Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Yoldaki İşaretler'in "Eşsiz Bir Kur'an Nesli" İsimli Bölümünün Tercümesi

Yoldaki İşaretler'in "Eşsiz Bir Kur'an Nesli" İsimli Bölümünün Tercümesi

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
YOLDAKİ İŞARETLER’İN


“EŞSİZ BİR KUR’AN NESLİ İSİMLİ BÖLÜMÜNÜN TERCÜMESİ:



Her zaman ve her yerde İslâm davetçilerinin önünde durmaları gereken tarihi bir gerçek vardır Uzunca bu gerçeğin önünde durmaları gerekir Çünkü, gerek davet metodunda ve gerekse davete yönelişte kesin bir etkisi vardır bu gerçeğin

Bu dava, İslâm ve insanlık tarihi içinde insanlar arasından örnek bir nesil ortaya çıkarmıştır Sahabe nesli Allah onlardan razı olsun Sonraları bu tarzda örnek bir nesil bir daha ortaya çıkmadı Tabi ki, tarih boyunca sahabe neslini örnek alan fertler görülegelmiştir Fakat, bu davanın ilk döneminde olduğu gibi, hiçbir yerde, bu kadar büyük bir topluluğun bir araya geldiğine şahit olunmamıştır

Bu durum; sırrını çözebilmek için üzerinde uzunca durulması gereken apaçık ve yaşanmış bir gerçektir

Şüphesiz ki, bu davanın Kur’an’ı elimizdedir Rasûlullah’ın Hadisleri, pratik kılavuzluğu, değerli hayatı, bunların hepsi, tarihte bir daha benzeri görülmemiş olan o ilk dönem neslinin olduğu gibi, bizim de önümüzdedir Ortalıkta görünmeyen sadece Rasûlullah’ın şahsıdır Acaba sır bu mudur?

Bu davanın hakimiyeti ve etkili sonuçlar elde edebilmesi için, Rasûlullah’ın şahsiyetinin varlığı kesin bir zaruret olsaydı; Allah bu davayı, tüm insanların davası kılmaz ve onu risâletin sonuncusu kılıp, kıyamete kadar yeryüzündeki tüm insanların işini ona havale etmezdi

Fakat Allah, Kur’anı Kerim’i korumayı üzerine almıştır Bu davetin Rasûlullah’tan sonra da ayakta durabileceğini ve etkili sonuçlar verebileceğini bildiği için, onu risâletten yirmi üç yıl sonra katına aldığı halde, bu dini ondan sonra kıyamete kadar bâki kılmıştır O halde, başarısızlığımızın nedenini Rasûlullah’ın şahsiyetinin aramızda olmayışıyla açıklayamayız

O halde, başka bir sebep arayalım Bunun için de, ilk neslin kendisinden beslendiği kaynağa bir göz atalım; belki de burada değişiklik olmuştur O neslin ortaya çıkmasına neden olan metod’a bakalım; belki de orada değişiklik olmuştur

O neslin beslendiği ilk kaynak, Kur’an idi Sadece Kur’an Rasûlullah’ın Hadisleri ve onun kılavuzluğu sadece bu kaynağın eserlerinden başka bir şey değildi Nitekim, Hz Âişe’ye Rasûlullah’ın ahlâkı sorulduğunda: “Onun ahlâkı Kur’an idi (Nesâî) diye cevap vermiştir

O halde, bu ilk neslin beslendiği kaynak sadece Kur’anı Kerim idi Onunla şekilleniyorlar ve ona göre yetişiyorlardı Bunun böyle olması (yani o neslin beslendiği kaynağın yalnızca Kur’an olması), o gün insanların medeniyete, kültüre, ilme, yazılı eserlere ve bilimsel araştırmalara sahip olmamasından dolayı değildi Asla! O dönem insanlığının elinde Roma medeniyeti; bu medeniyetin kültürü, kitapları ve Avrupa medeniyetinin hâlâ üzerinde yaşadığı veya bir uzantısı durumunda olduğu Roma kanunları vardı Yine o dönemde, bugün bile Batı düşüncesinin kaynağı olma vasfını sürdüren Yunan medeniyeti; onun mantığı, felsefesi ve sanatı mevcut idi Ayrıca o dönemde, İran medeniyeti; onun sanatı, şiiri, mitolojisi (masal ve destanları), inanç sistemi ve idare sistemi vardı Uzakyakın başka medeniyetler de vardı: Hint medeniyeti, Çin medeniyeti ve diğerleri Yahudilik ve Hristiyanlık, Arap yarımadasının kalbinde yaşarken, Roma ve İran medeniyetleri yarımadayı kuzeyden ve güneyden kuşatmış bulunuyorlardı O halde ilk neslin teşekkülü döneminde, onları sadece Allah’ın Kitabına bağlayan faktör, dünya çapında bir medeniyet ve kültür kaynağından mahrum olmaları değildi Şüphesiz bu tutum, tasarlanmış bir plan ve belirli bir hedefe yönelmiş bir metod’dan kaynaklanıyordu Bu hedefin varlığını, Hz Ömer’in elinde Tevrat’tan bir sahife görünce; Rasûlullah’ın öfkelenerek şöyle buyurması göstermektedir: “Allah’a yemin ederim ki, eğer Musa aleyhisselâm sağ olup aranızda bulunsaydı, bana tâbi olmanın dışında hiçbir davranış ona mubah olmazdı 1

O halde Rasûlullah, bu davranışı ile ilk teşekkülü döneminde bu nesli, kendisinden besleneceği sadece Allah’ın Kitabına yöneltmek istiyordu Ancak bu şekilde onların vicdanları Kur’an’a bağlanabilir ve sırf onun metodundaki yola dönmeleri sağlanabilirdi Bundan dolayı Rasûlullah aleyhisselâm, Hz Ömer’i başka bir kaynaktan beslenmeye teşebbüs ederken görünce öfkelenmiştir

Rasûlullah aleyhisselâm kalbi, aklı, düşüncesi, şuuru ve oluşumu Kur’anı Kerim’in ihtiva ettiği İlâhi metodun dışında kalan her türlü tesirden kurtulmuş bir nesil meydana getirmek istiyordu

Şu halde bu nesil, sadece o kaynaktan beslendiği için, tarihteki o eşsiz mevkii kazanmıştı Sonra ne oldu? Kaynaklar birbirine karıştı Daha sonra gelen nesillerin beslenme kaynağına Yunan felsefesi ve mantığı, İran mitolojisi ve düşünce yapısı, Yahudi hurafeleri, Hristiyanların kutsal değerleri ve başka medeniyetlerin ve kültürlerin tortuları karıştırıldı Bu yabancı unsurların tümü, Fıkıh ve Fıkh’ın usûlüne olduğu gibi, Kur’anı Kerim tefsiri ile Kelâm ilmine de karıştı Ve ilk nesilden sonra gelen tüm nesiller bu karışık kaynakla yüz yüze geldi Böyle olunca da, o ilk nesil bir daha asla tarihte görülmedi

Hiç şüphesiz, o biricik örnek nesille sonraki tüm nesiller arasındaki apaçık ayrılığın temel nedeni, ilk kaynağın (yani Kur’an’ın, başka kaynaklarla) karışması idi

Ayrıca burada beslenme kaynağının özelliğinin farklılığı dışında, başka bir temel faktör daha vardır O da bu eşsiz nesilden farklı olan öğrenme metodudur

İlk örnek neslin insanları, Kur’an’ı kültürlü olma, inceleme yapma, zevk alma ve eğlenme amacıyla okumuyorlardı Onlardan hiçbirisi mücerred manada kültür hazinesini artırmak, ilmî ve fıkhî meselelerden iddialarına delil bularak dağarcını doldurmak maksadıyla Kur’an’ı ele almazlardı Onlar; gerek kendileri, gerek içinde yaşadıkları cemaat ve gerekse kendisinin ve cemaatinin yaşadığı hayatın durumunun nasıl olması gerektiği hakkında Allah’ın emrini öğrenmek için Kur’an’ı ele alırlardı Onlar, Allah’ın emrini işittiği anda hemen onunla amel etmek için öğreniyorlardı Tıpkı, savaş meydanındaki bir askerin “günlük emri işitir işitmez, hemen akabinde onu yerine getirdiği gibi! Bu sebeple, onlardan hiçbirisi bir oturuşta bildirilenden fazla ve uzun talimat öğrenmek istemezdi Çünkü onlar biliyordu ki, çok sayıda emir ve talimat öğrenmek, omuzlarına yüklediği görev ve sorumluluğu artıracaktı İbni Mes’ûd radiyallahu anh’ın rivâyet ettiği bir Hadis’de geçtiği üzere, onlar ezberleyip, kendisiyle amel edinceye kadar on ayetle yetinirlerdi 2

Bu şuur Uygulamak için öğrenme şuuru Bu şuur onlara, Kur’an’dan manevi haz ve bilgi ufukları açıyordu Şayet onlar, Kur’an’a sadece araştırma, inceleme ve bilgi edinme şuuruyla yönelmiş olsalardı; kendilerine bu ufuklar açılmazdı Bu şuur sayesinde kendilerine uygulama kolaylaşıyor ve sorumluluklarının yükü hafifletiliyordu Onlar, Kur’an’ı kişilikleriyle karıştırıp, özümseyerek pratik bir metodla hem kendi vicdanlarına ve hem de hayatlarına aktarıyorlardı Öte yandan da, bu metod uyarınca onlar için Kur’an, zihinlerin ve sayfaların içinde mahpus kalmayan, hayatın seyir çizgisini değiştiren olaylara ve sonuçlara yol açan hareketli bir ‘kültür ve eğitim metodu’ haline geliyordu

Şüphesiz ki Kur’an, ancak bu ruhla kendisine yönelenlere hazinelerini açar Yani uygulamayı doğuran bilgi ruhuyla Çünkü o, zihni tatmin eden bir kitap, edebiyat, sanat, hikaye ve tarih eseri olsun diye gelmemiştir Her ne kadar bunların tamamı Kur’an’ın muhtevasından ise de; aslında o, tertemiz bir İlâhi metod olarak hayatın ekseni (metodu) olsun diye gelmiştir Allah Teâlâ Kur’an’ı, birbirini takip eden bölümler halinde parça parça indirerek onlara bu metod uyarınca muamele etmiştir

“Biz onu insanlara dura dura okuyasın diye, bölüm bölüm ayırdığımız bir Kur’an olarak (indirdik) Ve Biz onu parça parça indirdik (İsrâ: 106)

Bu Kur’an, toptan bir kerede inmedi Şüphesiz ki o, değişen ihtiyaçlar, fikir ve düşüncelerdeki, toplum ve hayattaki sürekli gelişmeler, sosyal hayatta Müslüman cemaatin karşılaştığı pratik problemler uyarınca inmiştir Özel bir durum ve muayyen bir hadise hakkında inen ayet yada ayetler, insanlara nefislerindeki duygulardan haber veriyordu İçinde bulundukları durumu tasvir ediyor, bu durumda nasıl amel etmeleri gerektiğinin metodunu belirliyor, düşünce ve davranışlarının hatalarını düzeltiyor ve bütün bu hususlarda onları Rabbleri olan Allah’a bağlıyordu Bu ayetler onlara Allah’ı, kâinata yön veren sıfatlarıyla tanıtıyordu İşte böylece onlar, en yüce toplulukla beraber, Allah’ın gözetimi ve İlâhi kudretin koruması altında yaşamakta olduklarını hissediyorlar ve bundan dolayı sağlam İlâhi metod uyarınca, hayatlarının pratiği içinde şekilleniyorlardı

Kur’an’ı uygulamak ve yaşamak için öğrenme metodu, o ilk eşsiz nesli meydana getirmiştir İncelemek ve zevk almak için öğrenme metodu ise, onu izleyen nesilleri meydana getirmiştir Hiç şüphesiz ki bu ikinci faktör, o biricik, seçkin nesil ile diğer nesiller arasında farklılık hususunda temel bir faktördür

Bu arada dikkate ve yazmaya değer bir üçüncü faktör daha vardır

Bir kişi İslâm’a girdiği zaman, câhiliyye dönemindeki tüm geçmişini giriş kapısının eşiğinde bırakıyordu Kişi İslâm’a girdiği anda câhiliyye döneminde yaşadığı hayattan her yönü ile ayrı olan yepyeni bir dönemin başladığını hissediyordu Câhiliyye dönemindeki bütün alışkanlıklarının karşısında şüpheci, şikayetçi, çekingen ve korkan bir tavırla duruyor ve bunların, İslâm’la bağdaşmayan pisliklerden ibaret olduğunu hissediyordu Ve işte o, bu duyguyla İslâm’ın yepyeni hidâyetine nail oluyordu Şayet bir kere nefsi kendisine üstünlük sağlarsa, eski alışkanlıkları onu tekrar cezbederse, İslâm’ın sorumluluklarından yana bir defa zaafa düşerse…Hemen günah ve hatasını fark eder ve nefsinin derinliklerinde, içine düştüğü halden temizlenmesi gerektiğini idrak ederdi Yeni baştan Kur’an’ın hidâyetine uygun olarak yaşamaya girişirdi

Demek ki, müslümanın câhiliyye dönemindeki geçmişi ile İslâm’a girdikten sonraki hayatı arasında şuur açısından tam bir ayrılık vardı Bu şuurdan çevresini kuşatan câhiliyye toplumu ile münasebetlerinde ve sosyal ilişkilerinde tam bir ayrılık meydana geliyordu O devrin müslümanı, câhiliyye toplumundan son noktasına kadar ayrılıyordu Bazı müşriklerle, ticari sahada ve günlük ilişkilerde alışveriş yapsa da, İslâm toplumuna en ince noktasına kadar bağlanıyordu Şuura dayalı ayrılık başka, günlük ilişkiler başka bir şeydir

Yine o dönemde câhiliyye toplumundan, onun örfünden, düşüncesinden, geleneklerinden ve ilişkilerinden ayrılış vardı Bu ayrılış, şirk akidesinden Tevhid akidesine, varlık ve hayat hakkındaki câhiliyye düşüncesinden İslâm düşüncesine doğru bir ayrılıştı Bu ayrılış, yepyeni bir yönetim altında, yepyeni bir İslâm toplumuna katılmaktan meydana geliyordu Bu, bu toplumun ve bu yönetimin bahşettiği yetki, görev ve bağlılıktan ileri geliyordu

Bu nokta bir yol ayrımıydı Yeni bir yolda ilerlemenin bir başlangıcı idi Câhiliyye toplumunun icrâ ettiği her türlü geleneklerin, düşüncelerin ve kendisinde hakim olan değer yargılarının baskısından kurtulmanın sağladığı bir hafiflik içinde engin bir yürüyüştü bu Ortada müslümanın karşılaştığı işkence ve fitnelerden başka bir şey kalmadı Fakat o da, sona ermişti Câhiliyye düşüncesinin baskısının, câhiliyye toplumunun geleneklerinin geri gelmesine imkân yoktu

Biz de bugün, İslâm’ın geldiği günlerdeki gibi, hatta daha karanlık bir câhiliyye içindeyiz Çevremizdeki her şey câhiliyyedir İnsanların düşünceleri ve inançları, alışkanlıkları ve gelenekleri, kültür kaynakları, sanat ve edebiyatları, şeriat ve kanunları Hatta, İslâmî kültür, İslâmî kaynaklar, İslâmî felsefe ve İslâmî düşünce olarak zannettiğimiz şeylerden çoğu da, bu câhiliyyenin ürünüdür!!

İşte bu sebepten dolayı, İslâmi değerler nefislerimizde dosdoğru yerleşmiyor Kafalarımızda İslâm düşüncesi belirmiyor Bizim aramızdan, ilk döneminde İslâm’ın inşâ ettiği tarzda büyük bir insan kitlesi, örnek nesil meydana gelmiyor

O halde İslâmi hareket metodu uyarınca, eğitim ve oluşum dönemi esnasında, içerisinde yaşadığımız ve kendisine dayandığımız câhiliyyenin tesirlerinin tümünden kurtulmamız gerekir İlk olarak da, o ilk neslin kendisine dayandığı o saf kaynağa dönmemiz gerekir Kendisine hiçbir şâibenin karışmadığı kesin olan o kaynağa Gerek tüm kâinat, gerek insan varlığının hakikati ve gerekse mevcut bu iki varlıkla mutlak varlık olan Allah –sübhânehu arasındaki tüm ilişkilerde düşünce sistemimizi ona dayandırmak için, ona döneceğiz Bundan dolayı, hayatla ilgili düşüncelerimizi, değer yargılarımızı, ahlâkımızı, idari, siyasi ve iktisadi programlarımızı ve hayatın tüm temel unsurlarını o kaynaktan alacağız

O kaynağa müracaat ederken, sadece inceleme ve manevi haz duyma şuuruyla değil, uygulamak ve amel etmek için öğrenme şuuruyla ona yönelmeliyiz Bizden ne yapmamızı istediğini bilmek ve bildikten sonra gereğini yerine getirmek için, ona yönelmeliyiz Bu yolda ilerlerken, Kur’an’daki edebi güzelliklerle, muhteşem kıssalarla, kıyamet sahneleriyle, vicdani mantıkla ve bunlar gibi ilmi inceleme yapmak ve manevi haz duymak isteyenlerin aradığı şeylerle karşılaşacağız Fakat biz, bütün bunlarla onları ilk hedef edinmeksizin karşılaşacağız Bizim asıl hedefimiz, şu soruların cevabını bilmek olmalıdır Kur’an, bizden neler yapmamızı istiyor? Kur’an’ın bizden düşünmemizi istediği evrensel düşünce sistemi nedir? Kur’an, Allah’la ilgili şuurumuzun nasıl olmasını istiyor? Hayattaki ahlâkımızın, prensiplerimizin, pratik nizamlarımızın nasıl olmasını istiyor?

Sonra da vicdanlarımızın derinliklerindeki câhiliyye toplumunun baskılarından, câhiliyye düşüncesinden, câhiliyye geleneklerinden ve câhiliyyenin önderliğinden kurtulmamız gerekir Bizim için önemli olan, bu câhiliyye toplumunun pratiğiyle anlaşmak ve onun dostluğunu kazanmak değildir Onun bu (câhiliyye) vasfıyla, onunla anlaşmamız mümkün değildir Bizim görevimiz, ilk olarak kendi nefislerimizi değiştirmek ve son olarak da bu toplumu değiştirmektir

Bizim ilk görevimiz, bu toplumun pratiğini değiştirmektir Bizim görevimiz; İlâhi metodun bizden istediği tarzda yaşamamızdan bizi zorla ve baskıyla mahrum bırakan, İslâm metoduyla ve İslâm düşüncesiyle temelden çatışan bu câhiliyye pratiğini kökünden değiştirmektir

Şüphesiz ki, yolumuzda ilk adımlarımız, bu câhiliyye toplumunun, onun değer yargılarının ve düşünce sisteminin üzerinde hâkimiyet kurmak olmalıdır Yolun ortasında, onunla buluşmak için, değer yargılarımızı ve düşünce sistemimizi az veya çok değiştirmemeliyiz Asla! Biz ve onlar yolların ayrılış noktasında bulunuyoruz Bir adım bile onlarla birlikte yürürsek o zaman biz, tüm metodumuzu ve yolumuzu kaybederiz!

Bu yolda sıkıntı ve zorlukla karşılaşacağız Bu tutum bize ağır fedakârlıklar yükleyecek Fakat biz; Allah’ın, İlâhi metodu kendileri vasıtasıyla yeryüzüne yerleştirdiği ve câhiliyyeye karşı muzaffer kıldığı, o ilk dönem neslin (sahabe neslinin) yolundan gitmek istiyorsak, tercih edeceğimiz başka bir seçenek yoktur

Şüphesiz ki, her zaman metodumuzun özelliğini, durumumuzun mahiyetini, câhiliyye toplumundan çıkmak için yürümemiz gereken yolun özelliğini kavramamız yararımıza olacaktır Nitekim, o eşsiz ve örnek nesil de câhiliyye toplumundan bu şekilde sıyrılmıştı


Konunun Orijinal İsmi: ???? ?????? ???? “Eşsiz Bir Kur’an Nesli
Yazarı: Merhûm Şehid Seyyid Kutub
Tercüme: Yusuf Semmak




Dipnotlar:

1 Hâfız Ebû Ya’la’dan, o Hammad’dan, o Şa’bi’den, o da Cafer’den rivâyet etmiştir

2 Bu Hadisi İbni Kesir, tefsirinin “giriş bölümünde zikretmiştir
 
858,496Konular
981,654Mesajlar
29,725Kullanıcılar
Üst Alt