iltasyazilim
FD Üye
Şu Destanının içeriği
Şu Destanı nedir
Şu Destanı hakkında bilgi
ŞU DESTANI
Destana kahraman olarak adını veren Şu, sanıldığına kadar MÖ dördüncü yüzyılda yaşamıştır Bir Türk Hakanıdır
Destanda Makedonyalı İskender'in, İran üzerinden Asya'ya içten yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir halkı hayatı yaşamağa başlamaları, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu dek can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir Hakanın kaygıları da anlatılan destanın en büyük özelliği, daha sonraki Türk destanlarında gelişecek olan belli başlı fiziği ve süslemeleri önceden işlemesidir
Zeki Velidî Togan'a tarafından, destanda önemli bir yer tutan ve destanın geçiş dengesi olan İskender'in istilâsının fiilen İskender'le ilgisi yoktur; daha önceki yüzyıllardan bir Aryanı istilâ ile ilgilidir
Destanın kısa da olsa bir özeti Divanı Lügatit Türk'de kayıtlıdır
Destanın Özeti:
Şu Kalesi, Balasagun yakınlarında, genç bir Hakan olan Şu göre yapılmış bir kaleydi, ama Hâkan'ın sarayı Balasagun'da idi Kalede ve Balasagun'da, o çağların en dinç, en büyük ordusu bulunuyordu Büyük Kasaba zengindi Pek fakat, her gün, Şu Hakanın sarayının önünde, ordu beğleri için 365 nöbet vurulurdu
Bu sıralarda, bir namına da Zülkarneyn denilen Makedonya Kralı İskender meşhur Doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine içten önüne neresi gelmişse ordusunu yenmiş ülkesini ellerinden almıştı İskender Semerkand'e dek gelmiş burayı da geçip Türklerin yaşadığı ülkelere dürüst ilerlemişti
İskender'in, Balasagun'a ve Şu Kalesine dürüst yaklaşmakta olduğunu, genç Hakan Şu'nun gözcüleri gelip haber verdiler Dediler ama:
İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral ordusuyla bize yaklaşmaktadır Önüne gelen ülkeleri mısra getirmiş yerle bir etmiştir Bize ne buyurursun? Savaşalım mı ?
Genç Hakan, ordu habercilerini dinlemez gibi gözüktü Çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti Yiğitler kimseye görünmeden, çaktırmadan gidip Hucend Irmağının kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı Getirdikleri haberden, Hakanlarının telâş edip yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı Hakanın gönlü rahattı
Hakan Şu'nun bir havuzu vardı; gümüştendi Bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı Her yere taşınabilecek şekildeydi Bunun için Hakan da gümüş havuzunu, sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi
Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini bakmak Hâkan'ı dinlendirir, dinlenir iken seferle, milletinin geleceği ile ilgili taşanları hazırlardı
Haberciler geldikleri süre yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları seyredip dinleniyordu
Habercilerin:
Nasıl buyurursunuz? İskenderle savaşalım mı ? diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu, havuzda yüzen kazlarla ördekleri gösterdi:
Görüyor musunuz, Kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar? dedi
Haberciler, Hakanlarının bu sözünü acayip karşıladılar; Ona şüphe ile baktılar Illaki Hakanımızın hiç bîr hazırlığı yok ne yapacağını bilemiyordiye düşündüler
Lakin o sırada, İskender, Hucend Irmağını geçmişti
Süre gece yansına geliyordu Hucend Irmağının kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen Genç Hakanın en güvendiği kırk yiğit yıldırım hızıyla atlanıp Şu kalesine geldiler ve gece vakti, İskender'in Hucend suyunu geçip Balasagun yolunda ilerlemekte olduğunu Şuya haber verdiler
Daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üzerine hemen ve gece yarısı göç davulunun çalınmasını emretti Davulun çalınmasıyla birlikte, Doğuya doğru çabuk yola çıktı
Bu durum halkı şaşırttı Hakanın, gündüzün hiç bir hazırlıkta bulunmadan böyle gece vakti göçü başlatması üstüne korktular Ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları soy atlayan millet Hakanla birlikte yola düştü Sabah olurken, şehirde neredeyse biç kimse kalmamıştı; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu
Tüm milletin, Hakan Şunun arkasında gitmiş olmasına karşın, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yirmi iki kişi, ne yapacağını bilemeden Şu Kalesinde kalmışlardı
Bu yirmi iki kişi, ne yapacaklannı düşünürken yanlarına iki birey daha geldi Kap kaçakları toplamışlar sırtlarına yüklenmişler, böylece taşıyorlardı Yorgundular Lakin böylece duracağa benzemiyorlardı Önceki yirmi birey, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler Hem:
İskender dedikleri her kim ise, burada uzun müddet kalamaz: geldiği gibi geri dönüp gider Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır, diye ısrar ettiler
Bu yüzden bu iki kişinin adı (Kalaç) oldu kaldı; bu iki kişiden olan çocuklar ve torunları (Kalacı) adıyla anıldılar Fakat bu iki birey, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri, bırakıp gittikleri için İskenderin geldiğini görmediler
İskender gelip de, uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce: Türk mânenddedi Bunlar Türke benziyorlardemişti Bu yüzden yirmi iki kişinin soylarının adı Türkmen olarak kaldı Dışarı Giden İki kişi gittikleri için tamı tamına Türkmen sayılmadılar Yirmi dört boydan yirmi ikisi Türkmen, kalan ikisi Kalaç diye bilindi
Bu olaylar gelişe dursun, öte yandan Şu Hakan ordusu ve yanında gidenlerle birlikte Çin sınırına kadar yürümüşlerdi Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu, İskender'i artık karşılayabilecek durumda olduğunu, onu başlıca merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi ırkdaşları aralarında bulunduğu için İskender'den daha güçlü bir duruma geldiğini düşündü Ve bir kısım askerini ayırarak, içlerinden en gençlerini seçerek İskender'in üstüne gönderdi Veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, tecrübelerinin olmadığını ileri sürdü Başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi Şu Hakan vezirine adalet verdi ve ihtiyar, tecrübeli bir Subaşını askerleriyle birlikte yolladı
Bunlar, bir süre daha sonra İskender'in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar Türk erleri, İskender'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı Fazla kanlı bir baskındı bu, vefat kalım meselesiydi İskender'in öncü birlikleri bozguna uğradı Türk erlerinden biri, İskender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın batmış bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve İskender'in askerinin kanıyla bulanmıştı Ertesi sabahtan güneş ışıklan bu kanlı altınları parıldattı Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp Altın Kan! Altın kan! diye bağırıştılar O günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı Altun Han Dağı oldu ve o kadar söylenip geldi
Baskından sonradan Şu Hakan ile İskender bir daha savaşmadılar , uzlaşma yaptılar Barışın sonu her iki taraf için de iyi sonuçlar verdi Birbiri ardınca şehirler yapılmaya başlandı Uygurlar ile öbür Türk kavimleri şehirlere yerleşti Şu Hakan da Balasagun'a döndü Şu kalesini sağlamlaştırdı , şehri geliştirdi Bütün bunları yaptıktan sonra bundan başka tılsım koydu Bu tılsım o kadar bir tılsımdı oysa her yanda duyuldu Leylekler bu şehre geldikleri zaman tılsım yüzünden daha öteye geçemediler , şehri aşamadılar *
Şu Destanı nedir
Şu Destanı hakkında bilgi
ŞU DESTANI
Destana kahraman olarak adını veren Şu, sanıldığına kadar MÖ dördüncü yüzyılda yaşamıştır Bir Türk Hakanıdır
Destanda Makedonyalı İskender'in, İran üzerinden Asya'ya içten yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir halkı hayatı yaşamağa başlamaları, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu dek can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir Hakanın kaygıları da anlatılan destanın en büyük özelliği, daha sonraki Türk destanlarında gelişecek olan belli başlı fiziği ve süslemeleri önceden işlemesidir
Zeki Velidî Togan'a tarafından, destanda önemli bir yer tutan ve destanın geçiş dengesi olan İskender'in istilâsının fiilen İskender'le ilgisi yoktur; daha önceki yüzyıllardan bir Aryanı istilâ ile ilgilidir
Destanın kısa da olsa bir özeti Divanı Lügatit Türk'de kayıtlıdır
Destanın Özeti:
Şu Kalesi, Balasagun yakınlarında, genç bir Hakan olan Şu göre yapılmış bir kaleydi, ama Hâkan'ın sarayı Balasagun'da idi Kalede ve Balasagun'da, o çağların en dinç, en büyük ordusu bulunuyordu Büyük Kasaba zengindi Pek fakat, her gün, Şu Hakanın sarayının önünde, ordu beğleri için 365 nöbet vurulurdu
Bu sıralarda, bir namına da Zülkarneyn denilen Makedonya Kralı İskender meşhur Doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine içten önüne neresi gelmişse ordusunu yenmiş ülkesini ellerinden almıştı İskender Semerkand'e dek gelmiş burayı da geçip Türklerin yaşadığı ülkelere dürüst ilerlemişti
İskender'in, Balasagun'a ve Şu Kalesine dürüst yaklaşmakta olduğunu, genç Hakan Şu'nun gözcüleri gelip haber verdiler Dediler ama:
İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral ordusuyla bize yaklaşmaktadır Önüne gelen ülkeleri mısra getirmiş yerle bir etmiştir Bize ne buyurursun? Savaşalım mı ?
Genç Hakan, ordu habercilerini dinlemez gibi gözüktü Çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti Yiğitler kimseye görünmeden, çaktırmadan gidip Hucend Irmağının kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı Getirdikleri haberden, Hakanlarının telâş edip yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı Hakanın gönlü rahattı
Hakan Şu'nun bir havuzu vardı; gümüştendi Bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı Her yere taşınabilecek şekildeydi Bunun için Hakan da gümüş havuzunu, sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi
Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini bakmak Hâkan'ı dinlendirir, dinlenir iken seferle, milletinin geleceği ile ilgili taşanları hazırlardı
Haberciler geldikleri süre yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları seyredip dinleniyordu
Habercilerin:
Nasıl buyurursunuz? İskenderle savaşalım mı ? diye sorup buyruk beklemeleri üzerine onlara havuzu, havuzda yüzen kazlarla ördekleri gösterdi:
Görüyor musunuz, Kazlarla ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar? dedi
Haberciler, Hakanlarının bu sözünü acayip karşıladılar; Ona şüphe ile baktılar Illaki Hakanımızın hiç bîr hazırlığı yok ne yapacağını bilemiyordiye düşündüler
Lakin o sırada, İskender, Hucend Irmağını geçmişti
Süre gece yansına geliyordu Hucend Irmağının kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen Genç Hakanın en güvendiği kırk yiğit yıldırım hızıyla atlanıp Şu kalesine geldiler ve gece vakti, İskender'in Hucend suyunu geçip Balasagun yolunda ilerlemekte olduğunu Şuya haber verdiler
Daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üzerine hemen ve gece yarısı göç davulunun çalınmasını emretti Davulun çalınmasıyla birlikte, Doğuya doğru çabuk yola çıktı
Bu durum halkı şaşırttı Hakanın, gündüzün hiç bir hazırlıkta bulunmadan böyle gece vakti göçü başlatması üstüne korktular Ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları soy atlayan millet Hakanla birlikte yola düştü Sabah olurken, şehirde neredeyse biç kimse kalmamıştı; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu
Tüm milletin, Hakan Şunun arkasında gitmiş olmasına karşın, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yirmi iki kişi, ne yapacağını bilemeden Şu Kalesinde kalmışlardı
Bu yirmi iki kişi, ne yapacaklannı düşünürken yanlarına iki birey daha geldi Kap kaçakları toplamışlar sırtlarına yüklenmişler, böylece taşıyorlardı Yorgundular Lakin böylece duracağa benzemiyorlardı Önceki yirmi birey, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler Hem:
İskender dedikleri her kim ise, burada uzun müddet kalamaz: geldiği gibi geri dönüp gider Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır, diye ısrar ettiler
Bu yüzden bu iki kişinin adı (Kalaç) oldu kaldı; bu iki kişiden olan çocuklar ve torunları (Kalacı) adıyla anıldılar Fakat bu iki birey, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri, bırakıp gittikleri için İskenderin geldiğini görmediler
İskender gelip de, uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce: Türk mânenddedi Bunlar Türke benziyorlardemişti Bu yüzden yirmi iki kişinin soylarının adı Türkmen olarak kaldı Dışarı Giden İki kişi gittikleri için tamı tamına Türkmen sayılmadılar Yirmi dört boydan yirmi ikisi Türkmen, kalan ikisi Kalaç diye bilindi
Bu olaylar gelişe dursun, öte yandan Şu Hakan ordusu ve yanında gidenlerle birlikte Çin sınırına kadar yürümüşlerdi Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu, İskender'i artık karşılayabilecek durumda olduğunu, onu başlıca merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi ırkdaşları aralarında bulunduğu için İskender'den daha güçlü bir duruma geldiğini düşündü Ve bir kısım askerini ayırarak, içlerinden en gençlerini seçerek İskender'in üstüne gönderdi Veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, tecrübelerinin olmadığını ileri sürdü Başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi Şu Hakan vezirine adalet verdi ve ihtiyar, tecrübeli bir Subaşını askerleriyle birlikte yolladı
Bunlar, bir süre daha sonra İskender'in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar Türk erleri, İskender'in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı Fazla kanlı bir baskındı bu, vefat kalım meselesiydi İskender'in öncü birlikleri bozguna uğradı Türk erlerinden biri, İskender'in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın batmış bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve İskender'in askerinin kanıyla bulanmıştı Ertesi sabahtan güneş ışıklan bu kanlı altınları parıldattı Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp Altın Kan! Altın kan! diye bağırıştılar O günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı Altun Han Dağı oldu ve o kadar söylenip geldi
Baskından sonradan Şu Hakan ile İskender bir daha savaşmadılar , uzlaşma yaptılar Barışın sonu her iki taraf için de iyi sonuçlar verdi Birbiri ardınca şehirler yapılmaya başlandı Uygurlar ile öbür Türk kavimleri şehirlere yerleşti Şu Hakan da Balasagun'a döndü Şu kalesini sağlamlaştırdı , şehri geliştirdi Bütün bunları yaptıktan sonra bundan başka tılsım koydu Bu tılsım o kadar bir tılsımdı oysa her yanda duyuldu Leylekler bu şehre geldikleri zaman tılsım yüzünden daha öteye geçemediler , şehri aşamadılar *