iltasyazilim
FD Üye
“Sen onlara bu kıssayı anlat, olur ya üzerinde düşünürler A ’raf, 176
Bismihû
Esirgeyen ve bağışlayan Allah ’ın adıyla
Önce söz vardı, hayat sonra geldi
Önce çile vardı ihsan arkadan geldi
Önce iştiyak, arkadan sebat geldi
Sözün yaratılışı Züleyha ’nın yaradılışından evveldi Âdam, oysa ona bütün isimler öğretildi Yûsuf ’un kaderi Züleyha ’ya tecelli Züleyha ’nın kaderi Yûsuf ’a tecelli Kuyu Zindan Kuyu Zindan Önce çile arkadan ihsan Züleyha vazgeçti mi maşukundan!
Mülk gibi söz de, ne senin ne benim
Tümce gibi aşk da ne senin ne benim
Söz de,
aşk da,
ne benim ne senin
Bir yaz sabahına doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kırmızı sardunya,
ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,
mayıs gülü,
aydınlatılmış nisan yağmuru
ne kadar Allah ’tansa,
mal gibi laf de ve aşk da
O ’ndan
“Sen tahtına yazıcı kimi oturtsan da,
beşerî bir sevgili veya cismanî bir aşk gibi görünen,
hiçbir yol O ’ndan özgeye çıkmıyor aslında, “gönül tahtına O ’ndan özge sultan olmuyor
Değil mi ancak her şey O ’ndan,
gidecek yer yok O ’ndan başka Gelinen yer değil O ’ndan başka
İnsan o ama, O ’ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icrabı, O ’ndan başkasını bilemez bilginin mahiyeti icabı
Işık ki tek kaynaktan dağılır, ışığı yakın olan aydınlık, uzak kalan karanlıktır Her şeyin O ’ndan olması, ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması O ’ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden değil eder
Kimi süre sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz Ve insan az önce neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O ’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir :
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı
Laf gelimi Leylâ Mecnun ’u, Sevimli Ferhâd ’ı, Züleyha Yûsuf ’u sevdiğini zannedebilir
Ama sevmek, maksimum, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir!
Her aşk O ’na çıkar sonunda, O ’ndan başkasını hoşlanmak imkânsız gibidir Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir, bilmese de bu böyledir
Bu yüzden yok mi oysa kendini kaybetmek gibi görünen aşk, sahiden kendini anlamak İstese de insan O ’ndan özgeyi sevme şansı değil Şans sözcüğü değil lügatlerde bundan böyle O ’ndan özgeyi sevme ihtimali değil Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark yalnızca bilmenin bilincinden ibaret
Minik bir biliş farkı
Mal gibi aşk da Allah ’tan
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O
Tenin de O, canın da O, cismin de O
Ve aradan perdeleri kaldırarak O ’nu kavramak olarak tanımlanan şey, bu seyr ü sefer, yalnızca O ’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret
Sevginin yanılgısı yok Hatalı olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu hatalı çizmek Hangi kaynaktan geldiğini suyun, hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek Bilmemek yanlış kılar sevgiyi
Züleyha ki Yûsuf ’u sevdi İbtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi Sonradan aşkın kaynağını bildi, Yûsuf ’u yok, Yûsuf ’ta tecellâ eden nuru sevdiğini gördü Yûsuf da, ancak rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha sûretinde tecellâ ettiğini gördü Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun sûrette tecellâ ettiğini seziş etti
İşte bütün hikâye: Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub mu, Züleyha mı! Zindan kimin kader, Yûsuf ’un mu, Yakub ’un mu, yoksa Züleyha ’nın mı! Yûsuf, Yakub ve Züleyha değil aslında Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir
Söylenmemiş Mesnevi kalmadı yer yüzünde Her Yûsuf u Züleyha, bir öncekinin ayrıca aynı hem başkası Bu nasıl mazmun diyor ya, kalbi dipsiz derinliklerde artan Fuzuli, Farsça Divan ’ının önsözünde, yani ancak Mukaddime ’sinde Hiç kullanılmamış, diye kaldırıp atıyor ya bir imgeyi uykusuz kaldığı gecelerin sabaha değdiği yerde Sonradan aynı gecelerin aynı sabahlara değdiği yerde, bu kez, bu nasıl mazmun, diye yırtıyor ya kullanılmış olan bir diğer mazmunu Hem aşina hem meçhul, ayrıca kullanılmış bir imge hem kullanılmamış bir imge; böyle olmalı fakat sözün hükmü bütün olsun Eski zincire bağlanan bir halka, lakin yeni, böyle olsun oysa zincir kuvvetli olsun
Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin ayrıca benzer hem başka biri Bu da pek Ayna benzer, kitap farklı
Şiir :
Bu defa birkaç kitap
yeniden aynı ayna
ve birkaç ruh
hepsinin içinde mevcûd
züleyha ’nın acısı acının Züleyha ’sı
(Ayşegül Kösa)
Bismihû
Esirge ve bağışla
Öptüm kitapların üzerindeki Kitâb ’ı, öptüm ve koydum alnıma
Ben: Yazıcı Yazmaya başladığımda, sene bin dokuz yüz doksan dokuz milâttan sonra, aylardan Nisandı Bir mumun ışığında bir rüzgâr titriyorken Ve bir hattat nefesinin, bir mumun alevini bile titretmemesi gerekiyorken, sürgün düştüğüm zamanlarda ben kalbimi çatlatan nefesi salıverdim
Ben: Printer Kalbim çatladığında tanığım su kıyısında bir kavak ağacıydı
Ilk sözcükler mürekkebi mor kalemimin ucundan dökülürken, Ayasofya ’da Topkandilin altında yok idiysem de Hamdullah Hamdi Hazretleri gibi (rahmet onun ve bütün Yûsuf u Züleyha yazıcılarının üstüne olsun), ben de suyun kıyısındaki kente bence bir Ayasofya ’daydım Uyanıklığım, rüyaları yorumlayacak Yûsuf ’un uyanıklığından farklıydı elbet fakat ben de gecenin saat sıfır üçlerinde daima uyanıktım
*
Bismihû
Esirgeyen ve bağışlayan Allah ’ın adıyla
Önce söz vardı, hayat sonra geldi
Önce çile vardı ihsan arkadan geldi
Önce iştiyak, arkadan sebat geldi
Sözün yaratılışı Züleyha ’nın yaradılışından evveldi Âdam, oysa ona bütün isimler öğretildi Yûsuf ’un kaderi Züleyha ’ya tecelli Züleyha ’nın kaderi Yûsuf ’a tecelli Kuyu Zindan Kuyu Zindan Önce çile arkadan ihsan Züleyha vazgeçti mi maşukundan!
Mülk gibi söz de, ne senin ne benim
Tümce gibi aşk da ne senin ne benim
Söz de,
aşk da,
ne benim ne senin
Bir yaz sabahına doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kırmızı sardunya,
ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,
mayıs gülü,
aydınlatılmış nisan yağmuru
ne kadar Allah ’tansa,
mal gibi laf de ve aşk da
O ’ndan
“Sen tahtına yazıcı kimi oturtsan da,
beşerî bir sevgili veya cismanî bir aşk gibi görünen,
hiçbir yol O ’ndan özgeye çıkmıyor aslında, “gönül tahtına O ’ndan özge sultan olmuyor
Değil mi ancak her şey O ’ndan,
gidecek yer yok O ’ndan başka Gelinen yer değil O ’ndan başka
İnsan o ama, O ’ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icrabı, O ’ndan başkasını bilemez bilginin mahiyeti icabı
Işık ki tek kaynaktan dağılır, ışığı yakın olan aydınlık, uzak kalan karanlıktır Her şeyin O ’ndan olması, ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması O ’ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden değil eder
Kimi süre sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz Ve insan az önce neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O ’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir :
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı
Laf gelimi Leylâ Mecnun ’u, Sevimli Ferhâd ’ı, Züleyha Yûsuf ’u sevdiğini zannedebilir
Ama sevmek, maksimum, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir!
Her aşk O ’na çıkar sonunda, O ’ndan başkasını hoşlanmak imkânsız gibidir Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir, bilmese de bu böyledir
Bu yüzden yok mi oysa kendini kaybetmek gibi görünen aşk, sahiden kendini anlamak İstese de insan O ’ndan özgeyi sevme şansı değil Şans sözcüğü değil lügatlerde bundan böyle O ’ndan özgeyi sevme ihtimali değil Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark yalnızca bilmenin bilincinden ibaret
Minik bir biliş farkı
Mal gibi aşk da Allah ’tan
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O
Tenin de O, canın da O, cismin de O
Ve aradan perdeleri kaldırarak O ’nu kavramak olarak tanımlanan şey, bu seyr ü sefer, yalnızca O ’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret
Sevginin yanılgısı yok Hatalı olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu hatalı çizmek Hangi kaynaktan geldiğini suyun, hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek Bilmemek yanlış kılar sevgiyi
Züleyha ki Yûsuf ’u sevdi İbtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi Sonradan aşkın kaynağını bildi, Yûsuf ’u yok, Yûsuf ’ta tecellâ eden nuru sevdiğini gördü Yûsuf da, ancak rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha sûretinde tecellâ ettiğini gördü Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun sûrette tecellâ ettiğini seziş etti
İşte bütün hikâye: Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub mu, Züleyha mı! Zindan kimin kader, Yûsuf ’un mu, Yakub ’un mu, yoksa Züleyha ’nın mı! Yûsuf, Yakub ve Züleyha değil aslında Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir
Söylenmemiş Mesnevi kalmadı yer yüzünde Her Yûsuf u Züleyha, bir öncekinin ayrıca aynı hem başkası Bu nasıl mazmun diyor ya, kalbi dipsiz derinliklerde artan Fuzuli, Farsça Divan ’ının önsözünde, yani ancak Mukaddime ’sinde Hiç kullanılmamış, diye kaldırıp atıyor ya bir imgeyi uykusuz kaldığı gecelerin sabaha değdiği yerde Sonradan aynı gecelerin aynı sabahlara değdiği yerde, bu kez, bu nasıl mazmun, diye yırtıyor ya kullanılmış olan bir diğer mazmunu Hem aşina hem meçhul, ayrıca kullanılmış bir imge hem kullanılmamış bir imge; böyle olmalı fakat sözün hükmü bütün olsun Eski zincire bağlanan bir halka, lakin yeni, böyle olsun oysa zincir kuvvetli olsun
Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin ayrıca benzer hem başka biri Bu da pek Ayna benzer, kitap farklı
Şiir :
Bu defa birkaç kitap
yeniden aynı ayna
ve birkaç ruh
hepsinin içinde mevcûd
züleyha ’nın acısı acının Züleyha ’sı
(Ayşegül Kösa)
Bismihû
Esirge ve bağışla
Öptüm kitapların üzerindeki Kitâb ’ı, öptüm ve koydum alnıma
Ben: Yazıcı Yazmaya başladığımda, sene bin dokuz yüz doksan dokuz milâttan sonra, aylardan Nisandı Bir mumun ışığında bir rüzgâr titriyorken Ve bir hattat nefesinin, bir mumun alevini bile titretmemesi gerekiyorken, sürgün düştüğüm zamanlarda ben kalbimi çatlatan nefesi salıverdim
Ben: Printer Kalbim çatladığında tanığım su kıyısında bir kavak ağacıydı
Ilk sözcükler mürekkebi mor kalemimin ucundan dökülürken, Ayasofya ’da Topkandilin altında yok idiysem de Hamdullah Hamdi Hazretleri gibi (rahmet onun ve bütün Yûsuf u Züleyha yazıcılarının üstüne olsun), ben de suyun kıyısındaki kente bence bir Ayasofya ’daydım Uyanıklığım, rüyaları yorumlayacak Yûsuf ’un uyanıklığından farklıydı elbet fakat ben de gecenin saat sıfır üçlerinde daima uyanıktım
*