“Stresliyim” gündelik hayatta en çok duyduğumuz veya kurduğumuz cümlelerden biridir. Bu yazının amacı stresle “başa çıkmak” gibi bir yaklaşımdan ziyade stresin bedenimizde nasıl bir yol izlediği, hangi zamanlarda zararlı olduğu, bize ne söylemeye çalıştığı, otomatik tepkilerin nelerden kaynaklanmış olabileceğine bakıp, nasıl daha farklı olabilirliği üzerine düşünmek olacak.
Geleneksel düşünce stresi son derece rahatsız edici fakat ani gelişen işsizlik, boşanma, kayıp gibi münferit olaylardan sonra yaşandığını ön görür. Bu tür büyük olaylar birçokları için etkili stres kaynaklarını oluştursa da insanların yaşamlarında, uzun süreli biyolojik etkileri bakımından çok daha sinsi ve çok daha zararlı kronik gündelik stresler de bulunmaktadır. İçten içe yaratılan stresler hiçbir olağanüstü bir görünüm sergilemeden hasar vermektedir.
Yaşamsal olarak hayati öneme sahip fizyolojik bir mekanizma olan stresin bir hastalık sebebi olduğunu öne sürmek paradoksal gelebilir. Bu çelişkiyi çözmek için akut stres ve kronik stres arasında bir ayrım yapmamız gerekir. Akut stres, vücudun tehlikelere karşı verdiği ani, kısa süreli yanıttır. Kronik stres ise, kişi ya tanımadığından ya da kontrol etmesi mümkün olmadığı stres kaynaklarına maruz kaldığında, stres mekanizmalarının daha uzun süreler boyunca harekete geçirilmesidir.
Stres ruhsal sistem içinde çok önemli bir yeri olan sorunlardan biri ve yaşamında aklımıza gelecek tüm hastalıklarda bahsi geçen bir faktördür. Gerçekten de yapılan çalışmalar, strese maruz kalmanın hormonal sistemi bozduğunu, metabolizmayı olumsuz etkilediğini, bağışıklık sistemini zayıflattığını, sindirim sistemine, enzim üretimine ciddi zarar verdiğini gösteriyor. Bu saydığımız sistemlerin de tüm hastalıklardaki kök faktörler olduğunu biliyoruz; yani stresi doğru tanımlamak ve bize zarar veren yönlerini azaltmak sadece ruhsal sağlığımız için değil bedensel sağlığımız için de önem arz ediyor.
Stres; güçlü duygusal uyarıcılara verilen karmaşık bir dizi fiziksel ve biyokimyasal yanıttır. Hem insanlar hem de hayvanlar stresi farkına bile varmadan yaşayabilmektedir. Stres, organizma kendi varlığına veya esenliğine yönelik bir tehdit algıladığında meydana gelen görünür ve görünmez iç değişimlerden oluşmaktadır. Gelin şimdi stres anında bedenimizde neler olup bittiğine bir bakalım.
Bir tehlike ve gerçek stres ortaya çıktığında, beyninizde ilk uyarılan organ “amigdala”dır. Amigdala, limbik sistem dediğimiz korku, kaygı, haz gibi duygularımızın oluştuğu beyin bölgesinin en önemli parçalarından biridir. Tehdit oluşturabilecek durumlarda uyarıldığında çok hızlı bir şekilde “hipotalamus” harekete geçirilir. Hipotalamus hipofizi, hipofiz ise böbrek üstü bezlerini uyararak, bedenin tümünde etkisini gösterecek bir sistem yanıtını devreye sokar. Bu yanıt sonrası, böbrek üstü bezlerinden çok önemli iki haberci salgılanır: Kortizol ve noradrenalin.
Sinir hücrelerinin aktivasyonu ile hormonal sistem de durumdan etkilenir. Kortizol ve noradrenalinin etkisiyle beden; sindirim, bağışıklık, hormon üretimi, üreme gibi tüm fonksiyonlarını durdurarak kaslara ve kalbe enerji sağlar. Kalp daha hızlı çarpacak, soluk alışverişi hızlanacak, ellere ayaklara daha çok kan pompalanacaktır. Savaşmak ya da kaçmak için beden hazır hale gelecektir. Kendini korumak üzere tasarlanmış bu sistemin adı sempatik sistemdir. Siz de eğer stresli biriyseniz, panik atak gibi bir durum yaşadıysanız bedeninizin bu tepkileri size yabancı gelmemiştir.
Zihnimizin içinde tehdit algısına yönelik olarak devam eden zihinsel faaliyetler, tehdit devam etmese bile, sempatik sistemi yani “tehdit algısını” canlı tutar. Ancak zihin sustuğunda, tehlike geçtikten sonra kişi tehlikenin geçtiğine ve artık güvende olduğuna inandığında “parasempatik sistem” devreye girecektir.
Sindirim sisteminin çalışması, bağışıklık fonksiyonlarının normale dönmesi, kalp atım hızının normal seviyelere gerilemesi, hormonal sistemin yıkım durumundan yapım aşamasına geçmesi ve sempatik sistemin görevini parasempatik sistem olarak adlandırdığımız “dinlen ve beslen” moduna devretmesi önemlidir. Parasempatik sistem, daha huzurlu, güvende hissettiğimiz, beslenme, kadınlık ve erkeklik hormonlarının üretim sürecinin gerçekleştiği, günün büyük kısmında baskın olması sağlık açısından son derece önemli bir sinir sistemi devresidir. Bu iki sisteme, kendiliğinden işleyen anlamına gelen “otonom sinir sistemi” adı verilir.
Bir örnek ile sempatik ve parasempatik sistemin işleyişini inceleyelim. Sınava girmek üzere olan bir öğrenci olduğunuzu düşünelim. Sınavın öncesinde, sırasında ve sonrasında istenildik noktaya ulaşmak için bir miktar stres olması gerekmektedir. Bu sizin güdülenmenizi sağlayacak ve istenilen noktaya sizi götürmek için bir nevi itici güç olacaktır. Bunun daha fazla olduğu durumlarda ne olur?
Sınavdan önce kaygı düzeyiniz yükselir ve yukarıda bahsedilen ve adından bağımsız olarak pek de sempatik olmayan sempatik sistem devreye girer. Bu durum, düzeyine bağlı olarak, sizin sınav başarınızı olumsuz yönde etkileyebilir. Her şeye rağmen sınavınızı verdiniz ve sınavdan çıktınız. Sakinleşmeniz ve parasempatik sistemin devreye girmesi de kişiden kişiye göre değişmektedir. Kimi sınavdan çıkar çıkmaz sakinleşebilirken, kimi sınav sonucu açıklanana kadar stres durumu içinde kalır. Bu aradaki farkın neden olabileceğine de yazının devamında bakıyor olacağız.
Stres deneyiminin üç ögesi bulunur. Birincisi, organizmanın tehdit olarak algıladığı fiziksel ya da duygusal olaydır. Buna stres uyaranı, yani stres kaynağı adı verilir. İkinci öge, stres kaynağı ile karşılaşan ve bunu kendince yorumlayan işletim sistemidir. İnsanlar açısından bu işletim sistemi başta beyin olmak üzere sinir sistemidir. Son unsur ise, bir tehdit algısına tepki olarak gerçekleşen çeşitli fizyolojik ve davranışsal düzenlemelerden oluşan stres yanıtıdır.
Bir stres kaynağı ile stres yanıtı arasında tekdüze ve evrensel bir ilişki bulunmamaktadır. Her bir stres olayı münferittir ve bugün yaşanmakla birlikte, geçmişten gelen bir tını da barındırır. Bu sebeple yukarıda bahsi geçen sınav örneğinde olduğu gibi stres kaynağı (sınav) aynı olsa da strese verilen yanıt kişiye özgüdür ve bu yanıtın farklılığını bulabilmek için daha önceki deneyimlere gitmek gerekir.
Genetik miras olarak devraldığımız bir beyin yapımız var. Bu organ müthiş bir kayıt cihazı gibi çalışır; tuttuğu kayıtlar ışığında birtakım sinirsel yollar geliştirir. Sahip olduğumuz düşünceler, duygular, davranışlar, beyin hücrelerimiz arasındaki bağlantılar ve yollar gibidir. Yaşamın özellikle ilk yedi yılında, temel devreler şekillenir. Bugünkü yaşamsal olaylar esnasında verdiğimiz tepkileri, geçmişte inşa edilmiş bu yollar belirler. Fakat bu kayıtları ve yolları bilinçli bir şekilde oluşturmadığımız için haberdar olduğumuz bir durum değildir. Bizim yaptığımızı sandığımız çoğu eylem aslında otomatik gerçekleşir. Çocukluk dönemimizde inşa edilen sinirsel bağlantılar, yetişkinlikteki yol haritalarıdır.
Başka birinin çok kolay atlattığı, hatta üzerinde durmadığı bazı konuların sizin için neden bu kadar önemli olduğunu, bu kadar büyük stres yarattığını düşündüğünüz zaman kendinizi rahatsız hissediyor, sizde bir “farklılık” olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Ama siz de biliyorsunuz ki başka türlü davranmak elinizden gelse siz de öyle davranırdınız! Çünkü kronik stresli biri, hayatındaki diğer kişileri de etkilese de, bu durumdan en çok müzdarip olan yine kendisidir.
Bu noktada günümüz popüler kültüründeki stresle başa çıkmanın on yolu gibi uygulamalar ancak siz daha derine bakmaya hazır olduğunuzda fayda sağlayabilir. Bir konuya olan hassasiyetinizin, bir ötekinden daha fazla önem veriyor ve stres yaşıyor olmanızın kendi yaşam öykünüzün bir yerinde mutlaka bir kaynağı var. Bunu araştırıp yukarıda bahsi geçen sinirsel bağlantıların kaynaklarını çalışmadığınız sürece başa çıkma yolları gibi yüzeysel müdahaleler anlık rahatlamalar sağlayacaktır. Reçeteler dışarıdan gelir, dönüşüm içeriden yaşanır; ihtiyaç duyduğunuz ruhsal dönüşümleri yaşayabilmeniz dileğiyle…