yüz güzelliğimi mizaç güzelliğimi Yüz Güzelliği Mi, Huy Güzelliği Mi? Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde yüksek mevkî sahibi memurlardan birinin, itina ile yetiştirdiği bir kızı; tekrar kendisi gibi üstteki kademedeki diğer bir memurun ise bir oğlu vardı Aile büyükleri, bu iki kıymetli genci birbirlerine yerinde gördüklerinden evlendirmek istediler Neticede her iki âile de çocuklarını evlendirmek üzere aralarında anlaştılar Önce laf, sonra nişan, derken sıra düğüne geldi Düğün merasimi, gelinin gideceği konakta yapılmaktaydı O günün usûllerine göre, her iki genç, birbirlerini ancak nikah günü göreceklerdi Gelinin babası duvağı kapalı olarak salona getirdiği kızını; kısa ama mânâlı bir konuşma ile damada teslim etti Kendilerine ayrılan bir odada, genç güvey, müstakbel yaşam arkadaşının duvağını açıp da yüz görümlüğünü taktıktan sonradan ânî bir fenalık geçirerek yere düştü Orada bulunan yakınlarından birkaç bayan, anında damadı kaldırarak ayılması için gerekeni yaptılar Ayılıp kendine gelen damat ile gelini, kendileri için hazırlanan koltuklara oturtup, ferahlandıracak bir şerbet ikram ettikten sonra baş başa bıraktılar Gelin, üzgün ve mahzun söze başladı: “–Muhterem beyefendi, sizin birazcık önce geçirmiş olduğunuz hâlin sebebi, bence mâlum! Minik yaşta geçirmiş olduğum ağır bir çiçek hastalığının yüzümde bıraktığı izler, bir ömür yüzüne bakmaya mecbur olduğunuz hanımınıza aleyhinde size bir soğukluk ve can sıkıntısı verdi Fakat bu benim elimde olan bir hata değil Rabbim, bu hâli bana lâyık görmüş, elimden ne kazanç ki… Acilen sizden istirhamım şu: Kırk gün evinizde bir misafir olarak kalayım Bu müddetin sonunda, anlaşamadığımız gerekçesiyle evime döneyim Bu konuda lütfen kavrama gösterin Bu hâlden, ikimizden başka hiç kimsenin farkında olan olmamasını özellikle istirham ediyorum! diyerek, üzerindeki şahane gelinlik ve başındaki tacı ile gözleri ihtiyar bir hâlde damadın ayaklarına kapandı Damat, ne diyeceğini şaşırmıştı Gelini yerden kaldırarak yanına oturttu Kapıldığı heyecan sebebi ile fenalaştığına gelini inandırmaya çalıştıysa da, genç kız düşüncelerinde kararlıydı Konaktaki düğün, âilenin şerefine uygun olarak tüm ihtişamı ile devam etmiş, ama iki genç arasındaki bu hadise, büyük bir giz olarak kendi aralarında kalmıştı Aradan günler geçmiş; genç gelin, öncelikle kayınpederi ve kayınvalidesi edinmek üzere, konağın içindeki hizmetkârlara varıncaya kadar, hoş ahlâkı, hizmeti, tevâzuu, davranışları ve konuşmaları ile herkesin kalbinde taht kurmuştu Günlerden bir gün, sabahtan saatlerinde damat beyin oda kapısı hafifçe vuruldu Kırk gün tamamlanmıştı İçeri giren, mahzun yüzünü tamamen kansız bildiren siyah elbisesi ile gelin hanımdan başka biri değildi Kendisine konaklarındaki kırk günlük misafirliği esnasında gösterdikleri nâzik muâmele sebebiyle teşekkürlerini bildirerek, düğün günü aralarında alınan karar uyarınca, kırk gün dolduğundan, evine dönmek üzere müsaade istemekteydi Ayağa kapanma sırası acilen damada gelmişti; gözyaşlarını tutamayarak: “–Muhterem bayan, eğer siz beni beğenmediyseniz ve evinize dönmekte belirlenmiş kararlıysanız, ona bir diyeceğim olamaz Ama şunu bilmenizi isterim ama, siz benim için bundan böyle vazgeçilmez bir eşsiniz Şunu bilin ki; havasız, susuz yaşarım, fakat siz olmadan aslâ! Sizi tanıdıktan sonra diğer bir yaşam arkadaşıyla olmama imkân değil! id Bu ve benzeri sözlerle genç kızı ikna ederek kararından vazgeçirmek üzere yalvardı ve sonuç olarak muvaffak oldu İki değerli insan, ayrılmamak üzere birbirlerine kavuşmuş olmanın sevincini yaşadılar Onların ömürleri, her gün yenilenen bir balayı olarak sürüp gitti Ve en önemlisi; aralarındaki bu sırrı, anlayabilecekleri çağa gelince çocuklarına açıkladılar Böylece onlar da âile saadetinde gönül temizliğinin ve hoş ahlakın, her şeyden daha manâlı olduğunun olağanüstü bir misalini şahsen görmüş oldular