Sümer Tabletleri Yalanı
Son dönemlerde Din karşıtı çevrelerde Sümer efsaneleri ve kutsal kitaplar konulu yeni bir iftira oldukça popüler hale gelmiş durumda. ” Kuran, İncil ve Tevrat sümer metinlerine benziyormuş, gılgamış destanı ve kuran arasında benzerlik varmış, gılgamış destanı ve dinler aynı kökene sahipmiş, kutsal kitaplar o metinlerden alıntı yapılmış, yani vahiy değil insan yazması kopya olabilirmiş. Sümerler çok tanrılı inanca sahipmiş bu yüzden tek olan Allah çok tanrılı metinler vahyetmezmiş. Zamanla insanlar o metinleri kopyalayıp tek tanrılı formata çevirmişler vs.”
Bunları kullanarak dinleri insan icadı, kopya ilan eden kişiler ya cahildir yada kötü niyetli. Niye mi böyle diyoruz?
Çünkü ateistler tarafından iddia edilenlerin tersine sümer tabletleri ile kutsal kitaplar arasında benzerlik olması gerekiyor. Kuran, İncil, Tevrat ve Sümer tabletleri arasında benzerlik olması Kutsal kitapların doğruluğunu kanıtlar.
Ateistlerin yeni bir şey bulduklarını zannederek Kutsal kitapların açığı olarak anlattıkları şeyler gerçekte Kutsal kitapların zaten binlerce yıldır anlattığı konulardır.
Sadece Sümer tabletleri değil, Hinduizm ve Zerdüştlüğün kutsal kitapları olan Avesta, Vedalar ile Kuran, Tevrat ve İncil arasında benzerlikler vardır. Binlerce yıl öncesinden gelen Kuran ve Hz. Muhammed ile ilgili bazı anlatımları şurada görebilirsiniz. Zaten normal olan da bu. Böyle olması gerektiği Kuran’da defalarca anlatılıyor:
Al’a 18-19 “Şüphesiz bu, önceki sahifelerde de vardır; İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde”
Şura 13: “O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir.”
Nahl 36: ”Andolsun, her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” diye Resul gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin de üzerine dalalet hak oldu. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları akıbeti görün.”
İster tek tanrılı ister çok tanrılı inançlar olsun Allah inancı konusunda hepsi benzerdir. Dinler tarihine bakıldığında sıkıntının bir yaratıcıyı kabul etmek veya etmemek gibi konular olmadığını görmekteyiz. Asıl mesele ona ortak koşulması yani şirk. Allah’a inanmadan ona ortak koşabilir misiniz? Bakın Kuran’da Mekke müşriklerinin Allah inancı nasıl anlatılıyor:
Ankebut 61: ”Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) dönüyorlar?”
Yunus 31: ”De ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi üzerinde kim mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim yürütüyor?” “Allah” diyecekler. De ki: “O hâlde, Allah’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?”
Dinlerin kökeni aynı ama sadece Allah inancı insanı Müslüman yapmaya yetmiyor. Eğer bu yeterli olsaydı Dünya üzerinde kafir sınıfına giren çok az insan kalırdı. Müslümanları kafirlerden ayıran Allah inancı değil Allah ile aralarına hiç bir varlığı sokmamalarıdır. Biraz araştırdığımızda göreceğiz ki içine şirk unsuru karışan dinlerde Allah inancı mevcut ama uygulamada sadece lafta kalıyor, bu batıl dinlerde Allah ile beraber şirk koşulan varlıklara da kulluk ediliyor.
Örneğin günümüzde de çok sayıda mensubu olan Hinduizm’de pek çok tanrı figürü vardır. Ama inançlarının esaslarına bakıldığında her şeyi yaratan, her şeyin üzerinde tek bir tanrı inancı olduğunu görürsünüz. Diğerleri onun farklı yansımaları yada alt kademeleri olarak görülür. Çok tanrılı denilen bütün dinler böyledir. Sayılan Tanrı figürlerinin üzerinde hepsinden kudretli ve yaratan tek bir Tanrıya inanılmaktadır.
Çoğu din tarihçisi tarafından Hz. İbrahim’in Sümer toplumunda yaşadığı düşünülüyor ve dikkat ederseniz ayette ona da sahifeler verildiği belirtiliyor. Benzerlik konusunda Sümer’lerden çok daha geriye gidilebilir. Örneğin Kuran’da Hz. Nuh’tan bahsedilerek bu benzerlik daha da geriye götürülüyor. Hak din ve hükümler her devirde aynı. Mantıklı olanda bu zaten. Bakın Kuran nasıl açıklıyor bunu:
Fatır 43: ”……..Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın ve Allah’ın kanununda bir dönüşüm de bulamazsın.”
Aslında din düşmanları iftira atmak istiyorlarsa benzer metin bulmak yerine hiç benzemiyorlar deseler onların işine daha çok yarardı. Kuran’ın hem Tevrat ve İncil ile hem de eski metinlerle benzer olduğu bizzat Kuran’da anlatılıyor. Tevrat ve İncil metinlerini Kuran ayetleri ile karşılaştırarak yada Sümer metinlerini günümüzdeki kutsal kitap metinleri ile karşılaştırarak ”bakın ne kadar benziyor demek ki kopya edilmiş” diyerek insan ürünü iddiasında bulunmak cehaletten başka bir şey değil. Kuran, İncil ve Tevrat’ın sümer’deki kökeni diye bir şey yoktur. Köken tamamında aynıdır. Hz. Adem’den itibaren başlamış olan İslami esaslar tamamının kökenidir.
Bütün dinlerin kökeni Tevhide yani tek Tanrı inancına dayanıyor. Bu yüzden de ne kadar tahrif edilmiş olursa olsun dini metinler arasında benzerlik bulunması beklenen bir sonuçtur. Çok tanrılı denilen dinler bu tevhid akidesinin bozulması sonucu ortaya çıkmıştır. Geçmişten günümüze kısa bir analiz yaptığımız da bunu açıkça görüyoruz. İnsanların doğasında şirk koşmaya yatkınlık var. Bazı insanlara görünmez bir Tanrı inancı uzak geliyor bu yüzden kendince kafalarındaki Tanrı modelini uygulayarak onu cisimleştirmeye çalışıyorlar.
Örneğin İslam içerisine dahil edilmeye çalışılan Tasavvuf dini mensuplarında da bu durumu açıkça görmekteyiz. Hint-İran kökenli bu dinin mensupları vahdet-i vücud, rabıta ve fenafillah dedikleri argümanlar ile kendilerini Tanrı bünyesinden bir parça gibi düşünerek şirk koşarlar. Tarikat-cemaat yapıları da buna bir örnektir. Bu oluşumlarda kişiler uydurma vasıflarla kutsallaştırılır. Halbuki Kuran’ın indirildiği dönemde tasavvuf veya cemaat-tarikat yapıları yoktu. Bunlar daha sonraları özellikle Hint-İran kültürünün batıl din anlayışından etkilenerek oluşturulmuş ve her biri ayrı birer din haline gelmiş oluşumlardır. İster geçmişe ister güncel olaylara baktığımız da İslam dinine en büyük zararı verenlerinde bunlar olduğunu açıkça görmekteyiz. Tarih boyunca bakıldığında insanlar maalesef Tevhid konusunda değil genelde hep şirk yönünde hareket etmişlerdir.
Son dönemlerde Din karşıtı çevrelerde Sümer efsaneleri ve kutsal kitaplar konulu yeni bir iftira oldukça popüler hale gelmiş durumda. ” Kuran, İncil ve Tevrat sümer metinlerine benziyormuş, gılgamış destanı ve kuran arasında benzerlik varmış, gılgamış destanı ve dinler aynı kökene sahipmiş, kutsal kitaplar o metinlerden alıntı yapılmış, yani vahiy değil insan yazması kopya olabilirmiş. Sümerler çok tanrılı inanca sahipmiş bu yüzden tek olan Allah çok tanrılı metinler vahyetmezmiş. Zamanla insanlar o metinleri kopyalayıp tek tanrılı formata çevirmişler vs.”
Bunları kullanarak dinleri insan icadı, kopya ilan eden kişiler ya cahildir yada kötü niyetli. Niye mi böyle diyoruz?
Çünkü ateistler tarafından iddia edilenlerin tersine sümer tabletleri ile kutsal kitaplar arasında benzerlik olması gerekiyor. Kuran, İncil, Tevrat ve Sümer tabletleri arasında benzerlik olması Kutsal kitapların doğruluğunu kanıtlar.
Ateistlerin yeni bir şey bulduklarını zannederek Kutsal kitapların açığı olarak anlattıkları şeyler gerçekte Kutsal kitapların zaten binlerce yıldır anlattığı konulardır.
Sadece Sümer tabletleri değil, Hinduizm ve Zerdüştlüğün kutsal kitapları olan Avesta, Vedalar ile Kuran, Tevrat ve İncil arasında benzerlikler vardır. Binlerce yıl öncesinden gelen Kuran ve Hz. Muhammed ile ilgili bazı anlatımları şurada görebilirsiniz. Zaten normal olan da bu. Böyle olması gerektiği Kuran’da defalarca anlatılıyor:
Al’a 18-19 “Şüphesiz bu, önceki sahifelerde de vardır; İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde”
Şura 13: “O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir.”
Nahl 36: ”Andolsun, her ümmete: “Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının” diye Resul gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin de üzerine dalalet hak oldu. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları akıbeti görün.”
İster tek tanrılı ister çok tanrılı inançlar olsun Allah inancı konusunda hepsi benzerdir. Dinler tarihine bakıldığında sıkıntının bir yaratıcıyı kabul etmek veya etmemek gibi konular olmadığını görmekteyiz. Asıl mesele ona ortak koşulması yani şirk. Allah’a inanmadan ona ortak koşabilir misiniz? Bakın Kuran’da Mekke müşriklerinin Allah inancı nasıl anlatılıyor:
Ankebut 61: ”Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl (haktan) dönüyorlar?”
Yunus 31: ”De ki: “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor? Ya da işitme ve görme yetisi üzerinde kim mutlak hâkimdir? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşleri kim yürütüyor?” “Allah” diyecekler. De ki: “O hâlde, Allah’a karşı gelmekten sakınmayacak mısınız?”
Dinlerin kökeni aynı ama sadece Allah inancı insanı Müslüman yapmaya yetmiyor. Eğer bu yeterli olsaydı Dünya üzerinde kafir sınıfına giren çok az insan kalırdı. Müslümanları kafirlerden ayıran Allah inancı değil Allah ile aralarına hiç bir varlığı sokmamalarıdır. Biraz araştırdığımızda göreceğiz ki içine şirk unsuru karışan dinlerde Allah inancı mevcut ama uygulamada sadece lafta kalıyor, bu batıl dinlerde Allah ile beraber şirk koşulan varlıklara da kulluk ediliyor.
Örneğin günümüzde de çok sayıda mensubu olan Hinduizm’de pek çok tanrı figürü vardır. Ama inançlarının esaslarına bakıldığında her şeyi yaratan, her şeyin üzerinde tek bir tanrı inancı olduğunu görürsünüz. Diğerleri onun farklı yansımaları yada alt kademeleri olarak görülür. Çok tanrılı denilen bütün dinler böyledir. Sayılan Tanrı figürlerinin üzerinde hepsinden kudretli ve yaratan tek bir Tanrıya inanılmaktadır.
Çoğu din tarihçisi tarafından Hz. İbrahim’in Sümer toplumunda yaşadığı düşünülüyor ve dikkat ederseniz ayette ona da sahifeler verildiği belirtiliyor. Benzerlik konusunda Sümer’lerden çok daha geriye gidilebilir. Örneğin Kuran’da Hz. Nuh’tan bahsedilerek bu benzerlik daha da geriye götürülüyor. Hak din ve hükümler her devirde aynı. Mantıklı olanda bu zaten. Bakın Kuran nasıl açıklıyor bunu:
Fatır 43: ”……..Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın ve Allah’ın kanununda bir dönüşüm de bulamazsın.”
Aslında din düşmanları iftira atmak istiyorlarsa benzer metin bulmak yerine hiç benzemiyorlar deseler onların işine daha çok yarardı. Kuran’ın hem Tevrat ve İncil ile hem de eski metinlerle benzer olduğu bizzat Kuran’da anlatılıyor. Tevrat ve İncil metinlerini Kuran ayetleri ile karşılaştırarak yada Sümer metinlerini günümüzdeki kutsal kitap metinleri ile karşılaştırarak ”bakın ne kadar benziyor demek ki kopya edilmiş” diyerek insan ürünü iddiasında bulunmak cehaletten başka bir şey değil. Kuran, İncil ve Tevrat’ın sümer’deki kökeni diye bir şey yoktur. Köken tamamında aynıdır. Hz. Adem’den itibaren başlamış olan İslami esaslar tamamının kökenidir.
Bütün dinlerin kökeni Tevhide yani tek Tanrı inancına dayanıyor. Bu yüzden de ne kadar tahrif edilmiş olursa olsun dini metinler arasında benzerlik bulunması beklenen bir sonuçtur. Çok tanrılı denilen dinler bu tevhid akidesinin bozulması sonucu ortaya çıkmıştır. Geçmişten günümüze kısa bir analiz yaptığımız da bunu açıkça görüyoruz. İnsanların doğasında şirk koşmaya yatkınlık var. Bazı insanlara görünmez bir Tanrı inancı uzak geliyor bu yüzden kendince kafalarındaki Tanrı modelini uygulayarak onu cisimleştirmeye çalışıyorlar.
Örneğin İslam içerisine dahil edilmeye çalışılan Tasavvuf dini mensuplarında da bu durumu açıkça görmekteyiz. Hint-İran kökenli bu dinin mensupları vahdet-i vücud, rabıta ve fenafillah dedikleri argümanlar ile kendilerini Tanrı bünyesinden bir parça gibi düşünerek şirk koşarlar. Tarikat-cemaat yapıları da buna bir örnektir. Bu oluşumlarda kişiler uydurma vasıflarla kutsallaştırılır. Halbuki Kuran’ın indirildiği dönemde tasavvuf veya cemaat-tarikat yapıları yoktu. Bunlar daha sonraları özellikle Hint-İran kültürünün batıl din anlayışından etkilenerek oluşturulmuş ve her biri ayrı birer din haline gelmiş oluşumlardır. İster geçmişe ister güncel olaylara baktığımız da İslam dinine en büyük zararı verenlerinde bunlar olduğunu açıkça görmekteyiz. Tarih boyunca bakıldığında insanlar maalesef Tevhid konusunda değil genelde hep şirk yönünde hareket etmişlerdir.