Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Türkçenin Geleceği

Türkçenin Geleceği
0
65

ahmet0135

FD Üye
Katılım
Nis 13, 2018
Mesajlar
3,763
Etkileşim
88
Puan
48
F-D Coin
0
Türkçenin Geleceği Türkçenin Geleceği Türkçenin Geleceği​ Yaşamsal Develi​ Bu konuşmada Türkçenin geleceğinden bahsedeceğiz Lakin biz ne bir kâhin ne de bir müneccim olduğumuza tarafından gelecekten haber verecek değiliz Yerine Getirmek istediğimiz dünün ışığında bugünü değerlendirerek yarın neler olabileceğine dair bir tasarımda bulunmaktan ibarettir İnsan, tarihsel bir varlıktır; yani var oluşu tarih ile, süre boyutu ile muhtemel olabilen bir varlıktır Bu şu demektir : İnsan birey olarak hayata başladığında kendisinden önceki atalarının başarılarını tevarüs eder Bu tevarüs süreci öğrenme ile mümkün olur Sonradan her tür kendi başarılarını tevarüs ettiği başarılara eklemleyerek bir sonraki nesile öğretir, yani aktarır Bütün bu tevarüs edilip servet bırakılan başarılar toplamına özetle “kültür diyebiliriz Kültür aktarımını olası kılan yegâne araç ise “dildir Dil olmazsa başarıların öğrenilip öğretilmesi, aktarılması; insana tarihsellik boyutunu kazandıran sürecin işlemesi muhtemel olmaz Toplum hâlinde yaşamak insana has bir yaşama biçimi sayılamasa da tarihselliğin doğurduğu “kültür toplumu olma niteliği insana hastır Ve söylediğimiz gibi bunu olası kılan “dil adını verdiğimiz varlıkalanıdır Şu hâlde şöyle diyebiliriz : Eğer dil varlıkalanı olmasaydı, tarihsel varlıkalanına sahip bir canlı türü olarak insan var olamayacaktı, yani insan bir kültürtoplumu oluşturamayacaktı Nitekim, hepimizin bildiği kimi hayvan türleri karınca, kurt, arı vs gibi birçok canlı türü toplum halinde yaşamakta, fakat bunlar bir toplumsal belleğe, tevarüs edilip aktarılan bir kültüre sahip bulunmamakta, tarihsel boyuttan mahrum oluşları yüzünden yüzyıllardır adeta benzer biçimde yaşamaktadırlar Bunun sebebi tarihselliği ve kültür aktarımını mümkün kılacak bir dile sahip olmayışlarıdır İnsanın toplum hâlinde yaşamasının bir başka hikmeti de bilişip tanışmadır Yoksa şöyle de diyebiliriz : Bilişip tanışıyor elde etmek insan toplumunun ayırıcı niteliklerindendir Oysa bu biliş ve tanış olma durumu sadece eşsüremli olmaktan ziyade artsüremli boyutu da olan bir olgu olarak değerlendirilmelidir Biz, zamandaşımız olan insanları dil aracılığıyla bilip tanıdığımız gibi bizden önceki nesillerin yapıp ettiklerini, yani başarılarını da dil ile tanırız Bilişip tanışıyor edinmek gerçekten anlaşıp paylaşıyor almak demektir Böylece toplumlar kendilerine özgü müşterek paylaşımlardan oluşan bir kültürel kimlik oluştururlar İnsanın üretmediği, ama tevarüs ettiği, kendi başarılarını eklemlediği bu başarılar bütünü, yani kültür o toplumun kimliğini oluşturur Eğer başkalarına benzemeyen bir toplumdan bahsediyorsak doğrusu başkalarından ayrı olan bir kültürden bahsediyoruz, demektir Söylediğimiz gibi bunu olası kılan dildir Buraya kadar söylediklerimiz kısaca şundan ibarettir : Nasıl insanın varlığı dil ile muhtemel olabiliyorsa, bundan daha bağlayıcı bir şekilde kültürtoplumunun varlığı da dil ile mümkündür Daha bağlayıcı bir şekilde diyoruz; zira dili olmayan bir insanın hayatiyetini sürdürmesi belki tasarlanabilir bir şeydir, fakat dili olmayan bir toplum tasarımı olası değildir Dil yoksa toplum da yoktur Çağrıda Bulunmak ki, gerçekte bir dil’in geleceğinden bahsederken o dil ile toplum içi irtibat kuran ve kültür aktarımını sağlayan toplumun geleceğinden bahsediyoruzdur Elbette birer birer yok edilmedikleri sürece herhangi bir toplumun bireyleri üreme yoluyla varlıklarını sürdüreceklerdir Oysa tarihsellik bağını mümkün kılan dilin ortadan kalkması kültürel zincirin kopmasına, toplum hafızasının ve dolayısıyla kimliğinin değil olmasına sebep olacağı için, o dil ile irtibat kurmayan toplumlar diğer bir kimlik edinip başka bir kültüre eklemlenirler Şöyle diyebiliriz : Hâlâ aramızda Sümerlerin, Hititlerin, Lidyalıların soyundan gelenler yaşamaktadır Ama bunların hem eşzamanlı ayrıca de artzamanlı olarak toplumsal bağlarını sağlayan dilleri ortadan kalktığı için bundan böyle bu toplumlar yaşamıyorlar Eski Türk halklarından olan İdil boyu Bulgarları başka bir Türk toplumunun, yani Kıpçakların içinde kendi dillerini kaybettikleri için bugün Bulgar halkından dile getirmek olası değildir Fiilen yine bir Türk halkı olan Tuna boyu Bulgarlarının durumu bize etnosun adının taşınmasının kültürel kimliğinin taşınması anlamına gelmediğini belirten ilgi çekici bir örnektir Türk dilli olan Tuna Bulgarları, dillerini unutup Slavlaşmışlar; hâlâ Bulgar etnonimini taşımakla birlikte tarihsel Bulgar kimliğini kaybetmişler; yeni, Slavyen bir halk olarak ortaya çıkmışlardır Bütün bu söylediklerimizin özeti edinmek üzere şunu ifade edebiliriz : Dili, bir toplumun kültürel kimliğini olası kılan bir varlıkalanı olarak görüyoruz Ama bu varlık alanı toplumsal olanı dışından yok içinden sarıp sarmaladığı, onun biçimini aldığı için, dile baktığımız vakit toplumun ne olduğunu da görebiliriz Bu durumda kültürel bir kimlik sahibi olarak Türkler gelecekte şu iki yoldan birine girmiş olacaklardır : Türk dilli ve tarihsel Türk kültürel kimliğini taşıyan bir toplum elde etmek veya Türk dilli olmayan bir toplum almak Ben tarihsel kültürel kimliğin taşıyıcısı olan dilini unutup da yine de bu tarihsel kimliği doğal akışı içinde sürdüren bir kalabalık bilemiyorum Bundan Böyle buradan itibaren şu soruya yanıt aramalıyız: Bir dilin hayatiyetini mümkün kılan şartlar nelerdir? Yukarıda dedik ancak, dil bir toplumu sarıp sarmalar, onun biçimini alır Bu fiilen şu demektir : Dil bir toplumun aynasıdır İnsan başarılarının tümü dilde bir karşılık bulur; çünkü herhangi bir “şeyin varlık alanına çıkabilmesi oysa dilsel varlıkalanında karşılığının olması ile mümküdür “Bildireni olmayan bilinemez Eğer bir şey varsa göstereni vardır, yani dilsel göstergeler sisteminde yerini almıştır Şu hâlde biz toplumun diline, dil kategorilerine bakarak kimliği ve kültürünün niteliği konusunda açık bilgiler edinebiliriz Seslenmek oysa, dil nasıl bir toplumun varlığını muhtemel kılıyorsa, toplum da başarılarıyla dilini geliştirmektedir Şu halde eğer bir dilin zenginliğinden, gücünden laf ediyorsak, gerçekte o dille iletişim kuran toplumun zenginliğinden ve gücünden yoksa fakirliğinden, zayıflığından söz ediyoruz demektir 11 yüzyılda yaşayan İslâm âlimi İbn Hazm, dillerin kuvvetli ve varlıklı oluşuyla o dili konuşan toplumların siyasî ve iktisadî durumu aralarında bir içten orantı bulunduğunu söyler İnsanlık tarihi ve günümüzdeki şart bu görüşü kuvvetle desteklemektedir : Siyasî ve iktisadî baskı, bilhassa bir arada olduğunda o toplumun dili güçlenmekte, kavramsal genişliği artmakta, diğer diller üzerindeki tesir alanı genişlemektedir Kendi tarihimize bakarsak, Türklerin nihayete ermekte olan ikinci bin yılda zinde bir şekilde tarih sahnesine çıktığını, siyasî güçlerinin artmasına paralel olarak dillerinin de güçlendiğini, kavramsal zenginliğini artırdığı gibi, etki coğrafyasını da genişlettiğini görürüz İkinci binin başlarında Anadolu’da Türkçe konuşulmazken takriben dört yüz sene içerisinde Türkçe bütün Anadoluya, Balkanlara dominant olmuş; Arabistan, Kuzey Afrika, Yunan yarımadası Türkçe konuşulan ya da Türkçenin ortak dil olduğu alanlar hâline gelmiştir Bu imkânı Türkçeye sağlayan, onu konuşan toplumun enerjisi, üstün başarıları olmuştur Toplumun başarılarının azalması dilin gücünü zayıflatan unsurlar arasında yer almaktadır Şüphesiz gelecekte Türkçenin ne olacağı Türklerin ne olacağından, gelecekteki Türkçenin gücü yine gelecekteki Türklerin gücünden bağımsız olarak ele alınamaz Birkaç yüzyıldır Türkçe, Türklerin siyasi varlık alanlarının daralmasına paralel olarak daralıp küçülmekte, tesir alanını azaltmakta Misal olarak 18 ya da 19 yüzyılı ele alırsak kendi zamanında Türkçe olarak nitelenen herhangi bir metin bugünlerde terkedilmekte olan bir söylemle Adriyatikten Çin seddine dek uzanan bir dolaşım alanı bulabiliyordu kendine Belgrad’dan yola meydana çıkan biri anılan coğrafyayı yalnızca Türkçe konuşarak gezebiliyordu Bugün ise dünya coğrafyası değişmiş, bu coğrafyada Türklerin oynadığı rol küçülmüş; “Türkçe yalnızca Türkiye’de konuşulan dili ifade eder olmuştur Orta Asya ve deşti Kıpçakta yaşayaşn halklar Stalinci uygulamalarla Türk olmaktan çıkarılmış Tatar, Kazak, Kırgız, Azerbaycanlı olmuşlar; tanesine öbür bir milli kimlik, lokal bir dil, özgün birer alfabe verilerek bütünden uzaklaştırılmışlardır Bizim entellektüellerimiz de anılan coğrafyada Türk dilli halkların yaşadığını son on yılın gelişmeleri doğru farketmiştir Bugün herhangi bir Türkçe metnin yukarıda anılan coğrafyada tedavülü mümkün görünmüyor Bir toplumun ayakta durabilmesi ama başarılarıyla mümkündür Üretmeyen toplumlar yok olmaya mahkûmdurlar Varlığını devam etmek isteyen her toplum ileriye dürüst adımlar atmalıdır Bu bağlamda uygun sayan toplumların bile varlıklarını sürdürme şansları çok fazla değildir Peki, bir toplum hangi başarıları gösterirse varlığını, hayatiyetini sürdürme imkânı bulur? Kanaatimce herhangi bir toplumun ilk önce zihinsel alanda üretken olması gerekir Çünkü kavramları ve nesneleri doğuran zihinsel alandaki üretimdir Bu alanda üretici olmayan, ama başkalarının ürettiğini alıp satan toplumların da her zaman bir var oluş tehlikesi altında yaşamalarını sürdürmeleri kaçınılmazdır Zihinsel alandan kastımız esas olarak felsefe, bilim ve sanat üretimleridir Bunların bir piramide benzeyen bütün insan faaliyetlerinin en tepesinde yer aldığını düşünüyorum Eğer bunlar arasında da bir yatırma yapmamız icabında en üste felsefî düşünceyi, ondan sonradan bilim ve sanat faaliyetlerini koymalıyız Çünkü bilimi de sanatı da üreten felsefî akıl olsa gerektir Bu zihinsel bölge her türlü yeniliğin, kavrayışın, buluşun ortaya çıktığı alandır Bir toplum zihin imal etmiyorsa kendi orijinalitesini yitirir; kendi kavramlarını üretemez Bir süre sonra bakar ancak, başka toplumların kavramlarıyla konuşuyor, başka toplumların terminolojisiyle algılıyor dünyayı Hemen arkasında gelen ve sırtını felsefî düşünceye, yani teorik alana dayayan bilim, bilgiyi ve teknolojiyi üretir Piramidin en tepesi toplumun aklı ve yüreği mesabesindedir Burası pak ve canlı olduğu sürece toplum üretken ve sağlıklı olur Dilin gücünü belirleyen de felsefî düşüncenin ve bilimsel üretkenliğin gücüdür Bu alanlarda üretken olmayan, uyuşuk olan bir toplum elbette ihtiyaçlarını başka toplumların üretimlerini tüketerek yerine getirmek zorunda kalır Üretmeden tüketmek siyasî ve iktisadî alanda olduğu gibi dil alanında da bir büzülmeye, artan bir şekilde değil olmaya götürür Felsefe ve bilim üretmeyen bir toplum önce kelimeler almaya başlar; daha sonra kendi dilini yetkisiz görüp dilini değiştirmeye kalkışır Başdöndürücü bilimsel gelişmelerin yaşandığı günümüz dünyasında tek tek kelimeleri, kavramları karşılamaya, çevirmeye cüret etmek çoğu zaman onları üretmekten daha sıkıcı bir meslek halini almakta ve bunun yerine bu başarıların ortaya konulduğu dillerin kullanımı gündeme gelmektedir Türkçenin geleceğini bu açıdan değerlendirirsek iç açıcı bir manzarayla karşılaşamayız : Türkiye’de hâlâ bir felsefe geleneği kurulmuş değildir, kuvvetli bir felsefî faaliyetten söz etmek mümkün görünmüyor Felsefeci gibi görünenlerin birçok gerçekten bu işe coşkulu aydınlar Bunun sebeplerini kesinlikle siyasal yapının bağımsızlık düşünceyi kısıtlayıcılığında arayabiliceğimiz gibi, entellektüel tembellikte ve dahası felsefî geleneğin olmayışında aramak da mümkündür Netice olarak, orijinal teorilerle, yeni kavramlarla Türk entellektüellerinin, bilim adamlarının ufkunu açacak bir felsefî başarıdan bugün için yoksunuz Buna bağlantılı olarak bilim üretimimizin de dünyayla kıyaslandığında yok mesabesinde olduğu görülüyor Enerjik bir dil olduğu kabul edilen İngilizce ile bu noktada bir karşılaştırma yapmakta fayda var : Bilgisayar teknolojileri ile ilgili araştırmalar aşağı yukarı Kırklı yıllarda başlamış, günümüze gelindiğinde bu incelemeler İngilizceye orta büyüklükte bir sözlük hacminde yeni kelime veya kasıt kazandırmıştır Yeniden uzaya araç gönderme ile ilgili çalışmaların İngilizceye getirisi on beş bin sözcük civarındadır Biz ise bu zamanı kısır siyasî çekişmeler ve çatışmalarla doldurduk Bugün bu devasa sözvarlığına aleyhinde tercümeden başka bir yol bulamıyoruz Fakat meslek tercümeyle, kelimelere karşılık bulmakla olacak gibi görünmüyor Şu hâlde diyebiliriz ki, Türkçenin geleceğini belirlemede önümüzdeki yüzyılda felsefî düşünceye, bundan başka her türlü düşünceye ne değin serbest tanınacağı, bilimsel serbest ve üretkenliğin ne derece olası olacağı, önemli bir etmen olacaktır İnsanların ana dillerini edinmeleri çocukluktan başlayıp sürekli bir süreçtir Dil edinimi ola ki yaklaşık olarak buluğ çağı çağının sonlarında, üniversite yıllarında büyük ölçüde bitmiş sayılabilir, lakin sona ermez İnsan ölünceye kadar dilini öğrenmeye, geliştirmeye devam eder Asıl dil eğitiminin ise iki safhası vardır : Birincisi ve aslî olanı mektep öncesi, ikincisi ise mektep dönemi Hepimiz başlıca dilimizin temelini ailede, sokakta öğreniriz Okulda bize öğretilen okuma yazmanın dışında standart dildir Mektep bize felsefî ve bilimsel düşünceye hazırlayan bir dil başarısı kazandırır Bilim ve kültür kavramlarının birçoğunu okul döneminde ediniriz Okul döneminde iyi bir dil eğitimi almamış bireyin o dilin standardını elde etmesi, kültür kavramlarını bilmesi olası olmaz Türkçenin geleceğini anlamaya çalışırken işte okul dönemindeki bu dil eğitimi meselesine de bir projeksiyon tutmamız gerekir Burada iki durumla karşılaşıyoruz : 1) Türkçenin öğretilmesi 2) Öğretim dilinde Türkçeden uzaklaşma Bu maddeleri özet olarak ele almak istiyorum Türkçenin öğretilmesi konusunda eğitim ve öğretim aygıtımızın böylece de başarılı olduğu söylenemez Liseyi tüketen bir öğrencinin varlıklı bir Türkçe dağarcığına ve Türkçe dilekçe kapasitesine sahip olduğunu anlatmak son derece zordur Bırakalım konuşmayı, yalnızca kaligrafi konusu olarak yazı yazmada bile bir standart tutturulabilmiş değildir Orta halli bir öğrenci kendini hoş Türkçe ifadelerle anlatmaktan, birazcık edebî ve felsefî tat verilmiş söylemleri anlamaktan mahrumdur Daha birkaç sene öncesine kadar ilkokul öğrencileri yoğun bir sınav baskısı aşağıda beş yıllarını test çözmekle geçiriyorlar, ne dürüst dürüst bir kompozisyon yazıyor, ne de tahtaya çıkıp herhangi bir konuda söylev konusunda eğitiliyorlardı Bugün de durum çok değiştirilmiş değildir Kırk elli şahsiyet sınıflarda bir Türkçe öğretmeni hangi düzeyde dil eğitimi verebilir ama? Bundan daha da vahim olan bir durum, tanıdık olmayan dille eğitim virüsünün bugün ilkokullara, hatta anaokullarına dek yayılmış olmasıdır Devlet paradoksal bir biçimde kendi varlığını tehdit edebilecek bir gelişmeye kendisi takviye vermekte, tanıdık olmayan dille eğitim yapan okullar açmakta; hatta hep tenkit edilen Cumhuriyet öncesi medreselerinde bilim dilinin Türkçe olmayışı durumu her yerde yaratılmaktadır Bugün yabancı dille eğitimde şöyle bir duruma ulaşılmış bulunuluyor : Tanıdık Olmayan dille eğitim o eğitimi veren kurumlara haysiyet kazandırmakta ve Türkiye’nin en itibarlı üniversiteleri de tanıdık olmayan dille eğitim vermektedir Bu üniversiteler arasında ODTÜ’yü, Boğaziçi’yi, Bilkent’i, Koç, Sabancı gibi özel üniversiteleri saymalıyız Bunlar devlet aygıtının başında oturacak birinci sınıf aydınları, teknokratları yetiştirmektedirler Gazetelerin “İnsan Kaynakları sayfalarında neredeyse Türkçe ilan değil gibi Bir toplumun kendi dilini bırakıp da başka bir toplumun üstün gördüğü bir toplumun diliyle eğitim yapmasındaki yok edici ve kahredici bayağılık kompleksini bir yandan bırakalım Böyle bir eğitim sistemi belli başlı Türkçe bilim dilinin, terminolojisinin değil olmasına sebep olmaktadır ancak, bilim diline yukarıda verdiğimiz değer göz önüne alındığında son derece zararlı sonuçlar doğurması kaçınılmazdır Yabancı dille eğitim görebilen veya veren bilim adamları kendi buluşlarını bile bu yabancı dil yoluyla isimlendirmekte, Türkçe adların onları bilimsel alanın açık havada bırakacağını düşünmektedirler Bir işadamı niçin yabancı dilde duyuru verir? Muhakkak yabancı dili iyi haberdar olan eleman istihdam etmek için Sonra da bu elemandan o yabancı dili kullanmasını ister Bugün çoğu büyük şirkette irtibat dili Türkçe değildir Gününün sekiz on saatini yabancı dil ortamında geçiren adamın esas dili güdükleşmekte, hele ailelerde eşlerin ikisi de iyi derecede yabancı dil biliyorsa iş Türkçeyi bırakıverme noktasına varmaktadır Benim önceden “Livaneli sendromu olarak isimlendirdiğim bu durumda kişi artık yabancı dilin kelimelerini günlük hayatın bir parçası olarak algılamakta, Türkçesi gerektiğinde “Aham, buna ne derlerdi Türkçede? gibi ifadelere başvurmaktadır Tepeden başlayan bu Türkçeden kaçışın sonuçları muhakkak Türkçe ve Türk kimliği açısından hayırlı olmayacaktır Sözümüzün başında vermeye çalıştığımız teorik yaklaşımda açıklama ettiğimiz gibi, dil kültürel kimliğin ne olduğunu emin eder; eğer dilinizi terkederseniz kültürel kimliğinizi de terketmiş olursunuz Bu olumsuz tablonun ardından kendimce iyi bulduğum haberlere geçiyorum : Bugün Türkçe son yıllarda Türklerin iktisadî ve siyâsî sıçramalarına paralel olarak kendine yeni imkân alanları keşfetmiştir Herşeyden önce Avrupada yaşayayan TC vatandaşı insanları Türkiye Türkçesinin tesir alanını ve gücünü artıran unsurlar olarak ölçmek gerekir Sovyetlerin dağılmasından sonra ortaya çıkan durum da Türkçe için yeni imkân alanları aşmıştır Burada Türkçe derken Türkiye Türkçesini kastediyorum Buralarda açılan resmi ve özel okullarda yüzlerce insan Türkiye Türkçesini öğreniyor Türkçe bir metnin anlaşılabilirlik alanı tez genişliyor Eğer Türkiye Türkçesi iyi işlenir, uygun araçlar oluşturulabilirse Türk dünyasındaki müşterek irtibat aracı olması muhtemeldir Uydu üzerinden yayınlama yapan onlarca televizyon ve radyo kanalı Türkçenin yaşam süresini uzatan, onu destekleyen, etki alanını genişleten birimler değerindedir  
 
858,509Konular
980,866Mesajlar
30,716Kullanıcılar
l11n44aSon üye
Üst Alt