iltasyazilim
FD Üye
Herhangi bir konuda başısonu, hedef ve gayesi belirlenmiş; disiplinli, derin ve sistemli düşünme mânâsına gelen tefekkür, esasında bir peygamberlik mesleğidir İnsanlığın İftihar Tablosu'nun mübarek beyanlarına ve hayatı seniyyelerine bakıldığında bu hakikat açık ve net bir şekilde görülür Mesela tefekkür ile alâkalı bir nurlu beyanında O (sallallâhu aleyhi ve sellem); Tefekküre denk ibadet yoktur; öyle ise gelin Cenâbı Hakk'ın nimet ve kudret eserlerini tefekkür edin! Ama zinhâr Zâtı Bârî'yi tefekküre kalkışmayın Zira O, insan düşüncesini aşan bir mevzudur(elBeyhakî, Şuabü'liman 1136) buyurmaktadır Görüldüğü üzere Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Cenâbı Hakk'ın zâtı dışında her şeyi tefekkür sahası içine dâhil etmiştir
Nitekim Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), bizzat kendisinin de eşya ve hâdiseleri sürekli hallaç ederek, hep tefekkür ufkunda tefekkür yörüngeli bir hayat yaşadığını müşâhede ediyoruz Mesela bir hadisi şerifte O'nun bu hâli bize şöyle anlatılır: Allah Resûlü (aleyhi ekmelü'ttehâyâ) bir gece kalktığında gözleri hüzün dolu bir şekilde, Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır Onlar ki Allah'ı gâh ayakta an durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: 'Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz Sen bizi o ateş azabından koru!'(Âli İmran Sûresi, 2190191) âyetlerini okudu; okudu ve gözyaşları içinde derin bir tefekküre daldı Sabah namazı için ezan okumaya gelen Hazreti Bilal kendisine, Ya Resûlallah! Kendini niçin bu kadar zora koşuyorsun? Allah, geçmişgelecek bütün günah yollarını Sana kapattıdediğinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabb'ime, ihsanı ölçüsünde şükreden bir kul olmayayım mı?buyurdu (Buhârî, Teheccüd, 6)
Hayatının her karesini böylesine tefekkür atkılarıyla örgüleyen Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü'ttehâyâ), kendisine atfedilen bir sözde mü'minin sözünün hikmet, sükûtunun da tefekkür olması gerektiği tavsiyesinde bulunur Bu ifadeden mü'minin hâlinin iki hususa bağlandığını görmekteyiz Bir; mü'min konuştuğu zaman mutlaka belli bir hikmet, maslahat ve hayır gözeterek konuşur İki; konuşulacak mevzuda böylesi bir hikmet ve hayır söz konusu değilse o zaman mü'min sükûtu tercih eder Ancak onun bu sükûtu boş boş, tembel tembel durma şeklinde anlaşılmamalıdır O, sükûtîliğine bir anlamda uhrevîlik boyası çalar, tefekkür etmesi gereken meseleleri düşünür ve neticede onu bir tefekkür zemini hâline getirir Bu sebeple diyebiliriz ki tefekkür yörüngeli bir hayat yaşama, kâmil mü'minin mütemadi hâlidir
Tefekkürünüz muhtevasIna göre kIymet kazanIr
Ne var ki, asrımızda Müslümanlarda kıtlığı yaşanan en önemli hususlardan birisi tefekkürdür Bu itibarla insanımızın tefekkür yolunda yaya olduğu söylense zannediyorum mübalâğa yapılmış sayılmaz Mesela günümüzde ümmeti Muhammed'in, tarihinde hiçbir zaman olmadığı ölçüde bela ve musibetlere maruz kaldığı bir vak'adır Ancak Müslümanların beyin zonklatıp, fikir üretip alternatif çözüm yolları araştırarak bu belâ ve musibetlerden sıyrılmak için kayda değer bir şey yapmadıkları da ayrı bir vak'adır Hâlbuki bu vartadan çıkış ancak tefekkürle olacaktır Bu sebeple tefekkürü sadece Cenâbı Hakk'ın ef'âl ve esmâsının cilvelerini düşünme, lütfettiği nimetleri teemmüle koyulma ve böylece iman ve mârifetimizi derinleştirme şeklinde anlamamamız gerekir
Elbette ki bu hususlar tefekkür adına çok önemlidir; ancak dini mübîni İslâm'ı bütün cihana duyurma varsa bunun önündeki gaileleri bertaraf etme o gailelerin bertaraf edilmesi adına alternatif düşünceler üretme gibi hususlar da tefekkür kategorisi içinde mütalâa edilmelidir; mütalâa edilmelidir çünkü bir mü'minin en temel vazifesi i'lâyı kelimetullahtır Yani Allah'ın adının gönüllerde yüceltilip yayılması için cehd ve gayret içinde olmaktır Elbette ki Cenâbı Hak, her zaman mütealdir, O'nun adı zaten zâtında yücedir Ancak zâtında yüce olan bu yüceliğin gönüllerde duyulup hissedilmesini sağlamak da bir mü'minin varlık gayesi, en temel vazifesidir
İşte bu itibarla diyoruz ki dini mübîni İslâm'ın, bütün bir yeryüzünde gönüllerde bir kez daha şehbal açması için sürekli fikir çilesiyle oturup kalkma, hep o mevzu etrafında tedebbür ve teemmülde bulunma, çözüm adına değişik yol ve yöntemler arama, onunla uykuların kaçması ve o ızdırapla geceleri kalkıp deliler gibi dolaşıp durma evet, bütün bunlar hem de âlî derecede tefekkür kategorisine giren hususlardır Zira tefekkürünüz neye taalluk ediyorsa taalluk eden mevzuun kıymeti ölçüsünde sizin tefekkürünüz de kıymet kazanır
Bir mü'min ızdırapla kıvranıyor ve Efendiler Efendisi'nin namını en üst seviyede insanlığa duyurmak için fikrî cehd ve gayret içinde bulunuyorsa, işte onun bu tefekkürü âlî derecede bir tefekkür demektir Bu noktada yukarıdaki ifademizi bir kez daha hatırlayabiliriz: Bizim düşüncemizi bağladığımız mevzû ne ölçüde kıymetliyse, tefekkür ameliyemiz de o ölçüde değer kazanacak, kıymetli hâle gelecektir
zaman kürsü
Nitekim Peygamber Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), bizzat kendisinin de eşya ve hâdiseleri sürekli hallaç ederek, hep tefekkür ufkunda tefekkür yörüngeli bir hayat yaşadığını müşâhede ediyoruz Mesela bir hadisi şerifte O'nun bu hâli bize şöyle anlatılır: Allah Resûlü (aleyhi ekmelü'ttehâyâ) bir gece kalktığında gözleri hüzün dolu bir şekilde, Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok dersler vardır Onlar ki Allah'ı gâh ayakta an durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: 'Ey Yüce Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz Sen bizi o ateş azabından koru!'(Âli İmran Sûresi, 2190191) âyetlerini okudu; okudu ve gözyaşları içinde derin bir tefekküre daldı Sabah namazı için ezan okumaya gelen Hazreti Bilal kendisine, Ya Resûlallah! Kendini niçin bu kadar zora koşuyorsun? Allah, geçmişgelecek bütün günah yollarını Sana kapattıdediğinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem); Bana bu kadar ihsanda bulunan Rabb'ime, ihsanı ölçüsünde şükreden bir kul olmayayım mı?buyurdu (Buhârî, Teheccüd, 6)
Hayatının her karesini böylesine tefekkür atkılarıyla örgüleyen Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü'ttehâyâ), kendisine atfedilen bir sözde mü'minin sözünün hikmet, sükûtunun da tefekkür olması gerektiği tavsiyesinde bulunur Bu ifadeden mü'minin hâlinin iki hususa bağlandığını görmekteyiz Bir; mü'min konuştuğu zaman mutlaka belli bir hikmet, maslahat ve hayır gözeterek konuşur İki; konuşulacak mevzuda böylesi bir hikmet ve hayır söz konusu değilse o zaman mü'min sükûtu tercih eder Ancak onun bu sükûtu boş boş, tembel tembel durma şeklinde anlaşılmamalıdır O, sükûtîliğine bir anlamda uhrevîlik boyası çalar, tefekkür etmesi gereken meseleleri düşünür ve neticede onu bir tefekkür zemini hâline getirir Bu sebeple diyebiliriz ki tefekkür yörüngeli bir hayat yaşama, kâmil mü'minin mütemadi hâlidir
Tefekkürünüz muhtevasIna göre kIymet kazanIr
Ne var ki, asrımızda Müslümanlarda kıtlığı yaşanan en önemli hususlardan birisi tefekkürdür Bu itibarla insanımızın tefekkür yolunda yaya olduğu söylense zannediyorum mübalâğa yapılmış sayılmaz Mesela günümüzde ümmeti Muhammed'in, tarihinde hiçbir zaman olmadığı ölçüde bela ve musibetlere maruz kaldığı bir vak'adır Ancak Müslümanların beyin zonklatıp, fikir üretip alternatif çözüm yolları araştırarak bu belâ ve musibetlerden sıyrılmak için kayda değer bir şey yapmadıkları da ayrı bir vak'adır Hâlbuki bu vartadan çıkış ancak tefekkürle olacaktır Bu sebeple tefekkürü sadece Cenâbı Hakk'ın ef'âl ve esmâsının cilvelerini düşünme, lütfettiği nimetleri teemmüle koyulma ve böylece iman ve mârifetimizi derinleştirme şeklinde anlamamamız gerekir
Elbette ki bu hususlar tefekkür adına çok önemlidir; ancak dini mübîni İslâm'ı bütün cihana duyurma varsa bunun önündeki gaileleri bertaraf etme o gailelerin bertaraf edilmesi adına alternatif düşünceler üretme gibi hususlar da tefekkür kategorisi içinde mütalâa edilmelidir; mütalâa edilmelidir çünkü bir mü'minin en temel vazifesi i'lâyı kelimetullahtır Yani Allah'ın adının gönüllerde yüceltilip yayılması için cehd ve gayret içinde olmaktır Elbette ki Cenâbı Hak, her zaman mütealdir, O'nun adı zaten zâtında yücedir Ancak zâtında yüce olan bu yüceliğin gönüllerde duyulup hissedilmesini sağlamak da bir mü'minin varlık gayesi, en temel vazifesidir
İşte bu itibarla diyoruz ki dini mübîni İslâm'ın, bütün bir yeryüzünde gönüllerde bir kez daha şehbal açması için sürekli fikir çilesiyle oturup kalkma, hep o mevzu etrafında tedebbür ve teemmülde bulunma, çözüm adına değişik yol ve yöntemler arama, onunla uykuların kaçması ve o ızdırapla geceleri kalkıp deliler gibi dolaşıp durma evet, bütün bunlar hem de âlî derecede tefekkür kategorisine giren hususlardır Zira tefekkürünüz neye taalluk ediyorsa taalluk eden mevzuun kıymeti ölçüsünde sizin tefekkürünüz de kıymet kazanır
Bir mü'min ızdırapla kıvranıyor ve Efendiler Efendisi'nin namını en üst seviyede insanlığa duyurmak için fikrî cehd ve gayret içinde bulunuyorsa, işte onun bu tefekkürü âlî derecede bir tefekkür demektir Bu noktada yukarıdaki ifademizi bir kez daha hatırlayabiliriz: Bizim düşüncemizi bağladığımız mevzû ne ölçüde kıymetliyse, tefekkür ameliyemiz de o ölçüde değer kazanacak, kıymetli hâle gelecektir
zaman kürsü