mahviyet içinde iki büklüm olmuştur; fakat, Fazilet Güneşi, daha sonra ümmetini mahcup edebilecek hiçbir davranışta bulunmamıştır

Bu itibarla, günümüzün irşad erleri, bir taraftan hafî olmaya çalışırken, diğer yandan da Müslümanlığın yüz karası sayılabilecek tavır ve davranışlardan sakınmalıdırlar Evet, onlar, Mevlâyı Müteâl ile baş başa kaldıklarında derinlikleri ihata edilemeyen birer ârif u âbid olmalı, dışarıda ise düz bir insan tavrı sergilemelidirler; ne var ki, mensup oldukları şahsı manevinin haysiyet ve şerefi adına fevkalâde hassas davranmayı ve sûizanna vesile olabilecek bayağılıklardan fersah fersah uzak durmayı da ihmal etmemelidirler

Ateş Böceği Görünümlü Yıldızlar

Ayrıca, iyi bir mü’min, içte ve Rabbi ile münasebetinde olabildiğine derin, fakat dış görünüşü itibarıyla mukassî olmak suretiyle hasımlarının kin, nefret ve gayz duygularıyla homurdanmalarına, dostlarının da hased hisleriyle oturup kalkmalarına mani olabilir Haddizatında, derin olup sığ görünmek mü’minlik emaresi olduğu gibi, sathiliğine rağmen gizli enginliklere sahipmiş gibi davranmak da bir nifak alâmetidir

Halkın nazarında nice şişirilmiş insanlar vardır ki, onların Hak nezdinde sinek kanadı kadar dahi kıymetleri yoktur Aksine, hadisi şerifin ifadesiyle, “Nice saçıbaşı dağınık, kapı kapı kovulan ve asla önemsenmeyen kimseler de vardır ki, herhangi bir hususla alâkalı Allah’a yemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz İşte, asıl talihliler, “Dışıyla mukassi, içiyle muallâ; fevvâre değil, girdap gibi muammâ olan bu müberrâ gönüllerdir

Pek çok meselede olduğu gibi, gizli enginliklere sahip olup sığ görünme fazileti de ancak başlangıçta iradenin hakkını vermek suretiyle zamanla elde edilebilir Aslında, insan sadece sığ görünmemeli, her zaman kendisini gerçekten sığ kabul etmelidir Mesela, bir Kur’an talebesi sürekli şu duygularla dolu bulunabilir: “Yetiştiğim ortam itibarıyla, ben daha ciddi bir insan olabilirdim Cenâbı Allah, mütedeyyin bir aile, dindar bir annebaba nasip etti; çevremde birbirinden kıymetli büyüklerim vardı Ehlullah’tan olduklarına inandığım Hak dostlarının öteler televvünlü atmosferlerine defaatle girip çıktım İyi bir mü’min olabilmem için lazım gelen bütün imkanlar mevcuttu; öyle ki, imkanların bu denli bol olduğu bir ortamda bir merkûp bile insan olabilirdi Heyhat, ben yakalamam gereken mertebeye bir türlü ulaşamadım Şayet, Cenâbı Hakk’ın sağanak sağanak başımdan boşalan lütuflarını değerlendirebilseydim, daha seviyeli bir insan olarak yetişebilirdim; başımı kaldırdığım zaman İsrafil’in azametli heykelini müşahede edebilirdim, secdeye kapandığımda Arşı ilahiye değecekmiş gibi olabilirdim Oysa ki, bunların hiçbiri bende yok, dahası manaya karşı kapalı gibi bir halim var Demek ki, onca imkanı heder etmişim; dolayısıyla ben sadece bir sıfırım

İşte, her zaman bu düşüncelerle meşbu bulunan bir Kur’an talebesi, zamanla nefsini bir sıfır olduğuna gerçekten inandırır Kendisine telkin ede ede mahviyet ve tevazuyu tabiatının bir derinliği haline getirir O, ne kadar derin olursa olsun, artık kendisini hep sığlardan sığ bilir İşin bidayetinde iradî olarak nefsini sorgular; fakat, bu mülahazalar zamanla onun tabiatının bir parçası oluverir ve başlangıçtaki iradîlik müntehada tabiîliğe inkılap eder

Hâsılı; Allah’ın sevgisine mazhar olan bahtiyar ruhlar, takvâ ile serfiraz ve masivâdan müstağnî olmanın yanı sıra, “İnsanlar içinde insanlardan bir insan ol! düsturunu da gönlüne yerleştiren ve gizli enginlikleri bulunmasına rağmen olabildiğine mukassî görünen insanlardır Onlar, vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında iç dünyaları itibarıyla derinlerden derindirler; fakat, kendilerini aşmışlığın ifadesi olarak da her zaman halkın arasında onlardan bir fert ve aktif bir hizmet eridirler Allah’la münasebetlerini iradî olarak gizlemeye çalışır; ilâhî tecellî ve vâridleri setredilmesi gereken birer namus gibi korurlar Gayrı ihtiyari ortaya çıkan fevkalâde hallerini de değişik tevriyelerle âdeta çarpıtır ve birer yıldız oldukları halde ateş böceği gibi görünürler Arz u semâda seçkin ruhlar pâyesiyle alkışlanırken dahi ciddî bir melâmet ruhuyla kendilerini sıfırlamasını bilirler Hatta onların arasında öyle kahramanlar vardır ki, otururkalkar Rabbi Rahîm’i anar, benliklerini bütün bütün unutur ve kendilerine karşı yabancı yaşarlar iyiliklerini insanlardan saklamanın da ötesinde kendi kendilerinden de saklama mülâhazalarıyla dolar ve vicdanlarında sürekli araya girmelerin ızdırabını duyarlar işte, bunlardır Hakk’ın mahbubu kullar


1 ????? ???? ??????? ????????? ?????????? ?????????? ???????????
 
858,468Konular
981,196Mesajlar
29,543Kullanıcılar
samuray72Son üye
Üst Alt