iltasyazilim
FD Üye
Zekat ve sadakanın toplumsal açıdan faydaları nelerdir
Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, müslümanların enerjik olmalarında, birlik ve birliktelik içinde bulunmalarında en büyük etkendir Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, hürmet bağı kurar
Veren Açısından
Başta zekât, kelime manasından da hareketle bir temizlenmenin adıdır Zekât veren, bir yönden malını kirlerinden arındırmakta öteki yönden de günahlarının affına vesile olacak bir yola girmiş olmaktadır Zekâtı emrederken Allah (cc), 'Onların mallarından, kendilerini temizleyecek ve yüceltecek bir sadaka al' buyurarak bu noktalara uyarı çekerken, Peygamber Efendimiz de, 'Allah zekâtı, geride kalan mallarımızı arındırmak için farz kıldı' diyerek aynı noktanın altını çizmektedir Bu sebepledir oysa Allah Rasûlü, kendi zatı ve yakın akrabalarına zekât ve sadaka almayı yasaklamıştır Çünkü bununla beraber zekât, günahların ortadan kalkması için bir sebep ve kefarettir Öteki iyilik türleri ve ibadetler yanına zekâtı da sayan Ulu Mevla, bütün bunları, günahların affına birer vesile ve insanı cennete ulaştıracak unsurlar olarak anlatmaktadır
Bir başka açıdan bakıldığında zekâtı verilen mülk, dinin şiddetle karşısında çıktığı 'kenzstok' olmaktan kurtulmakta ve meşruiyet kazanmaktadır Zekâtı verilmeden stok yapılan mülk sahibinin ahirette karşılaşacağı azab şekillerini ifade eden ayet ve hadisler, böyle davranan bir mü'minin karşılaşacağı olumsuzlukları net bir şekilde ortaya koymaktadır
Zekât, Allah'ın verdiği malı yine O'nun için ve O'nun istediği yere vermekle, kulu Allah'a yaklaştırmakta ve böylelikle O'nun rızasını kazanmaya vesile olmaktadır Böyle bir hareket, rahmet kapılarının açılmasına sebep olur ve neticede eldeki mülk, görünürde eksiliyor gibi gelse de aslında ilâhî bir bereketle değer kazanır Zira, Rahman'ın kullarına merhametle muamele, rahmet kapılarının açılması için en büyük vesiledir Birkaç uygun Kur'ân, faizin malı küçülttüğünü anlatırken tersine zekât ve sadakanın ona bereket kattığını ve artışına sebep olduğunu vurgula¬makta, Peygamber Efendimiz de, 'Sadaka (Zekât), maldan hiçbir şey eksiltmez' diyerek aynı noktaya dikkat çekmektedir Tekrar, 'İnfak et oysa, infaka mazhar olasın' şeklinde işin gerçek yönünü ortaya koyan Allah Rasûlü (aleyhissalatu vesselâm)'in şu sözleri oldukça uyarı çekicidir:
'En temizinden ancak Allah en temizini kabul eder veren birisinin sadakasını (zekâtını) Rahman olan Allah alır Bu bir hurma bile olsa, Rahman'ın eliyle o kadar bereketlenir oysa, Uhud dağından daha büyük olur Aynen sizden biriniz, tayını veya deve yavrusunu nasıl büyütürse Allah da malı öylece çoğaltır'
Hem, ölümle sınırlı olan dünyada zaten elde durmayacak olan mal, zekâtı verilmekle ebedîyet kazanmakta ve kişinin ebedî geleceği için büyük bir yatırıma dönüşmektedir Bir ayette konu, 'Allah, mü'minlerden canları ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır' denilerek bu ebedîyete dikkat çekilmektedir Zira Peygamber Efendimizin de belirttiği gibi maldan geriye doğru kalan yalnızca yenilip bitirilen, giyinip eskitilen ve sadaka olarak dağıtılandan başkası değildir
Zekât, kişiyi maddenin esiri olmaktan kurtardığı gibi, cimriliği öldüren manâlı bir unsurdur Bu ise, kulu Allah'a yaklaştıran cömertlik duygularının gelişmesi anlamına gelmektedir Ahireti hatırlatması yönüyle insanın içindeki dünyada ebedî kalma vehmini yıkar ve onu, Rabbin hoşlandığı ulvî duygularla bütünleştirir Zira insanda, ihtiyacı olsun ya da olmasın tüm dünyaya talip olma ve onu elde etme hırsı vardır bununla beraber bu, insanın gelişip büyümesiyle doğru orantılı çoğalan bir özelliktir Hadisin ifadesiyle böyle bir insan, bir vadi dolusu altını olsa ikincisini, iki vadi dolusuna malik olsa üçüncüsünü ister Onun gözünü fakat toprak doldurur
İnsan hayatında duanın çok farklı bir yeri vardır ve zekât da, keza Peygamber Efendimizin ayrıca ihtiyacı görülen fakirin, ayrıca de meleklerin duasını almaya en büyük vesiledir Zira Peygamber Efendimiz, zekâtını verenlere şahsen kendisi dua ettiği gibi her gün iki meleğin inerek infak edenlere dua ettiğini de bildirmektedir
Bunlardan başka zekâtın, veren açısından bir emniyet vesilesi olduğu, maddî afetler için bir kalkan vazifesi gördüğü ve Rahmet kapısının aralanmasına sebeb olması yönüyle hastalıklara şifaya bir vesile olup ölümü şehadete çeviren bir sebep olduğuna dair esas söylenti ve değerlendirmelerden bahsedilebilir
Alan Açısından
Fakirliğin neredeyse küfür konumuna geldiğinden bahseden Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), bununla birlikte maddî açıdan bıkkınlık çeken ve önünde çözüm olarak herhangi bir alternatifi bulunmayan kimselerin birer kabahat odağı haline gelebileceğini de hatırlatmakta ve bu noktada zekâtın önemine şive yapmaktadır Zira ihtiyacının esiri haline gelen bir insanın yapacaklarını tahmin etmek baskı olduğu gibi, düşünce ve hareketlerini ıslaha da imkân yoktur Bugün hırsızlık, gasp ve her türlüsüyle soygun gibi çoğu âdî suçun aşağı böyle bir tutsaklık yatmaktadır Zira bu, başa gelip çatmadan önce tedbiri alınıp çözülmesi gereken bir problemdir İşte zekât, sosyal hayatta maddî bezginlik içinde yaşayanları maksat bölge bir organizasyon olması yönüyle bu problemi temelinden çözmekte ve yokluktan kaynaklanan suç ihtimallerinin önüne geçmektedir
Zekât, kişiyi ihtiyacının esiri olmaktan kurtardığı gibi aynı zamanda ona çalışma gücü de kazandırmakta, elinde iş yapabileceği bir sermayenin oluşmasına imkân vermektedir aynı zamanda zekâtla kişi, elinde imkânı olan kimselere kıskançlık duygularıyla yaklaşmaktan kurtulmaktadır Zira, kendisine elinden tutup yeni imkânlar hazırlayanlar, zengin ve zengin insanlardır Dolayısıyla kıskançlık ve servet düşmanlığı yerine minnet duyguları ön plana geçer ve böylelikle toplum içinde muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmiş olur
aynı zamanda zekâtta, onu alan insan, aranan kişidir Varlıklı, elindeki zekâtı verebilmek için, onu alabilecek şahısların varlığına muhtaçtır Zira elindeki zekâtı fakire vermeyi emreden bana kalırsa Allah'tır Zekâtın yaygınlaşıp alacak insanın bulunmadığı dönemlerde zenginler, âdeta fakir bulgu yarışı içine girmişler ve sonunda çözüm olarak zekâtlarını devletin organizesine teslim ederek ama vazifelerini yerine getirebilmişlerdir
Bir yandan fakir, zekâtla böyle bir itibara ulaşırken, İslâm, aralıksız hazırdan yiyen parazit bir kadronun oluşmasının da önüne geçmiş, fakirin çalışması gerektiğine çoğunlukla aksan yaparak, 'bölge el' olma yerine 'veren el' olmanın üstünlüklerini ortaya koymuştur Yani zekât, fakirleri tembelliğe sevk eden bir etken değil, tersine fertleri çalışmaya teşvik eden bir ibadettir Her meselesinde böyle bir dengeyi ön plana alan İslâm, bir taraftan zengini vermeye teşvik ederken öteki yandan da fakiri, almanın iyi bir durum olmadığı noktasında aralıksız uyararak onun da, zekâtla elde ettiği miktarı sermayeye dönüştürüp bir lahza önce toplum içinde üreten bir insan konumuna gelmesini istemiştir Hatta bunun için, istemektense sırtına bir ip alıp hamallık yapmanın daha iyi olacağını vurgulayan Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), el emeği ve alın teri ile elde edilen kazancın kutsallığı üzerinde ısrarla durmaktadır
Toplum Açısından
Zekâtın, keza alan ayrıca de veren namına getirdiği faydaların her biri, fiilen toplum açısından da geçerlidir ve azımsanmayacak maslahatları haizdir Zira toplum, fertler arasındaki birlik şuurunun keyfiyeti nispetinde huzurludur Bu açıdan bakıldığında zekât, zengin ve yoksul namına oluşturduğu ortamla cemiyetteki problemleri halletme namına kayda değer fonksiyonları yüklenmiş bir ibadet olarak karşımıza çıkmaktadır
Zekât, toplumun huzuru namına ciddî bir devingen ve pratik bir çözümdür Zira derslik kavgalarının çıkış sebebi, genelde toplumun alt ve üst tabakaları arasında sağlıklı bir diyalog kurulamamasıdır fakat, bu problemi zekât temelinden çözmektedir
Yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, bir tarafta yoksul gereksinim içinde kıvranırken, bundan başka zenginin lüks bir yaşam yaşaması, fakirlerin kıskançlık damarlarının kabarmasına sebep olmakta ve kin ve nefretlerini artırmaktadır Buna, dahası zenginin yüksekten bakması eklenince, arada telafisi mümkün olmayan uçurumlar meydana gelmektedir İmandan yoksun çoğu toplumda oluşan servet düşmanlığı bunun en açık misalidir İşte fakirden bu kin ve nefreti söküp atmanın tek çaresi, zenginin kendine düşen vazifeyi yaparak farz olan zekâtını vermesidir Bu durumda yoksul zengine, 'ihtiyacı olduğunda yardım elini uzatan bir dost' nazarıyla bakacaktır ve onun malında bundan böyle gözü kalmayacak, kendine verilenle iktifa edecek ve sıkıntıdan kurtulmasına sebep olarak imdadına onu gönderen Allah'a hamd edecektir Varlıklı de, üzerindeki mükellefiyeti edaya vesile olduğundan fakire, üstten bakma bir tarafa, ihtiramla nazar edecektir ve böylece fertler aralarında tam bir kardeşlik şuuru yerleşecek, cemiyet, tartışma ve gürültüden uzakta, birer kolaylık toplumu haline gelecektir
Zenginin fakiri görmezden gelip ona muavin olmadığı yerde bu ortamı bulmaya imkân yoktur Bu durumda, emekçi hareketleri gibi maddeye ast olarak ortaya meydana çıkan huzursuzlukların başında, zamanında müdahale edilmeyen maddî problemler gelmektedir Çünkü bu hareketlerin altında yatan sebeplerin veya sebep olarak gösterilen meselelerin aşağı maddî açıdan tatminsizlik ve bunun yanında muhakkak bir kesimin maddeye hakimiyeti ve ondan tek yanlı istifade ederek tekel oluşturması yatmaktadır
Zekâtın verilmediği cemiyette, tabakalar arasındaki uçurumlar büyümekte ve aşağı tabakadan yukarı tabakaya saygı ve muhabbet yerine kin ve nefret edilen şey çığlıkları yükselirken; yukarı tabakadan da altında tabakaya merhamet ve ihsan yerine işkence, tahkir ve tahakküm yağmaktadır Bu durumda sefalet, zenginlerin acınacak şey ve şefkatini celbetmesi gereken önemli bir etken iken, sefaleti netice veren bir unsur haline gelmekte; zenginlik ise, alçakgönüllü ve acıma duygularını geliştirmesi gerekirken tekebbür ve gurura sebep olmaktadır
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), 'Zekât, İslâm'ın köprüsüdür' buyururken, aynı zamanda fertler arasındaki uçurumları kaldırmada zekâtın önemini vurgulamaktadır Yani zekât, bir taraftaki sıkıntılardan kurtulmak için behemehal üzerinden geçilecek bir köprüdür Bu köprüden içtimai yaşam geçirildiğinde sınıflar arasındaki kavgalardan kurtulunmuş ve sahili selâmete ulaşılmış olacaktır Zira bu köprü, başka sistemlerde yaşanan fakirliğin bir uçta, zenginliğin de diğer uçta toplanmasına karşılık, İslâm'ın ortaya koyduğu ve orta sınıfı ön plana çıkarıp sosyal hayatın huzura ulaşmasını temin edecek sağlam bir bağdır
Zekâtın en manâlı hedeflerinden biri de, toplum içindeki zenginlerin adedini belirtilmiş insanlarla sınırlı tutma yerine orta sınıfı güçlendirerek maddî anlamda genel bir iyileşmeyi temin etmektir Buradaki niyet, malın sadece belirlenmiş kimseler arasında kapalı devre dolaşmasının önlemek ve onu daha geniş kitlelerin istifadesine sunmaktır Yani zekâtla halk müziği, gayrı yasal zeminlerde diğer arayışlara itilmeden sıkıntılarını yasal çizgide çözme fırsatı bulmakta ve iki direk noktada kalanlar arasında sağlam bir köprü kurulmaktadır
Bugünün toplumunda zengin, elindeki imkânı faizle kullanıma açmakta ya da faiz kuruluşlarıyla kurumsal anlamda bir kumpas oluşturmaktadır Bunun neticesi olarak, iflas hatta intiharla yüz yüze kalmış nice insanı medya gündeminde peşine düşüp takip etmekteyiz İslâm ise, faizi temelinden yasaklayarak, zekât ve 'karzı hasen' yollarını göstermekte, farz olanın dışında daha fazla fakire destek olmak için keza zenginleri, karşılıksız vermeye teşvik etmektedir Zira zekâtla faiz, iki ters kutbu açıklama etmektedir Birinde, fakirin hakkı gözetilip zulmün önü alınırken, diğerinde, zenginin daha da varlıklı olması ve fakirin sefalete itilmesi vardır Yoksul, faizle, içinde bulunduğu durumdan, kısmen ve geçici olarak kurtuluyor gibi gözükse de aslında yoksulluğun kollarında perişaniyetle baş başa bırakılmaktadır
Özet Olarak zekât, toplum hayatında bir sigorta vazifesi görmektedir Onunla varlıklıfakir arasındaki uçurumlar ortadan kaldırılırken bununla beraber uyuşuk durumdaki kapasitelerin piyasaya girmesi tedarik edilmekte ve bu vesile ile ticarî hayatın daha dinç olması sağlanmaktadır Tüm bunların neticesinde fertler arası müsamaha ve diyalog köprüleri kurulmakta, bölge ve veren olarak her iki kesime de, sosyal hayatı olumlu anlamda besleyen belirli mesuliyetler yüklenmektedir
*
Zekât, sadaka ve diğer maddî yardımlar, müslümanların enerjik olmalarında, birlik ve birliktelik içinde bulunmalarında en büyük etkendir Yardımlaşma, zenginle fakir, tokla aç arasındaki uçurumu kapatır ve sevgi, hürmet bağı kurar
Veren Açısından
Başta zekât, kelime manasından da hareketle bir temizlenmenin adıdır Zekât veren, bir yönden malını kirlerinden arındırmakta öteki yönden de günahlarının affına vesile olacak bir yola girmiş olmaktadır Zekâtı emrederken Allah (cc), 'Onların mallarından, kendilerini temizleyecek ve yüceltecek bir sadaka al' buyurarak bu noktalara uyarı çekerken, Peygamber Efendimiz de, 'Allah zekâtı, geride kalan mallarımızı arındırmak için farz kıldı' diyerek aynı noktanın altını çizmektedir Bu sebepledir oysa Allah Rasûlü, kendi zatı ve yakın akrabalarına zekât ve sadaka almayı yasaklamıştır Çünkü bununla beraber zekât, günahların ortadan kalkması için bir sebep ve kefarettir Öteki iyilik türleri ve ibadetler yanına zekâtı da sayan Ulu Mevla, bütün bunları, günahların affına birer vesile ve insanı cennete ulaştıracak unsurlar olarak anlatmaktadır
Bir başka açıdan bakıldığında zekâtı verilen mülk, dinin şiddetle karşısında çıktığı 'kenzstok' olmaktan kurtulmakta ve meşruiyet kazanmaktadır Zekâtı verilmeden stok yapılan mülk sahibinin ahirette karşılaşacağı azab şekillerini ifade eden ayet ve hadisler, böyle davranan bir mü'minin karşılaşacağı olumsuzlukları net bir şekilde ortaya koymaktadır
Zekât, Allah'ın verdiği malı yine O'nun için ve O'nun istediği yere vermekle, kulu Allah'a yaklaştırmakta ve böylelikle O'nun rızasını kazanmaya vesile olmaktadır Böyle bir hareket, rahmet kapılarının açılmasına sebep olur ve neticede eldeki mülk, görünürde eksiliyor gibi gelse de aslında ilâhî bir bereketle değer kazanır Zira, Rahman'ın kullarına merhametle muamele, rahmet kapılarının açılması için en büyük vesiledir Birkaç uygun Kur'ân, faizin malı küçülttüğünü anlatırken tersine zekât ve sadakanın ona bereket kattığını ve artışına sebep olduğunu vurgula¬makta, Peygamber Efendimiz de, 'Sadaka (Zekât), maldan hiçbir şey eksiltmez' diyerek aynı noktaya dikkat çekmektedir Tekrar, 'İnfak et oysa, infaka mazhar olasın' şeklinde işin gerçek yönünü ortaya koyan Allah Rasûlü (aleyhissalatu vesselâm)'in şu sözleri oldukça uyarı çekicidir:
'En temizinden ancak Allah en temizini kabul eder veren birisinin sadakasını (zekâtını) Rahman olan Allah alır Bu bir hurma bile olsa, Rahman'ın eliyle o kadar bereketlenir oysa, Uhud dağından daha büyük olur Aynen sizden biriniz, tayını veya deve yavrusunu nasıl büyütürse Allah da malı öylece çoğaltır'
Hem, ölümle sınırlı olan dünyada zaten elde durmayacak olan mal, zekâtı verilmekle ebedîyet kazanmakta ve kişinin ebedî geleceği için büyük bir yatırıma dönüşmektedir Bir ayette konu, 'Allah, mü'minlerden canları ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır' denilerek bu ebedîyete dikkat çekilmektedir Zira Peygamber Efendimizin de belirttiği gibi maldan geriye doğru kalan yalnızca yenilip bitirilen, giyinip eskitilen ve sadaka olarak dağıtılandan başkası değildir
Zekât, kişiyi maddenin esiri olmaktan kurtardığı gibi, cimriliği öldüren manâlı bir unsurdur Bu ise, kulu Allah'a yaklaştıran cömertlik duygularının gelişmesi anlamına gelmektedir Ahireti hatırlatması yönüyle insanın içindeki dünyada ebedî kalma vehmini yıkar ve onu, Rabbin hoşlandığı ulvî duygularla bütünleştirir Zira insanda, ihtiyacı olsun ya da olmasın tüm dünyaya talip olma ve onu elde etme hırsı vardır bununla beraber bu, insanın gelişip büyümesiyle doğru orantılı çoğalan bir özelliktir Hadisin ifadesiyle böyle bir insan, bir vadi dolusu altını olsa ikincisini, iki vadi dolusuna malik olsa üçüncüsünü ister Onun gözünü fakat toprak doldurur
İnsan hayatında duanın çok farklı bir yeri vardır ve zekât da, keza Peygamber Efendimizin ayrıca ihtiyacı görülen fakirin, ayrıca de meleklerin duasını almaya en büyük vesiledir Zira Peygamber Efendimiz, zekâtını verenlere şahsen kendisi dua ettiği gibi her gün iki meleğin inerek infak edenlere dua ettiğini de bildirmektedir
Bunlardan başka zekâtın, veren açısından bir emniyet vesilesi olduğu, maddî afetler için bir kalkan vazifesi gördüğü ve Rahmet kapısının aralanmasına sebeb olması yönüyle hastalıklara şifaya bir vesile olup ölümü şehadete çeviren bir sebep olduğuna dair esas söylenti ve değerlendirmelerden bahsedilebilir
Alan Açısından
Fakirliğin neredeyse küfür konumuna geldiğinden bahseden Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), bununla birlikte maddî açıdan bıkkınlık çeken ve önünde çözüm olarak herhangi bir alternatifi bulunmayan kimselerin birer kabahat odağı haline gelebileceğini de hatırlatmakta ve bu noktada zekâtın önemine şive yapmaktadır Zira ihtiyacının esiri haline gelen bir insanın yapacaklarını tahmin etmek baskı olduğu gibi, düşünce ve hareketlerini ıslaha da imkân yoktur Bugün hırsızlık, gasp ve her türlüsüyle soygun gibi çoğu âdî suçun aşağı böyle bir tutsaklık yatmaktadır Zira bu, başa gelip çatmadan önce tedbiri alınıp çözülmesi gereken bir problemdir İşte zekât, sosyal hayatta maddî bezginlik içinde yaşayanları maksat bölge bir organizasyon olması yönüyle bu problemi temelinden çözmekte ve yokluktan kaynaklanan suç ihtimallerinin önüne geçmektedir
Zekât, kişiyi ihtiyacının esiri olmaktan kurtardığı gibi aynı zamanda ona çalışma gücü de kazandırmakta, elinde iş yapabileceği bir sermayenin oluşmasına imkân vermektedir aynı zamanda zekâtla kişi, elinde imkânı olan kimselere kıskançlık duygularıyla yaklaşmaktan kurtulmaktadır Zira, kendisine elinden tutup yeni imkânlar hazırlayanlar, zengin ve zengin insanlardır Dolayısıyla kıskançlık ve servet düşmanlığı yerine minnet duyguları ön plana geçer ve böylelikle toplum içinde muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmiş olur
aynı zamanda zekâtta, onu alan insan, aranan kişidir Varlıklı, elindeki zekâtı verebilmek için, onu alabilecek şahısların varlığına muhtaçtır Zira elindeki zekâtı fakire vermeyi emreden bana kalırsa Allah'tır Zekâtın yaygınlaşıp alacak insanın bulunmadığı dönemlerde zenginler, âdeta fakir bulgu yarışı içine girmişler ve sonunda çözüm olarak zekâtlarını devletin organizesine teslim ederek ama vazifelerini yerine getirebilmişlerdir
Bir yandan fakir, zekâtla böyle bir itibara ulaşırken, İslâm, aralıksız hazırdan yiyen parazit bir kadronun oluşmasının da önüne geçmiş, fakirin çalışması gerektiğine çoğunlukla aksan yaparak, 'bölge el' olma yerine 'veren el' olmanın üstünlüklerini ortaya koymuştur Yani zekât, fakirleri tembelliğe sevk eden bir etken değil, tersine fertleri çalışmaya teşvik eden bir ibadettir Her meselesinde böyle bir dengeyi ön plana alan İslâm, bir taraftan zengini vermeye teşvik ederken öteki yandan da fakiri, almanın iyi bir durum olmadığı noktasında aralıksız uyararak onun da, zekâtla elde ettiği miktarı sermayeye dönüştürüp bir lahza önce toplum içinde üreten bir insan konumuna gelmesini istemiştir Hatta bunun için, istemektense sırtına bir ip alıp hamallık yapmanın daha iyi olacağını vurgulayan Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), el emeği ve alın teri ile elde edilen kazancın kutsallığı üzerinde ısrarla durmaktadır
Toplum Açısından
Zekâtın, keza alan ayrıca de veren namına getirdiği faydaların her biri, fiilen toplum açısından da geçerlidir ve azımsanmayacak maslahatları haizdir Zira toplum, fertler arasındaki birlik şuurunun keyfiyeti nispetinde huzurludur Bu açıdan bakıldığında zekât, zengin ve yoksul namına oluşturduğu ortamla cemiyetteki problemleri halletme namına kayda değer fonksiyonları yüklenmiş bir ibadet olarak karşımıza çıkmaktadır
Zekât, toplumun huzuru namına ciddî bir devingen ve pratik bir çözümdür Zira derslik kavgalarının çıkış sebebi, genelde toplumun alt ve üst tabakaları arasında sağlıklı bir diyalog kurulamamasıdır fakat, bu problemi zekât temelinden çözmektedir
Yukarıda da kısmen değindiğimiz gibi, bir tarafta yoksul gereksinim içinde kıvranırken, bundan başka zenginin lüks bir yaşam yaşaması, fakirlerin kıskançlık damarlarının kabarmasına sebep olmakta ve kin ve nefretlerini artırmaktadır Buna, dahası zenginin yüksekten bakması eklenince, arada telafisi mümkün olmayan uçurumlar meydana gelmektedir İmandan yoksun çoğu toplumda oluşan servet düşmanlığı bunun en açık misalidir İşte fakirden bu kin ve nefreti söküp atmanın tek çaresi, zenginin kendine düşen vazifeyi yaparak farz olan zekâtını vermesidir Bu durumda yoksul zengine, 'ihtiyacı olduğunda yardım elini uzatan bir dost' nazarıyla bakacaktır ve onun malında bundan böyle gözü kalmayacak, kendine verilenle iktifa edecek ve sıkıntıdan kurtulmasına sebep olarak imdadına onu gönderen Allah'a hamd edecektir Varlıklı de, üzerindeki mükellefiyeti edaya vesile olduğundan fakire, üstten bakma bir tarafa, ihtiramla nazar edecektir ve böylece fertler aralarında tam bir kardeşlik şuuru yerleşecek, cemiyet, tartışma ve gürültüden uzakta, birer kolaylık toplumu haline gelecektir
Zenginin fakiri görmezden gelip ona muavin olmadığı yerde bu ortamı bulmaya imkân yoktur Bu durumda, emekçi hareketleri gibi maddeye ast olarak ortaya meydana çıkan huzursuzlukların başında, zamanında müdahale edilmeyen maddî problemler gelmektedir Çünkü bu hareketlerin altında yatan sebeplerin veya sebep olarak gösterilen meselelerin aşağı maddî açıdan tatminsizlik ve bunun yanında muhakkak bir kesimin maddeye hakimiyeti ve ondan tek yanlı istifade ederek tekel oluşturması yatmaktadır
Zekâtın verilmediği cemiyette, tabakalar arasındaki uçurumlar büyümekte ve aşağı tabakadan yukarı tabakaya saygı ve muhabbet yerine kin ve nefret edilen şey çığlıkları yükselirken; yukarı tabakadan da altında tabakaya merhamet ve ihsan yerine işkence, tahkir ve tahakküm yağmaktadır Bu durumda sefalet, zenginlerin acınacak şey ve şefkatini celbetmesi gereken önemli bir etken iken, sefaleti netice veren bir unsur haline gelmekte; zenginlik ise, alçakgönüllü ve acıma duygularını geliştirmesi gerekirken tekebbür ve gurura sebep olmaktadır
Peygamber Efendimiz (aleyhissalatu vesselâm), 'Zekât, İslâm'ın köprüsüdür' buyururken, aynı zamanda fertler arasındaki uçurumları kaldırmada zekâtın önemini vurgulamaktadır Yani zekât, bir taraftaki sıkıntılardan kurtulmak için behemehal üzerinden geçilecek bir köprüdür Bu köprüden içtimai yaşam geçirildiğinde sınıflar arasındaki kavgalardan kurtulunmuş ve sahili selâmete ulaşılmış olacaktır Zira bu köprü, başka sistemlerde yaşanan fakirliğin bir uçta, zenginliğin de diğer uçta toplanmasına karşılık, İslâm'ın ortaya koyduğu ve orta sınıfı ön plana çıkarıp sosyal hayatın huzura ulaşmasını temin edecek sağlam bir bağdır
Zekâtın en manâlı hedeflerinden biri de, toplum içindeki zenginlerin adedini belirtilmiş insanlarla sınırlı tutma yerine orta sınıfı güçlendirerek maddî anlamda genel bir iyileşmeyi temin etmektir Buradaki niyet, malın sadece belirlenmiş kimseler arasında kapalı devre dolaşmasının önlemek ve onu daha geniş kitlelerin istifadesine sunmaktır Yani zekâtla halk müziği, gayrı yasal zeminlerde diğer arayışlara itilmeden sıkıntılarını yasal çizgide çözme fırsatı bulmakta ve iki direk noktada kalanlar arasında sağlam bir köprü kurulmaktadır
Bugünün toplumunda zengin, elindeki imkânı faizle kullanıma açmakta ya da faiz kuruluşlarıyla kurumsal anlamda bir kumpas oluşturmaktadır Bunun neticesi olarak, iflas hatta intiharla yüz yüze kalmış nice insanı medya gündeminde peşine düşüp takip etmekteyiz İslâm ise, faizi temelinden yasaklayarak, zekât ve 'karzı hasen' yollarını göstermekte, farz olanın dışında daha fazla fakire destek olmak için keza zenginleri, karşılıksız vermeye teşvik etmektedir Zira zekâtla faiz, iki ters kutbu açıklama etmektedir Birinde, fakirin hakkı gözetilip zulmün önü alınırken, diğerinde, zenginin daha da varlıklı olması ve fakirin sefalete itilmesi vardır Yoksul, faizle, içinde bulunduğu durumdan, kısmen ve geçici olarak kurtuluyor gibi gözükse de aslında yoksulluğun kollarında perişaniyetle baş başa bırakılmaktadır
Özet Olarak zekât, toplum hayatında bir sigorta vazifesi görmektedir Onunla varlıklıfakir arasındaki uçurumlar ortadan kaldırılırken bununla beraber uyuşuk durumdaki kapasitelerin piyasaya girmesi tedarik edilmekte ve bu vesile ile ticarî hayatın daha dinç olması sağlanmaktadır Tüm bunların neticesinde fertler arası müsamaha ve diyalog köprüleri kurulmakta, bölge ve veren olarak her iki kesime de, sosyal hayatı olumlu anlamda besleyen belirli mesuliyetler yüklenmektedir
*