iltasyazilim
FD Üye
YÜCELMENİN BİRİCİK YOLU
AHMET SAFA
Rabbi'nin rızasını kazanmak, O'na tertemiz dönmek isteyen müminlerin en belirgin özelliği alçakgönüllülük
Yok iken var edilmiş olduğunu,
Her yönüyle Allah'a ait ve muhtaç olduğunu,
O'nun yardımı yetişmezse hiç bir hayra ulaşamayacağını,
Mülkün ve hükümranlığın gerçek sahibinin O olduğunu bilmek
İç ve dış aleminde
Hayatı buna göre, böyle yaşamak
Olgun başaklar gibi eğik ama verimli, diri, vakur
Tevazu müslüman kalbi
Tevazu ve benlikten arınmışlık (mahviyet) olmadan Hakk'a ulaşmak mümkün değildir Çünkü tevazu ve mahviyet kalpte yer edinmiş, karar kılmış tam bir imanın sonucudur
İman kalbe yerleşip, tevazu ve mahviyet ahlâkın ayrılmaz bir parçası haline gelmeden kimseye kâmil mümin denilemez Bu nedenle kâmil zatlar en üst seviyede bu sıfatlara sahip olmalarına rağmen, iç alemlerinde meydana gelebilecek zerre miktarı sapmadan dahi korkmuşlardır
Kendi halinin nöbetçisi
Hz Ömer ra , benlik namına kalbinde en ufak bir bulanıklık hissetse, minbere çıkıp herkesin huzurunda kendisini kınamış ve devlet başkanı olmasına rağmen omuzuna yüklediği su güğümüyle halka su taşımıştır Heybet ve vakarıyla kalpleri muma çeviren bu büyük zat, güneş gibi parlayan nuranî siması, mütebbessim çehresi ve gayet nazik ve mütevazi edasıyla sohbet edip gönülleri kendine bağlarken, hanei saadetinde tepsiyi eline alıp misafirlerine ikramlarda bulunuyordu
Evet; büyük zatların hepsi kalplerinin başında ömürlerinin sonuna kadar nöbet tutmuşlar, oraya küçükbüyük hiç bir marazın girmesine ve yerleşmesine izin vermemişlerdir
Hak dostları tevazu sahibi olup, tevazu sahiplerini de her zaman sevmişlerdir Çünkü Allah Tealâ mütevazileri övmüş ve şöyle methetmiştir: “Rahman'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde alçak gönüllü bir halde yürürler ve kendini bilmezler onlara laf attıkları vakit, ‘selametle' der geçerler (Furkan, 63)
Büyüklerde büyüklük alameti tevazu ve mahviyet, küçüklerde küçüklük alameti de kibir ve enaniyettir Kendini başkalarından üstün görenler her türlü hamlık, hayırsızlık ve kötülüğe teşnedirler Şeytanı bilumum kötülüklerin kaynağı haline getiren şey de budur Sırf bu yüzden şeytan Allah Tealâ'nın affından mahrum kalmıştır Hadisi şerifte: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allah Tealâ yüz üstü cehenneme atar buyurulmaktadır Diğer bir hadisi şerifte ise: “Kul tevazu edince Allah Tealâ onu yedi kat göklere kadar yükseltir buyurularak , alçak gönüllülüğün insanın kıymetini ne kadar yücelteceğine vurgu yapılır (Beyhakî)
Tevazuda ölçü
Tevazu, bir takım başka güzel hasletleri de beraberinde getirir Bunlardan biri olan “vakar, ağırbaşlı, yumuşak, fakat muhatabında hürmet hissi uyandıran ölçülü hareket ve davranış biçimidir Tevazuyla birlikte kalpten tabii olarak dışa akseder
Zillet (düşüklük) ise bunun tam aksi olup, hafif, sıradan ve bayağı davranışlarla ortaya çıkar
Makbul olan davranış biçimi, kibre varmayan, zillet derecesine de düşmeyen, vakarını koruyan tevazudur Allah katında sevimli olan da ifrat ve tefrite varmayan orta derecedir
Mesela yoldan geçerken uğrayan bir satıcıya, alim bir zatın kalkıp yer vermesi doğru değildir Zira ilmin izzetini de muhafaza etmek gerekir
Yine mesela, bir hakimin mahkemedeki ciddiyeti vakardır Makamında vazifesini yaparken tevazu göstermesi zillettir Ancak, evinde çocuklarına karşı da aynı ciddiyetle muamele ederse, işte bu kibir olur Zira insan evinde ev halkından biri olarak davranmalıdır Mürşid i kâmiller bu hususa çok dikkat ederler Makamlarında vakarlı durur, fakat yeri geldiğinde gerekli olan kimselere gayet mütevazi davranırlar
Aşırı kibirli insanlara karşı tevazu göstermek de doğru olmaz Çünkü bu kendini aşağılama olarak görülür Bu gibilere karşı Allah namına vakarla hareket etmek daha doğru olur
Aynı şekilde benlikleri firavunlaşmış, dinsizlik hesabına imana saldıran kişilere karşı tevazu ve mahviyet göstermek de büyük bir cinayettir Orada temsil edilen yüce hakikatlerin değerini ayağa düşürmeden, dinin izzetini ve ilmin şerefini göstermek icap eder
Müslümanlara karşı tevazu ise, güler yüz göstermek, soru ve davetlerine karşılık vermek, yumuşak davranmak, ihtiyaçlarını görmek, onları küçümsememek gibi şekillerle olur
Kibir ve belirtileri
Kibirli insan her haliyle belli olur Giyimkuşamında, yüz ifadesinde, bakışında, başını dikerek kimseye bakmamasında, oturmasında, gerilip yaslanmasında, yürüyüşünde, kendisi otururken insanları ayakta bekletmesinde, ses tonunda
Aslında kibirli insanın sergilediği davranışların hemen tamamı, belli bir seviyeden sonra psikiyatri bilimini yakından ilgilendiren anormal davranışlardan başka bir şey değildir Ne yazık ki kâmil insanların haricinde azçok, açıkgizli, herkeste kibir hastalığı mevcuttur Seyr ü sülûkla bu hastalık kalpten tamamen kazınmadıkça kurtulmak mümkün değildir Ancak bu hususta mücahede etmek de farzı ayındır Kibri azaltmak bile büyük bir mücahededir
Bir müminin yukarıda sayılan anormal davranışlardan ve gizli kibirden kurtulup kurtulmadığı, tevazuyu kazanıp kazanmadığını İmam Gazalî rh a şu belirtilerle ölçüyor:
Bir mesele üzerine konuşulurken hakikatin kendi fikirlerine ters olmasından rahatsız olmak; doğruları memnuniyetle, hoşlukla kabul etmemek kibrin belirtilerindendir Bu hastalığı yenmek için, aczini itiraf edip hakikati söyleyenleri takdirle yâd ederek teşekkür etmelidir
Akranları ile bir ortamda bulunduğu zaman onları baş köşeye geçirmek ve kendi emsallerinin ardından yürümek ağır geliyorsa yine kibir var demektir
Yoksul ve gariban insanların davetine katılmaktan ve arkadaşlarının işlerini takip etmekten zorlanmak da kibir belirtisidir
Bütün bu durumlarda kişi kendini sürekli sınayarak kibrin tedavisine ve tevazunun kazanılmasına gayret etmelidir
Tevazu ehli insanlar da her haliyle bellidirler Onların tavır ve hareketleri kalbe huzur ve itimat telkin eder Muhatap oldukları insanlarda saygı ve sevgi meydana gelir Böyle insanlarla oturup kalkmak insana zevk verir
Söyleyene değil, söylenene bak
Başkalarına faydalı olabilmek için önce kendimizi ıslah etmemiz gerekir Fakat kendisinin ağır derecede hasta olduğunu bilmeyen gafil insan tedaviye ihtiyaç bile duymaz Herkesin kusurunu görür, onlardan yakınır, gıybetlerini yapar, ancak kendisini düzeltmek aklına bile gelmez Halbuki insanın kendi kusurlarını görmesi, onları araştırması ve bunun için başkalarının kendisini nasıl gördüklerine, gurur yapmadan kulak vermesi gerekir
Bizi methedenlerden ziyade yanlış ve isabetsiz davranışlarımızı bildirenlerin faydası daha çoktur Şeker yerine ilaç verenler bize iyilik etmiş olurlar Yanlış ve zararlı yolda gidene ‘iyi gidiyorsun' demek, onu gaflete düşürmek ve zulmetmek olur Bu bakımdan ‘dikkat et, düşeceksin' diyene kızmak yerine teşekkür etmek lazımdır
Yalnızca bizi sevip takdir edenlere kulak vermek hataya düşmemize sebep olur Çünkü dostumuz olanlar bizi güzel görür ve bizdeki kusurların hepsini fark edemeyebilirler Dost olmadıklarımız ise nazarını kusurlarımıza diker İthamlarında mübalağa olsa da, muhakkak bir hakikat payı vardır Bu yüzden onların söylediklerinden de istifade etmelidir
Hizmette tevazu ve kibir
Aynı safta omuz omuza hizmet ettiğimiz kardeşlerimizle olan hukukumuz başkalarına kıyasla çok daha fazladır Allah'ın dinine hizmet ederken Hakk'ın hatırı için kardeşlerin hakkına riayet etmek, hem de hizmetin ahengini bozmamak üzere her türlü nefsani davranıştan kaçınmak gerekir Şayet bizim yüzümüzden tek bir kişi bile dinden uzaklaşırsa bunun vebali çok ağırdır Hz Peygamber sav Efendimiz'in buyurduğu üzere, açtığımız kötü bir çığırdan yürüyenlerin ve onların sebep olduğu başka kişilerin günahlarının bir mislinin de bizim hesabımıza kaydolma tehlikesi vardır Aynı şekilde hidayetine vesile olduğumuz kişilerin ve onların sebep olduğu insanların iyi amellerinin bir misli de bizim defterimize kaydolabilir
Şayet din adına hizmette kendi isteğimizle bir vazifeye talip olur, sonra da onu nefsanî davranışlarla akamete uğratırsak, Hz Peygamber sav Efendimiz'e kadar uzanan altın silsilenin manevi birikimine zarar vermiş, bugüne kadar gösterilmiş olan çabalara darbe vurmuş oluruz Ayrıca o mübarek silsileyi oluşturan zatların manevi desteğini kaybetme ve cezaya müstehak olma tehlikesiyle de karşı karşıya kalırız
O yüzden enaniyet , benlik, riya, kibir ve çalımla hizmete talip olmamalıdır Bu şekilde yaptığımızı zannettiğimiz bütün hizmetler sonuç itibariyle önümüzü tıkar Faydası bir tarafa, büyük zararlara sebebiyet verebilir
Hizmet ederken her şeyden önce kendimizi bir günahkâr olarak görmeli ve “Allah dilerse benim gibi günahkâr bir insanla da dinini teyid eder diye düşünmelidir Bu yolda amelimiz ne kadar çok olursa olsun, meydana Şahı Geylânî ks veya bir İmamı Rabbânî ks edasıyla girmemelidir Hatta yaptığımız hizmetleri herkes övüp takdir etse de, onların sözleri kendisinin hakir bir insan olduğu kanaatini değiştirmemeli, Cenab ı Hakk'a el açıp: “Ya Rabbi hakkımda söylenen şu güzel sözleri dua olarak kabul eyle, ayağımı kaydırma, beni nefsimle baş başa bırakma diye dua etmelidir
Bütün hizmetleri yalnız Allah için yapmalı ve kimseden takdir beklememelidir Şayet kendisine bir teveccüh varsa bunu bir imtihan görmeli ve bu imtihanı kaybetme tehlikesini ciddiye almalıdır Aksi halde riya ya da kibir girdiği için hizmetleri boşa gider, hatta onlardan hesaba çekilir ve ayağı kayabilir
Mümin hiçbir zaman fazilet ve meziyetlerini kendinden bilmeyip, Allah tarafından olduğunu görmeli ve her an elinden alınabileceğini bilmelidir Kendisinin hizmete renk ve kuvvet kattığı zannından ziyade, Allah için hizmetin kendisine güzellik katacağını, fazilet ve meziyetlerin oradan geldiğini düşünmelidir Gerçek de budur
Enaniyet tuzağı
Ulvî bir hizmette istihdam edilmek ancak bir lütuf ve himmet işidir Her türlü fazileti kazanmaya sebeptir O yüzden hizmetle güzelleşenler güzelliği de inkâr etmemelidir Zira Bediüzzaman Hazretleri'nin belirttiği üzere, bu da nimeti inkâr olur Bu noktada doğru ve yanlış tavır şöyle örneklenmiştir:
Birisi sana gayet kıymetli bir elbise giydirse, sonra da: “maşallah ne güzelsin, güzelleştin dese, sen de: “hâşâ ben neyim, güzellik nerede desen, nimeti inkâr ile o elbiseyi sana giydirene karşı nankörlük etmiş olursun Şayet “evet ben güzelim desen bu sefer de gurur ve kibir yapmış olursun Eğer, “evet güzelleştim, fakat asıl güzellik elbisenin ve onu bana giydirenindir dersen işte o zaman kibir ve nankörlükten kurtulmuş, hakikati söylemiş olursun
“Ben yaptım, ben ettim, filana şöyle şöyle sohbet ettim de tövbe etti benzeri benlik kokan bütün gizli imalar ve açık sözler İslâm itikadına uymaz Allah Tealâ'nın inayetini, başkalarının gayretlerini, büyüklerin himmet ve tasarrufunu gözardı edip de kendisini öne çıkarmak büyük bir yanılgıdır Özellikle gerçekten tevazu ve mahviyet sahibi değilken öyle görünmeye çalışmak, kalbi öldürecek derecede tehlikeli bir benlik davasıdır Bunlar karıncanın ayak seslerinden daha gizli olan ve Hz Peygamber sav'in “küçük şirk olarak tarif ettiği, ümmeti hakkında en çok korktuğu şirk çeşitlerini hatırlatacak hallerdir
Meziyet ve faziletlerinden bahseden, ima eden, kendince büyük başarılarına ilgisizlikten rahatsız olanlar, din adına gayret ettiklerini söyleseler de, tevazu ve mahviyetten mahrum, Allah'tan uzak boş kimselerdir Böyle hizmet etmekten Allah'a sığınmak icap eder
Tenkit ve ölçü
Hata ve kusurda ısrar edenleri öncelikle gayet yumuşak ve mütevazi bir üslupla düzeltmek gerekir Başkalarının içinde değil, başbaşayken uyarmak daha doğru olur
Ancak, düzeltilmeye çalışılan durumun gerçekte bir hata olup olmadığından emin olmalı, bu hususta nefsî görüş ve düşünceyle hareket edip kişileri kusurlu sayıp tenkit etmemelidir Şayet, uyarılan kişi bundan memnun olur ve teşekkür ederse iyi bir sonuca ulaşmış olur Ama “sen kendine bak derse, bu günah olarak kendisine yeter
Fakat durum böyle de olsa, mümin kardeşi hakkında başkalarına gıybet etmemelidir Dedikodu ile çekiştirerek hatalı durumu etrafa yaymak, bir muhalefet veya intikam hissinin belirtisidir Fayda yerine zararın çoğalmasına sebebiyet verir Eğer hata herkesi alâkadar eden, cemaate zarar veren bir mahiyette ise, o zaman mutlaka zararı bertaraf edebilecek olanlara bildirmelidir
Eleştiride insaflı olmak da şarttır Çünkü bir olaya, duruma dışarıdan bakıp tenkit etmek kolaydır Fakat işin içine girdiğinde çoğu kere meselenin hiç de dışarıdan kendi anladığı gibi olmadığını görecek, yaptığı tahribin manevi sorumluluğunu taşıyacaktır
Elbette bir iş istişare edilirken fikir beyan etmeli, gerekiyorsa muhalefet şerhi düşmelidir Ancak bir işin yapılması kararlaştırıldıktan sonra kardeşleriyle omuz omuza verip söz konusu hizmetin altına girmelidir Umulan sonuç elde edilememiş olsa bile, “bak ben dememiş miydim şeklinde itham edip kibir kokan bir tavra girmemelidir İstişare sonucunda karar verildikten sonra artık o iş şahsa ait olmaktan çıkmış, topluluğa mal olmuştur O bakımdan yapılan gıybet bütün cemaati gıybet etmek hükmüne geçer Bu ağır mesuliyetten kurtulmak için o cemaatin yeryüzündeki bütün fertlerini bulup teker teker helalleşmek dahi gerekebilir
İyice düşünüp taşınmadan, istişare etmeden her şeye, her harekete tersinden bakan, iş yerine söz üreten, devamlı menfi tenkitle meşgul olan kimselerle oturup kalkmamalıdır Muhtemeldir ki, aynı hastalık kendisine de bulaşır da, ağır bir mesuliyet altına girer
Kimsenin gönlünü kırmamalıdır Çünkü o gönülde tecelli eden zat buna razı olmaz Sonuçta yapılan bütün hizmet o kırık gönlün diyetine yetmeyebilir En kısa sürede helalleşmek, kırık gönlün tedavisine çalışmak lazımdır Hiddetle en yakın hizmet arkadaşını kırıp hizmetin insicamını bozduktan sonra “ben sebep oldum, hakkını helal et deme yerine, suçu karşısındakine yüklemek ne büyük bir hamlık ve insafsızlıktır!
Din kardeşlerine, ihvanına ve hizmet arkadaşlarına tatlılıkla, tevazuyla , mahviyetle muamele etmek ne güzeldir! Sertlik, inatçılık, hiddet ve şiddetle muamele etmek ise ne çirkindir! Halbuki iyilik, kerem, af ve müsamahanın açamayacağı hiçbir kapı yoktur En itirazcı kimseleri bile teslim alır Yine en şerli adamda bile takdir edilebilecek iyi bir yön vardır O kimsenin iyi yönlerinin keşfedilip takdir edilmesi, onu en azından zararsız hale getirebilir Kötülük yapmak isteyen kişilerin gönlü de iyi davranışla kazanılabilir
Kendi kusurlarına aldırış etmediği halde kusursuz dost arayanlar dostsuz kalırlar Kendi nefsinin kusurlarını görüp, kardeşlerinin iyi taraflarına bakan kimseler ise her dem dost kazanırlar, hem de nefret odağı olmaktan kurtulurlar Ayrıca onların sohbetlerinden istifadeye açık hale gelirler Kibir ve çalımla herkese tepeden bakanların karşılarında kutbu'l aktab dahi olsa istifade etmeleri mümkün değildir Onun için insanların kemal noktasına bakmak ve herkesi kendinden hayırlı görmek gerekir
Hak adına haksızlık
Hak ve hakikati ortaya çıkarmak, insanlara yol gösterebilmek için konuşmak, fikirlerini serdetmek faziletli bir davranış iken, başkalarını mağlup ederek üstünlüğünü göstermek adına tartışmak da kibirli bir davranıştır ve rahmetten mahrum kalmaya sebep olur Hele ki insanları Hakk'a davet etme görüntüsü altında böyle üstünlük arayışı içinde olmak, günah olarak kişiye yeter Münakaşa, muhatabın bütün savunma mekanizmalarını harekete geçirir, hakkı kabul etmesine engel olur Kibir, haset, kin, gıybet, riya, övünme, hakkı küçük görme, tahkir, kusur araştırma, inkâr, inat ve hasmının zararına sevinme gibi yığınla zarara sebebiyet verir O yüzden haklı bir konuda bile olsa münakaşayı terk etmek, şahsi üstünlük müsabakasına dönüşen bir tartışmadan kaçınmak şarttır
Tevazu ve mahviyeti kırıp insanı kibre sevk eden tehlikelerden biri de, gördüğü bir kısım rüya veya keşifleri anlatarak kendine pay çıkarmaktır Bu çok ciddi bir hastalıktır Ama daha da tehlikelisi, tevazu ve mahviyet edası içinde olanıdır “Zayıflığımız ve aczimizden dolayı Allah bazen böyle lütfediyor diyerek gırtlağına kadar riya ve kibrin içine batan, salih amellerini mahveden kimse, aslında bomboş bir kimsedir Öyle olmasaydı kendinde var olduğunu düşündüğü Hakk'ın sırlarını ifşa etmezdi Kuvvetle muhtemel ki, bu tip kimselerin elde ettikleri de istidraç (şeytanî olağandışı özellikler)den başka bir şey değildir Çünkü Cenab ı Hak böylelerine sırrını vermez
İbadeti ve çokça zikri sebebiyle kendinde bir şeyler vehmetmek, başkalarını küçük ve değersiz görmek de böyledir Kazanmak uğruna verilen çabanın kaybetmeye, baş aşağı yuvarlanmaya yol açmasına sebep olur
Sonuç olarak, mümin, imanının gereği olarak, aciz bir kul olduğunu, kendisinin Allah'ın diğer kullarından bir üstünlüğünün olmadığını bilir Bu bilgi onu mütevazi bir insan yapar Dininde kemale erdikçe tevazu ve mahviyeti artar ve makbul kullar arasına katılır
***
Neyimiz Eksilir?
Adalet ve faziletlerinden dolayı tarihe “İkinci Ömer olarak geçen halife Ömer b Abdülaziz rh a gece bir şeyler yazıyordu Yanında da bir misafir vardı Işık sönmek üzere idi Misafir:
Kalkıp ışıkla ilgileneyim, yağını koyup yenileyeyim, dedi Halife:
Misafire hizmet ettirmek mürüvvete yakışmaz, dedi Misafir:
Öyle ise hizmetçiyi kaldırayım, dedi Halife:
Hayır olmaz; şimdi o yeni uykuya daldı, dinlenme saatidir, dedi
Sonra kendisi yağ kabına gitti, ışığa yağ koydu Onun bu durumunu gören misafir:
Ey müminlerin emiri , bu işi kendiniz yaptınız, dedi Ömer b Abdülaziz misafirine döndü ve şöyle dedi:
Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm, neyim eksildi ki?
***
İnsanlığın Efendisi'nin Tevazu Hali
Alemlere rahmet olan Hz Rasulullah sav Efendimiz, o yüce makam ve haliyle birlikte muazzam bir tevazu sahibiydi Hakk'a yakınlığı ölçüsünde halka da yakın olur, ihsan ahlâkına bürünür, etrafındaki insanların her birine ayrı bir şeref bahşederdi
Hanei saadetine teşrif ettiklerinde hayvanının yiyeceğini kendisi verirdi Bazen evinin temizliğini yapardı Yırtılan ayakkabısını tamir ederdi Elbisesini diker ve yamardı Koyun sağardı Hizmetçisiyle birlikte yemek yerdi Bazen hizmetçi yorulduğu zaman onunla birlikte buğday öğütürdü Çarşıdan aldığı bir şeyi ailesine götürürken, bizzat kendisi taşımaktan çekinmezdi Zenginfakir herkesle musafaha ederdi İlk önce kendisi selam verirdi Kuru hurmaya bile olsa, çağırıldığı hiçbir daveti küçük görmezdi O'nunla geçinmek çok kolaydı Yumuşak huylu idi Cömert tabiatlıydı Güler yüzlüydü Sesli olarak gülmeden yüzü tebessüm ederdi Yüzü asık olmadan hüzünlüydü Kendisini alçaltmadan tevazu gösterirdi İsraf etmeden cömertlik yapardı Kalbi çok yumuşak idi Bütün müslümanlara karşı çok merhametliydi
***
Benliği Temizleme Yolu
Sahabeden Urve b Zübeyr ra anlatıyor:
Ömer b Hattab ra'ı omuzunda su kırbası taşırken gördüm, kendisine:
Ey müminlerin emiri , bu size uygun değil, dedim Bana:
Yanıma dışarıdan elçiler geldi, sözlerimizi dinleyip itaat ettiklerini söylediler O esnada nefsime biraz kendini beğenme ve büyüklenme duygusu geldi; onu bu şekilde kırmak istedim, dedi ve kırbayı götürüp Ensar'dan ihtiyar bir kadının kabına boşalttı
Kaynak: Semerkand dergisi, 042005
AHMET SAFA
Rabbi'nin rızasını kazanmak, O'na tertemiz dönmek isteyen müminlerin en belirgin özelliği alçakgönüllülük
Yok iken var edilmiş olduğunu,
Her yönüyle Allah'a ait ve muhtaç olduğunu,
O'nun yardımı yetişmezse hiç bir hayra ulaşamayacağını,
Mülkün ve hükümranlığın gerçek sahibinin O olduğunu bilmek
İç ve dış aleminde
Hayatı buna göre, böyle yaşamak
Olgun başaklar gibi eğik ama verimli, diri, vakur
Tevazu müslüman kalbi
Tevazu ve benlikten arınmışlık (mahviyet) olmadan Hakk'a ulaşmak mümkün değildir Çünkü tevazu ve mahviyet kalpte yer edinmiş, karar kılmış tam bir imanın sonucudur
İman kalbe yerleşip, tevazu ve mahviyet ahlâkın ayrılmaz bir parçası haline gelmeden kimseye kâmil mümin denilemez Bu nedenle kâmil zatlar en üst seviyede bu sıfatlara sahip olmalarına rağmen, iç alemlerinde meydana gelebilecek zerre miktarı sapmadan dahi korkmuşlardır
Kendi halinin nöbetçisi
Hz Ömer ra , benlik namına kalbinde en ufak bir bulanıklık hissetse, minbere çıkıp herkesin huzurunda kendisini kınamış ve devlet başkanı olmasına rağmen omuzuna yüklediği su güğümüyle halka su taşımıştır Heybet ve vakarıyla kalpleri muma çeviren bu büyük zat, güneş gibi parlayan nuranî siması, mütebbessim çehresi ve gayet nazik ve mütevazi edasıyla sohbet edip gönülleri kendine bağlarken, hanei saadetinde tepsiyi eline alıp misafirlerine ikramlarda bulunuyordu
Evet; büyük zatların hepsi kalplerinin başında ömürlerinin sonuna kadar nöbet tutmuşlar, oraya küçükbüyük hiç bir marazın girmesine ve yerleşmesine izin vermemişlerdir
Hak dostları tevazu sahibi olup, tevazu sahiplerini de her zaman sevmişlerdir Çünkü Allah Tealâ mütevazileri övmüş ve şöyle methetmiştir: “Rahman'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde alçak gönüllü bir halde yürürler ve kendini bilmezler onlara laf attıkları vakit, ‘selametle' der geçerler (Furkan, 63)
Büyüklerde büyüklük alameti tevazu ve mahviyet, küçüklerde küçüklük alameti de kibir ve enaniyettir Kendini başkalarından üstün görenler her türlü hamlık, hayırsızlık ve kötülüğe teşnedirler Şeytanı bilumum kötülüklerin kaynağı haline getiren şey de budur Sırf bu yüzden şeytan Allah Tealâ'nın affından mahrum kalmıştır Hadisi şerifte: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allah Tealâ yüz üstü cehenneme atar buyurulmaktadır Diğer bir hadisi şerifte ise: “Kul tevazu edince Allah Tealâ onu yedi kat göklere kadar yükseltir buyurularak , alçak gönüllülüğün insanın kıymetini ne kadar yücelteceğine vurgu yapılır (Beyhakî)
Tevazuda ölçü
Tevazu, bir takım başka güzel hasletleri de beraberinde getirir Bunlardan biri olan “vakar, ağırbaşlı, yumuşak, fakat muhatabında hürmet hissi uyandıran ölçülü hareket ve davranış biçimidir Tevazuyla birlikte kalpten tabii olarak dışa akseder
Zillet (düşüklük) ise bunun tam aksi olup, hafif, sıradan ve bayağı davranışlarla ortaya çıkar
Makbul olan davranış biçimi, kibre varmayan, zillet derecesine de düşmeyen, vakarını koruyan tevazudur Allah katında sevimli olan da ifrat ve tefrite varmayan orta derecedir
Mesela yoldan geçerken uğrayan bir satıcıya, alim bir zatın kalkıp yer vermesi doğru değildir Zira ilmin izzetini de muhafaza etmek gerekir
Yine mesela, bir hakimin mahkemedeki ciddiyeti vakardır Makamında vazifesini yaparken tevazu göstermesi zillettir Ancak, evinde çocuklarına karşı da aynı ciddiyetle muamele ederse, işte bu kibir olur Zira insan evinde ev halkından biri olarak davranmalıdır Mürşid i kâmiller bu hususa çok dikkat ederler Makamlarında vakarlı durur, fakat yeri geldiğinde gerekli olan kimselere gayet mütevazi davranırlar
Aşırı kibirli insanlara karşı tevazu göstermek de doğru olmaz Çünkü bu kendini aşağılama olarak görülür Bu gibilere karşı Allah namına vakarla hareket etmek daha doğru olur
Aynı şekilde benlikleri firavunlaşmış, dinsizlik hesabına imana saldıran kişilere karşı tevazu ve mahviyet göstermek de büyük bir cinayettir Orada temsil edilen yüce hakikatlerin değerini ayağa düşürmeden, dinin izzetini ve ilmin şerefini göstermek icap eder
Müslümanlara karşı tevazu ise, güler yüz göstermek, soru ve davetlerine karşılık vermek, yumuşak davranmak, ihtiyaçlarını görmek, onları küçümsememek gibi şekillerle olur
Kibir ve belirtileri
Kibirli insan her haliyle belli olur Giyimkuşamında, yüz ifadesinde, bakışında, başını dikerek kimseye bakmamasında, oturmasında, gerilip yaslanmasında, yürüyüşünde, kendisi otururken insanları ayakta bekletmesinde, ses tonunda
Aslında kibirli insanın sergilediği davranışların hemen tamamı, belli bir seviyeden sonra psikiyatri bilimini yakından ilgilendiren anormal davranışlardan başka bir şey değildir Ne yazık ki kâmil insanların haricinde azçok, açıkgizli, herkeste kibir hastalığı mevcuttur Seyr ü sülûkla bu hastalık kalpten tamamen kazınmadıkça kurtulmak mümkün değildir Ancak bu hususta mücahede etmek de farzı ayındır Kibri azaltmak bile büyük bir mücahededir
Bir müminin yukarıda sayılan anormal davranışlardan ve gizli kibirden kurtulup kurtulmadığı, tevazuyu kazanıp kazanmadığını İmam Gazalî rh a şu belirtilerle ölçüyor:
Bir mesele üzerine konuşulurken hakikatin kendi fikirlerine ters olmasından rahatsız olmak; doğruları memnuniyetle, hoşlukla kabul etmemek kibrin belirtilerindendir Bu hastalığı yenmek için, aczini itiraf edip hakikati söyleyenleri takdirle yâd ederek teşekkür etmelidir
Akranları ile bir ortamda bulunduğu zaman onları baş köşeye geçirmek ve kendi emsallerinin ardından yürümek ağır geliyorsa yine kibir var demektir
Yoksul ve gariban insanların davetine katılmaktan ve arkadaşlarının işlerini takip etmekten zorlanmak da kibir belirtisidir
Bütün bu durumlarda kişi kendini sürekli sınayarak kibrin tedavisine ve tevazunun kazanılmasına gayret etmelidir
Tevazu ehli insanlar da her haliyle bellidirler Onların tavır ve hareketleri kalbe huzur ve itimat telkin eder Muhatap oldukları insanlarda saygı ve sevgi meydana gelir Böyle insanlarla oturup kalkmak insana zevk verir
Söyleyene değil, söylenene bak
Başkalarına faydalı olabilmek için önce kendimizi ıslah etmemiz gerekir Fakat kendisinin ağır derecede hasta olduğunu bilmeyen gafil insan tedaviye ihtiyaç bile duymaz Herkesin kusurunu görür, onlardan yakınır, gıybetlerini yapar, ancak kendisini düzeltmek aklına bile gelmez Halbuki insanın kendi kusurlarını görmesi, onları araştırması ve bunun için başkalarının kendisini nasıl gördüklerine, gurur yapmadan kulak vermesi gerekir
Bizi methedenlerden ziyade yanlış ve isabetsiz davranışlarımızı bildirenlerin faydası daha çoktur Şeker yerine ilaç verenler bize iyilik etmiş olurlar Yanlış ve zararlı yolda gidene ‘iyi gidiyorsun' demek, onu gaflete düşürmek ve zulmetmek olur Bu bakımdan ‘dikkat et, düşeceksin' diyene kızmak yerine teşekkür etmek lazımdır
Yalnızca bizi sevip takdir edenlere kulak vermek hataya düşmemize sebep olur Çünkü dostumuz olanlar bizi güzel görür ve bizdeki kusurların hepsini fark edemeyebilirler Dost olmadıklarımız ise nazarını kusurlarımıza diker İthamlarında mübalağa olsa da, muhakkak bir hakikat payı vardır Bu yüzden onların söylediklerinden de istifade etmelidir
Hizmette tevazu ve kibir
Aynı safta omuz omuza hizmet ettiğimiz kardeşlerimizle olan hukukumuz başkalarına kıyasla çok daha fazladır Allah'ın dinine hizmet ederken Hakk'ın hatırı için kardeşlerin hakkına riayet etmek, hem de hizmetin ahengini bozmamak üzere her türlü nefsani davranıştan kaçınmak gerekir Şayet bizim yüzümüzden tek bir kişi bile dinden uzaklaşırsa bunun vebali çok ağırdır Hz Peygamber sav Efendimiz'in buyurduğu üzere, açtığımız kötü bir çığırdan yürüyenlerin ve onların sebep olduğu başka kişilerin günahlarının bir mislinin de bizim hesabımıza kaydolma tehlikesi vardır Aynı şekilde hidayetine vesile olduğumuz kişilerin ve onların sebep olduğu insanların iyi amellerinin bir misli de bizim defterimize kaydolabilir
Şayet din adına hizmette kendi isteğimizle bir vazifeye talip olur, sonra da onu nefsanî davranışlarla akamete uğratırsak, Hz Peygamber sav Efendimiz'e kadar uzanan altın silsilenin manevi birikimine zarar vermiş, bugüne kadar gösterilmiş olan çabalara darbe vurmuş oluruz Ayrıca o mübarek silsileyi oluşturan zatların manevi desteğini kaybetme ve cezaya müstehak olma tehlikesiyle de karşı karşıya kalırız
O yüzden enaniyet , benlik, riya, kibir ve çalımla hizmete talip olmamalıdır Bu şekilde yaptığımızı zannettiğimiz bütün hizmetler sonuç itibariyle önümüzü tıkar Faydası bir tarafa, büyük zararlara sebebiyet verebilir
Hizmet ederken her şeyden önce kendimizi bir günahkâr olarak görmeli ve “Allah dilerse benim gibi günahkâr bir insanla da dinini teyid eder diye düşünmelidir Bu yolda amelimiz ne kadar çok olursa olsun, meydana Şahı Geylânî ks veya bir İmamı Rabbânî ks edasıyla girmemelidir Hatta yaptığımız hizmetleri herkes övüp takdir etse de, onların sözleri kendisinin hakir bir insan olduğu kanaatini değiştirmemeli, Cenab ı Hakk'a el açıp: “Ya Rabbi hakkımda söylenen şu güzel sözleri dua olarak kabul eyle, ayağımı kaydırma, beni nefsimle baş başa bırakma diye dua etmelidir
Bütün hizmetleri yalnız Allah için yapmalı ve kimseden takdir beklememelidir Şayet kendisine bir teveccüh varsa bunu bir imtihan görmeli ve bu imtihanı kaybetme tehlikesini ciddiye almalıdır Aksi halde riya ya da kibir girdiği için hizmetleri boşa gider, hatta onlardan hesaba çekilir ve ayağı kayabilir
Mümin hiçbir zaman fazilet ve meziyetlerini kendinden bilmeyip, Allah tarafından olduğunu görmeli ve her an elinden alınabileceğini bilmelidir Kendisinin hizmete renk ve kuvvet kattığı zannından ziyade, Allah için hizmetin kendisine güzellik katacağını, fazilet ve meziyetlerin oradan geldiğini düşünmelidir Gerçek de budur
Enaniyet tuzağı
Ulvî bir hizmette istihdam edilmek ancak bir lütuf ve himmet işidir Her türlü fazileti kazanmaya sebeptir O yüzden hizmetle güzelleşenler güzelliği de inkâr etmemelidir Zira Bediüzzaman Hazretleri'nin belirttiği üzere, bu da nimeti inkâr olur Bu noktada doğru ve yanlış tavır şöyle örneklenmiştir:
Birisi sana gayet kıymetli bir elbise giydirse, sonra da: “maşallah ne güzelsin, güzelleştin dese, sen de: “hâşâ ben neyim, güzellik nerede desen, nimeti inkâr ile o elbiseyi sana giydirene karşı nankörlük etmiş olursun Şayet “evet ben güzelim desen bu sefer de gurur ve kibir yapmış olursun Eğer, “evet güzelleştim, fakat asıl güzellik elbisenin ve onu bana giydirenindir dersen işte o zaman kibir ve nankörlükten kurtulmuş, hakikati söylemiş olursun
“Ben yaptım, ben ettim, filana şöyle şöyle sohbet ettim de tövbe etti benzeri benlik kokan bütün gizli imalar ve açık sözler İslâm itikadına uymaz Allah Tealâ'nın inayetini, başkalarının gayretlerini, büyüklerin himmet ve tasarrufunu gözardı edip de kendisini öne çıkarmak büyük bir yanılgıdır Özellikle gerçekten tevazu ve mahviyet sahibi değilken öyle görünmeye çalışmak, kalbi öldürecek derecede tehlikeli bir benlik davasıdır Bunlar karıncanın ayak seslerinden daha gizli olan ve Hz Peygamber sav'in “küçük şirk olarak tarif ettiği, ümmeti hakkında en çok korktuğu şirk çeşitlerini hatırlatacak hallerdir
Meziyet ve faziletlerinden bahseden, ima eden, kendince büyük başarılarına ilgisizlikten rahatsız olanlar, din adına gayret ettiklerini söyleseler de, tevazu ve mahviyetten mahrum, Allah'tan uzak boş kimselerdir Böyle hizmet etmekten Allah'a sığınmak icap eder
Tenkit ve ölçü
Hata ve kusurda ısrar edenleri öncelikle gayet yumuşak ve mütevazi bir üslupla düzeltmek gerekir Başkalarının içinde değil, başbaşayken uyarmak daha doğru olur
Ancak, düzeltilmeye çalışılan durumun gerçekte bir hata olup olmadığından emin olmalı, bu hususta nefsî görüş ve düşünceyle hareket edip kişileri kusurlu sayıp tenkit etmemelidir Şayet, uyarılan kişi bundan memnun olur ve teşekkür ederse iyi bir sonuca ulaşmış olur Ama “sen kendine bak derse, bu günah olarak kendisine yeter
Fakat durum böyle de olsa, mümin kardeşi hakkında başkalarına gıybet etmemelidir Dedikodu ile çekiştirerek hatalı durumu etrafa yaymak, bir muhalefet veya intikam hissinin belirtisidir Fayda yerine zararın çoğalmasına sebebiyet verir Eğer hata herkesi alâkadar eden, cemaate zarar veren bir mahiyette ise, o zaman mutlaka zararı bertaraf edebilecek olanlara bildirmelidir
Eleştiride insaflı olmak da şarttır Çünkü bir olaya, duruma dışarıdan bakıp tenkit etmek kolaydır Fakat işin içine girdiğinde çoğu kere meselenin hiç de dışarıdan kendi anladığı gibi olmadığını görecek, yaptığı tahribin manevi sorumluluğunu taşıyacaktır
Elbette bir iş istişare edilirken fikir beyan etmeli, gerekiyorsa muhalefet şerhi düşmelidir Ancak bir işin yapılması kararlaştırıldıktan sonra kardeşleriyle omuz omuza verip söz konusu hizmetin altına girmelidir Umulan sonuç elde edilememiş olsa bile, “bak ben dememiş miydim şeklinde itham edip kibir kokan bir tavra girmemelidir İstişare sonucunda karar verildikten sonra artık o iş şahsa ait olmaktan çıkmış, topluluğa mal olmuştur O bakımdan yapılan gıybet bütün cemaati gıybet etmek hükmüne geçer Bu ağır mesuliyetten kurtulmak için o cemaatin yeryüzündeki bütün fertlerini bulup teker teker helalleşmek dahi gerekebilir
İyice düşünüp taşınmadan, istişare etmeden her şeye, her harekete tersinden bakan, iş yerine söz üreten, devamlı menfi tenkitle meşgul olan kimselerle oturup kalkmamalıdır Muhtemeldir ki, aynı hastalık kendisine de bulaşır da, ağır bir mesuliyet altına girer
Kimsenin gönlünü kırmamalıdır Çünkü o gönülde tecelli eden zat buna razı olmaz Sonuçta yapılan bütün hizmet o kırık gönlün diyetine yetmeyebilir En kısa sürede helalleşmek, kırık gönlün tedavisine çalışmak lazımdır Hiddetle en yakın hizmet arkadaşını kırıp hizmetin insicamını bozduktan sonra “ben sebep oldum, hakkını helal et deme yerine, suçu karşısındakine yüklemek ne büyük bir hamlık ve insafsızlıktır!
Din kardeşlerine, ihvanına ve hizmet arkadaşlarına tatlılıkla, tevazuyla , mahviyetle muamele etmek ne güzeldir! Sertlik, inatçılık, hiddet ve şiddetle muamele etmek ise ne çirkindir! Halbuki iyilik, kerem, af ve müsamahanın açamayacağı hiçbir kapı yoktur En itirazcı kimseleri bile teslim alır Yine en şerli adamda bile takdir edilebilecek iyi bir yön vardır O kimsenin iyi yönlerinin keşfedilip takdir edilmesi, onu en azından zararsız hale getirebilir Kötülük yapmak isteyen kişilerin gönlü de iyi davranışla kazanılabilir
Kendi kusurlarına aldırış etmediği halde kusursuz dost arayanlar dostsuz kalırlar Kendi nefsinin kusurlarını görüp, kardeşlerinin iyi taraflarına bakan kimseler ise her dem dost kazanırlar, hem de nefret odağı olmaktan kurtulurlar Ayrıca onların sohbetlerinden istifadeye açık hale gelirler Kibir ve çalımla herkese tepeden bakanların karşılarında kutbu'l aktab dahi olsa istifade etmeleri mümkün değildir Onun için insanların kemal noktasına bakmak ve herkesi kendinden hayırlı görmek gerekir
Hak adına haksızlık
Hak ve hakikati ortaya çıkarmak, insanlara yol gösterebilmek için konuşmak, fikirlerini serdetmek faziletli bir davranış iken, başkalarını mağlup ederek üstünlüğünü göstermek adına tartışmak da kibirli bir davranıştır ve rahmetten mahrum kalmaya sebep olur Hele ki insanları Hakk'a davet etme görüntüsü altında böyle üstünlük arayışı içinde olmak, günah olarak kişiye yeter Münakaşa, muhatabın bütün savunma mekanizmalarını harekete geçirir, hakkı kabul etmesine engel olur Kibir, haset, kin, gıybet, riya, övünme, hakkı küçük görme, tahkir, kusur araştırma, inkâr, inat ve hasmının zararına sevinme gibi yığınla zarara sebebiyet verir O yüzden haklı bir konuda bile olsa münakaşayı terk etmek, şahsi üstünlük müsabakasına dönüşen bir tartışmadan kaçınmak şarttır
Tevazu ve mahviyeti kırıp insanı kibre sevk eden tehlikelerden biri de, gördüğü bir kısım rüya veya keşifleri anlatarak kendine pay çıkarmaktır Bu çok ciddi bir hastalıktır Ama daha da tehlikelisi, tevazu ve mahviyet edası içinde olanıdır “Zayıflığımız ve aczimizden dolayı Allah bazen böyle lütfediyor diyerek gırtlağına kadar riya ve kibrin içine batan, salih amellerini mahveden kimse, aslında bomboş bir kimsedir Öyle olmasaydı kendinde var olduğunu düşündüğü Hakk'ın sırlarını ifşa etmezdi Kuvvetle muhtemel ki, bu tip kimselerin elde ettikleri de istidraç (şeytanî olağandışı özellikler)den başka bir şey değildir Çünkü Cenab ı Hak böylelerine sırrını vermez
İbadeti ve çokça zikri sebebiyle kendinde bir şeyler vehmetmek, başkalarını küçük ve değersiz görmek de böyledir Kazanmak uğruna verilen çabanın kaybetmeye, baş aşağı yuvarlanmaya yol açmasına sebep olur
Sonuç olarak, mümin, imanının gereği olarak, aciz bir kul olduğunu, kendisinin Allah'ın diğer kullarından bir üstünlüğünün olmadığını bilir Bu bilgi onu mütevazi bir insan yapar Dininde kemale erdikçe tevazu ve mahviyeti artar ve makbul kullar arasına katılır
***
Neyimiz Eksilir?
Adalet ve faziletlerinden dolayı tarihe “İkinci Ömer olarak geçen halife Ömer b Abdülaziz rh a gece bir şeyler yazıyordu Yanında da bir misafir vardı Işık sönmek üzere idi Misafir:
Kalkıp ışıkla ilgileneyim, yağını koyup yenileyeyim, dedi Halife:
Misafire hizmet ettirmek mürüvvete yakışmaz, dedi Misafir:
Öyle ise hizmetçiyi kaldırayım, dedi Halife:
Hayır olmaz; şimdi o yeni uykuya daldı, dinlenme saatidir, dedi
Sonra kendisi yağ kabına gitti, ışığa yağ koydu Onun bu durumunu gören misafir:
Ey müminlerin emiri , bu işi kendiniz yaptınız, dedi Ömer b Abdülaziz misafirine döndü ve şöyle dedi:
Ömer olarak gittim, Ömer olarak döndüm, neyim eksildi ki?
***
İnsanlığın Efendisi'nin Tevazu Hali
Alemlere rahmet olan Hz Rasulullah sav Efendimiz, o yüce makam ve haliyle birlikte muazzam bir tevazu sahibiydi Hakk'a yakınlığı ölçüsünde halka da yakın olur, ihsan ahlâkına bürünür, etrafındaki insanların her birine ayrı bir şeref bahşederdi
Hanei saadetine teşrif ettiklerinde hayvanının yiyeceğini kendisi verirdi Bazen evinin temizliğini yapardı Yırtılan ayakkabısını tamir ederdi Elbisesini diker ve yamardı Koyun sağardı Hizmetçisiyle birlikte yemek yerdi Bazen hizmetçi yorulduğu zaman onunla birlikte buğday öğütürdü Çarşıdan aldığı bir şeyi ailesine götürürken, bizzat kendisi taşımaktan çekinmezdi Zenginfakir herkesle musafaha ederdi İlk önce kendisi selam verirdi Kuru hurmaya bile olsa, çağırıldığı hiçbir daveti küçük görmezdi O'nunla geçinmek çok kolaydı Yumuşak huylu idi Cömert tabiatlıydı Güler yüzlüydü Sesli olarak gülmeden yüzü tebessüm ederdi Yüzü asık olmadan hüzünlüydü Kendisini alçaltmadan tevazu gösterirdi İsraf etmeden cömertlik yapardı Kalbi çok yumuşak idi Bütün müslümanlara karşı çok merhametliydi
***
Benliği Temizleme Yolu
Sahabeden Urve b Zübeyr ra anlatıyor:
Ömer b Hattab ra'ı omuzunda su kırbası taşırken gördüm, kendisine:
Ey müminlerin emiri , bu size uygun değil, dedim Bana:
Yanıma dışarıdan elçiler geldi, sözlerimizi dinleyip itaat ettiklerini söylediler O esnada nefsime biraz kendini beğenme ve büyüklenme duygusu geldi; onu bu şekilde kırmak istedim, dedi ve kırbayı götürüp Ensar'dan ihtiyar bir kadının kabına boşalttı
Kaynak: Semerkand dergisi, 042005