Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Veli Kavramıyla İlgili Tasavvufi Terimler-Velilerde Bulunan İnsanüstü Özellikler!

Veli Kavramıyla İlgili Tasavvufi Terimler-Velilerde Bulunan İnsanüstü Özellikler!

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Velî Kavramıyla İlgili Bazı Tasavvufî Terimler

Velî Kavramının Tasavvufî Yorumla Anlaşılmasına Yardımcı Olabilecek Bazı Tasavvufî Kavramlar: Velî kavramının başına gelenler nice Kur’ânî kavramın da başına gelmiştir Tasavvufî anlayışla tahrife uğramış diğer kavramlara örnek olması açısından, velî kavramının arka planını anlamak için, bu kavramla akrabalığı olan bazı kavramları birlikte değerlendirmek gerekmektedir Aşağıdaki kavramların tasavvufî içerikleri, velî kavramının tasavvufî anlamdaki özel mânâsını daha anlaşılır kılacaktır

Tasavvuf, farklı inanç ve yaşayışını ifade edebilmek için kendine has terim üretmiş veya bazı Kur’ânî kavramları alarak, onların içini değişik biçimde doldurup, kendi anlayışına uygun tarzda anlamlandırmıştır Velî kavramındaki tahrifi daha iyi anlayabilmek için, bu kavramla ilişkili bazı tasavvufî kavramları tanımanın faydası olacağı açıktır Aşağıdaki kelime ve terimler, tasavvuf ve tasavvuf tarihi uzmanı Süleyman Uludağ’ın Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’nden alınmıştır (Marifet y 3 Baskı) Uludağ, bu ansiklopedik sözlüğü, meşhur tasavvuf kitaplarına dayanarak hazırlamış, hemen tüm yorumlarla ilgili tasavvufun kaynak eserlerine atıflarda bulunmuştur Gerekli gören okuyucu, (kelime açıklamalarının sonunda parantez içinde verilen) kitaptaki sayfa numaraları yardımıyla daha geniş bilgi alabilir, kaynaklarını öğrenebilir Kelimelerin tasavvufî anlam ve yorumlarının bilinmesi, velî kavramını olduğu kadar, tasavvufu da yakından tanımaya vesile olacaktır


Abdal: Sayıları yedi veya yetmiş olarak gösterilen bir evliyâ zümresi Bkz Büdelâ (s 14)

Arâisi Hak: Hakk’ın gelinleri (Arûs; gelin, güveyi, düğün) Tasavvufta; Başkalarından kıskandığı için Hakk’ın, kimliklerini halka açıklamadığı ve gizli tuttuğu velîleri Hakk’ın harîmi ilâhideki has dostları, özel ilgisine mazhar olan kulları Gerdek gecesi gelini damaddan başkası görmediği gibi bunları da ilâhî haremde Hak’tan başkası görmez Bunlara “arûsi azrâ (bâkire gelinler, dilber gelinler) ismi de verilir (s 5051)

Arbede: Savaşmak, kavga etmek Tasavvufta; Cezbeli sâliklerin ve galebe halindeki bazı sûfîlerin Cenâbı Hak ile tartışmaları, çekişmeleri ve kavga etmeleri Buna müşâcere ve muhâseme de denir Bir naz ve samimiyet halidir (s 51)

Ârif: Bilen, vâkıf, âşinâ, tanıyan, anlayışlı, kavrayışı mükemmel, irfan sahibi Tasavvufta; Allah Teâlâ’nın kendi zâtını, sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini müşâhede ettirdiği kimse Keşf ve müşhâhede yoluyla yani mânevî ve rûhî tecrübelerle Allah hakkında zevkî ve vecdî bilgilere sahip olana “ârif denir Ârif, kendisi sustuğu halde diliyle Hakk’ın konuştuğu kimsedir Ârif, kendi varlığında fâni, Hak ile bâkîdir İbn Arabî, ârifin dış âlemde “şeyler (eşya) yaratma gücüne sahip olduğunu ve bu gücün onun himmeti olduğunu söyler (bkz Füsûs, 6 Fasl) Onun yarattığı şeye “mahlukı ârif denir Ârif, sûfîlikte kâmil insandır (s 5253)

Atılan ok geri dönmez: Bir velî bedduâ ettimi mutlaka hedefini bulur Bedduânın hedefine ulaşmasına engel olmak ve onu geri almak, velînin elinde değildir Şeyhe ve velîye karşı işlenen suçun tevbesi ve affı olmaz (s 64)

Azrâ: Dilber, bâkire Tasavvufta; a Kimsenin keşfedemediği ve sırrına vâkıf olamadığı yüce hakikat, b Hakk’ın halktan gizli tuttuğu ve sakladığı velîsi (s 78)

Bed duâ: Birinin aleyhinde yapılan duâ Velînin yaptığı bedduâ mutlaka yerini bulur (bkz atılan ok geri dönmez) (s 90)

Bekçi: Sahip, hâkim, hâmi, muhâfız Her beldenin bir sahibi, yani mânevî bekçisi ve muhâfızı vardır; Bu da velîdir (s92)

Beşler: Cebrâil’in kalbi üzere bulunan (rûhânî his ve bilgilerini ondan alan) beş ermiş Ruhların hükümdarı olan Cebrâil’in nefesinden ve ilminin feyzinden kalpler hayat bulduğu gibi, tarik ehlinin hükümdarları olan beşlerin nefes ve ilim feyzinden de gönüller hayata kavuşur (s 96)

Bîreng: Renksiz Tasavvufta; dinlerin birliği (vahdeti edyân) Bütün renklerin aslı renksizlik olduğu gibi, bütün dinlerin aslı da bir ve aynıdır Bu da bütün insanların “elest bezminde kendilerinin kul, Allah’ın Rab olmasını kabul etmelerinden ibâret olan tek ve bir dindir Belli bir mertebeye ulaşan mutasavvıf, bütün din mensuplarına aynı gözle bakar Çünkü hepsinin aslı birdir Bütün dinler ve mezheplerde esas olan sözkonusu dinin renkleridir Hallâc’a göre insanlar, kendilerinin tercih ettikleri din üzere değil; kendileri için tercih edilen din üzere bulunurlar İbn Arabî’ye göre Allah, kendisinden başkasına ibâdet edilmemesine ferman buyurduğundan, esasen Ondan başkasına ibâdet etmek mümkün değildir, başka şeylere ibâdet edenler farkında olmadan Ona ibâdet ederler (s 102103)

Büdelâ: Bedel, karşılık, denk, bir şeyin halefi ve değişiği anlamına gelen “bedelin çoğuludur Tasavvufta; Yediler (yedi evliyâ) anlamına gelir Bunlardan her biri gözden kaybolur, bir anda çok uzak mesafelere giderler Gözden kayboldukları vakit, yerlerine her yönden kendilerinin tıpkısı olan canlı bir beden bırakırlar Hâl, hareket ve şekil bakımından aslından ayırt edilmeyen bu bedene “bedel ve “bedil denir Bedel bırakma gücüne sahip olan velîlere “büdelâ denir (s 106)

Cihad: Savaş Tasavvufta; sâlikin nefsini zabt u rabt altına alması için vermiş olduğu mücâdele, bu maksatla çekilen çile Cihâdı asğar: Küçük savaş Tasavvufta; düşmana karşı cephede verilen savaş Cihâdı ekber: Büyük savaş Tasavvufta; nefse karşı verilen savaş Nefsin kahr ve mahv edilmesi (s 121)

Çaput: Türbelere bağlanan kumaş parçaları (s 127)

Çarpmak: Bir ermişin veya yatırın gazabına uğramak Velîlere, ermişlere, yatırlara veya kutsal şeylere hakaret edilip bu gibi kişiler ve nesneler aşağılanınca ermişlerin ve yatırların mâneviyâtı ve rûhâniyeti onları cezalandırır (s 127)

Derviş: Fakir, yoksul, dilenci Tasavvufta; sûfî, mutasavvıf, fakir, mürid, müntesip Derviş kelimesi, dilenmek anlamına gelen “dervizden gelir Aslında derviş, dilenci demektir (s 142143)

Destur: İzin, ruhsat, müsâade Tasavvufta; Bazı tarikatlarda, özellikle Mevlevîlikte ve Bektâşîlikte şeyhlerden ve tarikat büyüklerinden müsâade almak için kullanılan bir deyim Cesâret isteyen zor bir işe girişilirken evliyânın rûhâniyetinden faydalanmak ve onlardan güç almak için “destûr! denir Ekseriya; “Destûr yâ pir!, “destûr yâ Ali! denir (s 143)

Dörtler: Ricâli ilâhiye adı da verilen dört ermiş, evtâdı erbaadan başka olup onlara imdad ederler Halleri rûhânî, kalpleri semâvî olduğundan yeryüzünde meçhul, ama semâda tanınırlar İbn Arabî bunları Endülüs’te ve Suriye’de gördüğünü söyler (s 154)

Efendi: Sözü geçen, buyruğu yürüyen, itiraz edilmeksizin kendisine uyulan kimse Tasavvufta; şeyh, pir Doğu geleneğinde padişah efendi, tebaa onun kullarıdır Hükümdar, emri altındakilere: “kullarım, onlar da sultanlarına “efendimiz (mevlânâ, seyyidenâ) diye hitap ederler Aslında efendi (seyyid, mevlâ) köle sahibi demektir Buradan kalkan dervişler, şeyhlerine “efendi, “efendimiz, “efendi hazretleri gibi ünvanlar verir, kendilerini de onun kulları yerine korlar Şeyh ise müritlerinden; “bendelerim, “kullarım diye söz eder Şeyhe şah ve sultan da denir “Efendi ne isterse etmek gerek Kuluz biz düşer mi sual eylemek (İzzet Molla) (s 163164)

Efrâd: Ferdler, eşsiz şahsiyetler Tasavvufta; kutbun gözetimi dışında kalan gayb erenler Bunların belli bir sayıları yoktur 2, 3, 6 ve 10 olabilir (s 164)

Eren: Ulaşan, varan Tasavvufta; vâsıl, ehli vüsûl, vuslatı gerçekleştiren, velî, ermiş, kâmil insan Horasan erenleri: Anadolu’nun fethi sonrasında Horasan’dan gelen ermişler (s 174)

Evliyâ: Velîler, dostlar Tasavvufta; ermişler, erenler Özel anlamda sadece Allah’ın kendilerine kerâmet ve ilham ihsan ettiği kâmil mü’minler evliyâdır Evliyânın çeşitli varlıklar üzerinde etkli olan bir mânevî gücü vardır Duâları Allah katında makbul olur (s 180181)

Evliyâiye: Allah’ın velîsi ve dostu olma seviyesine yükselenlerden mükellefiyetin ve ibâdetlerin düşeceğine inanan mutasavvıflar zümresi (s 181)

Evtâd: Direkler, sütunlar Tasavvufta; biri doğuda, diğeri batıda, üçüncüsü kuzeyde, dördüncüsü güneyde bulunan dört büyük velî İbn Arabî, Allah bu bölgeleri bu ermiş kulları aracılığı ile korur, der (s 181)

Fal: Uğur, kadem, meymenet; ileride yapılması düşünülen bir işin hayırlı ve faydalı sonuçlar verceğine dair bazı ipuçlarının ve işaretlerin bulunduğuna inanmak Şeyhin hâl, hareket ve tavırlarını ileride iyi şeylerin olacağının işareti olarak kabul etmek de faldır Fakat mutasavvıflar bu çeşit fallara “işâret, “beşâret gibi isimler verirler (185)

Fenâ fillâh: Fenâ; yokluk, hiçlik demektir Fenâ fi’lvücûd: Varlıkta fâni olmak, her şeyi hem Allah olarak görmek, hem Allah olarak bilmek, bu hale zevkle ulaşmak Bu mertebede bulunanlar; “lâ mevcûde illâllah (Allah’tan başka varlık yoktur; her şey Allah’tır) derler Fenâ fillâh; Allah’ta fâni olmak Kulun, beşerî vasıflardan ve aşağı arzulardan sıyrılıp ilâhî vasıflarla donanması (s 188)

Fenâ fişşeyh: Müridin mürşidde, dervişin, pîrinde fâni olması Mürîdin kendi şahsî irâde ve arzularını yok edip yerine şeyhinin irâde ve arzusunu koyması Şeyhinin hatasını kendi isâbetli fikrine tercih edecek derecede ona uyması Şeyhte fâni olmak, Allah’ta fâni olmanın mukaddimesi ve başlangıcıdır (s 188189)

Feyz: Taşmak Tasavvufta; sâlikin çalışması ve çabası sözkonusu olmaksızın Allah tarafından onun kalbine herhangi bir husûsun verilmesi Feyzi isnâdî: Şeyhe ve müridlerine senet ve silsile vâsıtasıyla gelen feyz, rûhânîler yoluyla ulaşan feyz, irfan (s 192)

Firâset: Sezmek, hissetmek Tasavvufta; Yakîn, keşfetme ve gaybı görme, gaybı bilme (s 194)

Gavs: Sığınma, ilticâ etme demektir Tasavvufta; kendisine sığınıldığı zaman kutba gavsdenir (Kâşânî, Ta'rîfât) Sûfîler darda ve sıkışık durumda kaldıkları zaman: Yetiş yâ Gavs!, Meded yâ Gavs!, İmdâd yâ pîr!diye feryad eder ve kutbun mânevî himâyesine ilticâ ederler Gavsı a'zam: En ulu gavs, buna kutbı ekberde denir Hz Peygamber'in bâtınından ibârettir Velîliğin en yüce mertebesi budur Abdülkadir Geylânî'ye özellikle Gavsı a'zam denir (s 201)

Gayb erenler: Göze görünmeyen velîler Üçler, yediler, kırklar, abdallar gibi bazı velîler vardır ki, gâiptirler, göze görünmezler; kısa zamanda uzun mesâfeler katederler Bkz Ricâlu’lgayb (s 202)

Habîbiye: “Bir kimse, yaratılmışlardan ilgisini keserek Allah’ı kendisine sevgili ve dost edinirse, ondan teklifler düşer diyen mutasavvıflar zümresi (s 211)

Hâce, hâcegân: Efendi, bey, ağa, hoca Tasavvufta; şeyh, mürşid Özellikle ilk nakşî şeyhleri seyyid, efendi ve şeyh gibi ünvanlar yerine “hâce ünvanı ile anılır Bu yüzden Abdulhalik Gucdüvânî’ye nisbet edilen bir tarîkate de hâcegân adı verilmiştir (Hâcegân; hocalar demektir) (s 212)

Hâcibi Hak: Hakk’ın kapıcısı Tasavvufta; Hak ile halk arasında aracı olan insanı kâmil ve şeyhi vâsıl Kâmil insan hâcib olması sıfatıyla müridi Hakk’ın huzûruna alır, Hakk’ın nâibi olması sıfatıyla da Onun mülkünde tasarrufta bulunur İbn Sina: “Allah’ın huzûru, gelişigüzel herkesin oraya giremeyecekleri kadar ulu bir makamdır demiştir Bu yüce makama bir usûle göre ve bir şeyh rehberliğinde girilmesi gerektiğine inanılır (s 213)

Hâtemu’lEvliyâ: Hâtem; mühür, yüzük, son demektir Tasavvufta; sâlikin bütün makamları kat etmesi ve nihayete ermesine hâtem denir “Hâtemu’lenbiyâ: Son peygamber “Hâtemu’levliyâ: Son velî veya velîlerin en ulusu, bir rivâyete göre İbn Arabî Hatmi velâyet görüşünü Hakim Tirmizi ortaya atmış, İbn Arabî bunu geliştirmiştir Hatmi nübüvvet, zamanla sınırlı olup Hz Peygamber’le sona erdiği halde; hatmi velâyet zaman üstüdür, ezelden ebede kadar sürer, zira nübüvvet Nebî’nin, velâyet Allah’ın vasfıdır (s 227)

Hatmi Hâce: Nakşî tarikatında toplu olarak icrâ edilen bir zikir ve duâ biçimi Umûmiyetle Pazartesi ve Cuma geceleri okunur Abdest alınır Kıbleye karşı diz çöküp oturulur, tevbe ve istiğfar edilir, tarikat silsilesine dâhil olan bütün şeyhlerin ruhlarına teveccüh edilip onlardan yardım ve imdad istenir (s 228)

Hayâl: Mâsivâ, Allah’tan mâadâ her şey Tasavvufta; mutasavvıflar Hak hâriç diğer tüm varlıkların gerçek bir varlığı bulunmadığı, bunların birer hayal, akis ve gölge varlıklar olduğunu söylerler Özellikle vahdeti vücud anlayışına bağlı olanlar bu görüştedirler Sevgilinin zihnindeki hayâli de önemlidir (s 229230)

Hayzu’rricâl: Erkeklerin hayzı Tasavvufta; sâlikin cezbeye kapılarak ve vecde gelerek kendinden geçmesi, bu yüzden hayız gören kadınlar gibi Allah’ın huzûruna çıkamaması, namaz kılamaması hâli Bazı mutasavvıflar, kerâmetleri ve hârikulâde halleri de bir eksiklik olarak değerlendirir ve bu hallere erlerin hayzı derler Henüz irşad ehliyetini kazanamadığı için kendisine uyulmayan ve örnek alınmayan sâlikler de hayız halinde sayılır İrşad ehliyetini kazandıkları zaman artık er olurlar (s 231232)

Hıfz: Koruma Tasavvufta; Evliyânın günah işlemekten ve hatada ısrar etmekten koruma hali Peygamberimiz’in ismet sıfatına karşılık, ermişlerin hıfz sıfatı vardır Peygamberler ma’sûm, velîler mahfûzdur Allah peygamberi günah işlemekten, velîyi günahta ısrar ve devam etmekten korur Mahfûz olmak, velî olmanın şartıdır (s 235236)

Himmet: Ermiş kişilerin maksadı hâsıl eden, iş bitiren ve dilediklerini yerine getiren mânevî gücü Himmeti ricâl: Erenlerin himmeti Erlerin himmeti dağları yerinden oynatır Pirler, dervişlerini himmetleriyle terbiye ve idâre ederler (s 243) *

Hulûl: Bir şeyin diğer bir şeye girmesi Tasavvufta; Allah’ın bazı eşyaya veya kişilere girmesi inancı Bu inançta olan mutasavvıflara hulûl ehli adı verilir (s 247)

Hulûliye: “Güzel kadınlara ve oğlanlara (tüysüzlere) bakmak helâldır, Allah’ın bazı sıfatları bize hulûl eder Bu hal içinde iken öpüşmek ve sarmaş dolaş olmak câizdir diyen mutasavvıflar zümresi (s 247)

Hurriyye: Kendilerinden geçmiş bir halde iken cennetten gelen hûrîlerle seviştiklerini ve cinsî temas kurduklarını iddia eden mutasavvıflar zümresi (s 249)

İlhâm: Bildirmek, haber vermek Tasavvufta; a) Feyz yoluyla kalbe gelen özel bir anlam ve bilgi Düşünmekle kazanılan bir bilgi değildir b) Kalbe konulan iyilik hissi, hayır duygusu İlhamın kaynağı ya Allah veya melektir Velîler, ilhamı peygamberlere vahiy getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar (s 263)

İmâmân: İki imam Tasavvufta; biri kutbun sağında, diğeri solunda yer alan iki velî Sağdaki melekût, soldaki mülk âlemine bakar Soldakinin mertebesi daha yüksek olduğundan, kutbun halifesi olur (s 265)

İnhinâ: Eğilmek, boyun eğmek Tasavvufta; müritlerin şeyhlerini veya halifesini ya da birbirini eğilerek selâmlamaları Bu tür selâmı secde sayıp reddedenler: “Ne senden bana rükû, ne benden sana sana kıyam; selâmün aleyküm, aleyküm selâm derler (s 268)

İnsânı Kâmil: Yetkin insan, kâmil insan Tasavvufta; Allah’ın zât, sıfat, isim ve fiilleriyle en mükemmel biçimde kendisinde tecellî ettiği insan Gavs, kutup, hakiki mürşid İnsânı kâmil, Allah’ın sûreti, Allah da onun rûhu gibidir Diğer taraftan insânı kâmil, âlemin rûhu; âlem de onun sûretidir İnsânı kâmil, Allah’ın gözü (aynullah) dür, âlemin nûrudur (s 269270)

İrfân: Marifet, keşf, hads, ilham, sezgi, mânevî ve rûhî tecrübe ile elde edilen bilgi, tecrübî bilgi (s 271)

İhvân: Kardeşler Tasavvufta; Belli bir tarîkate ve şeyhe bağlı olanlar birbirinin kardeşi (ihvân), bunun dışında kalanlar ecnebî, ağyâr, digerân (başkaları)dır Bazı hallerde yabancıların tarîkat âyinlerine alınmaları, şeyhin özel sohbetine katılmaları hiçbir tarîkatte uygun görülmemiştir Belli bir tarîkat mensupları, bir âile gibidir Şeyh baba ve peder (ata), şeyhin karısı anabacı ve vâlidedir Müridler ise şeyhin evlâdıdır Bu evlât, yekdiğerinin kardeşi (ihvânı, birâderi)dir (s 260)

İstiğâse: Sığınmak, ilticâ etmek, meded ve yardım istemek, imdad demek Tasavvufta; darda kalan bir tarîkat ehlinin şeyhini yardıma çağırması veya ölü ermişlerin ruhlarından imdat dilemesi Sıkışık durumda kalan bir kimsenin Allah’tan veya peygamberin rûhâniyetinden yardım istemesi de istiğâsedir Son dönem mutasavvıfları, şeyhlerden ve yatırlardan daima istiğâsede bulunmuşlardır Kendisinden medet umulan en büyük velî “gavstır (s 276)

İstimdâd: İmdat istemek, medet ummak, âcil yardım talebinde bulunmak Tasavvufta; tarîkat ehlinin şeyhlerden veya ölü velîlerin ruhlarından yardım istemeleri “Meded yâ şeyh! “meded yâ gavsı a’zam! demeleri “Zikir murâd eden kimse, iki dizi üzerine oturup ağzını kapatır, gözlerini yumar, bütün his ve kuvvetlerini faâliyetten menederek şeyhin rûhâniyetine teveccüh edip ondan istimdâdda bulunur (s 279)

Istişfâ’: Şefaat istemek, bir işin görülmesi için birinin aracı (vâsıta, vesîle) olmasını istemek Tasavvufta; tarîkat ehlinin yatırlardan ve ermişlerin ruhlarından Allah katında şefaatçı ve aracı olmalarını istemeleri (s 280) **

İşrâf: Bilmek, haberdar olmak, vâkıf olmak, Tasavvufta; bâtınî hallere vâkıf olmak, insanların rûhî hallerini ve kalplerinden geçirdiklerini bilmek Firâsetten farkı, firâsetin geçici, işrâfın kalıcı olmasıdır (s 283)

Keşf: Açığa çıkarma, perdenin açılması Örtülü olanı açma, gizli olanı meydana çıkarma, sezme, tahmin etme Tasavvufta; a) Perdenin ötesindeki gaybî hususlara ve hakiki şeylere, bunları yaşayarak ve temâşâ ederek vâkıf olmak Mükâşefe, beden ve his perdesinin kalkması ve ruh âleminin seyr edilmesi b) İlham Doğrudan ve aracısız Allah’tan alınan bilgi Bu bilgi ya ilâhî hitabı işitmek ve dinlemek veya gayb âlemini görmek sûretiyle elde edilir c) İbn Arabîye göre velîler, bilgileri peygamberlere vahiy getiren meleğin aldığı kaynaktan doğrudan alırlar Bazı keşifler kesin bilgi verir Sûfîlere göre maddî ve duyulur âlemden gelen tesir, kir ve pas kalbin gayb âlemini görmesine engel olan bir perde (hicâb) oluşturur Riyâzet ve tasfiye ile bu perde kalkınca gayb, ayânbeyân olarak görülür Bu perdenin açılmasına, yani kalp gözünün açılmasına keşf denir Keşfi zamâir: Bir velînin başkalarının kalbinden ve zihninden geçen şeyleri bilmesi Keşfi ahvâli kubûr: Bir velînin mezarlarda gömülü olan ölülerin o âlemdeki hallerini bilmesi (s 310311)

Kırklar: Ricâlu’lgayb veya gayb erenlerden 40 velî (s 314)

Kıtmîr: Köpek Ashâbı Kehf’in köpeği Tasavvufta; sûfî olmadığı halde, sûfîlerin arasında bulunan kimseye kıtmîr denir Dervişler ve müridler bir köpek sadâkatı ile şeyhlerinin kapısında beklemeyi ve ulumayı en büyük şeref bilirler M Bahâeddin Nakşbend, Abdülkadir Geylânî’nin türbesine şu ibârenin yazılmasını emretti: “Pirlerin kapısında köpek ol, Eğer Hakk’a yakın olmak istersen Zira arslanlardan daha şereflidir Geylânî’nin kapısındaki köpek (s 315316)

Kutb (kutub): Medâr, değirmenin alt taşına yerleştirilen ve üst taşın dönmesini sağlayan demir Tasavvufta; a) En büyük velî, b) Her zaman, âlemde Allah'ın nazar kıldığı yer olan tek kişi (Kâşânî) c) Kutub, âlemin rûhu, âlem de onun bedeni gibidir Her şey kutbun çevresinde ve onun sâyesinde hareket eder Yani her şeyi o idare eder (Tehânevî, II1268; İbn Arabî, Fusus, 39, 73) Kutbu'laktab: Kutubların kutbu, kutbu'lekber: En ulu kutub Kutbu'lirşâd: Rehber kutub Tasavvufta; Her üç terim de halkı irşad etmek ve hidâyete erdirmek işiyle görevli velî anlamına gelir Bu velî, arştan ferşe kadar tasarrufta bulunur (s 325326)

Meded: İmdad, yardım, himâye Meded Allah’tan istenir Tasavvufta; ermişlerin ruhlarından yardım istemeye de meded denir AlevîBektâşi zümreler “yetiş yâ Ali anlamında meded kelimesini kullanırlar (s 353)

Mürid: İrâde ve talep eden, ehli irâde, isteyen, arzu eden Tasavvufta; a) İrâdesi olmayan, irâdesinden soyutlanan, irâdesini kullanmayan b) Kendisine semânın kapısı açılan ve isimle Hakk’a erenler arasına katılıp ona eren c) Tarîkate giren ve şeyhe bağlanan, derviş, bende; efendisi olan şeyhin kulu Cenâze, onu yıkayan kişinin önünde nasıl irâdesiz ise, mürid de şeyhinin önünde o şekilde irâdesizdir Bir kör, kendisini yeden kişiyi uçurumun kenarında nasıl takip ederse, mürid de her hususta şeyhini öyle takip eder Mürid kendi şahsî irâdesini şeyhinin irâdesinde yok etmiştir (Fenâ fi’şşeyh); onun için irâdesizdir d) Şeyhinin emir ve irâdesini yerine getiren bir âlettir e) Kendisi için Hakk’ın irâde ettiğinden başka bir şey irâde etmeyen, Hakk’ın irâdesi önünde ve karşısında kendi irâdesini hiçe sayan (s 388)

Mürşid: Rehber, delil, kılavuz, yol gösteren Tasavvufta; a) Sırâtı müstakîmi gösteren, dalâletten önce hak yola ileten b) Şeyh, velî, er, eren, pîr (s 388389)

Nâz: Tasavvufta; a) Sevgisinin, dertli ve mahzun âşığına güç vermesi b) Sevgilisinin âşığını kandırması, ona cilve yapması, bilmezlikten gelmesi Nâz ehli: Hakk’a nazı geçen, Hakk’a karşı nazlanan velî Naz ehli, Yüce Mevlâ ile gayet samimi, her türlü resmiyetten ve kayıttan uzak sohbet eder ve ona içlerini dökerler Cüneyd Bağdâdî: “Üns ehli münâcât esnasında öyle sözler söyler ki halk bu sözleri küfür sayar der (s 401)

Nazar: Bakmak, bakış Tasavvufta; şeyhlerin ve ermişlerin müridlere ve sülûk ehline bakışı ki bu bakış ruhlarına tesir ederek onlara yeni bir şekil verir, gönüllerini feyzle doldurur, ruhlarını olgunlaştırır Bu nazarın eğitici ve yetiştirici bir özelliği olduğu için “velîler müridlerini kaplumbağanın yavrularını yetiştirmeleri gibi nazarla yetiştirirler denilmiştir Nazarı Hakkânî: Şeyhin nazarı ile müridin aşk ve cezbeye tutularak fenâya ermesi “Sûfîlerin sohbeti gibi nazarları da feyz kaynağıdır Zira onların nazarı, aynı nazarı Hak’tır (s 402)

Niyâz: Duâ, yalvarma, tevâzu gösterme, selâm, himmet, baş kesmek Tasavvufta niyaz: “Derviş, huzûrı mürşide vardıkda mürşidini hak bilerek hayır himmet talebi için yüzünü gözünü yerlere sürerek niyaz etmek âdâbı tarîkattandır “İnhinâ ederek şeyhin el, diz ve eteğini tutmak ve öpmek Niyâz ve niyâz âyini, bazen müridin şeyhine secde etmesi şeklini de almıştır (s 411412)

Nübüvvet: Peygamberlik Tasavvufta; İbn Arabî, Son peygamber Hz Muhammed (sas)’in getirdiği şeriat çerçevesinde evliyânın keşf ve ilham yoluyla Allah’tan aldıkları irfâna ve bilgilere umûmî ve mutlak nübüvvet adını vermektedir (s 415)

Nücebâ: Seçkinler, soylular Tasavvufta; kırklar Bunlar halkla ilgili hususları düzeltir, onların yüklerini taşır, sadece halkın hukuku konusunda faâliyet gösterirler (s 416)

Nükabâ: Nakibler, denetçiler, gözetleyenler Tasavvufta; Bâtın ismiyle tahakkuk edip bu ismin mazharı olduklarından halkın içlerine bakıp (ruhlarını okuyup) oradaki en gizli hususları açığa çıkaran üç yüzler Sırları örten perdeler onlar için ortadan kalktığından bu gibi hususları bilirler Bursevî bunların sayılarının 12 olduğunu söyler (s 416)

Pîr: Yaşlı kişi, ihtiyar Tasavvufta; şeyh, mürşid Pîri tarîkat: Tarîkatın ilk kurucusu, sâhibi tarîkat “Pîr aşkına, “pîr hakkı için, “pîrim hakkı için deyimleri, yemin olarak kullanılır Bir işe teşebbüs edildiği zaman: “Yâ Allah yâ pîr denir Tekkelerde ve türbelerde tarîkat kurucusu şeyhin ismi “yâ Hazreti Pîr diye başlar Pîri hâcât: İhtiyaçları karşılayan şeyh (s 420422

Râbıta: Bağ, ilişki Tasavvufta; mürîdin, rûhaniyetinden feyz alacağına inanarak kâmil şeyhinin sûretini (şeklini) zihninde tasavvur etmesidir Râbıta: Müridin şeyhini severek yâdetmesi ve sûretini zihninde canlandırmasıdır Râbıta, müridin kalben şeyhi ile beraber olmasıdır Müridin ilk hedefi, şeyhinde fâni olmaktır Zira şeyhte fâni olmak, Allah’ta fâni olmanın mukaddimesidir Sâlik, râbıta vâsıtasıyla önce şeyhi ile, sonra Allah ile mânevî ve bâtınî bir ilişki kurar (s 425) ***

Racül, ricâlü’l gayb: Racül: Adam, merd, kişi Tasavvufta; İster erkek ister kadın olsun Hakk’ın dostluğunu kazanmış faal, hakşinas, âdil ve faziletli şahsiyetler (s 430431)

Rûhânî: Tamamengayrı maddî ve gayri cismânî varlıklara (melek ve cin gibi) rûhânî dendiği gibi, rûh tarafı madde tarafına ağır basan varlıklara da rûhânî denilir Gerek gayri müslimlerin azizlerine, gerekse evliyâya rûhânî denilir (s 440)

Sâlik: Yolcu Tasavvufta; a) Allah'a giden yolu tutana seyr halinde bulunduğu sürece müridle müntehî (vâsıl, eren) arasındaki mutavassıta (ortadakine) sâlik denir İlmi ve tasavvuru ile değil; hâli ile makamlarda seyreden sâlik bu halde iken ayne’lyakîn türünden bilgi sahibi olur b) Menzili maksûda varmak azmi, hedefe ulaşmak kararı ile tasavvuf yolunu tutan, bu yolun gerektirdiği hususları maddî ihtiyaçlardan önde tutan, tasavvufu meslek edinen insanlar (s 451)

Sekr: Sarhoşluk, mest olmak, kendini kaybetmek Tasavvufta; a) Zâhirî ve bâtınî kayıtları bir yana bırakıp Hakk’a yönelmek b) Kuvvetli bir vârid (tecellî) ile kendinden geçip rûhî bir haz ve zevke erme c) Sekr, vecd ehline hastır Sekr halindeki sâlik, şer’î hükümlere aykırı sözler söyleyebilir, davranışlarda bulunabilir (s 457458)

Sekizler: Gayb erenlerden olan sekiz evliyâ Bunlara kahr ricâli, kuvvet ricâli de denir Şiddetli ve hiddetli velîlerdir, himmetleri faal ve tesirlidir Teveccüh ettikleri ruhları etkileri altına alırlar Tasarruf sahibidirler, murad ettikleri nesneler vücuda gelir, teveccühlerinin semeresi hâsıl olur Bunlara hürmet edilir, ama yakınlarında olmaktan sakınmak lâzımdır (s 458)

Selâm secdesi: Sûfîlere göre, ibâdet secdesinin dışında secdei tahiyyât denen, saygı ve sevgi duyulan bir insana selâm secdesi vardır Sonraki bazı mutasavvıflar selâm secdesini câiz görmüşlerdir Mevlevî şeyhleri ve dervişleri, baş keserek birbirine secde ederler Secdeyi Hz Mevlânâ teşrî etmiştir (meşrû kılmıştır) Bazı tarîkatlarda dervişler şeyhlerinin eteklerini öper, ayak bastıkları yere yüz sürer Hükümdarlara ve din ulularına secde etmek, öteden beri şark kavimlerinde âdettir (s 460)

Şeyh: Çoğulu; Meşâyih, şüyûh, eşyâh Yaşlı, ihtiyar, pîr, bey, önder, kabile başkanı Tasavvufta; a) Nefsinden fâni Hak’ta bâki velî, Hak dostu b) Tâliplere rehberlik etmek ve onları irşâd etmek ehliyetine ve liyâkatine sahip olan insanı kâmil, rehber, delil, mürşid Şeyh, kâmil ve mükemmildir; başkalarını da kemâle erdirir Şeyhi tarikat: Mürid ve müntesiblerini, bir annenin bebeğini terbiye etmesi ve yetiştirmesi gibi terbiye edip yetiştiren şeyh Tarîkat şeyhleri böyledir Bunlar mürid ve müntesiblerinin mal, beden ve ruhları üzerinde mutlak olarak söz sahibidirler Mürid ne dil, ne kalb ile şeyhine itiraz edebilir Şeyhine “hayır! diyen bir mürid iflâh bulmaz Şeyhe karşı işlenen günahın tevbesi olmaz Şeyhin önündeki mürid, gassâlin önündeki cenâze gibidir, irâdesi yoktur; şeyh ona hangi şekli verirse onu muhâfaza eder, şeyhte fâni olmak Allah’ta fâni olmanın mukaddimesidir Allah'a giden yol, şeyhten geçer Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır Şeyh keşif ve kerâmet sahibidir Allah’ın arz üzerindeki halifesidir Allah adına hareket eder Şeyh, Hz Peygamber’in nâibidir, Onun temsilcisidir (s 496497)

Tarîkat: Yol Tasavvufta; Hakk’a ermek için tutulan, birtakım kuralları ve âyinleri bulunan yol Gerçek anlamda tarîkatlar hicrî 6; milâdî 12 asırda ortaya çıkmaya başladı Kadiriyye, Rifâiyye, Yeseviye, Bektâşiye, Nakşbendiye, Kübreviye, Mevleviye, Halvetiye ve Şâzeliye bunların en tanınmışlarıdır Tarîkatler arasında ortak esaslar bulunduğu gibi; birçok farklı yönler de bulunur (s 510511)

Tasarruf: Faâliyet göstermek, yetki kullanarak iş yapmak Tasavvufta; Kerâmet göstermek, olağanüstü yollardan iş yapmak ve tesir etmek, insanlara ve eşyaya hükmetmek ve onları idare etmek, Allah’ın eşyayı ve bütün varlıkları velîsine musahhar kılması Hakikatte tasarrufta bulunan (mutasarrıf) Allah’tır Fakat velîler de himmetleriyle varlıklar üzerinde tasarrufta bulunurlar Zira Allah her şeyi onlara musahhar kılmıştır Velîler himmetleri ile tasarrufta bulunurlar Fakat ismi a’zamla tasarrufta bulunduklarına da inanılır Bazı velîlerin öldükten sonra da tasarrufta bulunduklarına inanılır (s 512)

Tayyi mekân: Yerin dürülmesi, mesâfenin kısalması sûretiyle gerçekleşen kerâmet, uçmak Bastı zaman: Zaman içinde zaman yaratmak (s 514) (Tayyı mekân, yerin, evliyâ için katlanarak küçülmesi demektir Evliyâ, aynı saatlerde birkaç yerde bulunabilir; yani yerin katlanmasıyla, velî olan zat, aynı saatlerde dünyanın, birbirinden son derece uzak birçok yerlerinde bulunabilir F Aydın, s 287)

Tayyi zaman: Zaman içinde zaman yaratmak (s 514) (Tayyı zaman, zamanın durdurulması anlamına gelir Velî, bu sûretle, bir yandan bulunduğu yerde zamanı durdurarak, ya da zamanın akışını, bir diğer yerdeki zamanın akışına göre yavaşlatarak yaşar Zamanın katlanmasıyla, ya da durdurulmasıyla evliyâ, örneğin birkaç saniye içinde başka bir ülkeye intikal ederek orada yıllarca kaldıktan, hatta ev, bark, çoluk çocuk sahibi olduktan sonra tekrar eski yerine döner ve hayatına, kaldığı noktadan devam eder Öyle ki döndüğü zaman, meselâ, gitmeden önce önüne konmuş olan yemek hâlâ sıcacık durmaktadır Onu sofrada bekleyenler sadece birkaç saniye içinde ortadan kaybolmuş olmasına hayret ederler vb F Aydın, s 287)

Teberrük: Bir şeyi kudsî (kutsal) sayıp ondan bir hayır, bir fayda, bir uğur, bir bereket ummak (s 514)

Tecellî: Âşikâr olmak, açığa çıkmak, görünmek, zuhûr etmek Tasavvufta; gaybden gelen ve kalbe zâhir olan nurlar Görünmeyenin kalpte görünür hale gelmesi (s 514516)

Tecessüd: Cesedleşme, maddeleşme, bedenleşme Tasavvufta; Rûhun ceset ve madde haline gelmesi, bedenleşmesi a) Bir velînin rûhu başka bir yerde, ayrı bir beden ve madde kalıbı ile zâhir olabilir b) Ölen bir velînin rûhu eskisinin tıpkısı olan bir beden kalıbı ile zâhir olabilir Tecessüd, reenkarnasyon ve tenâsühten ayrı bir olaydır (s 516)

Teferrüc: Seyretme, temâşâ etme Tasavvufta; mânen yükselen sâlikin rûhî bir mi’râc yapması, ulvîsüflî, maddîmânevî bütün âlemlerde seyahat etmesi, her şeye yukarıdan bakması (s 519)

Teveccüh: Yönelme, öz alâka Tasavvufta; a) Şeyhin Hakk’a, müridin mürşide yönelmesi, gönlünü ona bağlaması b) Nakşîlikte muhabbet râbıtasının bir şekli Mürid, şeyhin rûhâniyetine muhabbet yoluyla teveccüh eder, teveccüh esnâsında öyle bir istiğrak (trans) haline geçer ki, beşerî ve bedenî varlığından haberdar olmaz Bu durumda şeyhin rûhâniyeti müridin bâtınında faâliyete geçip onun beşerî vasıflarını ortadan kaldırır, tedrîcen mürid, mürşidinin rûhânî vasıflarıyla sıfatlanır Şeyhin müridine teveccühü, bütün mânevî gücünü ve rûhânî tesirini müridin kalbi üzerine yoğunlaştırarak ona feyz akıtması, onu büyük bir mânevî değişime uğratmasıdır (s 530531)

Türbe: Toprak, hâk Tasavvufta; Bir ermişin ve yatırın kabrinin bulunduğu üstü kapalı mekân, ziyâret yeri Buralara adaklar adanır, mumlar yakılır, dilekler dilenir, serili postlarda namaz kılınır, duâ edilir, paralar verilir, çapıtlar bağlanır Ermişin ve yatırın sağ insanlara mânen, ama gerçekten yardımcı olacağına inanılır (s 538539)

Üçler: Üç büyük velî Gayb erenlerden üç ulu ermiş Üçler, Hak’tan istimdad eder, halka imdad eder, insanlara şiddet ve kahr ile değil; mülâyemet ve merhametle muâmele ederler Üçler, erkeklerden de kadınlardan da olabilir Üçlerden biri aralıksız ve kesintisiz Hak’tan aldığı feyzi halka akıtır Üçler bir kutub, iki imamdan oluşur Kutb veya gavsı a’zam, Alah adına mülk ve melekût âlemini idâre eder Kutbun iki vezîri (yardımcısı) vardır Bunlara imâmân denir Pekçok yöre, türbe, mahalle, semt ve kasaba; ismini üçlerden alır (s 545)

Vahdeti şühûd: Vahdet; Birlik demektir Vahdeti şühûd: Tasavvufta; sâlikin her şeyi Allah olarak, Allah’ın tecellîleri olarak görmesi, O’ndan başkasını görmemesi hali Bu hal, sekr, galebe ve gaybet gibi isimler verilen vecd ve istiğrak halinde kendini gösterir Bu halde iken sâlik, nefsinden fâni olması sebebiyle kendini de görmediğinden Hallâc gibi: “Ene’lHak der Bayezid Bestâmî gibi, “Sübhânî mâ a’zame şânî (Bana tesbih olsun, benim şânım ne yücedir!) der “Cübbemin altındaki, Allah’tan başka bir şey değil der Yûnus gibi “Ete kemiğe büründü, Yûnus diye göründü der Fakat bu hal geçtikten sonra Hak ile halkı ayrı ayrı görür, yaratanı yaratılandan ayırır (s 553)

Vahdeti vücud: Bir bilme, Allah’tan başka varlık olmadığının idrâk ve şuûruna sahip olmak Şuhûdî tevhidde, yani vahdeti şuhûdda sâlikin her şeyi bir görmesi geçicidir; birlik, bilgide değil; görmededir Vahdeti vücudda ise, birlik bilgidedir Yani sâlik gerçek varlığın bir tane olduğunu, bunun da Hakk’ın varlığından ibâret bulunduğunu, Hak ve O’nun tecellîlerinden başka hiçbir şeyin hakiki bir varlığı olmadığını bilir Ancak, vahdeti vücud ehli, bu bilgiye nazarî olarak değil; yaşayarak ve mânevî tecrübe ile ulaşır Bunun böyle olduğunu başka bir yoldan bilmenin bir değeri yoktur Vahdette kesret – kesrette vahdet: Birlikte çokluk – çoklukta birlik Vahdet ehline göre vahdet gerçek, kesret hayaldir Bir olan varlığın çok görünmesi sadece bir görünüş meselesidir Gerçek sûfî, çoklukta birliği görür “Lâ maksûde (lâ matlûbe, lâ murâde) illâllah kusûdî, “lâ meşhûde illâllah şuhûdî, “lâ mevcûde illâlllah vücûdî tevhiddir (s 553554)

Vahiy: Hakk’ın hitâbı Sûfîlere gelen ilhâm İbn Arabî; “Sözlerimiz vahyi kelâm değildir ama vahyi ilhamdır der (s 554)

Velâdet: Doğum Tasavvufta; Tâlibin mürşide intisab etmesi ve tarîkate girmesi Buna velâdeti sâniye (ikinci doğum, mânevî doğum) denir Şeyh ile mürîdi arasında öyle bir kaynaşma (teellüf) hâsıl olur ki neticede mürîd şeyhin parçası olur, tıpkı tabiî velâdette oğul babanın parçası olduğu gibi “İnsan iki kere doğmadan melekût âlemine yükselemez İlk doğumla madde âlemi ile irtibat kuran insan, ikinci doğum ile melekût âlemi ile irtibat kurar Mürîdin babası, onun bedeninin, şeyhi ise rûhunun var oluş sebebi olduğundan, şeyh baba, mürîd onun oğludur Mürid, babasının bel, şeyhinin yol evlâdıdır Şeyh, bir anne bebeğini nasıl sütü ile beslerse, öylece onu irfânı ve feyzi ile besler Buna redâ (süt emme süresi) denir Seyr ve sülûkünü tamamlayan ve rûhen olgunlaşarak bâliğ ve reşîd olan mürîde şeyh icâzetnâme (hilâfetnâme) verir Buna fitâm (sütten kesme) denir Bu yüzden müridler, şeyhlerine baba (eb, vâlid, peder); şeyhler ise müridlerine evlâdları nazarıyla bakarlar (s 563564

Vesîle: Vâsıta, aracı, sebep, bahâne Tasavvufta; a) Allah'a yaklaşmak veya bir dileğin kabul edilmesini veya bir musîbetin defedilmesini sağlamak için ermişlerin türbelerine gidip onların ruhlarında ve yatırlardan meded ummak Tasavvufî anlamda vesîle ve tevessül budur (s 568)

Yatır: Ermişlerin gömülü olduğuna ve ziyâretçilerine fayda ya da (çarparak) zarar verdiğine itikad edilen mezarlar (s 578)

Yediler: Yedi büyük velî, gayb erenlerden yedi ulu ermiş Bunlara ricâli ûlâ da derler Her nefeste mi’râc yapıp Allah’ın huzûrundan marifetilim tahsil ederler Yediler, yedi abdal denilen Ricâlu’lgaybden ayrıdır Pek çok semt, türbe ve mahalle; ismini yedilerden alır (s 579)

Zıllullah: Tanrı’nın gölgesi Tasavvufta; vâhidiyet mertebesini kendi gerçeği haline getiren insanı kâmil (s 587)

Ziyâret: Mübârek ve kudsal olduğuna inanılan ermişlere ait kabir ve türbelerin ziyâret edilmesi; Buralarda duâ ve ibâdet edilmesi, kurban kesilmesi Ziyâret edilen yere ziyâretgâh (mezar) denir (s 591)

Not: Tüm bu kavramların yukarıdaki anlamları, tasavvuf felsefesine göredir Tasavvuf erbâbının kendi inançları doğrultusunda bu kelimelere yükledikleri anlam ve yorumları aksettirmektedir Veli ve evliyâ kavramlarının tasavvuftaki karşılıklarını daha iyi anlayıp değerlendirme yapabilmeye yardımcı olacakları düşünüldüğünden bu tasavvufî lügatçe hazırlanmıştır


* “Mürîdim ister doğuda olsun ister batıda Hangi yerde olsa da yetişirim imdâda A Geylâni’ye ait olan bu şiir için (bkz S Nursi, Sikkei Tasdiki Gaybî, Risâlei Nur Külliyatı, Nesil Y c 2, s 2083)

“Darda kalmış kişi duâ ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hâkimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? Ne kadar az düşünüyorsunuz (27Neml, 62)

“De ki: Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım; onlar, sıkıntınızı ne gidermeye, ne de bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler (17İsrâ, 56)

Yoksa onlar Allah'tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi (şefaatçi edineceksiniz)? De ki: Bütün şefaat Allah'ındır Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur Sonra O'na döndürüleceksiniz (39Zümer, 4344)

İzni olmadan O'nun katında kimmiş şefaat edecek?(2Bakara, 255)

*** Râbıta konusunda geniş bilgi almak isteyenler, Ferit Aydın’ın Ekin yayınlarından Tarikatta Râbıta ve Nakşibendilik adlı kitabına bakabilir


Ve derler ki: 'Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar (33Ahzâb, 67)

Rabbinizden size indirilene uyun O'ndan başka evliyânındostların peşlerinden gitmeyin Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz (7A'râf, 3)


Velî kavramını özetlersek; İslâm, normal hallerdeki beşerî münâsebetleri tanzim ederken, kavramın bütün mânâları itibarıyla müslümanın velîsinin, ancak, kendisi gibi müslüman olacağını, gayri İslâmî unsurların müslümanın velîsi olamayacağını ifade etmiştir Buna göre, ne yahûdi ve hıristiyanları ne de münâfık ve gayrı müslimleri, bir müslüman, velîdost edinemez Ancak, ihtiyaç halinde insanlığın gereği olan güler yüz ve tatlı söz söylemek mânâsına gelen müdârâ ve şerlerinden korunmak için gönlündeki duygu, düşünce ve inancı saklı tutmak kaydıyla takıyye yapması câizdir

Müslüman olmayanlarla velâyetdostluk içinde bulunmayı yasaklayan İslâm, şerlerinden emin olunması halinde İslâm’ın ve müslümanların maslahatına olan konularda ticaret, ziraat, sanat ve müspet bilimler arasında yardımlaşmaya, ittifak ve anlaşma yapmaya müsaade etmiştir Aynı şekilde sadece ehli kitap kapsamına giren gayrı müslimlerin yemeklerinden yiyip zinâ etmemeleri ve iffetli olmaları şartıyla bayanlarını nikâhlamaya izin vermiştir

Allah, bütün müttakîlerin velîsidir, zâlimler ise ancak kendileri gibi zâlim ve inkârcılara velî olabilirler Şüphesiz ki korkmadan günaha dalan ve şirk koşarak Allah’tan uzaklaşan kimseler zâlimdirler (45Câsiye, 19)

Velî kavramı, tarihsel süreç içinde, özellikle tasavvufun etkisiyle Kur’an’daki anlamının dışına kaydırılmış, müttakî mü’minlerin vasfı olmaktan çıkarılıp, olağanüstü özellikleri bulunan insanüstü şahsiyetlerin sıfatı olarak kullanılmıştır Velî sıfatını bütün mü’minler, Kur’an’daki şekliyle anlayıp hayatlarına geçirmeli, kâfirleri velîyönetici kabul etmemeli, kendileri de birbirlerinin velîsidostu olmak için görevlerini yerine getirmeli, velînin kerâmetle ve özel statülerle ilgisi olmadığını kabullenmelidir

Kavram Tefsiri
 

Similar threads

TASAVVUFÎ TERİMLER (H):: 15 :: HIZIR: Arapça, yeşil demektir Hz Musa (s) zamanında yaşamış, veli mi, peygamber mi olduğu konusunda anlaşmazlık bulunan bir mübarek zât Oturduğu yerdeki sararmış otlar, kalkınca yeşerdiği için, kendisine Hızır (yeşil) dendiği kaydedilir Âbı hayat denilen ebedîlik...
Cevaplar
0
Görüntüleme
89
Evliyâullah Allah’ın Velîleri Kimlerdir? Velî’nin çoğulu “evliyâdır Halk arasında velî veya evliyâ denilince kafalarda biraz daha özel bir insan grubu şekillenir Bir taraftan evliyâ göklere uçurulur, onlara karada ve denizde, yerde ve gökte Allah’a ait nice görevler havâle edilir; fakat böyle...
Cevaplar
0
Görüntüleme
87
Velî Kültü Velî kültünü, kısaca, fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olup Allah'a yakın kabul edilen bir şahsiyetin herhangi bir konuda sağ veya ölü iken yardımının dokunacağına inanılması ve bunu temin için belli yollara başvurulmasıdır, şeklinde tarif edebiliriz Velî kültünün kaynağı ve...
Cevaplar
0
Görüntüleme
82
Bismillahirrahmanirrahim. İnabe, halk arasında “el almak-tövbe almak” tabiriyle ifade edilen tövbe edip günahlardan dönmek, yönelmek fiilidir. İşlenen küçük ya da büyük günahlardan pişmanlık duyup bu günahları işlemeye tövbe edip ALLAH Teâlâ’nın yoluna dönmek, halktan Hakk’a yönelmek anlamında...
Cevaplar
0
Görüntüleme
1K
Rabıta, Rabıta Nedir, Rabıta Hak mıdır, Rabıta Nasıl yapılır 1 Rabıta bağ demektir İki şeyi birbirine bağlamak Tasavvufta müridin şeyhi hayal etmesi ondaki feyze, nura, nisbete müşteri olmasıdır Rabıtanın pek çok şekli vardır En güçlüsü telebbüsü rabıtadır Bu rabıtada mürid kendisini şeyh farz...
Cevaplar
0
Görüntüleme
110
858,466Konular
981,158Mesajlar
29,534Kullanıcılar
Üst Alt