iltasyazilim
FD Üye
İslam’ın ilk emri ‘oku’ olmuştur sözünü duymayanımız yoktur herhalde Bazıları, yeteri kadar okumadığımızdan yakınırken laf dokundurmak için kullanır bu sözü Bazıları ise okumaya teşvik maksadıyla… Her öğretim yılı başında Cuma hutbelerinde bu cümle mutlaka sarf edilir Dindar kesimler gazete, dergi, kitap gibi basılı yayınlarını genellikle “oku emrini hatırlatarak sürerler piyasaya Dinle diyanetle arası pek hoş olmayanların bile, mesela okuryazarlık kurslarına rağbet gösterilmesi, kız çocuklarının okula gönderilmesi için bu söze sarıldıkları vakidir
Doğru, İslâm’ın ilk emri “Oku! olmuştur Efendimiz sav’e Cebrail as vasıtasıyla gelen ilk vahiy Alak suresinin baştaki beş ayetidir ve bilindiği üzere bu sure “İkra’: Oku! emriyle başlar Buna rağmen okumadığımız yahut çok az okuduğumuz da doğrudur Fakat galiba bizim için az okumaktan daha vahim olan husus, “Oku! emriyle Allah Tealâ’nın neyi murat ettiğini hesaba katmayışımızdır
Bir okuma problemimiz var ama
Millet olarak az okuduğumuzdan dem vuranlar belirgin bir hayranlıkla Batı toplumlarını örnek gösterirler bu konuda Onların basılı yayınlarının tirajını, kişi başına düşen kitap, gazete sayısını bizimkilerle kıyaslayıp aradaki büyük farka esefle dikkat çeker, oralarda her yerde ve her fırsatta bir şeyler okunduğuna dair sahneler aktarırlar
Bu yaklaşıma göre bizim “okuma problemimiz nitelikle değil nicelikle, yani işin miktar kısmıyla ilgilidir Okuryazarların sayısı arttıkça bu problem de çözülmüş olacaktır
Bu yaklaşım okumanın mahiyeti, metodu ve maksadı üzerinde durmamakta, adeta “okumuş olmak için okuyalım gibi saçma bir anlayışı savunmaktadır Oysa yapılan her iş gibi okuma eylemi de hem ferde hem topluma bir “hayır veya “fayda sağlasın diye gerçekleştirilir Hayır veya fayda ise tek tek kişilerin kendi akıl ve hevalarına göre belirleyeceği, şartlara göre tarifini değiştireceği kavramlar değildir; vahiyle tespit edilir Bu demektir ki başkaları nasıl yaparsa yapsın, müslüman, her davranışında olduğu gibi okumadaki niyet ve metodunu da vahiy çerçevesinde kalarak belirlemek zorundadır Esas itibariyle bizim okuma problemimiz, okuyan sayısının azlığından ziyade, bu vahiy çerçevesini gözetip gözetmemekle ilgilidir
Ayetin devamını okumayınca
Şüphesiz az okumak da bir eksiklik Fakat yine vahiy çizgisini ihmalden kaynaklanan bu eksikliğimizin göstergesi, modernleşmiş toplumların istatistiklerini esas alan kıyaslamalar değildir Bütün bunları ideal örnekler diye Batı’dan devşirip onların doğru yaptığına dair peşin bir kabulü sorgulamadan benzer bir tutumu takınmaya çalışıyor olmamız, gerçekten okumadığımızı, az okuduğumuzu gösteriyor Kaldı ki az okumak her zaman sayı yetersizliğini ifade etmez Bazen bütünün ihmal edilmesi, yarım bırakılması da az okumaktır Nitekim farkında mısınız, büyük çoğunluk, İslâm’ın ilk emrinin “oku olduğunu söylerken bu emrin başında yer aldığı ayetin devamını okumuyor Halbuki Cenabı Hak, Hz Peygamber sav’in şahsında sadece “Oku! diye emretmiyor bize “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! buyuruyor
Bu sebepledir ki “Rabbimizin adıyla yahut “Rabbimiz adına okumayınca, okuyanların veya okunanların sayısındaki artış bir hayır ve fayda sağlamıyor Bizim okuma hususunda halletmemiz gereken öncelikli meselemiz bu Zira Tanzimat’tan beri Batılılar gibi okuyanların bu milleti aydınlatacağım diye yaktığı meşalelerle maneviyat dünyamızda çıkardığı yangınların dumanı hâlâ tütüyor Samimi bile olsalar, böylelerinin yağlı bir çıra gibi verdiği cılız ışık, kalplerde bıraktığı is karasına değmedi
Kelamî ve kevnî ayetleri okumak
Kur’anı Kerim’deki “oku emri, “Her ne olursa olsun okuyun! manasına gelmez Bu emrin ilk muhatabı ümmî, yani okuma yazma bilmeyen bir peygamber olduğuna, kendisine yazılı bir metin sunulmadığına göre, okumayı mutlaka “yazılı bir metni anlamaya çalışmak ve okuryazarlık becerisine bağlamak da doğru değil Peki öyleyse Alak suresinin, okumaya teşvik sadedinde sürekli atıfta bulunulan şu meşhur ilk ayetini nasıl anlamalı?
Tefsir alimleri okumayı “hem kelamî hem kevnî ayetleri okumak şeklinde anlamışlardır Ayet, Hakk’ı ve hakikati tanıyıp bilmemizi sağlayan işaret, iz, apaçık alamet demektir Kelamî ayetler, Rasuli Ekrem sav’in mübarek kalbine vahyedilerek indirilen Allah kelamıdır Alak suresinin ilk beş ayetinin nüzulüyle ilgili bir haberde Cebrail as’ın Hz Peygamber sav’e “Oku! dediği, Efendimiz’in “Ben okuma bilenlerden değilim cevabı üzerine Fahri Kâinat’ı kanatlarıyla sarıp sıkarak “Oku! emrini tekrarladığı nakledilir Rasulullah sav’in “Oku! emrine her muhatap oluşunda “Ben okuma bilenlerden değilim cevabına karşılık Cebrail as’ın “muânaka denilen kucaklayıp şiddetle sıkması üç defa tekrarlanır Müfessirler bu muânakalar esnasında vahyin Hz Peygamber’in kalbi selimine ilkâ edildiği (aktarıldığı) ve nitekim üçüncüsünde Âlemlerin Efendisi’nin okumaya, yani kendisine vahyedileni lisana dökerek seslendirmeye başladığı görüşündedir
Kur’an’ı kalbimize indirmeden olmaz
Hz Aişe ra validemizden gelen bu haber bize “Oku! emrinin vahyedilenlerle ilgili olduğunu, öncelikle kelamî ayetleri okumamızın istendiğini ama bundan da evvel yahut bunun sahih bir şekilde gerçekleşmesi için Kur’anı Kerim’i kalbimize indirmemiz gerektiğini söyler Bu mükellefiyet kevnî ayetleri doğru okuyabilmenin de ön şartıdır Kevnî ayetler, tefekkür etmek suretiyle kâinattaki varlık ve hadiselerden çıkarılan mesajlardır Kur’an’ı bir iman konusu olarak kalbimize indirmeden, vahiyle tasavvurlarımızı, niyetimizi ve bakış açımızı düzeltmeden bu mesajları ne doğru okuyabilmek ne de doğru anlayabilmek mümkündür Kaldı ki kevnî ayetleri okumak Kur’an’ın emridir Birçok ayette kâinattaki varlıklar üzerinde düşünüp Allah Tealâ’nın sonsuz ilim ve kudretini anlamamız, nakledilen geçmiş bazı hadiselerden ibret almamız istenir Müfessirler, “oku emrinin geçtiği ayette Cenabı Hakk’ın “yaratma sıfatını bilhassa zikretmesini, “yaratılan her şeyin okunması gerektiğine yorarlar
“İkra’: Oku! emrine dair yapılan ve farklı gibi görünen tefsirler, mesela “hayatın hakikatini anla, “kâinattaki işleyişin hikmetini gör yahut “sana indirilenleri insanlara tebliğ et, onları Allah’ın varlığına ve birliğine çağır gibi manaların hepsi aynı kapıya çıkar O kapı Kur’anı Kerim’dir Zira bütün bunlar ancak vahyi içselleştirerek, Kur’an’da bildirilenleri tam bir idrakle yaşayarak gerçekleştirilebilecek fiillerdir
Kıraat tilavetten ibaret değil
Arapçada bugün bizim anladığımız manada okumaya “tilâvet denir Tilavet, yazılı bir metni, hususen de Kur’anı Kerim’i yüzünden veya ezbere sesli ya da sessiz okumak demektir Halbuki Cenabı Hak “Oku! emrini verirken mastarı tilavet değil de “kıraat olan “İkra’ kelimesini seçmiştir Kıraat tıpkı bizdeki okuma kelimesi gibi tilaveti de içine alan bir mana genişliğine sahiptir Türkçede de okumak, “bir metinde ne yazıldığını çözmek yanında, “seslendirmek, anlamak, bir şeyin arka planına vâkıf olmak, tahsil görmek, davet etmek gibi manalar taşır “Oku emriyle neyin murat edildiği konusunda yapılan tefsirlerin çeşitliliği bu mana genişliğinden kaynaklanmaktadır Fakat farklı gibi görünen bu manaların hepsi bir noktada buluşur ki kıraat yahut okumayı bütün mana zenginliğini yansıtacak şekilde o ortak nokta üzerinden anlamak gerekir Buna göre okumak bir “bilgilenme yöntemi, bir “algı imkanıdır
Bazı müfessirler “oku buyruğunun yer aldığı ayette geçen Rab ismiyle, insana Allah Tealâ tarafından bu bilgilenme veya algı imkanını kullanabilme kabiliyetinin verildiğine işaret edildiği görüşündedirler Gerçekten de herkes, her an bir şeyleri görerek algılamakta yahut okumaktadır
Herkes bir şeyler okuyor
Okumak, sadece yazılı bir metni çözmekten ibaret olmadığına, algılamak manasıyla herkes her an bir şeyler okuduğuna göre az okumaktan söz edemeyiz Kimi kitaplardan, kimi televizyonda seyrettiklerinden, kimi içinde bulunduğu çevreden, şahit olduğu olaylardan kendince bir şeyler okuyup bunlardan aldıklarıyla tutum ve davranışlarını belirliyor Buna rağmen herkesin doğru bir idrake, doğru bir bilgiye ulaştığını söylememiz mümkün değil Çoğu insan okuyor, mevki makam sahibi oluyor ama adam olamıyor Okuduklarıyla sapıtıp yoldan çıkanlar var Kısaca herkes sürekli bir şeyler okusa da Hakk’ı ve hakikati bulamayabiliyor Şu halde ne kadar okuduğumuzdan ziyade, neyi, nasıl ve niçin okuduğumuz önemli
Müslüman önce diğer bütün okumalarına pusula olacak Kur’anı Kerim’i, bütün mana zenginliğiyle kıraat etmeli Kur’an’a bunun için “Kur’an (okunan, kıraat edilen) denilmiş zaten Sonra hem kelamî hem kevnî ayetleri Allah Tealâ’nın emrettiği gibi O’nun adıyla, O’nun adına okumalı Nihayet bütün bu okumalarının maksadı kendini bilmek, Allah’ı tanımak, dünyanın ve hayatın hakikatini kavramak, dünya imtihanından yüz akıyla çıkabilmek için yaradılış maksadına uygun bir ömür sürmeye çalışmak olmalıdır
Rabbimizin adıyla okumak
Hatırlayalım, Alak suresinin ilk ayetinde “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! buyuruluyordu Okunması emredilen Kur’anı Kerim olunca, ayeti kerimeleri Rabbimizin ismiyle okumak “besmele çekerek başlamak manasınadır denilmiştir Besmele, yani okuma da dahil herhangi bir işe Allah Tealâ’nın adını anarak başlamak hem bir duadır hem de bir bilinç yahut farkındalık halinin kuşanılmasıdır
Besmele öncelikle bir dua olarak, başladığımız bir işte bizi muvaffak kılması için Rabbimizden yardım istemektir Zira O’nun yardımı, izni ve iradesi olmadan hiçbir işi hakkıyla yapmanın imkanı yoktur İkinci olarak besmele, yaptığımız işin Allah’ın rızasına uygun ve doğru bir iş olduğu kabulünü yansıtan bir farkındalık halidir Başladığımız o işi sonuçlandırıncaya kadar meşru daire içinde kalacağımızı taahhüt etmektir Yaptığımız her işte Allah’ın varlığını hatırda tutmak, O’nun tarafından her an denetlendiğimizin bilincinde olmaktır Bu bilinç varsa, neyi, ne kadar, hangi sıklıkta okuyacağımız en doğru şekilde kendiliğinden belirlenecektir
Rabbimiz adına okumak
Ayetteki “b’ismi Rabbike ibaresinin “Rabbinin adına manasına gelebileceği de söylenmiştir Bu takdirde insanın Allah tarafından kendisine verilen hilafet sorumluluğu çerçevesinde Kur’an’ı ve kâinatı okuması, dünya hayatını bu okumanın sağlayacağı idrakle yaşaması kastedilmiş olur Halife, kendisine o yetkiyi verenin iradesi, rızası ve talimatı doğrultusunda hareket edendir Aksi halde insan başına buyruk davranıyor demektir ki en iyimser tespitle gaflete düşmenin neticesidir Gaflet içindeyken yapılan hiçbir işten hayır gelmez
Esasen Rabbimizin adıyla okumak, yani okumaya besmeleyle başlamak da aynı hilafet sorumluluğunun farkında olduğumuzu ifade etmektir Dolayısıyla Rabbimizin adıyla okumak da Rabbimizin adına okumak da aslında aynı tavrı takınmaktır O tavır mümin tavrıdır Kayıtsız şartsız bir imanı, vahyin belirlediği çizgileri koruma duyarlılığını, her halükârda Allah’ın rızasını gözetmeyi gerektirir
Böyle değilse Kur’an okumak bile fayda vermeyecektir insana Zira Cenabı Hak, “her inen surenin müminlerin imanını artırdığını, fakat “kalplerinde hastalık olanların küfürlerine küfür kattığını (Tevbe, 124 125) beyan buyurmuştur
Sinelerdeki ilim
Sözün özü, yaradılış gayemize uygun bir hayat yaşamak, Allah’a layıkı ile kul olmak, doğru bir idrakle mümkün Bu idrake okumakla, ama Cenabı Hakk’ın emrettiği tarzda okumakla ulaşılabiliyor Cenabı Hakk’ın emrettiği gibi okuyabilmek için de fıtratımıza dönmek şart Fıtratımıza dönmek, fıtrat üzere olmak, âdemiyetimizi kuşanmaktır Okumak görmeyi, görmek basireti, basiret kalbi selimi, kalbi selim ise beşeriyetimizden sıyrılıp âdem olmayı gerektirir Cenabı Rabbü’l Alemin esma ilmini âdemiyetimize talim ettirmiş, hakikati idrak kabiliyetini âdemiyetimize yerleştirmiştir Onun için ilim satırlardan ziyade sadırlardadır, yani göğüslerde, iman nuruyla aydınlanmış kalplerdedir, denilmiştir
Şu halde “Oku! emrini yerine getirmek için okuma yazma bilmekten, Kur’an’ı anlamak için Arapça öğrenmekten önce kalp tasfiyesine yönelmek icap ediyor Kaldı ki Yunus Emre hazretlerinin dediği gibi “okumaktan maksat Hakk’ı bilmekse, bunun için illa yazılı bir metni tilavet etmek şart değil Hakikati idrak edebilmek esas itibariyle bir ceht işidir ve bu ceht yahut çaba, okuyarak da dinleyerek de tefekkürle de gösterilebilir
Kalbimizde hangi mevsim hüküm sürüyor?
Baştan beri okumanın bir idrak ve bilgilenme yöntemi olduğunu, ancak her okuyanın doğru bir idrake, hakikat bilgisine ulaşamayacağını söylüyoruz Peki hakikati veya doğruyu idrakin alameti nedir? Öyle ya, okuyan herkes doğruyu bulduğunu, hakikate erdiğini söyleyebilir
Doğru bir idrakin alameti salih ameldir Kişi dünyaya aldanmıyor, ahireti hesaba katıyor, ölümden sonrası için hazırlık yapıyorsa, okuma yazma bilmese dahi gerçekten okuyabiliyor demektir Kulluğunu unutan, nefsinin hevasına uyan, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan kimseler ise kütüphaneler dolusu kitap okusalar, yine de “Oku! emrini yerine getirmiş olmazlar Okumak böylelerinin cehaletini artırır sadece
Salih amellerle meyve vermesi, okumanın bizim irfanımızda pratiği olmayan bir eğlence, faydasız bir meşgale gibi görülmediğine de delalet eder Evliyanın büyüklerinden Malik b Dinar ks hazretleri de bu konuda uyarır bizi ve şöyle der:
“Ey Kur’an okuyucuları!
Okuduğunuz Kur’an sizin kalplerinize ne ekti, ona bir bakın! Nasıl ki yağmur yeryüzünün baharı ise, Kur’an da mümin kalbinin baharıdır
Bizim için okumak, kalbimizde hangi mevsimin hüküm sürdüğüyle ilgili bir mesele olmalı öyleyse
Doğru, İslâm’ın ilk emri “Oku! olmuştur Efendimiz sav’e Cebrail as vasıtasıyla gelen ilk vahiy Alak suresinin baştaki beş ayetidir ve bilindiği üzere bu sure “İkra’: Oku! emriyle başlar Buna rağmen okumadığımız yahut çok az okuduğumuz da doğrudur Fakat galiba bizim için az okumaktan daha vahim olan husus, “Oku! emriyle Allah Tealâ’nın neyi murat ettiğini hesaba katmayışımızdır
Bir okuma problemimiz var ama
Millet olarak az okuduğumuzdan dem vuranlar belirgin bir hayranlıkla Batı toplumlarını örnek gösterirler bu konuda Onların basılı yayınlarının tirajını, kişi başına düşen kitap, gazete sayısını bizimkilerle kıyaslayıp aradaki büyük farka esefle dikkat çeker, oralarda her yerde ve her fırsatta bir şeyler okunduğuna dair sahneler aktarırlar
Bu yaklaşıma göre bizim “okuma problemimiz nitelikle değil nicelikle, yani işin miktar kısmıyla ilgilidir Okuryazarların sayısı arttıkça bu problem de çözülmüş olacaktır
Bu yaklaşım okumanın mahiyeti, metodu ve maksadı üzerinde durmamakta, adeta “okumuş olmak için okuyalım gibi saçma bir anlayışı savunmaktadır Oysa yapılan her iş gibi okuma eylemi de hem ferde hem topluma bir “hayır veya “fayda sağlasın diye gerçekleştirilir Hayır veya fayda ise tek tek kişilerin kendi akıl ve hevalarına göre belirleyeceği, şartlara göre tarifini değiştireceği kavramlar değildir; vahiyle tespit edilir Bu demektir ki başkaları nasıl yaparsa yapsın, müslüman, her davranışında olduğu gibi okumadaki niyet ve metodunu da vahiy çerçevesinde kalarak belirlemek zorundadır Esas itibariyle bizim okuma problemimiz, okuyan sayısının azlığından ziyade, bu vahiy çerçevesini gözetip gözetmemekle ilgilidir
Ayetin devamını okumayınca
Şüphesiz az okumak da bir eksiklik Fakat yine vahiy çizgisini ihmalden kaynaklanan bu eksikliğimizin göstergesi, modernleşmiş toplumların istatistiklerini esas alan kıyaslamalar değildir Bütün bunları ideal örnekler diye Batı’dan devşirip onların doğru yaptığına dair peşin bir kabulü sorgulamadan benzer bir tutumu takınmaya çalışıyor olmamız, gerçekten okumadığımızı, az okuduğumuzu gösteriyor Kaldı ki az okumak her zaman sayı yetersizliğini ifade etmez Bazen bütünün ihmal edilmesi, yarım bırakılması da az okumaktır Nitekim farkında mısınız, büyük çoğunluk, İslâm’ın ilk emrinin “oku olduğunu söylerken bu emrin başında yer aldığı ayetin devamını okumuyor Halbuki Cenabı Hak, Hz Peygamber sav’in şahsında sadece “Oku! diye emretmiyor bize “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! buyuruyor
Bu sebepledir ki “Rabbimizin adıyla yahut “Rabbimiz adına okumayınca, okuyanların veya okunanların sayısındaki artış bir hayır ve fayda sağlamıyor Bizim okuma hususunda halletmemiz gereken öncelikli meselemiz bu Zira Tanzimat’tan beri Batılılar gibi okuyanların bu milleti aydınlatacağım diye yaktığı meşalelerle maneviyat dünyamızda çıkardığı yangınların dumanı hâlâ tütüyor Samimi bile olsalar, böylelerinin yağlı bir çıra gibi verdiği cılız ışık, kalplerde bıraktığı is karasına değmedi
Kelamî ve kevnî ayetleri okumak
Kur’anı Kerim’deki “oku emri, “Her ne olursa olsun okuyun! manasına gelmez Bu emrin ilk muhatabı ümmî, yani okuma yazma bilmeyen bir peygamber olduğuna, kendisine yazılı bir metin sunulmadığına göre, okumayı mutlaka “yazılı bir metni anlamaya çalışmak ve okuryazarlık becerisine bağlamak da doğru değil Peki öyleyse Alak suresinin, okumaya teşvik sadedinde sürekli atıfta bulunulan şu meşhur ilk ayetini nasıl anlamalı?
Tefsir alimleri okumayı “hem kelamî hem kevnî ayetleri okumak şeklinde anlamışlardır Ayet, Hakk’ı ve hakikati tanıyıp bilmemizi sağlayan işaret, iz, apaçık alamet demektir Kelamî ayetler, Rasuli Ekrem sav’in mübarek kalbine vahyedilerek indirilen Allah kelamıdır Alak suresinin ilk beş ayetinin nüzulüyle ilgili bir haberde Cebrail as’ın Hz Peygamber sav’e “Oku! dediği, Efendimiz’in “Ben okuma bilenlerden değilim cevabı üzerine Fahri Kâinat’ı kanatlarıyla sarıp sıkarak “Oku! emrini tekrarladığı nakledilir Rasulullah sav’in “Oku! emrine her muhatap oluşunda “Ben okuma bilenlerden değilim cevabına karşılık Cebrail as’ın “muânaka denilen kucaklayıp şiddetle sıkması üç defa tekrarlanır Müfessirler bu muânakalar esnasında vahyin Hz Peygamber’in kalbi selimine ilkâ edildiği (aktarıldığı) ve nitekim üçüncüsünde Âlemlerin Efendisi’nin okumaya, yani kendisine vahyedileni lisana dökerek seslendirmeye başladığı görüşündedir
Kur’an’ı kalbimize indirmeden olmaz
Hz Aişe ra validemizden gelen bu haber bize “Oku! emrinin vahyedilenlerle ilgili olduğunu, öncelikle kelamî ayetleri okumamızın istendiğini ama bundan da evvel yahut bunun sahih bir şekilde gerçekleşmesi için Kur’anı Kerim’i kalbimize indirmemiz gerektiğini söyler Bu mükellefiyet kevnî ayetleri doğru okuyabilmenin de ön şartıdır Kevnî ayetler, tefekkür etmek suretiyle kâinattaki varlık ve hadiselerden çıkarılan mesajlardır Kur’an’ı bir iman konusu olarak kalbimize indirmeden, vahiyle tasavvurlarımızı, niyetimizi ve bakış açımızı düzeltmeden bu mesajları ne doğru okuyabilmek ne de doğru anlayabilmek mümkündür Kaldı ki kevnî ayetleri okumak Kur’an’ın emridir Birçok ayette kâinattaki varlıklar üzerinde düşünüp Allah Tealâ’nın sonsuz ilim ve kudretini anlamamız, nakledilen geçmiş bazı hadiselerden ibret almamız istenir Müfessirler, “oku emrinin geçtiği ayette Cenabı Hakk’ın “yaratma sıfatını bilhassa zikretmesini, “yaratılan her şeyin okunması gerektiğine yorarlar
“İkra’: Oku! emrine dair yapılan ve farklı gibi görünen tefsirler, mesela “hayatın hakikatini anla, “kâinattaki işleyişin hikmetini gör yahut “sana indirilenleri insanlara tebliğ et, onları Allah’ın varlığına ve birliğine çağır gibi manaların hepsi aynı kapıya çıkar O kapı Kur’anı Kerim’dir Zira bütün bunlar ancak vahyi içselleştirerek, Kur’an’da bildirilenleri tam bir idrakle yaşayarak gerçekleştirilebilecek fiillerdir
Kıraat tilavetten ibaret değil
Arapçada bugün bizim anladığımız manada okumaya “tilâvet denir Tilavet, yazılı bir metni, hususen de Kur’anı Kerim’i yüzünden veya ezbere sesli ya da sessiz okumak demektir Halbuki Cenabı Hak “Oku! emrini verirken mastarı tilavet değil de “kıraat olan “İkra’ kelimesini seçmiştir Kıraat tıpkı bizdeki okuma kelimesi gibi tilaveti de içine alan bir mana genişliğine sahiptir Türkçede de okumak, “bir metinde ne yazıldığını çözmek yanında, “seslendirmek, anlamak, bir şeyin arka planına vâkıf olmak, tahsil görmek, davet etmek gibi manalar taşır “Oku emriyle neyin murat edildiği konusunda yapılan tefsirlerin çeşitliliği bu mana genişliğinden kaynaklanmaktadır Fakat farklı gibi görünen bu manaların hepsi bir noktada buluşur ki kıraat yahut okumayı bütün mana zenginliğini yansıtacak şekilde o ortak nokta üzerinden anlamak gerekir Buna göre okumak bir “bilgilenme yöntemi, bir “algı imkanıdır
Bazı müfessirler “oku buyruğunun yer aldığı ayette geçen Rab ismiyle, insana Allah Tealâ tarafından bu bilgilenme veya algı imkanını kullanabilme kabiliyetinin verildiğine işaret edildiği görüşündedirler Gerçekten de herkes, her an bir şeyleri görerek algılamakta yahut okumaktadır
Herkes bir şeyler okuyor
Okumak, sadece yazılı bir metni çözmekten ibaret olmadığına, algılamak manasıyla herkes her an bir şeyler okuduğuna göre az okumaktan söz edemeyiz Kimi kitaplardan, kimi televizyonda seyrettiklerinden, kimi içinde bulunduğu çevreden, şahit olduğu olaylardan kendince bir şeyler okuyup bunlardan aldıklarıyla tutum ve davranışlarını belirliyor Buna rağmen herkesin doğru bir idrake, doğru bir bilgiye ulaştığını söylememiz mümkün değil Çoğu insan okuyor, mevki makam sahibi oluyor ama adam olamıyor Okuduklarıyla sapıtıp yoldan çıkanlar var Kısaca herkes sürekli bir şeyler okusa da Hakk’ı ve hakikati bulamayabiliyor Şu halde ne kadar okuduğumuzdan ziyade, neyi, nasıl ve niçin okuduğumuz önemli
Müslüman önce diğer bütün okumalarına pusula olacak Kur’anı Kerim’i, bütün mana zenginliğiyle kıraat etmeli Kur’an’a bunun için “Kur’an (okunan, kıraat edilen) denilmiş zaten Sonra hem kelamî hem kevnî ayetleri Allah Tealâ’nın emrettiği gibi O’nun adıyla, O’nun adına okumalı Nihayet bütün bu okumalarının maksadı kendini bilmek, Allah’ı tanımak, dünyanın ve hayatın hakikatini kavramak, dünya imtihanından yüz akıyla çıkabilmek için yaradılış maksadına uygun bir ömür sürmeye çalışmak olmalıdır
Rabbimizin adıyla okumak
Hatırlayalım, Alak suresinin ilk ayetinde “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! buyuruluyordu Okunması emredilen Kur’anı Kerim olunca, ayeti kerimeleri Rabbimizin ismiyle okumak “besmele çekerek başlamak manasınadır denilmiştir Besmele, yani okuma da dahil herhangi bir işe Allah Tealâ’nın adını anarak başlamak hem bir duadır hem de bir bilinç yahut farkındalık halinin kuşanılmasıdır
Besmele öncelikle bir dua olarak, başladığımız bir işte bizi muvaffak kılması için Rabbimizden yardım istemektir Zira O’nun yardımı, izni ve iradesi olmadan hiçbir işi hakkıyla yapmanın imkanı yoktur İkinci olarak besmele, yaptığımız işin Allah’ın rızasına uygun ve doğru bir iş olduğu kabulünü yansıtan bir farkındalık halidir Başladığımız o işi sonuçlandırıncaya kadar meşru daire içinde kalacağımızı taahhüt etmektir Yaptığımız her işte Allah’ın varlığını hatırda tutmak, O’nun tarafından her an denetlendiğimizin bilincinde olmaktır Bu bilinç varsa, neyi, ne kadar, hangi sıklıkta okuyacağımız en doğru şekilde kendiliğinden belirlenecektir
Rabbimiz adına okumak
Ayetteki “b’ismi Rabbike ibaresinin “Rabbinin adına manasına gelebileceği de söylenmiştir Bu takdirde insanın Allah tarafından kendisine verilen hilafet sorumluluğu çerçevesinde Kur’an’ı ve kâinatı okuması, dünya hayatını bu okumanın sağlayacağı idrakle yaşaması kastedilmiş olur Halife, kendisine o yetkiyi verenin iradesi, rızası ve talimatı doğrultusunda hareket edendir Aksi halde insan başına buyruk davranıyor demektir ki en iyimser tespitle gaflete düşmenin neticesidir Gaflet içindeyken yapılan hiçbir işten hayır gelmez
Esasen Rabbimizin adıyla okumak, yani okumaya besmeleyle başlamak da aynı hilafet sorumluluğunun farkında olduğumuzu ifade etmektir Dolayısıyla Rabbimizin adıyla okumak da Rabbimizin adına okumak da aslında aynı tavrı takınmaktır O tavır mümin tavrıdır Kayıtsız şartsız bir imanı, vahyin belirlediği çizgileri koruma duyarlılığını, her halükârda Allah’ın rızasını gözetmeyi gerektirir
Böyle değilse Kur’an okumak bile fayda vermeyecektir insana Zira Cenabı Hak, “her inen surenin müminlerin imanını artırdığını, fakat “kalplerinde hastalık olanların küfürlerine küfür kattığını (Tevbe, 124 125) beyan buyurmuştur
Sinelerdeki ilim
Sözün özü, yaradılış gayemize uygun bir hayat yaşamak, Allah’a layıkı ile kul olmak, doğru bir idrakle mümkün Bu idrake okumakla, ama Cenabı Hakk’ın emrettiği tarzda okumakla ulaşılabiliyor Cenabı Hakk’ın emrettiği gibi okuyabilmek için de fıtratımıza dönmek şart Fıtratımıza dönmek, fıtrat üzere olmak, âdemiyetimizi kuşanmaktır Okumak görmeyi, görmek basireti, basiret kalbi selimi, kalbi selim ise beşeriyetimizden sıyrılıp âdem olmayı gerektirir Cenabı Rabbü’l Alemin esma ilmini âdemiyetimize talim ettirmiş, hakikati idrak kabiliyetini âdemiyetimize yerleştirmiştir Onun için ilim satırlardan ziyade sadırlardadır, yani göğüslerde, iman nuruyla aydınlanmış kalplerdedir, denilmiştir
Şu halde “Oku! emrini yerine getirmek için okuma yazma bilmekten, Kur’an’ı anlamak için Arapça öğrenmekten önce kalp tasfiyesine yönelmek icap ediyor Kaldı ki Yunus Emre hazretlerinin dediği gibi “okumaktan maksat Hakk’ı bilmekse, bunun için illa yazılı bir metni tilavet etmek şart değil Hakikati idrak edebilmek esas itibariyle bir ceht işidir ve bu ceht yahut çaba, okuyarak da dinleyerek de tefekkürle de gösterilebilir
Kalbimizde hangi mevsim hüküm sürüyor?
Baştan beri okumanın bir idrak ve bilgilenme yöntemi olduğunu, ancak her okuyanın doğru bir idrake, hakikat bilgisine ulaşamayacağını söylüyoruz Peki hakikati veya doğruyu idrakin alameti nedir? Öyle ya, okuyan herkes doğruyu bulduğunu, hakikate erdiğini söyleyebilir
Doğru bir idrakin alameti salih ameldir Kişi dünyaya aldanmıyor, ahireti hesaba katıyor, ölümden sonrası için hazırlık yapıyorsa, okuma yazma bilmese dahi gerçekten okuyabiliyor demektir Kulluğunu unutan, nefsinin hevasına uyan, Allah’ın emir ve yasaklarına uymayan kimseler ise kütüphaneler dolusu kitap okusalar, yine de “Oku! emrini yerine getirmiş olmazlar Okumak böylelerinin cehaletini artırır sadece
Salih amellerle meyve vermesi, okumanın bizim irfanımızda pratiği olmayan bir eğlence, faydasız bir meşgale gibi görülmediğine de delalet eder Evliyanın büyüklerinden Malik b Dinar ks hazretleri de bu konuda uyarır bizi ve şöyle der:
“Ey Kur’an okuyucuları!
Okuduğunuz Kur’an sizin kalplerinize ne ekti, ona bir bakın! Nasıl ki yağmur yeryüzünün baharı ise, Kur’an da mümin kalbinin baharıdır
Bizim için okumak, kalbimizde hangi mevsimin hüküm sürdüğüyle ilgili bir mesele olmalı öyleyse