iltasyazilim
FD Üye
TASAVVUFÎ TERİMLER (H):: 15 ::
HIZIR:
Arapça, yeşil demektir Hz Musa (s) zamanında yaşamış, veli mi, peygamber mi olduğu konusunda anlaşmazlık bulunan bir mübarek zât Oturduğu yerdeki sararmış otlar, kalkınca yeşerdiği için, kendisine Hızır (yeşil) dendiği kaydedilir Âbı hayat denilen ebedîlik suyunu, Hz ilyas (a) ile bulup içtiği için, her ikisinin kıyamet gününe kadar bir tür dirilikle yaşadığına inanılır Tasavvufta bast haline Hızır, kabz haline ilyas denir Zamanın kutbuna Hızırı Vaktadı verilir
HIZIR UĞRAMIŞ : Tükenmek bilmeyen yiyecek, içecek, para vs gibi nesneler için Hızır uğramıştabiri kullanılır
HIZIR GİBİ YETİŞMEK : ihtiyaç sahibine tam zamanında yetişip, yardım eden için bu söz kullanılır Kul bunalmayınca Hızır yetişmeztabiri de, Hızır'ın genellikle darda kalanlara yardıma koştuğunu ifâde eder
HIZIRİYYE: Hz Hızır (a)'a dayandırılan bir tasavvuf okulu
HIZIRİYYE: Fas'da, İbnu'dDebbâğ (ö 1717) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu
HİCÂB: Arapça, perde, engel demektir, istenen ile isteyen arasına giren engele hicâb denir İnsan, hicâbla, Allah'a yakınlıktan perdelenir Bu, ya nurânî (aydınlık), ya da zulmânî (karanlık) olur Nurânî olan ruhun nuru iken, zulmânî de, cismin zulmeti (karanlığı)dir Nefs, akıl, sır, ruh, hafi gibi müdriklerin her birinin, kendine göre hicabı vardır Nefsin perdeleri, şehvetler, lezzet ve lehviyyat; kalbin hicabı, Hak'dan gayrisini düşünmek; aklın hicabı, makûl mânâlara saplanıp kalmak; hafi'nin hicabı azamet ve kibriya'dır Vâsıl kişi (olgun insan)'nin, bunlara iltifatı yoktur Kettanî, sevabı görmek de hicabı görmek de: bir tür hicâbtır, der Sevap görmek, kulun yaptığı ibadetine karşılık beklemesi şeklinde açıklanır Kalbe yerleşen ve orada hakikatlerin tecellisine engel olan suretlere, maddî izlere de, hicâb denir
HİCABU'LİZZE, HİCÂBÛLCELÂL: Allah'ın zatı idrak olunamaz
O'nun zâtı, ululuk perdesi (hicâbu'lizze) ile örtülüdür Mal, can, vatan sevgisi ve şehvet düşkünlüğü de hicaptır
HİCAZ: Arapça, kuşak, bele bağlanan ip, ayıran anlamında bir kelimedir Suudi Arabistan'ın batısında, coğrafî planda ArapYarımadası'nı Kuzeyden Güneye sıradağlar halinde inerek ayıran bir dağ silsilesi vardır Bu konumu nedeniyle, bölgeye, Hicaz (ayrılan) adı verilmiştir Tasavvufta Mekke olarak değerlendirilir
Zira hac ve umre ibadetlerindeki, ihram uygulaması, şehvet ve lezzetlere engel teşkil eder Bazı büyükler, bu mübarek beldede mücavir olarak kalmayı seçmiş, kendilerini oraya vakfetmişlerdir Zira Allah, oradaki bazı bölgeleri şerefli ve faziletli kılmıştır Zemahşerî, sürekli Mekke'de kaldığı için, kendisine carullah(Allah'ın komşusu)' denmiştir
HİCRAN: Arapça, ayrılık demektir İç ve dış açısından Allah'tan gayrısına meyletme haline hicran denir
HİCRET: Arapça, ayrılık demektir Beden ülkesini terkedip, ruhlar âlemine göçü anlatan bir terim Yerilen huyları terkedip, övülen huyları elde etmek de, hicretolarak tanımlanır
HİDAYET: Arapça, irşad etmek, doğru yolu göstermek anlamında bir masdar Hedefe ulaştıran yolu gösterme, ona varan yolu tutma
HİKD: Arapça, kin demektir, insanlar hakkında, kalpte beslenen ve düşmanlıktan kaynaklanan sui zan, intikam alma duygusu
HİKMET: Arapça, hikmet; felsefe, adalet, ilim, hilim, Peygamberlik, Kur'anı Kerim, incil, veciz söz anlamlarında kullanılan bir kelime Amel ve bilgi bütünleşmesinden meydana gelen ilim İnsan'ın, gücü oranında, dış âlemdeki (afâktaki) nesnelerin hakikatim olduğu gibi bilip, ona göre hareket etmesinden bahseden ilme, hikmet denir Bu ilim, tabiî, riyazî ve ilâhî olmak üzere üçe ayrılır Söz ve davranıştaki isabet, olanı olduğu gibi bilmek de, hikmet olarak değerlendirilir Hikmet, Allah'ın bir ordusu olup, onunla, veli kullarının kalplerini güçlendirir Türk tasavvuf geleneğinde, tasavvufî şiirlere hikmet denir Ahmed Yesevî'nin Divanı Hikmef'i gibi Kime hikmet verildi ise, ona çok hayır bahşedilmiştir(Bakara269)
HİKEMİYYE: Şeyh Muhammed b Ebi Bekr elHikemî tarafından kurulan bir tasavvuf okulu olup, Kadiriyye'nin kollarmdandır
HİKMETİ CÂMİ'A: Arapça, toplayıcı hikmet demektir Hakkı bilmek, onunla amel etmek; bâtılı tanıyıp ondan uzaklaşmak Hz Peygamber (s), bunu şöyle ifade eder: Ey Allah'ım bize hakk'ı hak olarak göster, ona uymayı nasib et Bâtılı bâtıl göster, ondan uzaklaşmaya muvaffak kıl Ey Allah'ım bize eşyanın hakikatini gösterAmin
HİKMETİ MANTUKUN BİH: Arapça, anlatılan hikmet demektir Anlatılan hikmetler; Şeriat, tarikat hakkındaki bilgilerdir
HİKMETİ MEÇHULE: Arapça, bilinmeyen hikmet demektir Çocukken ölenlerin durumu, ebedî cehennem azabı gibi, mahiyetini anlamaktan uzak olduğumuz, sadece inandığımız veya inanmamız gereken hikmetlere hikmeti meçhuledenir
HİKMETİ MESKÛTUN ANHA: Arapça, anlatılamayan hikmet demektir Rüsum âlimlerinin ve avam tabakasının anlayamadığı hakikat sırları Bu konuya şu hadis örnek getirilir: Peygamber Efendimiz (s), bir gün ashabıyla Medine sokaklarından geçerken önüne bir kadın çıkarak, yemin ile bahçesine davet eder Hz Peygamber (s), ashabıyle birlikte bu davete icabet eder Görür ki, kadıncağızın çocukları, alevli bir ateş etrafında oynuyorlar Kadın, Hz Peygamber (s)'e Ya Rasulallah Allah mı kullarına daha merhametli, yoksa ben mi çocuklarıma daha merhametliyim?diye sorar Hz Peygamber (s)'e Allah daha merhametlidir Çünkü erhamürrâhimin (acıyanların en acıyanı) dirkarşılığını verir Kadın bunun üzerine çocuklarımı ben, hiç şu âteşe atmayı ister miyim?sorusunu yöneltir Hz Peygamber (s) hayırkarşılığını verir Bunun üzerine kadın öyleyse kullarına daha çok acıyan Allah, kullarını ateşe nasıl atar?deyince, Hz Rasulullah (s) gözlerinden yaşlar dökerek bana böyle vahyolunducevabını verir işte bu tür ince sırlar, herkese anlatılmaz Zira dinleyen anlamaz ve bunun sonucu olarak da sapıtır
HİKMETİNDEN SUAL OLUNMAZ : Allah hiçbir şeyi boşa yaratmamıştır (Ali İmran191) Yarattığı herşeyin bir hikmeti vardır Bu, herşeyin hikmetinin anlaşılmayacağını, bilinemeyeceğini, bu yüzden de ona, hikmeti nedir?diye soru sorulamayacağını belirten bir atazözüdür Yaptığından sorulmazEnbiya23
HİLAFET:
Arapça, halifelik, imamet, emirlik gibi anlamları bulunan bir kelime, islâm devletlerinin yöneticilerine halife denirdi Taftazanî'ye göre hilafet; Hz Peygamber (s)'den halef olarak, din ve dünya işlerindeki genel başkanlığa denir Tarikatların hemen hemen hepsinde, şeyhlik makamına hilâfet denilir İnsanı Kâmil'e, Allah'ın esma ve sıfatlarını ortaya çıkardığı için, halife denilir Allah'ın ruhundan bir soluk olduğu için, her insan bilkuvve halifedir insanın bir kul olarak, bunu bilfiil ortaya çıkarması gerekir Emanet sadece insanda olduğu için, Allah'ın 99 ismini ortaya çıkarabilire kabiliyeti, varlıklar âleminde sadece insana verilmiştir İki türlü hilâfetten bahsedilir
1 Hilâfeti Kübra : Bu zahiri dünyanın reisliğini ifade eder
2 Hilâfeti Suğra : Batînî âlemin reisliğini gösterir
Yine ikinci bir hilâfeti kübra, hilâfeti suğra ayırımı vardır ki, ilki, tarikatta kol oluşturabilme yetkisine sahipliği ifade ederken, ikincisi, bulunduğu tasavvuf okulunun dairesi içinde görev yapar
BÂ: Varlıkta, ikinci mertebeyi teşkil eder Bâ ile yaratılmışların hepsine işaret olunur
BABA: Ata manasınadır Hürmete layık kişiler, yahut yaşlı adamlar hakkında kullanılır Oruç Reis'e hürmeten Oruç Baba veya Baba Oruç denirdi Bu kelimeye daha çok Selçuklular devrinde rastlanmaktadır Ahmed Yesevi'nin Anadolu topraklarına gelmiş halifeleri ve müridleri için kullanılan bir terimdir Tasavvufta, sülük yoluna giren, nefsini yenmiş topluma yararlı hâle gelmiş, yani nefsinde ölmüş, ruhunda dirilmiş kişiye baba denir Bir sufînin mürşidi, onun mânevi babasıdır Bu tâbir, özellikle, Bektaşî şeyhlerinin büyükleri için unvan olarak kullanılmıştır Babalar pîr evinin Eyvallah Kapısfnda yetiştirilir Eyvallah, tam bir feragat demektir, teslimiyet ifade eder Müridin, olgunlaşma yolunda bu kapıdan geçmesi gerekir Burada bazı bedeni faaliyetlerde bulunulur: Kazmak, kesmek, dikmek, çapa işi yapmak vs gibi Bu şekilde derviş, Dede bağında üç yıl hizmet eder Orada haline razı olarak ikâmet eder, yaptığı işler beğenilirse Büyük Baba tarafından kabul görerek, tekkede derviş olur Bu kez, tekkede oniki buçuk yıllık uzun bir hizmet süresi söz konusudur Bu süre sonunda, nasibinde varsa, babalık makamına nail olabilir Baba tayininde kıdemden ziyâde, babalığa ehil olunup olunmadığı hususu önceliklidir Baba olacak kişide bazı özellikler bulunması gerekir Bu özelliklerin bazıları şunlardır: Hitabet güçlülüğü, mütebessim bir yüz, musikiye aşinalık Bu şekilde yetişen baba, ya açılacak bir baba makamını bekler, ya da kendisine bir başka yerde tekke açmaya izin verilir Baba adı taşıyan çeşitli yer isimlerinin bulunuşu, dikkat çeken bir başka husustur : Babadağ, Babaeski, Baba Nakkaş Köyü, Baba Burnu vb yerler, hep buralarda yaşamış dervişlerin hatıralarını ismen yaşatan yerleşim birimleridir Mevlevîler, mürşide baba demekte kibir gördükleri için, bu ifadeyi kullanmamışlardır Bu sebeple falan şeyhin müridi, filan zâtın ihvanı, şu şeyhin evlâdıgibi ifadeler, Mevlevîlerin kullandıkları deyimler olarak görülür Baba, çeşitli deyimlerin öğesi olarak yaygın biçimde kullanılmıştır Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: Herhangi bir baba (mürşid), evladına karşı babalık vazifesi görmüyorsa, bu kişi hakkında baba değil yaba, atasözü kullanılır Veya bu zattan bahsedilirken; iskele babası, tırabzan babası, denir İskele babası, geminin durması için gemiden ve iskeleden atılan kalın halatın sarıldığı kazığa denir
BABAİYYE: Abdülganî Pir Babaî (ö 870 1465)'nin kurduğu bir tasavvuf okulu
BÂBI RIZADAN AYRILMA : Hoşnutluk, memnunluk, razı olma kapısı mânâsını ifâde eder Tasavvufta, bir müridin, maneviyat yolundaki rehberini ve arkadaşlarını memnun etmesi önemlidir O, bu uğurda çeşitli imtihanlara maruz kalır, razı olur, isyan yoluna sapmaz Babı rızâdan ayrılma, yahut Allah, bâbı rızadan dür (uzak) etmesinifadeleri, hep bu yolda söylenmiştir
BÂBI ŞERİF: Arapça şerefli kapı demektir Molla Hünkâr Celaleddini Rumî'nin şimdiki türbesinin giriş kapısına verilen ad Anlatılanlara bakılırsa, bir tarikat edebi olarak, eşiği öpülerek içeri girilir Çıkarken de geri geri yürüyerek, sırtın, türbeye çevrilmemesine itina gösterilir
BÂBU'LEBVÂB: Arapça, kapılar kapısı demektir Tasavvufta ilk makamı, yani tevbeyi ifade eden bir tâbir Kul, Allah'a yaklaşmaya bu kapıdan başladığı için, ilk kapıyı ifade etmek üzere kullanılır Tasavvufi olgunluk yolunda yetmiş makam vardır : ilki tevbedir, sonuncusu kulluk (abdiyyet) tur
BACIANABACI : Kızkardeşe bacı denir Kur'ân'a göre, inananlar kardeştir (Hucurât10) Tasavvufta ise, yol kardeşliği önem arzeder Bu nedenle tasavvuf yolunun yolcuları, birbirlerine, bu âyetten mülhem olarak kardeşdedikleri gibi, yoldaki kadınlara da bacıderler Şeyhin hanımıysa anabacıyahut hanım sultandır
BÂCIYÂNI RÛM: Anadolulu genç kızlar teşkilâtı Osmanlıların kuruluşuna tesadüf eden dönemde, çeşitli tasavvuf okullarına mensup kadınlarca kurulmuş olan bu teşkilât, askerî, dinî ve iktisadî alanlarda faaliyetler yürütmüşlerdi Bu teşkilât; Orta Asya'dan göç ile Anadolu'ya gelen Türk boylarını misafir ederek, onlara bu yeni topraklarda ev sahipliği yapmıştı Teşkilâtın kurucusu Evhadüddin Kirmanî'nin kızı, Ahi Evren'in hanımı Fatma Bacı'dır Konya yakınlarında Ulu Muhsine ve Kiçi Muhsine adlı iki köyün, bu teşkilât mensubu iki kızkardeş tarafından kurulduğu söylenir
BÂCİYYE: Ebû Sa'îd Hallâf b Ahmed elBâcî etTemîmî (ö 6281267) tarafından kurulmuş bir tasavvuf ekolü
BÂD: Farsça rüzgâr demektir Her fâni (ölümlü) için varlığı zorunlu olan ilâhî inayet
BADE: Farsça şarap mânâsına geldiği gibi, kadeh anlamına da kullanılır Divân edebiyatımızda bu kelime, daima içki, şarap, sarhoşluk veren içecek anlamında kullanılmıştır Tasavvufî sembolizmde, bade, aşk, zevk, ilâhî sevgi gibi mânâları ifade etmiştir Ancak, Bektaşîler bu mânânın ötesinde, gerçek anlamda da kullanmışlardır
Ne gördü badede bilmem ki oldu bâdeperest
Müdîri meşrebi zühhâd gördüğün gönlüm
Fuzulî
BÂDEİ ÇÛ NÂR: Farsça, ateş gibi içki demektir, ilâhî ve kutsal nefes
BÂDEFÜRÛŞ: Farsça, bileşik sıfat olup şarap satan demektir Tasavvuf edebiyatında kullanılmış bir terimdir Şeyh, mürşid karşılığında kullanılmıştır Bektaşî geleneğinde, kıyamet günü kevserin sunucusunun Hz Ali olacağını bildiren bir hadîse dayanılarak Hz Ali, hammâr, bâdefürûş, meyfürûş sıfatlarıyla tavsîf olunmuştur
BÂDEİ ELEST: FarsçaArapça Elest şarabı demektir Elest toplantısında sunulan bade
BADİ: Görünen, her şeyin başlangıcı, ortaya çıkan gibi anlamları ihtiva eden Arapça ismi fail Hakk'ın tecellisi ve ortaya çıkışı Muayyen bir vakitte, insanın içinde bulunduğu hâle göre, kalbinde ortaya çıkan tecelli, orada bulunan diğer şeylerin hepsini siler, yok eder
BÂDI SABA: FarsçaArapça bir terkib Sabahları doğudan esen ve güllerin açılmasını sağlayan latîf rüzgâr Ruhaniyet doğusundan gelen Rahmanı kokular Rahman'ın nefesinin Yemen'den gelmekte olduğunu hissediyorumhadisi ile buna işaret olunur
BÂDI DEBUR: FarsçaArapça Sam yeli Batıdan doğuya eser, nebatata zarar verir Nefsin azgınlığından kaynaklanan şer'î hükümlere aykırı olan istekler
BAĞ: Farsça bahçe demektir Neşeli ruhanî âlem
BÂDİYE: Arapça çöl, ova demektir Varlık âlemi ve bu âlemdeki engeller
BAĞDAD GÜLÜ : Kadirî tarikatı tâbirlerindendir Şeyhlerin başlarına giydikleri tacın üzerinde, içice üç daireden oluşan ve gülü andıran yuvarlak parçaya, Bağdad Gülü denirdi Genel olarak güller, bir daire onsekize bölünmek ve altışar altışar ipekle birbirine birleştirilmekle dikilirdi Bu gülün kenarı, şirâze tarzında örme yapılırdı Bu gülün rengi hususunda belirli bir kayıt olmamakla beraber, yeşil üzerine beyaz ibrişimle işlenirdi
BAHAR: Farsça Türkçe'de de aynı anlamda kullanılır Müridin murakabe, vecd ve istiğrak hâlinde ruhî âlemlere dalarak, mânâları idrâk etmesi ve rûhaniyyetin zuhur etmesi olayına bahar denir
BAHÇIVAN, BİR GÜL İÇİN, BİN DİKENE HİZMET EDER : Burada gül, mürid; bahçıvan da onu yetiştiren mürşiddir Hakiki mürid bir gül gibi çok zor yetişir O güle yetişsin diye hizmet eden şeyh, onunla beraber gül olamayacak kapasitede dikenlere de hizmet eder Yani, yetişmeye kabiliyetli olmayanlara da hoş görü ile muamele ederek onları etrafından kovmaz, onların sivriliklerine katlanır
Bağbân bir gül için bin hara (dikene) hizmetkâr olur
BÂHDADİYYE: Abdullah b Bahdâd'a nisbet edilen bir tasavvuf okulu Yemen'de yaygındır
HIZIR:
Arapça, yeşil demektir Hz Musa (s) zamanında yaşamış, veli mi, peygamber mi olduğu konusunda anlaşmazlık bulunan bir mübarek zât Oturduğu yerdeki sararmış otlar, kalkınca yeşerdiği için, kendisine Hızır (yeşil) dendiği kaydedilir Âbı hayat denilen ebedîlik suyunu, Hz ilyas (a) ile bulup içtiği için, her ikisinin kıyamet gününe kadar bir tür dirilikle yaşadığına inanılır Tasavvufta bast haline Hızır, kabz haline ilyas denir Zamanın kutbuna Hızırı Vaktadı verilir
HIZIR UĞRAMIŞ : Tükenmek bilmeyen yiyecek, içecek, para vs gibi nesneler için Hızır uğramıştabiri kullanılır
HIZIR GİBİ YETİŞMEK : ihtiyaç sahibine tam zamanında yetişip, yardım eden için bu söz kullanılır Kul bunalmayınca Hızır yetişmeztabiri de, Hızır'ın genellikle darda kalanlara yardıma koştuğunu ifâde eder
HIZIRİYYE: Hz Hızır (a)'a dayandırılan bir tasavvuf okulu
HIZIRİYYE: Fas'da, İbnu'dDebbâğ (ö 1717) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu
HİCÂB: Arapça, perde, engel demektir, istenen ile isteyen arasına giren engele hicâb denir İnsan, hicâbla, Allah'a yakınlıktan perdelenir Bu, ya nurânî (aydınlık), ya da zulmânî (karanlık) olur Nurânî olan ruhun nuru iken, zulmânî de, cismin zulmeti (karanlığı)dir Nefs, akıl, sır, ruh, hafi gibi müdriklerin her birinin, kendine göre hicabı vardır Nefsin perdeleri, şehvetler, lezzet ve lehviyyat; kalbin hicabı, Hak'dan gayrisini düşünmek; aklın hicabı, makûl mânâlara saplanıp kalmak; hafi'nin hicabı azamet ve kibriya'dır Vâsıl kişi (olgun insan)'nin, bunlara iltifatı yoktur Kettanî, sevabı görmek de hicabı görmek de: bir tür hicâbtır, der Sevap görmek, kulun yaptığı ibadetine karşılık beklemesi şeklinde açıklanır Kalbe yerleşen ve orada hakikatlerin tecellisine engel olan suretlere, maddî izlere de, hicâb denir
HİCABU'LİZZE, HİCÂBÛLCELÂL: Allah'ın zatı idrak olunamaz
O'nun zâtı, ululuk perdesi (hicâbu'lizze) ile örtülüdür Mal, can, vatan sevgisi ve şehvet düşkünlüğü de hicaptır
HİCAZ: Arapça, kuşak, bele bağlanan ip, ayıran anlamında bir kelimedir Suudi Arabistan'ın batısında, coğrafî planda ArapYarımadası'nı Kuzeyden Güneye sıradağlar halinde inerek ayıran bir dağ silsilesi vardır Bu konumu nedeniyle, bölgeye, Hicaz (ayrılan) adı verilmiştir Tasavvufta Mekke olarak değerlendirilir
Zira hac ve umre ibadetlerindeki, ihram uygulaması, şehvet ve lezzetlere engel teşkil eder Bazı büyükler, bu mübarek beldede mücavir olarak kalmayı seçmiş, kendilerini oraya vakfetmişlerdir Zira Allah, oradaki bazı bölgeleri şerefli ve faziletli kılmıştır Zemahşerî, sürekli Mekke'de kaldığı için, kendisine carullah(Allah'ın komşusu)' denmiştir
HİCRAN: Arapça, ayrılık demektir İç ve dış açısından Allah'tan gayrısına meyletme haline hicran denir
HİCRET: Arapça, ayrılık demektir Beden ülkesini terkedip, ruhlar âlemine göçü anlatan bir terim Yerilen huyları terkedip, övülen huyları elde etmek de, hicretolarak tanımlanır
HİDAYET: Arapça, irşad etmek, doğru yolu göstermek anlamında bir masdar Hedefe ulaştıran yolu gösterme, ona varan yolu tutma
HİKD: Arapça, kin demektir, insanlar hakkında, kalpte beslenen ve düşmanlıktan kaynaklanan sui zan, intikam alma duygusu
HİKMET: Arapça, hikmet; felsefe, adalet, ilim, hilim, Peygamberlik, Kur'anı Kerim, incil, veciz söz anlamlarında kullanılan bir kelime Amel ve bilgi bütünleşmesinden meydana gelen ilim İnsan'ın, gücü oranında, dış âlemdeki (afâktaki) nesnelerin hakikatim olduğu gibi bilip, ona göre hareket etmesinden bahseden ilme, hikmet denir Bu ilim, tabiî, riyazî ve ilâhî olmak üzere üçe ayrılır Söz ve davranıştaki isabet, olanı olduğu gibi bilmek de, hikmet olarak değerlendirilir Hikmet, Allah'ın bir ordusu olup, onunla, veli kullarının kalplerini güçlendirir Türk tasavvuf geleneğinde, tasavvufî şiirlere hikmet denir Ahmed Yesevî'nin Divanı Hikmef'i gibi Kime hikmet verildi ise, ona çok hayır bahşedilmiştir(Bakara269)
HİKEMİYYE: Şeyh Muhammed b Ebi Bekr elHikemî tarafından kurulan bir tasavvuf okulu olup, Kadiriyye'nin kollarmdandır
HİKMETİ CÂMİ'A: Arapça, toplayıcı hikmet demektir Hakkı bilmek, onunla amel etmek; bâtılı tanıyıp ondan uzaklaşmak Hz Peygamber (s), bunu şöyle ifade eder: Ey Allah'ım bize hakk'ı hak olarak göster, ona uymayı nasib et Bâtılı bâtıl göster, ondan uzaklaşmaya muvaffak kıl Ey Allah'ım bize eşyanın hakikatini gösterAmin
HİKMETİ MANTUKUN BİH: Arapça, anlatılan hikmet demektir Anlatılan hikmetler; Şeriat, tarikat hakkındaki bilgilerdir
HİKMETİ MEÇHULE: Arapça, bilinmeyen hikmet demektir Çocukken ölenlerin durumu, ebedî cehennem azabı gibi, mahiyetini anlamaktan uzak olduğumuz, sadece inandığımız veya inanmamız gereken hikmetlere hikmeti meçhuledenir
HİKMETİ MESKÛTUN ANHA: Arapça, anlatılamayan hikmet demektir Rüsum âlimlerinin ve avam tabakasının anlayamadığı hakikat sırları Bu konuya şu hadis örnek getirilir: Peygamber Efendimiz (s), bir gün ashabıyla Medine sokaklarından geçerken önüne bir kadın çıkarak, yemin ile bahçesine davet eder Hz Peygamber (s), ashabıyle birlikte bu davete icabet eder Görür ki, kadıncağızın çocukları, alevli bir ateş etrafında oynuyorlar Kadın, Hz Peygamber (s)'e Ya Rasulallah Allah mı kullarına daha merhametli, yoksa ben mi çocuklarıma daha merhametliyim?diye sorar Hz Peygamber (s)'e Allah daha merhametlidir Çünkü erhamürrâhimin (acıyanların en acıyanı) dirkarşılığını verir Kadın bunun üzerine çocuklarımı ben, hiç şu âteşe atmayı ister miyim?sorusunu yöneltir Hz Peygamber (s) hayırkarşılığını verir Bunun üzerine kadın öyleyse kullarına daha çok acıyan Allah, kullarını ateşe nasıl atar?deyince, Hz Rasulullah (s) gözlerinden yaşlar dökerek bana böyle vahyolunducevabını verir işte bu tür ince sırlar, herkese anlatılmaz Zira dinleyen anlamaz ve bunun sonucu olarak da sapıtır
HİKMETİNDEN SUAL OLUNMAZ : Allah hiçbir şeyi boşa yaratmamıştır (Ali İmran191) Yarattığı herşeyin bir hikmeti vardır Bu, herşeyin hikmetinin anlaşılmayacağını, bilinemeyeceğini, bu yüzden de ona, hikmeti nedir?diye soru sorulamayacağını belirten bir atazözüdür Yaptığından sorulmazEnbiya23
HİLAFET:
Arapça, halifelik, imamet, emirlik gibi anlamları bulunan bir kelime, islâm devletlerinin yöneticilerine halife denirdi Taftazanî'ye göre hilafet; Hz Peygamber (s)'den halef olarak, din ve dünya işlerindeki genel başkanlığa denir Tarikatların hemen hemen hepsinde, şeyhlik makamına hilâfet denilir İnsanı Kâmil'e, Allah'ın esma ve sıfatlarını ortaya çıkardığı için, halife denilir Allah'ın ruhundan bir soluk olduğu için, her insan bilkuvve halifedir insanın bir kul olarak, bunu bilfiil ortaya çıkarması gerekir Emanet sadece insanda olduğu için, Allah'ın 99 ismini ortaya çıkarabilire kabiliyeti, varlıklar âleminde sadece insana verilmiştir İki türlü hilâfetten bahsedilir
1 Hilâfeti Kübra : Bu zahiri dünyanın reisliğini ifade eder
2 Hilâfeti Suğra : Batînî âlemin reisliğini gösterir
Yine ikinci bir hilâfeti kübra, hilâfeti suğra ayırımı vardır ki, ilki, tarikatta kol oluşturabilme yetkisine sahipliği ifade ederken, ikincisi, bulunduğu tasavvuf okulunun dairesi içinde görev yapar
BÂ: Varlıkta, ikinci mertebeyi teşkil eder Bâ ile yaratılmışların hepsine işaret olunur
BABA: Ata manasınadır Hürmete layık kişiler, yahut yaşlı adamlar hakkında kullanılır Oruç Reis'e hürmeten Oruç Baba veya Baba Oruç denirdi Bu kelimeye daha çok Selçuklular devrinde rastlanmaktadır Ahmed Yesevi'nin Anadolu topraklarına gelmiş halifeleri ve müridleri için kullanılan bir terimdir Tasavvufta, sülük yoluna giren, nefsini yenmiş topluma yararlı hâle gelmiş, yani nefsinde ölmüş, ruhunda dirilmiş kişiye baba denir Bir sufînin mürşidi, onun mânevi babasıdır Bu tâbir, özellikle, Bektaşî şeyhlerinin büyükleri için unvan olarak kullanılmıştır Babalar pîr evinin Eyvallah Kapısfnda yetiştirilir Eyvallah, tam bir feragat demektir, teslimiyet ifade eder Müridin, olgunlaşma yolunda bu kapıdan geçmesi gerekir Burada bazı bedeni faaliyetlerde bulunulur: Kazmak, kesmek, dikmek, çapa işi yapmak vs gibi Bu şekilde derviş, Dede bağında üç yıl hizmet eder Orada haline razı olarak ikâmet eder, yaptığı işler beğenilirse Büyük Baba tarafından kabul görerek, tekkede derviş olur Bu kez, tekkede oniki buçuk yıllık uzun bir hizmet süresi söz konusudur Bu süre sonunda, nasibinde varsa, babalık makamına nail olabilir Baba tayininde kıdemden ziyâde, babalığa ehil olunup olunmadığı hususu önceliklidir Baba olacak kişide bazı özellikler bulunması gerekir Bu özelliklerin bazıları şunlardır: Hitabet güçlülüğü, mütebessim bir yüz, musikiye aşinalık Bu şekilde yetişen baba, ya açılacak bir baba makamını bekler, ya da kendisine bir başka yerde tekke açmaya izin verilir Baba adı taşıyan çeşitli yer isimlerinin bulunuşu, dikkat çeken bir başka husustur : Babadağ, Babaeski, Baba Nakkaş Köyü, Baba Burnu vb yerler, hep buralarda yaşamış dervişlerin hatıralarını ismen yaşatan yerleşim birimleridir Mevlevîler, mürşide baba demekte kibir gördükleri için, bu ifadeyi kullanmamışlardır Bu sebeple falan şeyhin müridi, filan zâtın ihvanı, şu şeyhin evlâdıgibi ifadeler, Mevlevîlerin kullandıkları deyimler olarak görülür Baba, çeşitli deyimlerin öğesi olarak yaygın biçimde kullanılmıştır Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür: Herhangi bir baba (mürşid), evladına karşı babalık vazifesi görmüyorsa, bu kişi hakkında baba değil yaba, atasözü kullanılır Veya bu zattan bahsedilirken; iskele babası, tırabzan babası, denir İskele babası, geminin durması için gemiden ve iskeleden atılan kalın halatın sarıldığı kazığa denir
BABAİYYE: Abdülganî Pir Babaî (ö 870 1465)'nin kurduğu bir tasavvuf okulu
BÂBI RIZADAN AYRILMA : Hoşnutluk, memnunluk, razı olma kapısı mânâsını ifâde eder Tasavvufta, bir müridin, maneviyat yolundaki rehberini ve arkadaşlarını memnun etmesi önemlidir O, bu uğurda çeşitli imtihanlara maruz kalır, razı olur, isyan yoluna sapmaz Babı rızâdan ayrılma, yahut Allah, bâbı rızadan dür (uzak) etmesinifadeleri, hep bu yolda söylenmiştir
BÂBI ŞERİF: Arapça şerefli kapı demektir Molla Hünkâr Celaleddini Rumî'nin şimdiki türbesinin giriş kapısına verilen ad Anlatılanlara bakılırsa, bir tarikat edebi olarak, eşiği öpülerek içeri girilir Çıkarken de geri geri yürüyerek, sırtın, türbeye çevrilmemesine itina gösterilir
BÂBU'LEBVÂB: Arapça, kapılar kapısı demektir Tasavvufta ilk makamı, yani tevbeyi ifade eden bir tâbir Kul, Allah'a yaklaşmaya bu kapıdan başladığı için, ilk kapıyı ifade etmek üzere kullanılır Tasavvufi olgunluk yolunda yetmiş makam vardır : ilki tevbedir, sonuncusu kulluk (abdiyyet) tur
BACIANABACI : Kızkardeşe bacı denir Kur'ân'a göre, inananlar kardeştir (Hucurât10) Tasavvufta ise, yol kardeşliği önem arzeder Bu nedenle tasavvuf yolunun yolcuları, birbirlerine, bu âyetten mülhem olarak kardeşdedikleri gibi, yoldaki kadınlara da bacıderler Şeyhin hanımıysa anabacıyahut hanım sultandır
BÂCIYÂNI RÛM: Anadolulu genç kızlar teşkilâtı Osmanlıların kuruluşuna tesadüf eden dönemde, çeşitli tasavvuf okullarına mensup kadınlarca kurulmuş olan bu teşkilât, askerî, dinî ve iktisadî alanlarda faaliyetler yürütmüşlerdi Bu teşkilât; Orta Asya'dan göç ile Anadolu'ya gelen Türk boylarını misafir ederek, onlara bu yeni topraklarda ev sahipliği yapmıştı Teşkilâtın kurucusu Evhadüddin Kirmanî'nin kızı, Ahi Evren'in hanımı Fatma Bacı'dır Konya yakınlarında Ulu Muhsine ve Kiçi Muhsine adlı iki köyün, bu teşkilât mensubu iki kızkardeş tarafından kurulduğu söylenir
BÂCİYYE: Ebû Sa'îd Hallâf b Ahmed elBâcî etTemîmî (ö 6281267) tarafından kurulmuş bir tasavvuf ekolü
BÂD: Farsça rüzgâr demektir Her fâni (ölümlü) için varlığı zorunlu olan ilâhî inayet
BADE: Farsça şarap mânâsına geldiği gibi, kadeh anlamına da kullanılır Divân edebiyatımızda bu kelime, daima içki, şarap, sarhoşluk veren içecek anlamında kullanılmıştır Tasavvufî sembolizmde, bade, aşk, zevk, ilâhî sevgi gibi mânâları ifade etmiştir Ancak, Bektaşîler bu mânânın ötesinde, gerçek anlamda da kullanmışlardır
Ne gördü badede bilmem ki oldu bâdeperest
Müdîri meşrebi zühhâd gördüğün gönlüm
Fuzulî
BÂDEİ ÇÛ NÂR: Farsça, ateş gibi içki demektir, ilâhî ve kutsal nefes
BÂDEFÜRÛŞ: Farsça, bileşik sıfat olup şarap satan demektir Tasavvuf edebiyatında kullanılmış bir terimdir Şeyh, mürşid karşılığında kullanılmıştır Bektaşî geleneğinde, kıyamet günü kevserin sunucusunun Hz Ali olacağını bildiren bir hadîse dayanılarak Hz Ali, hammâr, bâdefürûş, meyfürûş sıfatlarıyla tavsîf olunmuştur
BÂDEİ ELEST: FarsçaArapça Elest şarabı demektir Elest toplantısında sunulan bade
BADİ: Görünen, her şeyin başlangıcı, ortaya çıkan gibi anlamları ihtiva eden Arapça ismi fail Hakk'ın tecellisi ve ortaya çıkışı Muayyen bir vakitte, insanın içinde bulunduğu hâle göre, kalbinde ortaya çıkan tecelli, orada bulunan diğer şeylerin hepsini siler, yok eder
BÂDI SABA: FarsçaArapça bir terkib Sabahları doğudan esen ve güllerin açılmasını sağlayan latîf rüzgâr Ruhaniyet doğusundan gelen Rahmanı kokular Rahman'ın nefesinin Yemen'den gelmekte olduğunu hissediyorumhadisi ile buna işaret olunur
BÂDI DEBUR: FarsçaArapça Sam yeli Batıdan doğuya eser, nebatata zarar verir Nefsin azgınlığından kaynaklanan şer'î hükümlere aykırı olan istekler
BAĞ: Farsça bahçe demektir Neşeli ruhanî âlem
BÂDİYE: Arapça çöl, ova demektir Varlık âlemi ve bu âlemdeki engeller
BAĞDAD GÜLÜ : Kadirî tarikatı tâbirlerindendir Şeyhlerin başlarına giydikleri tacın üzerinde, içice üç daireden oluşan ve gülü andıran yuvarlak parçaya, Bağdad Gülü denirdi Genel olarak güller, bir daire onsekize bölünmek ve altışar altışar ipekle birbirine birleştirilmekle dikilirdi Bu gülün kenarı, şirâze tarzında örme yapılırdı Bu gülün rengi hususunda belirli bir kayıt olmamakla beraber, yeşil üzerine beyaz ibrişimle işlenirdi
BAHAR: Farsça Türkçe'de de aynı anlamda kullanılır Müridin murakabe, vecd ve istiğrak hâlinde ruhî âlemlere dalarak, mânâları idrâk etmesi ve rûhaniyyetin zuhur etmesi olayına bahar denir
BAHÇIVAN, BİR GÜL İÇİN, BİN DİKENE HİZMET EDER : Burada gül, mürid; bahçıvan da onu yetiştiren mürşiddir Hakiki mürid bir gül gibi çok zor yetişir O güle yetişsin diye hizmet eden şeyh, onunla beraber gül olamayacak kapasitede dikenlere de hizmet eder Yani, yetişmeye kabiliyetli olmayanlara da hoş görü ile muamele ederek onları etrafından kovmaz, onların sivriliklerine katlanır
Bağbân bir gül için bin hara (dikene) hizmetkâr olur
BÂHDADİYYE: Abdullah b Bahdâd'a nisbet edilen bir tasavvuf okulu Yemen'de yaygındır
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.