yargıda insan hakları eğitimi Ömer Faruk Eminağaoğlu Yargıtay Cumhuriyet Savcısı İstanbul Barosu Dergisi’nin cilt 79, rakam 20053 (MayısHaziran), sayfa 721727 aralarında yayımlanmıştır İnsan haklarının önemi ve vazgeçilmez değeri kavrandıkça, konuya yönelik ilgi ve yaklaşımlar da ister istemez değişerek artmaktadır Yazı, yargıç ve cumhuriyet savcılarına insan hakları konusunda verilen eğitimi ve konuya yaklaşımı sergilemek amacını taşımaktadır Yargı Bakanlığı 2003 yılında başlattığı bir proje ile o tarihte tamamı 9200 olan yargıç ve cumhuriyet savcılarının insan hakları konusunda bilgilendirilmesini amaçlamıştır Bunun için çalışmanın ilk aşamasında, yargıç ve cumhuriyet savcılarından 225 kişi eğitim çalışmalarına emrindeki tutularak, anılan programda “eğitici olarak görevlendirilmiştir Eğitim çalışması, Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Konseyi yanına İngiltere Büyükelçiliği’nin bedensel desteğiyle gerçekleştirilmiştir Avrupa Konseyi’ne üye olması sebebiyle Türkiye, Konsey’e her yıl belirtilen bir vergi öderken; Avrupa Konseyi’nin eğitim fonlarından minimum yararlanan ülke konumundadır Burada sorgulanması gereken nokta ise, bu alıştırma için ülkemizin bedensel gücünün tatmin edici mi olmadığı, İngilizler’in niçin hayırsever konumuna girdikleri ya da sokulduklarıdır? İngiltere 2000 yılında İHAS konusunda kendi yargı organlarının eğitimi için bir egzersiz yapmış ve bu eğitimi sadece kendi kaynaklarıyla gerçekleştirmiştir Ülkemizde yapılan eğitim çalışması ise, kapsamı sebebiyle Avrupa Konseyi bünyesinde bir ilktir Başarılı olduğu yönleri var ise de, bu çalışmanın eleştirilecek yönleri de vardır Çalışma, bu konuda birincil olması, katılım yönünden kapsamı, böyle bir eğitime gereklilik duyulması yönünden kesinlikle önemli ve takdire değerdir Ancak içeriğinden, zamanlamasından, sunulan olanaklardan ve sonuçlarından kaynaklanan eksikliklerini ortaya koymak nesnel bir teşebbüs gösterilmek yönünden kaçınılmazdır * İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) ülkemizde 1952 yılında yürürlüğe girmiştir Türkiye, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) bireysel kullanım hakkını 1987 yılında, bu mahkemenin zorunlu adalet yetkisini ise 1990 yılında kabul etmiştir Bu bağlamda İHAS’a dayanılarak ülkemize yönelik bir çok dava açılmış ve bu davalar sebebiyle bir fazla ihlal kararı da karşımıza çıkmıştır Mahkümiyet kararları incelendiğinde, İHAM önündeki bazı davalarda savunma zaafiyeti çektiğimiz görülebilmektedir Ama mahkümiyet kararlarının bir çoğu ya yalnızca iç hukuku gözeterek soruşturma ve kovuşturma yapmaktan veya İHAS ve İHAM kararlarını bilmemek veya görmezden gelmekten kaynaklanmaktadır Sonuçta aykırılıkların koskocoman bir bölümü adalet organlarının kararlarından veya yargı organlarının denetleme ve gözetimindeki işlemlerden kaynaklandığına göre, İHAS ve İHAM kararları konusunda hak organları niçin gerekli hak yetkisinin kabul edildiği 1990 yılı ya da öncesinde eğitime tabi tutulmamış ve bilgilendirilmemiştir? Bu Nedenle yargılamaların niçin İHAM ilkeleri doğrultusunda yapılması her yerde beri hedeflenmemiştir? Neden insanımız ve kendimiz için bu eğitimlerden uzaktan durulmuştur? Ve neden Türkiye’nin bu eğitimi vaktinde ve yeterli içerikte yapması durumunda söz konusu olmayacak bir çok ihlal kararına muhatap olunmuştur? Avrupa Birliği müzakereleri için yargıç ve cumhuriyet savcılarının insan hakları konusunda eğitimi yükümlülük olarak önümüze konulunca, 2003 yılında bu alıştırma başlatılmıştır Geç te olsa eğitim düşüncesinin yaşama geçirilmesi önemlidir Oysa hukuksal bir bakış açısı sergilenmediği için anılan alıştırma vaktinde ve kendi gereklilik isteğimizle yapılmamış, bizden gerekli olarak istenildiğinde, kaçınılamadığı için bu işe soyunulmuştur Yargıç ve cumhuriyet savcıları bu eğitime tabi tutulurken, yüksek yargıçlar için eş zamanlı bir program ortaya konulmaması, bütüncül bir bakışla anılan çalışmanın eksikliğini sergilemektedir Fakat insan hakları konusunda mesleki yönden sağlıklı bir yapının kurulabilmesi için, bu eğitime ilk önce lisans düzeyinde yoğunluk verilmesi ve iş adaylığı sürecinde de bilgilerin işlenerek pekiştirilmesi gerekmektedir Meslek öncesi ve meslek içi eğitimleri de yapmakla görevli Türkiye Adalet Akademisi’nin kurulması ardından Yargı Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı ile anılan kurum aralarında eşgüdümün istenilen düzeyde sağlanamaması ve anılan çalışmayı Türkiye Yargı Akademisi’nin üstlenmemesi de keza sorgulanması gereken bir konudur * Eğiticilerin eğitimi aşaması tamamlandıktan daha sonra, yargıç ve cumhuriyet savcılarının eğitimine karşın çalışmanın ikinci aşaması da ülke genelinde Mayıs 2004 te başlayarak Temmuz 2004 te son bulmuştur Alıştırma, grup eğitimi şeklinde öbür bölgelerde farklı eğiticiler tarafından gerçekleştirilmiştir Gruplar takriben ellişer kişiden oluşmuştur Eğiticiler edindiklerini, yeterli bir metodoli bilgisiyle donatılamadıklarından, çok da profesyonelce sayılamayacak bir biçimde bu gruplara aktarmışlardır Her bir grubun eğitimine ikibuçuk gün bölünmüş, bu zaman de İHAS’ın iç hukuktaki yerinin yanına, sözleşmedeki maddeler İHAM’ın kararlarıyla ortaya çıkan genel ilkelerle açıklanarak ortaya konulmuştur Her grub, seminer çalışması başladığında büyük bir direnç göstermiş ve çok fazla itiraz olmuştur İnsan hakları konusu ve kavramı kullanılarak, sonuçta “milli değerlerimizin değil edildiği, fakat insan haklarına zaten sahiplenildiği, bu konunun hiçbir vakit dışlanmadığı ifade edilmiştir Her grubun seminer çalışması bittiğinde, katılanlar kafalarında oluşan soru işaretleriyle birlikte programdan ayrılmışlardır Her gruba ikibuçuk gün ayrıldığında, gaye yalnızca katılanların kafasında soru işaretleri oluşturmak ve karşılaşılacak olayların çözümünde İHAS’ı da akılda yetişmek olabilirdi ve de öyle olmuştur Ama program tamamlandığında, yargıç ve cumhuriyet savcılarının İHAS konusundaki eğitimlerinin “bitirildiği düşüncesi etken olmuştur Bu perspektif son derece yanlış ve yanlıştır İHAS ve İHAM kararlarının iyice ikibuçuk günde ortaya konulduğunu anlatmak olanaksızdır Çalışmanın amacı bunları tamamen ortaya belirlemek değil, genel ilkeleri aktararak, bedensel olaylarda İHAS’ın ve dominant olan ilkelerin akla gelebilmesi, bu çerçevede olayların irdelenebilmesidir bu nedenle anılan programı, insan hakları konusunda altyapı oluşturma amaçlı bir “ön alıştırma olarak nitelemek daha uygun bir düşüncedir İHAS’ın ikibuçuk günde anlatıldığı, İHAM kararlarının ayrıntılı tahlillerine girişilmediği bir programda, eğitimin sağlıklı yapıldığı ve tamamlandığı şüphesiz söylenemez Kaldı ki, eğiticiler de, yeterli altyapıya sahip değilken, bağlı tutuldukları program sonrasında “öğretici sıfatını almışlar ve kafalarında kalan bilgileri, kaldığı oranda aktarmışlardır Bu ise İHAM kararlarının sağlığa zararlı aktarımına niçin olmuştur Hem gruplarda yer alanların bu konudaki donanımları gözetildiğinde, diyalog ortamı oluşamamış, sunumlar monolog özelliğinde yapılmıştır Sonuçta ise, belirtildiği gibi adalet organlarının insan hakları eğitiminin tamamlandığı düşüncesi sergilenmiştir İnsan hakları eğitimi, sabit bir konu olmadığı için, böyle bir eğitimin tamamlanması zaten söz konusu olamaz Huysuz akıl, insan haklarının ne olduğunun kavranamadığının göstergesidir Kaldı ancak, İHAM’ın ortaya koyduğu genel ilkeler, fiziki olaylardan hareketle ortaya çıkmıştır ve her genel ilkenin somut durumlarda istisnası pekala ortaya çıkabilmektedir bu nedenle ayrıntılı karar tahlillerine girişmeden, sağlıklı bir eğitim çalışmasının da yapılması söz konusu olamaz Kararların hangi fiziki olaylara dayandığı ve İHAM’daki yargılamada ne nesil değerlendirmelerin yapıldığı tamamen ortaya konulamamış, karar sonuçlarının anlatılmasıyla yetinilmiştir Fakat İHAM, her kararın somut koşul en önde tutularak ortaya çıktığını ve kararların bu fiziki duruma tarafından değerlendirilmesi gerektiğini belirtmekte iken, çalışmada maddi olaylar yerine sonuçlar ön planda tutularak aktarılmış, sonuçta programa dominant olan akıl İHAM’ın ilkeleriyle de çelişmiştir Mayıs 2004 te başlanan ve Temmuz 2004 te biten aşamadan daha sonra, program sorumluları ve eğiticilerin değerleme çalışması aşaması düşünüldüğünde, tamamen AB süreci sebebiyle 17 Aralık2004 deri önce tamamlanma zorunluluğu ortaya konularak yapılan egzersiz, sıkışık bir takvimde sonuçlandırılmıştır bu nedenle anılan çalışma için, “üretilmiş edinmek için yapıldı nitelemesi söz konusu olmuştur Programda, özgürlükler ortaya konulmuş, ancak sözleşmede özgürlükler için öngörülen sınırlar, yeterince aydınlatıcı bilgilerle sunulamamıştır Bu ise İHAS bağlamında yapılan yorumlarda, yarı sınırsız bir özgür anlayışının dominant olduğu düşünce ve yorumlarını ortaya çıkarmıştır Özgürlükleri gözetmek, onların bununla beraber sınırlarını ortaya koymakla olasıdır Özgürlüklerin sınırları bilinmediğinde veya ortaya konulmadığında, sonuçta özgürlükler eliyle özgürlüklerin yok edilmesi laf konusudur oysa bu netice, programla amaçlananın geri tepmesi anlamındadır Anılan egzersiz sonrasında dinç bir yapının ortaya çıkması için, programa katılanların tüm İHAM kararlarına erişebilmesi gerekmektedir İHAM kararları Fransızca ve İngilizce olarak, anılan mahkemenin web sayfasında yayımlanmaktadır Fakat yargıdaki “yabancı dil düzeyi düşünüldüğünde; bu kararlardan, yargıç ve cumhuriyet savcılarının yararlanabildiğini anlatmak mümkün değildir bu nedenle gelinen şart gözetildiğinde, hele de Tüzük’nın 90son maddesinde yapılan değişiklikle “çatışma durumunda temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin yasaların önünde olduğunun kabul edilmesi sonrasında, anılan sözleşmelere yönelik literatürün de izlenmesi zorunluluğu aleyhinde, yargıç ve cumhuriyet savcılarının “tanıdık olmayan dil bilmeleri gerekli bir gerçekliktir Bir yargıç veya cumhuriyet savcısı, Anadolu’nun ücra köşesinde “yabancı dil bilip ne yapacak düşüncesi terk edilmelidir Mesleğe başlamadan önce tatminkarlık düzeyinde ve gerekli olarak yabancı dil sınavı öngörülmeli; staj sürecinin bir bölümünde “yurt dışı programı mutlaka yer almalıdır Meslekte olanların da muhtemel olduğunca bu konudaki eğitimlerine tartma verilmelidir Ülkemizde, son dönemlerde İHAM’ın Türkiye hakkındaki bazı kararları internet ortamında yayımlanmaktadır Fakat barışçıl çözümlere yönelik kararlar yayımlanmamaktadır Dolayısıyla Türkiye’nin hangi davalarda ne nesil aykırılıkları doğrudan kabullendiği de teşkilat tarafından bilinememektedir Ayrıca öteki ülkelere yönelik referans düzeyinde olan kararlar da, Türkçe’ye çevrilip teşkilatın değerlendirilmesine sunulmamaktadır böylece İHAM, Türkiye hakkında ihlal kararları verdiğinde, bu kararlar bir ilkmiş gibi değerlendirilmektedir Ancak “yabancı dil düzeyi düşünüldüğünde, bu nesil kararların tamamı Türkçe’ye çevrilip, yargı organlarının değerlendirmesine sunulduğunda, daha sağlıklı bir yapı ortaya çıkacaktır Aksi halde, bilip anlamadığı ve de yorumlayamadığı İHAM kararlarına yargının uymasını ummak, ne derece gerçekçi bir yaklaşımdır? Dolayısıyla, yargıdaki eğitimin bir parçası olarak, İHAM kararlarının tamamı Türkçe’ye çevrilmelidir Bu ise hukuksal konularda da akıllı bir tercüme bürosunun oluşturulmasını gerektirmektedir İnsan hakları laf konusu olduğunda, şüphesiz yapılması gerekenlerden sakınmak laf konusu olmamalıdır Bugün yayınlanan kararların, hangilerinin kesinleşmiş karar olup olmadığını da iyi anlamak laf konusu değildir Yayınlanan kararların hangileri henüz İHAM Büyük Dairesi önünde beklemektedir? Bu konu da bilinememektedir Dolayısıyla, yayınlanan bütün kararlara, kararın kesinleşme sürecine karşın bilgiler de mutlaka konulmalıdır Bundan Başka Tüzük’nın 90son maddesindeki değişiklik gözetildiğinde, esas haklara ilişkin hangi milletlerarası sözleşmenin ülkemiz tarafından hangi tarihte imzalandığı, hangi tarihte onaylandığı ve onaylama belgelerinin ilgili kuruluşlara hangi tarihlerde verildiği, öngörülen açıklama veya çekinceler var ise bunların neler olduğu, hemen şimdi uygulayıcılara tamamen sunulmuş bile değildir Bir Takım sözleşmeler, internet ortamında kullanıcılara sunulmaktadır Anılan bilgilerin çoğunluğu ya da tamamı bu sözleşmelere not olarak düşülmemiştir Tablo bu iken, sözleşmelere ilişkin kararların veya tavsiye kararlarının ne olduğunu bilerek insan haklarına yaklaşılması gerektiğini savunmak, olanaksızı dilemek anlamındadır Bütün bu durumlar gözetildiğinde, anılan egzersiz, yapılan programla sonlanmış, internet sayfalarına konulan sınırlı sayıdaki kararla İHAS’ın yorumlanması beklenir olmuştur Böyle bir perspektif, insan haklarına da hangi gözlükle bakıldığını ortaya koymaktadır * Eğitici olarak ödev aldığım anılan çalışmadaki bir anektodun, konuya olan yaklaşımı ortaya düzenlemek açısından okuyucuya aktarılması yararlı olacaktır Grup çalışmaları tamamlandığında, yirmibeş öğretici olarak 2004 yılı Eylül ayında Strasbourg’a gidilmiştir Orada bazı toplantılara katılınmış, belirtilen konularda değerlendirmeler yapılmış ve İHAM duruşmaları izlenmiştir bu vesileyle anılan gezi iki ayaklı olarak düşünülüp; birinci ayağı, eğiticilerin eğitimi çalışması sonrasında ve grup eğitimlerine başlanmadan yapılsaydı, yolculuk ile amaçlanan sonucun elde edilmesi söz konusu olabilirdi Avrupa Konseyi, Türkiye hakkında insan hakları konusunda Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı koordinesi ve desteğiyle otuz dakikalık bir tanıtım filmi hazırlatmış ve bu filmle, Türkiye’nin insan hakları fotoğrafının çekilmesi amaçlanmıştır İnsan hakları ve Türkiye denilince, akla gelen bu film Avrupa Konseyi’nde izlettirilmekte olup, bize de izlettirilmiştir Tamamiyle “Diyarbakır ve Adana’da çekilen filmi izleyip hayrete düşmemek elde değildi Filmi çeken kişi, çekimlerin yerinin ve içeriğinin Başbakanlık tarafından planlandığını ve filmin, vakit kısıtlaması içerisinde çekildiğini belirtiyordu Türkiye’de örneğin Artvin, Ankara, İzmir’deki kişilerin insan hakları yok muydu? Niçin insan hakları denince, Başbakanlığın bile aklına ilk kez Diyarbakır geliyordu? O süre Avrupa’dan gelenlerin mutlaka Diyarbakır’a uğramasından duyulan rahatsızlığı (biz orada) nasıl açıklayabilirdik? Kaldı ancak, filmin manâlı bir bölümünde bulunan Başbakanlık İnsan Hakları Başkanı, Diyarbakır sokaklarında elinde broşürle dolaşırken, “yetişkin kişilere okuma yazma biliyor musun diye sorduktan sonra, insan haklarına ilişkin broşürü uzatıyordu Keza anılan görevli karakollara gidiyor ve polislere, “…nezarette kaç suçlu var, haklarını hatırlatıyor musunuz… diye soruyordu? Nezarettekilerin sıfatı “suçlu mudur? Sanıklık sıfatının hangi aşamada edinildiği gözetildiğinde, onlara daha hukuken sanık bile denilemez Bu temel bilgiyi İnsan Hakları Başkanı’nın bilmediğini söylemek muhtemel olmasa gerekir Hem bu sorular neden millet görevlilerine sorulmuş ve bana kalırsa nezarete alınanlara yöneltilmemiştir? Polisler, “hayır haklarını hatırlatmıyoruz mu diyecektir? İnsan hakları temalı tanıtım filminde İnsan Hakları Başkanı’nın kullandığı “sözcüklerin bile dikkat çektiği gözlerden kaçmamıştır Bu gösterme bununla birlikte devletin daha açıkçası yönetimin, insan haklarına bakışını yansıtmaktadır Kuş bakışıyla insan haklarına yaklaşılmaktadır İnsan hakları denilince de kuş bakışıyla her zaman aynı noktaya bakılmaktadır Bu hakların ülkenin öteki bölgelerinde nasıl yaşandığının önemi değil mudur? * Konuya dönersek, yaşanan ve ortaya çıkan bütün olumsuzluklara bulmak baskı olmasa gerekir Öngörülen vakit de, daha fazlası yapılamazdı diyerek işin içinden pekala çıkılabilir Ama (her konuda olduğu gibi bu konuda da) neden inisiyatif kullanamayacak bir süreçte kendimizi bulduk? Niçin, bizden zorunlu olarak istenmeden ve o zorunluluğu şahsen hissedip, vakit kısıtlamasıyla baskılanmadan olaylara yaklaşılmamaktadır? Cevap, şüphesiz siyasetin ilkesel ve kısaortauzun vadeli olarak programlanarak yapılmaması, jurnal hareket edilmesi değil midir? Böyle bir ortamda, insan hakları konusuna bile teşebbüs, günlük görüş açısıyla şekillenince, ortaya çıkan görünüm ne derecede insan haklarına uyarlama göstermektedir? Vefat cezasının bile, insana olan saygının bir gereği olarak yıllarca sürdürülen bir çaba sürecinde kaldırılmayıp, terörbaşının bu cezaya mahküm edilmesi ardından, ülkemize yapılan teklif üzerine ivedilikle kaldırıldığı hatırlandığında; kendimize ve haklarımıza hürmet göstereceğimiz, günlük kaygı ve duygularla hareket etmeyeceğimiz vakit diliminde yaşar ışık halkası gelmeden şüphesiz, yargıdaki insan hakları eğitimlerini de dinç bir yapıya sokarak yürütmek söz konusu olmayacaktır Ortaya meydana çıkan netice gözetildiğinde yapılanlar, her alanda olduğu gibi bir gerekliliğin özümsenmesi düşüncesine değil, gerekli olarak önümüze koyulanları “yapar görünmekten diğer manâ taşımamakta, görüntünün ötesinde bir irade ortaya çıkamamaktadır Böyle bir iradenin dominant olduğu ortamda ise, ülküsel bir eğitimin gerçekleştiğini kim ileri sürebilir? İnsan hakları eğitimi nereden başlamalı, öncelik ve yükümlülük nerede ve kimler için düşünülmelidir sorusu bu tabloda ortaya çıkmakta, yanıt ise sorunun içerisinde yatmaktadır O halde bahşedilen bu yanıtın gereği yerine getirilmeden, yargıç ve cumhuriyet savcılarının insan hakları konusundaki eğitimi ile istenilen sonuçları almak mümkün değildir