iltasyazilim
FD Üye
Skolastik Felsefenin Kurucusu
Augustinus'un Tanrısal Devlet'inin muhakkak bir tarihsel nedenden, yani Roma'nın Gotlar göre ele geçirilmesi üstüne yazıldığını vurgulamıştık Bu eserin yazılması, Avrupa kıtasındaki kavimlerin büyük bir göçe giriştikleri ve sonunda Roma'nın yıkıldığı bir döneme rastlar Avrupa'nın genç kavimlerinin bu göç hareketi, bundan daha biriki asır önce başlamıştı
Kuzeyden Güneye içten Cermenler ve Doğudan Batıya içten da Slavlar hareket halindeydi Kendini çeşitli yönlerden sıkıştıran bu genç kavimlere aleyhinde Roma kendini savunmak zorunda kaldı Buna paralel olarak Roma'nın dahası bu kavimler tarafından doğru içe vuruluyordu
Özellikle merkez kentlerde nüfusun çok azalması yüzünden, Roma bu genç kavimlerden ücretli askerler edinmeye başlamıştı neticede İmparatorluğu dışarıdan ve doğru sıkıştıran bu kavimler Roma kentini de ele geçirdiler
Bu Nedenle Augustinus'tan az bir zaman sonra Batı Roma devleti çöktü Enkazı üstünde farklı alanlara yönlendirilmiş Cermen devletleri kuruldu Buna aleyhinde Doğu Roma devleti daha bin sene yaşayan, lakin o da Doğudan gelen kavimlerin, bilhassa Türklerin zorlaması ile önce gizli bir alana sıkıştırılmış ve sonunda ortadan kalkmıştır
Kavimler GöçüBatıda kültürün büyük ölçüde tahribineniçin olmuştur Bu göç hareketi ve bunun yarattığı savaşlar yüzünden Antik edebiyatın büyük bir kısmı değil olmuştur Geriye küçük ve zayıf bir servet kalabilmiştir Ortaçağın birincil döneminde felsefî edebiyat namına Batının elinde ancak Eflâtun'un Timaios diyalogu ve Aristo'nun birkaç eseri bulunuyordu Bunlara bir de Yeni Eflâtunculuk etkisi altında yazılmış Kilise Babaları'nın eserlerini ekleyebiliriz
Ortaçağın ilk döneminde hâkim olan felsefe, Yeni Eflâtuncu renk içeren bir Hıristiyan felsefesidir Ortaçağ felsefesi İlkçağ felsefesinden özellikle bir noktada ayrılır Ortaçağa has olan felsefeye Skolastikdenir Skolastik, mektep; medrese bilimianlamına kazanç (latince schola okul); çünkü bu dönemin felsefesi gerçeği aramaktan çok, okul ve medresede öğretilenbilgilerden ibaretti
Ortaçağ medresesinde yani manastır okullarında yedi serbest sanatdenilen şu dersler okutuluyordu: Dilbilgisi, gökbilim, müzik, hitabet, dialektik (mantık), aritmetik, geometri Bu öğretimin tacını da, doğal olarak ilahiyat (teoloji) oluşturuyordu Bir defa daha vurgularsak: Skolastiğin amacı araştırma yok, eğitim ve öğretimdir
Derhal tüm Ortaçağ felsefesinin skolastik, yani bir mektep sistemiolduğunu söyleyebiliriz Bunun için Ortaçağ filozofları kendilerini inceden inceye araştıran yok, öğretmen sayar Çünkü Ortaçağ filozofları gerçeğe; zaten, sahip olduklarına inanıyorlardı Bunun için de ayrıca gerçeği aramaya lüzum görmüyorlardı
Onlara göre reel gerçekten dinin dogmalarında belirlenmiştir Yapılacak tek şey, bu dogmaları bir sistemhalinde sıralamak, yani aklın kavrayabileceği bir duruma getirmektir Sistemleştirilen dogmalar, daha sonra okulda gençlere bilgiolarak tıpkı aktarılır Batıda, bilhassa Lâtin Avrupa'da, felsefe eğitimi medreselerde yapılırdı Hocalar da rahiplerdi Ortaçağ felsefesinin karakteristik özelliği, skolastik oluşudur
Ama İlkçağda, birbirleriyle uğraşan dağıtılmış ve değişik sayıdaakımlar vardı İlkçağ felsefesi bize fikir sistemlerinin zengin bir çeşitlemesini sunar: Materyalizm, idealizm, septisizm, dogmatizm gibi birbirlerine karşısında akımların Antik dönemde ortaya çıkarak alt yandan yaşadıklarını görüyoruz
Ortaçağda bu çeşitlenme bundan böyle kaybolmuştur Skolastik, Ortaçağ felsefelerinin hemen hepsinin esas karakterini oluşturur Sonra; İlkçağ filozofları, fikir yapıtlarının yapıcılarıolarak anlaşılıyordu Buna rağmen Ortaçağ filozofları kendilerini benzer sistem üzerinde birlikte çalışandüşünürler olarak algılarlar
Bu sistemin işlemesinde, herkesin kendine tarafından, minik veya büyük bir payı vardır Ortaçağ düşünürleri için karakteristik eserler, dağıtılmış alanlara ait bilgileri bir araya toplayan summalar (özetler)dır Çünkü Ortaçağa göre herhangi bir alana ait bilgiler zaten Kilisenin dogmalarında toplanmıştır bu nedenle üzerinde ağız dalaşı yapılarak, çözümlenmesi gereken bir sorun bulunmuyordu
Ortaçağ filozoflarının üstünde anlaşamadıkları tekbir sorun vardı: Bu da, Antik dönemden miras kalmış olan tümeller sorunuydu Tümel kavramların realitesi konusu, tartışmaların kaynağını oluşturmuştur Bu sorun Eflâtun'dan bu yandan süregelmiştir
Eflâtun'un tümel kavramları hakiki birer varlık olarak benimsediğini biliyoruz Bu kavram realizminin bütün karşıtı ise nominalizmdir Nominalizme tarafından, Eflâtun'un kendilerine realite eklediği tümel kavramlar, birbirine benzeşen varlıklara bizim verdiğimiz isimlerden oluşurlar Tümel kavramlar insanın bilincinde oluşmuş olup keza bir varlığa sahip değildir
Aristo ise, Eflâtun'un kavram realizmi ile bunun bütün karşıtı olan nominalizmin aralarında bir davranış almıştır Ona göre de tümel kavramların bir realitesi vardır, fakat bu gerçeklik bireylerin kendisinde bulunur, bireylerin dıştan kavramlar keza var olmaz Aristo da, Eflâtun gibi, insanın kendiliğinden var oluşunu kabul eder, bu, insanın kendisinde bulunan bir şeydir
İlkçağda var olan bu üç bambaşka görüşe, yani kavram realizmi, nominalizm ve Aristoculuğa, Ortaçağda tekrar rastlarız o kadar fakat, Ortaçağda ciddi tartışmalara ve ayrılıklara niçin olan tek sorunun bu olduğu söylenebilir Bu ayrılığın tarihini izlersek görürüz oysa, Ortaçağın birincil dönemlerinde daha çok kavram realizmi hâkimdir Skolastiğin en aydınlık dönemi olan XII yüzyılda Aristoculuk hâkim olmuştur Skolastiğin son dönemi olan XIV yüzyılda nominalizmin etkisi ağır basar Ancak; nominalizm, bununla beraber Skolastiğin çöküşünü ve artık sona ermekte olduğunu da ifade etmektedir
Ortaçağda tartışmaya niçin olan tek sorunun Antik dönemden miras kalan bir sorun olması uyarı çekicidir Ortaçağ felsefesine istikamet veren büyük otoriteler Eflâtunve Aristodur Fakat Ortaçağ felsefesi üstünde Eflâtun'un etkisinden laf ederken bu etkinin daha çok Yeni Eflâtunculuktan geldiğini göz ardı edemeyiz Çünkü Yeni Eflâtunculuk, Eflâtun'un idelerini Hıristiyanlığın ideleri ile birleştirmek olanağı veriyordu
Bir diğer deyişle: Yeni Eflâtunculuk, ideleri Allah'ın düşündüğü düşünceler biçimine sokmakla, Eflâtun'un idelerini monoteist bir dinin Allah'ı ile birleştirmeye olasılık tanıyordu Eflâtun ve Aristo'yu otorite olarak tanıyan Ortaçağ felsefesi, zaten kendini tekrar tekrar otoritelerekadar ayarlamıştır Doğanın doğrudan doğruya gözlemi, bu dönem için bir şüphe konusu değildir; ama aslolan, kitaplardan edinilen bilgilerdir
böylece Ortaçağ felsefesi, gerçeği kendi araştıran becerikli bir düşünüş olamıyor Daha fazla öğrenileni öğretmekten oluşan bir etkinlik olarak kalıyor Buna karşın Ortaçağ filozoflarının başarılarını büsbütün ufak görmemek gerekir Çünkü var olan düşünceleri çelişkisiz bir sistem içinde biriktirmek girişimi, fazla belirgin bir akıl ve yetenek gerektirir
Dikkatimizi Avrupa'nın Batısına, yani Lâtin Avrupa'ya çevirirsek, Augustinus'un ölümünden sonraki Ortaçağın ilk döneminde Avrupa'nın bu bölümünde büyük bir us gerilemesine tanık oluyoruz Antik dönemin soyut ürünlerinin büyük bir bölümü, Kavimler Göçünün gürültü ve yıkıntıları arasında değil olmuştur böylece bu dönemde böylece eksik hoca ve okul vardır Bağımsız dalgın düşünürlere, yaklaşık olarak hiç rastlanmaz İlkçağın bu birincil döneminde ismi anılması gereken bir düşünür, İrlandalı Johannes Eriugenadır *
Augustinus'un Tanrısal Devlet'inin muhakkak bir tarihsel nedenden, yani Roma'nın Gotlar göre ele geçirilmesi üstüne yazıldığını vurgulamıştık Bu eserin yazılması, Avrupa kıtasındaki kavimlerin büyük bir göçe giriştikleri ve sonunda Roma'nın yıkıldığı bir döneme rastlar Avrupa'nın genç kavimlerinin bu göç hareketi, bundan daha biriki asır önce başlamıştı
Kuzeyden Güneye içten Cermenler ve Doğudan Batıya içten da Slavlar hareket halindeydi Kendini çeşitli yönlerden sıkıştıran bu genç kavimlere aleyhinde Roma kendini savunmak zorunda kaldı Buna paralel olarak Roma'nın dahası bu kavimler tarafından doğru içe vuruluyordu
Özellikle merkez kentlerde nüfusun çok azalması yüzünden, Roma bu genç kavimlerden ücretli askerler edinmeye başlamıştı neticede İmparatorluğu dışarıdan ve doğru sıkıştıran bu kavimler Roma kentini de ele geçirdiler
Bu Nedenle Augustinus'tan az bir zaman sonra Batı Roma devleti çöktü Enkazı üstünde farklı alanlara yönlendirilmiş Cermen devletleri kuruldu Buna aleyhinde Doğu Roma devleti daha bin sene yaşayan, lakin o da Doğudan gelen kavimlerin, bilhassa Türklerin zorlaması ile önce gizli bir alana sıkıştırılmış ve sonunda ortadan kalkmıştır
Kavimler GöçüBatıda kültürün büyük ölçüde tahribineniçin olmuştur Bu göç hareketi ve bunun yarattığı savaşlar yüzünden Antik edebiyatın büyük bir kısmı değil olmuştur Geriye küçük ve zayıf bir servet kalabilmiştir Ortaçağın birincil döneminde felsefî edebiyat namına Batının elinde ancak Eflâtun'un Timaios diyalogu ve Aristo'nun birkaç eseri bulunuyordu Bunlara bir de Yeni Eflâtunculuk etkisi altında yazılmış Kilise Babaları'nın eserlerini ekleyebiliriz
Ortaçağın ilk döneminde hâkim olan felsefe, Yeni Eflâtuncu renk içeren bir Hıristiyan felsefesidir Ortaçağ felsefesi İlkçağ felsefesinden özellikle bir noktada ayrılır Ortaçağa has olan felsefeye Skolastikdenir Skolastik, mektep; medrese bilimianlamına kazanç (latince schola okul); çünkü bu dönemin felsefesi gerçeği aramaktan çok, okul ve medresede öğretilenbilgilerden ibaretti
Ortaçağ medresesinde yani manastır okullarında yedi serbest sanatdenilen şu dersler okutuluyordu: Dilbilgisi, gökbilim, müzik, hitabet, dialektik (mantık), aritmetik, geometri Bu öğretimin tacını da, doğal olarak ilahiyat (teoloji) oluşturuyordu Bir defa daha vurgularsak: Skolastiğin amacı araştırma yok, eğitim ve öğretimdir
Derhal tüm Ortaçağ felsefesinin skolastik, yani bir mektep sistemiolduğunu söyleyebiliriz Bunun için Ortaçağ filozofları kendilerini inceden inceye araştıran yok, öğretmen sayar Çünkü Ortaçağ filozofları gerçeğe; zaten, sahip olduklarına inanıyorlardı Bunun için de ayrıca gerçeği aramaya lüzum görmüyorlardı
Onlara göre reel gerçekten dinin dogmalarında belirlenmiştir Yapılacak tek şey, bu dogmaları bir sistemhalinde sıralamak, yani aklın kavrayabileceği bir duruma getirmektir Sistemleştirilen dogmalar, daha sonra okulda gençlere bilgiolarak tıpkı aktarılır Batıda, bilhassa Lâtin Avrupa'da, felsefe eğitimi medreselerde yapılırdı Hocalar da rahiplerdi Ortaçağ felsefesinin karakteristik özelliği, skolastik oluşudur
Ama İlkçağda, birbirleriyle uğraşan dağıtılmış ve değişik sayıdaakımlar vardı İlkçağ felsefesi bize fikir sistemlerinin zengin bir çeşitlemesini sunar: Materyalizm, idealizm, septisizm, dogmatizm gibi birbirlerine karşısında akımların Antik dönemde ortaya çıkarak alt yandan yaşadıklarını görüyoruz
Ortaçağda bu çeşitlenme bundan böyle kaybolmuştur Skolastik, Ortaçağ felsefelerinin hemen hepsinin esas karakterini oluşturur Sonra; İlkçağ filozofları, fikir yapıtlarının yapıcılarıolarak anlaşılıyordu Buna rağmen Ortaçağ filozofları kendilerini benzer sistem üzerinde birlikte çalışandüşünürler olarak algılarlar
Bu sistemin işlemesinde, herkesin kendine tarafından, minik veya büyük bir payı vardır Ortaçağ düşünürleri için karakteristik eserler, dağıtılmış alanlara ait bilgileri bir araya toplayan summalar (özetler)dır Çünkü Ortaçağa göre herhangi bir alana ait bilgiler zaten Kilisenin dogmalarında toplanmıştır bu nedenle üzerinde ağız dalaşı yapılarak, çözümlenmesi gereken bir sorun bulunmuyordu
Ortaçağ filozoflarının üstünde anlaşamadıkları tekbir sorun vardı: Bu da, Antik dönemden miras kalmış olan tümeller sorunuydu Tümel kavramların realitesi konusu, tartışmaların kaynağını oluşturmuştur Bu sorun Eflâtun'dan bu yandan süregelmiştir
Eflâtun'un tümel kavramları hakiki birer varlık olarak benimsediğini biliyoruz Bu kavram realizminin bütün karşıtı ise nominalizmdir Nominalizme tarafından, Eflâtun'un kendilerine realite eklediği tümel kavramlar, birbirine benzeşen varlıklara bizim verdiğimiz isimlerden oluşurlar Tümel kavramlar insanın bilincinde oluşmuş olup keza bir varlığa sahip değildir
Aristo ise, Eflâtun'un kavram realizmi ile bunun bütün karşıtı olan nominalizmin aralarında bir davranış almıştır Ona göre de tümel kavramların bir realitesi vardır, fakat bu gerçeklik bireylerin kendisinde bulunur, bireylerin dıştan kavramlar keza var olmaz Aristo da, Eflâtun gibi, insanın kendiliğinden var oluşunu kabul eder, bu, insanın kendisinde bulunan bir şeydir
İlkçağda var olan bu üç bambaşka görüşe, yani kavram realizmi, nominalizm ve Aristoculuğa, Ortaçağda tekrar rastlarız o kadar fakat, Ortaçağda ciddi tartışmalara ve ayrılıklara niçin olan tek sorunun bu olduğu söylenebilir Bu ayrılığın tarihini izlersek görürüz oysa, Ortaçağın birincil dönemlerinde daha çok kavram realizmi hâkimdir Skolastiğin en aydınlık dönemi olan XII yüzyılda Aristoculuk hâkim olmuştur Skolastiğin son dönemi olan XIV yüzyılda nominalizmin etkisi ağır basar Ancak; nominalizm, bununla beraber Skolastiğin çöküşünü ve artık sona ermekte olduğunu da ifade etmektedir
Ortaçağda tartışmaya niçin olan tek sorunun Antik dönemden miras kalan bir sorun olması uyarı çekicidir Ortaçağ felsefesine istikamet veren büyük otoriteler Eflâtunve Aristodur Fakat Ortaçağ felsefesi üstünde Eflâtun'un etkisinden laf ederken bu etkinin daha çok Yeni Eflâtunculuktan geldiğini göz ardı edemeyiz Çünkü Yeni Eflâtunculuk, Eflâtun'un idelerini Hıristiyanlığın ideleri ile birleştirmek olanağı veriyordu
Bir diğer deyişle: Yeni Eflâtunculuk, ideleri Allah'ın düşündüğü düşünceler biçimine sokmakla, Eflâtun'un idelerini monoteist bir dinin Allah'ı ile birleştirmeye olasılık tanıyordu Eflâtun ve Aristo'yu otorite olarak tanıyan Ortaçağ felsefesi, zaten kendini tekrar tekrar otoritelerekadar ayarlamıştır Doğanın doğrudan doğruya gözlemi, bu dönem için bir şüphe konusu değildir; ama aslolan, kitaplardan edinilen bilgilerdir
böylece Ortaçağ felsefesi, gerçeği kendi araştıran becerikli bir düşünüş olamıyor Daha fazla öğrenileni öğretmekten oluşan bir etkinlik olarak kalıyor Buna karşın Ortaçağ filozoflarının başarılarını büsbütün ufak görmemek gerekir Çünkü var olan düşünceleri çelişkisiz bir sistem içinde biriktirmek girişimi, fazla belirgin bir akıl ve yetenek gerektirir
Dikkatimizi Avrupa'nın Batısına, yani Lâtin Avrupa'ya çevirirsek, Augustinus'un ölümünden sonraki Ortaçağın ilk döneminde Avrupa'nın bu bölümünde büyük bir us gerilemesine tanık oluyoruz Antik dönemin soyut ürünlerinin büyük bir bölümü, Kavimler Göçünün gürültü ve yıkıntıları arasında değil olmuştur böylece bu dönemde böylece eksik hoca ve okul vardır Bağımsız dalgın düşünürlere, yaklaşık olarak hiç rastlanmaz İlkçağın bu birincil döneminde ismi anılması gereken bir düşünür, İrlandalı Johannes Eriugenadır *