Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Allahı İnkara Dayalı Felsefi Akımlar

Allahı İnkara Dayalı Felsefi Akımlar
0
140

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Allahı İnkara Dayalı Felsefi Akımlar
a)Ateizm
b)Darwinizm
c)Naturalizm
d)Pantheisme
e)Pozitivizm
f)İdealizm
g)Reenkarnasyon
h)Hedonizm
i)Rasyonalizm
?
a) Ateizm; Allah Tanımazlık

Hiçbir ilâh kabul etmeyen, Tanrıtanımaz felsefi doktrinlerin ortak adına “ateizm denir Sistemleştirilmiş bir ekol oluşturulmaksızın filozoflardan bir bölümünce benimsenmiş olan bu anlayış, doğrudan doğruya tanrının varlığını inkâr üzerine kuruludur Bu özelliğiyle de benzer yanlar taşıyor olsa da tanrının varlığını ya da mahiyetini tartışan doktrinlerden ayrılır; tanrının yokluğunu kesin bir biçimde öne sürer

Hemen hemen tüm felsefe ekolleri ve öğretileri gibi ateizm'in kökleri de Eski Yunan'a uzanır Maddeci yapı belirten çeşitli felsefe okullarının bağlıları, ontolojik yorumları sonucunda ateist bir inanç sergilemişlerdir Gölge etme başka ihsan istememsözüyle yaygın bir ünü bulunan Diyojen bunlardan biri ve felsefe tarihinde kâfir diye nitelenen ilk kimsedir Atom kuramcısı Demokrit, onun izleyicisi Leocippus, Sofist'lerden Gorgias ve Protegoras, kendi adıyla anılan ekolün kurucusu Epikür, öne sürdükleri materyalist görüşler bağlamında birer ateist olarak göze çarparlar

Rönesans'tan sonra Batı'da varlığını hissettiren dindışı eğilimler ve özellikle de evrenin, doğanın ve insanın, insan toplumunun dinden bütünüyle soyutlanarak yorumlanması sonucu ortaya çıkan görüşler, ateist tutumlara büyük katkılarda bulunmuş, onlara bolca kullanabilecekleri veriler sağlamıştır

Nitekim, dinden ve törelerden bağımsız bir siyasetin oluşturulması savını öne süren Makyavel, ateizm'i bu alana sokarken; birer ateist olmadıkları hâlde Dekart, David Hume ve Kant gibi kimselerin akılı dinden bağımsız kılma çabaları ve bu doğrultuda öne sürdükleri düşünceler çağdaş ateizm'e tutanaklar hazırlamış oldu Pozitivist yorumlarla oluşturulan bilimsel kuramlar ve evrene yönelik rasyonalist bakış açılarının oluşturduğu ortam, Feuerbach'ın öne süreceği düşünceler için çok elverişliydi XIX Yüzyılın en önemli ve sonraki dönemler bakımından da en etkili ateisti olan bu düşünür, Tanrı'nın insana özgü ülkülerin bir yansıması olduğunu, insanın özgürlüğünün Tanrı'yı inkârla gerçekleşebileceğini öne sürmüş; dini insanın etkinlik alanına indiren bu görüşten yola çıkan Marks ise, ezilenlerin egemenliğiyle birlikte dinin de yok olacağı varsayımıyla ateizm'i doruk noktasına çıkarmıştır Bu çizgiyi kemâline ulaştıran Nietzsche ise, Tanrı'nın Ölümüadlı kitabında, insanın kendisini bütünlemesi ve özünü bulması için göstermesi gereken en insanca tepkinin ateizm olduğunu söylemiştir

Darwin, geliştirdiği kuramla YaratıcıTanrı kavramını dışlarken; Freud, Tanrı inancının çaresizlik içindeki insanın çocukluk durumuna dönerek koruyucu bir babaya sığınma ihtiyacından doğduğunu öne sürerek, psikolojik çerçevedeki inkârı gündeme getirmek yoluyla ateizm'e bir başka boyut kazandırmıştır

20 yüzyıldaysa, ateizm'i Jean Paul Sartre, Albert Camus gibi varoluşçular temsil ettiler Bunlar, insanın evrende bir başına olduğu ve kendi değerlerini belirlemek özgürlüğüne sahip bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak, bu özgürlüğü kabulün kaçınılmaz sonucu olarak Tanrı'nın inkârına gitmektedirler

Agnostizm (bilinmezcilik) ve Pozitivizm (olguculuk) gibi ateizm'i andıran görüşler, açıkça tanrı yokturdemeyip de bilinemeztartışılması bilimsel değildirtüründen ifadeler kullandıklarından konumuzun dışında kalmaktadır

İslâm literatüründe, dehriyye* diye adlandırılan ateizm, kronolojik bakımdan iki ayrı safha halinde irdelenebilir Cahiliyye Dönemi Dehriliği ve İslâm sonrasındaki Dehriyyun

Kur'anı Kerîm'de: Dediler ki: o (hayat dedikleri) şey, dünya hayatımızdan başkası değildir; ölürüz, diriliriz, Ve bizi ancak dehr (zaman) helâk etmektedir' Halbuki onların bu sözlerinde hiçbir ilimleri yoktur Onlar ancak zanda bulunuyorlar(45Câsiye, 24) haberiyle bildirilen cahiliyye dehriliği, yaratılmayı inkârla zaman ve maddenin ebediliğini öne süren bir inançtır

Felsefî anlamdaki İslâm sonrası dehrilik ise, muhtemelen, Sâsânîler döneminde yaygın bir inanç olarak gözlenen herşeyi değiştiren ve herşeyden kuvvetli olan, tüm olayları oluşturan ve yönlendiren büyük güç, ilâhî zat olan Hürmüz değil, yalnızca sınırsız zamandırtemel inancı üzerine oturtulmuş bulunan zurvanig'in karşılığı ve uzantısıdır Bu inancın sahipleri Allah'ı inkâr ederek, bütün oluşları zaman, dehr ya da felek adını verdikleri akışa bağlamaktaydılar

Öte yandan, kısmî inkâr diyebileceğimiz bir tutum içinde bulunan maddiyun, tabiiyun (maddecilik, tabiatçılık) gibi düşüncelerle dehriliği karıştırmamak gerekir Çünkü, dehrilikde, ateizm'de olduğu gibi kesin bir inkâr, Yüce Allah'ı açık bir biçimde yok sayma sözkonusudur Yüce Allah'ın kimi esma ve sıfatlarını değil de, gerek yaratıcılık, gerek ilâhlık ve gerekse rablık plânında küllî bir inkâr vardır Ateizm, gerçek anlamıyla, işte böylesine bir küllî inkârdır

b) Darwinizm
Darwiniz: Darvincilik; yani, bütün canlılar evrim sonucu oluşmuştur, bugünkü durum doğal bir ayıklanmanın sonucudur, insan da bu süreçte maymun türünün evrimiyle ortaya çıkmıştır,tezini ileri süren kuram

Darvinizme, bir felsefî akım denilemez Teori, maddeci felsefeler tarafından ısrarla savunulduğu için, felsefî bir nitelik kazanmıştır Maddeciler, hayatı ve türleri evrimle açıklamaya çalışırlar Maddecilikle evrimcilik bir tende iki can gibidirler Oysa, evrim teorisi ortaya atıldıktan sonra köprünün altından çok sular aktı Bu fikrin imkânsızlığını sağlam delillerle ispat eden nice incelemeler yapıldı, kitaplar yazıldı Biz, konunun ayrıntılarını bu tür eserlere bırakıp, sadece bazı esaslara işaret edeceğiz:

Bilim, elimizden tutup, bizi evvel zamanlara götürüyor ve diyor ki: Dünyamız güneşten kopan bir ateş parçasıydı Ne toprağı vardı, ne suyu Bitkilerin, hayvanların ve insanların sözü bile edilmiyordu Çünkü hayat yoktu Canlı varlıklar sonradan ortaya çıktı da, yeryüzü şenlendiPastör, deneylerle ispat etti ki, canlıların, kendi hâline bırakılan cansızlardan oluşması imkânsızdır Öyleyse canlılar, bir dış müdâhale ile yaratıldılar Işığı veren ışıklı olduğu gibi, hayatı yaratan da elbette diridir ve hayat vermeye muktedirdir

Ceylan, koyun, gül, akasya, güvercin, balina, at, bezelye, insan Yüzbinlerce tür Hepsi sonradan var oldu Darvin, türlerin birbirinden oluştuğunu iddia eder Güya, cansız maddelerden tesadüfen tek hücreli canlılar ortaya çıkmış Sonra tesadüfen karmaşık yapılı canlılar meydana gelmiş insan da yine tesadüfen maymundan dönüşmüş Yani biz, tesadüfen var olmuşuz ve tesadüfen yaşıyormuşuz!

Darvin, örnek de veriyor Kıravatlı güvercinlerle kalın boyunlu güvercinler eşleştirilirse ara tipler elde edilirmiş Şu hâlde, mevcut türlerden yeni türlerin elde edilmesi mümkünmüş Ne büyük delil! Düşünmüyor ki, güvercin kalın boyunlu da olsa, kıravatlı da olsa güvercindir ve aynı türe mensuptur Irklar arasındaki ıslah çalışmaları, türler için geçerli değildir

Biyoloji ilminin temel taşlarından biri olan bilim adamı Mendel, yaptığı deneyler sonucunda şu gerçeği ortaya koydu: Bir türün, başka bir türü meydana getirmesi imkânsızdır iki ayrı türün birleşmesiyle ortaya çıkan canlının nesli devam etmez Bunun en güzel örneği, eşekle atın ortak ürünü olan katırdır Katırda üreme özelliği yoktur Mendel, görüşlerini ispat etti ve tesbitleri biyolojinin temel kanunları hâlini aldı

Evrimciler, çevrenin tesiriyle türlerin değiştiğini, yeni türlerin oluştuğunu söylediler Onlara cevap verildi: Çevrenin etkisiyle olan değişmeler kalıcı değildir Daha sonraki nesillere geçmez İşte ispatı: Müslümanlar, asırlardır sünnet oluyorlar, ama bebekler hep sünnetsiz doğuyor Deneyler de yapıldı Farelerin kuyrukları kesildi Kuyruksuz fareler eşleştirildi Yeni doğan yavruların kuyruklu olduğu görüldü Aynı deney defalarca tekrarlandı, fakat sonuç değişmedi

Darvinciler, maymunla insan arasında bir geçit formubulmak için de çok uğraştılar Nice mağaralar kazıp, bataklıklar karıştırdılar, ama nâfile Her defasında elleri ümitsizce yanlarına düştü Bütün araştırmalar teorilerinin aksini gösteriyordu Tek çare kalmıştı: Sahtekârlık! Onu da yaptılar Maymun kemikleriyle insan kemiklerini birbirine ustaca tutturup, işte ara tipdediler Lâkin mumları yatsıya kadar bile yanmadı Bilimselsahtekârlıkları kısa zamanda anlaşıldı, maskeleri düşürüldü Nihâyet, fen mahkemesi Darvinizmin idamına ve evrim teorisinin iptâline karar verdi

Sonuç: Her türün bir evvel babasıvardır Türler, şimdi nasılsalar ilk yaratılışlarında da öyleydiler Uzun zamanda evrim geçirerek değil, bir anda yaratıldılar İnsan, maymundan bozma bir ucûbe değildir Hz Âdem (as), hem mükemmel bir insandı, hem de bir peygamber

Bütün varlıklar ilmi, irâdesi ve kudreti sonsuz olan Allah’ın eserleridirler Kâinatı düzenli ve mükemmel bir saray gibi yaratan Allah, canlıları da şimdiki özellikleriyle bir anda yaratmaya muktedirdir Gözümüzün önünde buğday kadar çam çekirdeğinden çam ağacını yaratan kudret, âciz değildir

Bu hakikatlere rağmen evrim teorisi hâlâ gündemde İlmî inceleme konusu olmaktan çıkıp, felsefî bir boyut kazandı Allah’a kul olmak istemeyenlerin sığınağı oldu İlmî hiçbir değeri kalmayan bir teorinin inatla savunulmasının sebebi budur Darvinizm, bilimselkılıklı bir felsefedir, ateist bir safsatadır

c) Naturalizm
Naturalizm: Tabîiyye, doğacılık demektir Her alanda her meseleyi tabiattaki kanunlarla açıklamaya çalışan, her olayı doğa yasalarına indirgeyen felsefî görüştür

Allahtan kaçanlar tabiata sığındılar Padişaha isyan edip, cellâttan yardım uman suçlunun mantığı Tabiat da, yaratılanların toplamından ibâret büyük bir eser Ustayı inkâr için, esere usta demek izahın değil, kaçışın ifâdesidir Güneşe, suya ve toprağa tapanlara ilkeldiyenler, varlıkların yaratılışını güneşe, suya ve toprağa vermekle aynı inancı paylaşmıyorlar mı? Natüralizm, putperestliğin yeni adıdır

İnkâr cephesinde yeni bir şey yok İsimler değişti, ama mantık çizgisi aynı kaldı Ne iniş var, ne çıkış Yükselişi yok ki, alçalışı da olsun İddiasının dayanağı tek kelimeden ibâret: “Yok

Yok'larla bina kurulmaz Bin tane yok, bir var'ı tartamaz Yokkelimesi inançsızın kimliğidir, kendi boşluğunu belgeler Reklâm, en çok güvendikleri araç Bilim adınasürekli tekrarlanan yalan, zamanla doğrunun yerini alabilir Eğer o yer, gerçeklerle doldurulmamışsa

Mantığın temel kanunları ışığında düşünen akıl diyor ki, her eserin bir ustası vardır Hiçbir eser kendi kendini yapamaz Kitap yazarını, masa marangozunu, resim de ressamını gösterir Ustayı, eserin içinde aramak ise, boşuna gayret Bir yazı okuduğumuzda, Bu harfler mürekkeple yazılmış Mürekkebin tabiatında ise, yazı olmak özelliği vardiyerek, yazarı inkâr edebilir miyiz? Tablodaki resime hayran olup, Resim olmak boyaların tabiatındandır Bu eserin ressamı yokdiyebilir miyiz? Apartman, kumun, çakılın, demirin ve tahtanın tabiatı gereği var olmuştur Mimarı yokturdersek bize kim inanır? Yahut, o apartmanın projesini görüp, işte mimar budurdiyerek kimi aldatabiliriz?

Kâinat ve içindeki her eser de bir binaya, bir resme veya bir kitaba benzer Bunların yaratılması eşyanın tabiatı gereğidirdiyen adam, câhilliğini ilân etmiş olur Binanın yapılması için nasıl projeyi çizen ve yapıyı kuran bir mimar gerekiyorsa, kâinattaki eserlerin de bir ölçü ve kanun ile yaratılması için bir Yaradana ihtiyaç vardır

Kâinattaki her varlık da sanatlı bir eser İnsan tâkatini aşan bir ilim, irâde ve kudretle yaratılmış Ölçü, düzen ve güzellik diliyle sanatkârını ilân ediyor Bu sesi kim susturabilir? Kâinat, yaratılanların bütünü Demek kendisi de yaratılmış Tabiat ise kâinattakilerin toplamı Daha net bir anlatımla, tabiat, bir bakıma, kâinatın ikinci adı Şu hâlde, kâinatı ve içindekileri tabiat yarattıdemekle, kâinat kendi kendini yarattıdemek arasında ne fark var?

Bir mühendis düşünelim Bu zat, mükemmel bir proje hazırladı ve uzaktan kumandayla çalışan bir fabrika yaptı O hârika fabrikaya ilimden ve teknikten nasibini almamış vahşi bir adam girdi Baktı ki, makineler ve tezgâhlar büyük bir intizamla çalışıyor Çevresini araştırdı, mühendisi göremedi Bu makineler kendi kendine kurulmuş Çalıştıranı da yokdiye düşündü Sonra duvarda asılı bir levha gördü Oraya karmaşık bazı rakamlar ve yazılar yazılmış, muğlak şemalar çizilmişti İşte fabrikayı kuran ve çalıştıran bunlardırdedi, câhilliğini gösterdi

Tabiatçı, misaldeki adama benzer Kâinat da mükemmel bir fabrikadır Hayret uyandıran bir âhenk ve nizam ile çalışıyor Her iş, belli bir kanuna göre yapılıyor Böyle bir sisteme, serseri tesadüf parmak karıştırabilir mi? Gel gör ki, Yaradanı tanımayan kişi, kâinatın işleyiş kanunlarını yaratıcı zannediyor Bir de akıllı geçinmese!

Tabiattaki kanunlar itibarîdir Hâriçte vücutları yoktur Varlıkları, maddenin varlığıyla devam eder Kendi başına varlığını devam ettiremeyen bu mücerret mefhumlardan ne beklenebilir? Canlılar yokken üreme kanunuda yoktu Şu hâlde, üreme kanununun canlıları yarattığını söylemek mümkün değil Canlıları ilim ve hikmetle yaratan kim ise, hayat kanunlarını koyan da odur Bu kanunlar, düşünen insanı, inkâra değil, imana götürür Çünkü, kanun varsa, o kanunu koyan bir de hâkim vardır Hiçbir kanun kendi kendine ortaya çıkamaz Kanunlar mücerret olup, birer isimden ibârettir Uygulayıcı bir hâkim olmadıkça, herhangi bir tesirleri olamaz Suçluyu yakalayıp, gereken cezayı veren bir kanun nerde görülmüş? Bir ülkenin kanunları bulunsa, fakat bunları yerinde ve zamanında uygulayacak hâkimleri olmasa, o kanunlar neye yarar? Kâinat da büyük bir ülke Onu yaratan Zat, kanunlar da koymuş Tatbiki ise, yine Ona ait

Yaratıcı yerine Tabiat fikrini kabul edenlerin, konuyu derinliğine düşündüğünü sanmıyorum Sığ bir düşünce, imkânsızı mümkün gösterebilir Yoksa, meseleyi akıl terazisiyle tartan herkes, tabiatın yaratıcı değil, eser olduğunu bilir Allah’ın sanatlı bir eseri olan tabiatı yaratıcı sanmak, tek kelimeyle ilkelliktir Böylelerin, kendilerine ilericive çağdaşdemeleri gerçeği değiştirmez Karaolana akdenmekle ne değişir ki!?

Tabiat Nedir?

Tabiat, bir varlığın temel ve değişmez özelliğidir,diyorlar Elma, ağacının tabiatı gereği ortaya çıkıyormuş Kuzu da, koyunun tabiatından dolayı kuzu olmuş Öyle mi?

Fizik söylüyor: Kâinat bir zamanlar gaz hâlindeydi Gaz hâlionun tabiatıydı Tabiat, değişmez ve temel özellik olduğuna göre, bu hâlin sonsuza kadar devamı gerekmez miydi? Peki, ateş hâline niçin geldi? Dünya bir ateş kütlesiydi Bu hâl de onun tabiatıydı Bu özellik ebediyyen devam etmeli değil miydi? Şu hâlde toprak, hava ve su gibi zıt tabiatlar nasıl ortaya çıktı? Toprağın, suyun ve havanın tabiatıyla, bitkinin, hayvanın ve insanın tabiatı aynı mı? Ayrıysa bitkiler, hayvanlar ve insanlar nasıl meydana geldi?

Tabiat üstü mutlak bir kudretkabul edilmedikçe, bütün sorular boşlukta asılı kalmaya mahkûm Noksandan mükemmele doğru uzayıp giden varlık zincirini izah etmenin tek yolu, sonsuz ilim ve kudret sahibi Yaradanı tanımaktan geçiyor Her usta, eserinden daha mükemmeldir Soba ile sobacı, bina ile mimar örneklerini hatırlayalım Canlıların, cansızlardan daha üstün olduğu da bir gerçek Şu hâlde, noksan özellikte cansızlar, mükemmel canlıları nasıl yaratır?

Toprağa düşen tohum, dört varlıkla karşılaşır: toprak, hava, su ve ısı Bunların hepsi de olabileceğince câhil, kör, sağır ve âcizdir Ne tohumu tanırlar, ne de kendilerini Tohum da cahillikte onlardan geri kalmaz Oysa, o tohumdan fışkıran bitki, akıl gözünü kamaştıracak kadar mükemmel bir eserdir Adı geçen dört unsurun sahip olmadığı bir ölçü, şekil, tad, koku ve renk ile yaratılıyor Üstelik bu bitkinin milyarlarcası aynı anda, birbirine karıştırılmadan, eksiksiz, kusursuz yapılıyor Tabiatçılar bunu nasıl açıklayacaklar?

Tabiat kanunları ise, kendi başlarına bir iş yapamazlar Kâinattaki hârika faâliyetlerin arkasında, Allahın güzel isimleri vardır Güneş ışığının her yeri aydınlatması gibi bunlar da kâinatı kuşatmıştır Tabiat ise, tesir eden mutlak güçdeğil, tesir altında kalan âciz bir eserdirDışarıdan gelen sonsuz bir irâdeye boyun eğmekle şekilleniyor, çeşitleniyor ve yeni yaratılışlara sahne oluyor

Tabiat (Doğa) Yaratıcı Olabilir mi? Tabiat (doğa): Yaratılmış olan her şey, maddi alem ve maddi alemin özellikleri, onda işleyen kanun ve düzendir Materyalistlere göre, yaratılış olayı tabiat tarafından meydana gelmektedir Oysa ki tabiat denilen şu varlık alemi, yaratan değil; yaratılandır

Tüm ilmî veriler, tarafsız olarak evrenin bir başlangıcı olup sonradan var olduğunu ortaya koymaktadır Sonradan var olan bir şey, kendi kendini yaratamayacağı gibi, hiç bir şey de yaratamaz Öyleyse tabiatın (varlık aleminin) bir ilk yaratıcıya ve bir muharrike (hareket ettirene) ihtiyacı vardır O da ezeli, ebedi ve bir olan Allah (cc)’dır

Akıl, idrak, ilim ve irfan sahibi olan insan yokluktan, hiç yoktan bir toplu iğne, bir sivri sinek yaratamadığı halde; akıl ve idrakı olmayan “tabiat kendi kendini veya herhangi bir şeyi nasıl yaratabilir? Bunu iddia edenler, düşünme kabiliyetini yitiren, beyni gözleri üzerine inmiş bakar körlerdir

Vahye değil de materyalizm dinine inanan kimseler, bütün bu muazzam nizam ve intizamı ve bunca varlıkların yaratılışını tesadüfle veya doğayla açıklamaya çalışmaktadırlar Bu durumda, bunlar dinsiz (mülhid) olamazlar; bunlar tam bir “müşrik; yaptıkları da “şirkdir Çünkü inkar ettikleri Allah’ın sıfatlarını (en önce yaratma sıfatını) O’ndan alıp, “tesadüf veya “doğa adını verdikleri bir tanrıya vermiş oluyorlar Kendilerine yanlış olarak , “dinsiz denen bu “çok dinli , “çok tanrılı kimseler, ellerinde tuttukları medya aracılığıyla dinlerinden edip sürüleştirdikleri yığınları ifsad edip kandırmaya çalışmaktadırlar “Doğa öyle yaratmış , “tabiat ananın lütfu , “burcunuz , “yıldızınız , “astroloğunuz diyor ki gibi ifade ve başlıkları altında reklamını yaptıkları hurafelerin, çağdaş üfürükçülerin ve falcıların peşine takmayı ihmal etmiyorlar Dünyanın güneşten kopup içinde canlıların oluşmasını, insanın ortaya çıkışını tesadüfe bağlamaya çalışıyorlar

Çağdaş dünyada değişiklik olsun diye ortaya atılan felsefe ve dünya görüşlerinin, ahlak ve erdem açısından en tahripkâr olanı, hiç kuşkusuz dinsizliktir, ateizmdir Bu tavrın yaygınlaşmasında en büyük pay, elbette düzenin ve egemen güçlerindir

Bu inkâr hastalığının pençesine düşenler dahi, eğer tamamıyla öldürüp yok edememişlerse vicdanlarının ta derinliklerinde Allah’ın varlığını hissederler Bu his, Allah’ın da hidayetiyle kimi zaman kişinin varlığını kuşatarak hayatının tamamına hakim olur Kimi zaman da bir felaket, bir korku sırasında geçici olarak ortaya çıkar Gerçek şu ki, olmayan bir şey hissedilmez Sonlu ve yaratılmış olan insan zihni, sonsuz ve yaratılmamış bir varlığı icad edemez Bizi koruyan kim ise var eden de odur Varlığımız, Allah’ın varlığının en kesin delilidir

Herşeylerini Allah’a borçlu olan ve buna rağmen ihanetin zirvesine çıkıp O’nu inkar eden Allah’sız materyalistlere sormalı: Allah’sız bir dünyada faziletli olmanın, kurallı yaşamanın, dürüst davranmanın, yani özetle ahlaklı olmanın sebebi ne? Allah ve ahirette ödül yoksa, bütün bu zahmetlere insan niçin katlansın?

Allah’ın, ahiretin, hesabın, sorgunun, sualin olmadığı bir hayat namuslulara, ahlaklılara, dürüstlere, hakkı hukuku gözetenlere, erdemlilere bir cehennem; namussuzlara, hırsızlara, canilere, ahlaksızlara bir cennet olurdu Öylesi bir dünyada insanları erdemli ve ahlaklı yaşamanın gerekliliğine nasıl ikna edecektiniz ve onlar neden ikna olsunlar? Olmuyorlar zaten Allah’ı hayatına, siyasetine, devletine, okuluna karıştırmak istemeyen laiklerin, materyalistlerin yaşantıları bunun en açık delili değil midir?

İnsanlık tarihi Allah’ını, dinini, imanını kaybedenlerin şeref, ahlak, fazilet, birlik, dirlik, özetle insanı insan yapan her şeylerini kaybettiklerinin örnekleriyle doludur Yine tarih, gerçek anlamıyla iman edenlerin kahramanlıklarını, her konudaki erdem ve faziletlerini gıptayla hatırlamakta ve hatırlatmaktadır

d Pantheisme
Panteizm, vücûdiyye, kamutanrıcılık demektir Evrenle tanrıyı bir ve aynı şey kabul eden felsefî görüş İnce mânâlarla dolu, bütün parçaları birbiriyle uyumlu, gayet değerli bir kitaba iki adam bakıyorlar Bunlardan biri şöyle düşünüyor: Bu kitabın yazarını göremiyorum, nerede olduğunu bilmiyorum, ama varlığına inanıyorum Üstelik yazar, kitap cinsinden de olamazÖbür adam ise şu kanaate varıyor: Bu hârika eserin yazarı, kitabın içindedir, harflerin, kelimelerin, satırların, mürekkep zerrelerinin arasındadır, yahut kitabın kendisi aynı zamanda yazardır veya içindeki mânâlar bütünü, bu kitabı yazmıştır

Kâinat da, burada sözü edilen kitaba benzer İçinde bulunan büyük küçük her varlık mânâlı birer kelime gibidir Nasıl her kitabın bir yazarı varsa, kâinatın da bir ustası vardır Kâinat ve içindekiler vehim ve hayal değillerdir Ancak, Allah Teâlâ’nın yaratmasıyla var olmuşlardır ve yine O’nun bekasıyla varlıklarını devam ettirmektedirler İlâhî isimler kâinatta tecelli eder, görünür, bu tecellî kesilirse kâinat yok olur

Yazar kitabın içindedirdiyen adamın kanaati panteizme misaldir Uydurma dilde kamutanrıcılıkdiye adlandırılan bu felsefeye göre, kâinatın yaratıcısı kâinattan ayrı bir varlık değildir, tanrı, evrende içkindirYaratıcıyı kâinatın dışında aramak boşunadır Yaratılanların toplamı aynı zamanda ilâhın ta kendisidir veya tanrıvarlıkların bünyesine sızmıştır Her varlık evrende içkinolan tanrınınbir parçasıdır Tanrıher an değişmekte, kendi kendini yenilemekte ve zamanla birlikte tazelenmektedir

Bir bakıma, bu felsefede kâinat namına Allah inkâr edilmektedir Yazarı kitabın içinde sanan ve kitap adına yazarı inkâr eden adamla panteistin ne farkı var ? Bu felsefe bir safsatadan ibârettir Bu hükmü nasıl mı veriyoruz ? Çünkü, kâinat sınırlıdır, Allah’ın isimleri ve sıfatları ise, sonsuzdur Bütün varlıklar hâdistir, yani sonradan yaratılmıştır Allah ise, ezelîdir, varlığının başlangıcı yoktur Kâinatta güzel, çirkin, iyi, kötü, noksan, mükemmel bir aradadır Allah ise, mutlak kemâl, cemâl ve celâl sahibidir, yani sınırsız, eksiksiz ve noksansız güzeldir, mükemmeldir, büyüktür

Kâinat ve kâinatı oluşturan varlıklar, mükemmelleşmek için devamlı değişir, bozulur, başkalaşır, dağılır, toparlanır, ayrılır, birleşir Allah ise, vâhiddir, ehaddir, ferddir, sonsuz mükemmel olduğu için değişmeye, başkalaşmaya, dağılmaya ve yeniden yapılanmaya muhtaç değildir Yaratılmış varlıklar, zamanın etkisi altındadır, Allah ise, zamana mahkûm değildir Çünkü, zamanı yaratan da Odur Kâinatı teşkil eden her varlık âcizdir, fakirdir, muhtaçtır Allah ise, Sameddir, yani her varlık O’na muhtaç, fakat O hiçbir şeye muhtaç değildir Varlıklar şu veya bu şekilde doğarlar ve ölürler, Yaradanın ise, hayatı dâimî ve bakidir O, doğmamış ve doğurmamıştır

Varlıklar ilimden, irâdeden ve şuurî bir kudretten mahrumdurlar, bu özellikleriyle sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi yaratıcıyı teşkil edemezler Allah, maddî bir varlık değildir Maddî olmayanın mekânı da yoktur Kezâ, bölünmek ve parçalara ayrılmak maddenin özellikleridir Şekil, boyut, renk, ağırlık ve benzeri vasıflar da, yine maddenin ve maddî varlıkların özellikleridir Bütün varlıklar mümkindir, yani olması ve olmaması eşit iken, var olmasını dileyen bir başka varlığa muhtaçtır Allah ise, vâcib varlıktır Varlığı zarurîdir, kendindendir, ezelîdir Mümkin varlıklar, var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için o vâcip varlığa muhtaçtırlar Allah, muhâlefetün lilhavadis,yani sonradan yaratılanlara benzemezlik özelliğiyle mümkinvarlıklara hiçbir yönden benzemeyendir Tasavvur edilememesi de bu sebepledir

Panteistin hâli, sanatlı bir câminin hârika mimarisine hayran olup, Mimar bu caminin içindedir, cami ayrı mimar ayrı değildir, ikisi aynıdır, biri diğerini içine almıştır, bu ikisi esasen tek varlıktır,diyen adama benzer Panteizm de bir nevi putçuluktur, ancak burada taştan ve ağaçtan yapılmış küçük bir put yerine, varlıkların toplamı olan kâinatöne çıkartılmış, bu devâsâ kütlenin azameti karşısında baş eğilmiştir

(Bu bâtıl felsefe, tasavvuf etkisiyle bazı müslüman geçinenlere de sirâyet etmiştir “Lâ mevcûde illâ hû O’ndan, yani Allah’tan başka hiçbir varlık yoktur; her şey O’dur veya “Ene’lHak Ben Hakk’ım, yani Tanrı’yım anlayışları, bu felsefî yaklaşımdan çok farklı görüşler değildir)

İslâmî imanın özü ise, Allah kâinatı yaratandır O, yarattıklarına benzemez Varlıklarla alâkası yaratıcılıktır Her şey Onun eseridir Her usta gibi, O da eserinin içinde olamaz Heme Ostdeğil, Heme Ezosttur, yani her şey Odeğil, her şey Ondandır

e Pozitivizm
(Müsbet bilimcilik, laboratuvarla isbatlanan bilimselcilik) Pozitivizm: İspatiyye, olguculuk Varlıkları müşahade edilebilir olanlardan ibaret sayan ve bilgi alanını olgularla sınırlayan felsefi görüş

Bilim alanında önemli gelişmeler olurken, felsefî bir akım ortaya çıktı: Pozitivizm Bu cereyan daha önceki devirlerde de vardı, fakat cılız, sönük ve sessizdi Bizim tefekkür dünyamızda isbâtiyyecilikdiye tanınırdı Fennin çocukluk dönemlerinde bir hırsız gibi dağlarda gezen bu görüş, şimdi okullara girdi, aramızda dolaşıyor

Fizik, kimya, biyoloji gibi ilimlerin deneylerle ispatladığı fikirlerden başka şeye inanmayınızdiyen yarı aydınlar türedi Fennin gösterdiği ışıklı yolda yürüyünüzdiyen istismarcılar var Nihayet, sayıları az da olsa, inanmak için laboratuvarların kapılarını gözetleyen taklitçiler ortaya çıktı işin en acı tarafı da, bu kimselerin, fen ilimleri adına dini inkâra cür’et etmeleridir Çünkü dinin kaynağı vahiydir ve ilâhî meseleler laboratuvara girmez

Her şeyden önce şu sorulara cevap arayalım: Fennin konusu nedir? Pozitif ilimlerin sınırı nerede başlar, nerede biter? Şüphesiz, fen ilimlerinin konusu maddedir? Fizik, cisimleri ve varlıklar arasındaki münasebetleri inceler Kimya, eşyanın iç yüzünü keşfe çalışır Biyoloji, canlılar dünyasını aydınlatır Astronomi ise, uzayı ve uzaydaki cisimleri tetkik eder Tıp ilminin sahası insan bedenidir Diğer pozitif ilimler de yine maddenin daha başka yönlerini anlamaya çalışır Maddenin bittiği yerde metafizik, yani fizik ötesi dünya başlar ki, o zaman fen adamı, bu değişik âlemin eşiğinde durmaya mecburdur Dış duyularımızla algılanamayan bu âlemin de kendine has uzmanları vardır Bu sahada söz onlara düşer

Peki bir fen adamı mânevî konulara dâir hükümler verirse ne olur? işte o zaman haddini aşar ve mantığın kırbacıyla kendi alanına kovalanır Nasıl, bir mühendisin sözü tıp alanında kâle alınmazsa, nasıl, bir ressamın fikri astronomide ölçü kabul edilmezse, öyle de bir fizikçinin veya doktorun görüşü dinî konularda muteber değildir Kiraz ağacından süt sağılamıyacağı gibi, koyundan da kiraz üretmesi beklenemez Ümit eden mahrum kalır Denizde yaşayan ve şehirleri göremeyen balıklar, belediye kanunlarını ve görgü kaidelerini inkâra yeltenemezler Gördüklerine inanan ve tecrübesine güvenen kişilerin de bu balıklardan pek farkı yoktur

Esasen, fen alanında çalışanlar olmayanı var etmiyorlar Yaptıkları mevcudu keşfetmekten ibarettir Yer çekimi Nevtondan önce de vardı Sular Arşimetten önce de cisimleri kaldırıyordu Galile doğmadan evvel de dünya dönüyordu ve yuvarlaktı Vücut makinesi tıp ilmi yokken de çalışıyordu

Pozitif ilimlerin yaptığı, madde dünyasını ve bu dünyanın kanunlarını anlamaya çalışmaktan ve yaratılan eserlere isimler takmaktan ibarettir, dersek hiç de mübalâğa etmiş olmayız Bu keşifleri yapanlara mucitadı veriliyor ki, yanlıştır Mucit, olmayanı var eden demektir Fen adamlarının yaptığı ise, keşiftir Bundan dolayı kâşifdiye isimlendirilmeleri daha doğrudur

İspat edilmeyen, deneylerle doğruluğu anlaşılmayan teorilere inanılmaz,sözü maddî sahaya münhasır kalırsa doğru olabilir Nitekim, insanların maymundan geldiği fikri ispatlanamamış ve bir teori olarak kalmıştır Fakat mezkur hüküm, dini de içine alacak kadar geniş bir manada kullanılırsa yanlıştır ve reddedilmeye mahkûmdur

Fen ilimleri, insanı, ilâhî hakikatlârın inkârına değil, kabulüne götürür Çünkü, mantık bize her eserin bir ustasının olduğunu söyler, dumanın ateşe delil olması gibi Fenlerin tetkik ettiği kâinat da bir eserdir Bundan dolayı, onun da sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi bir ustasının olması zarurîdir

Bilimlerin Dilinden

İslâm, hiçbir zaman, hiçbir meselede bilime ters düşmemiş, bilâkis onu teşvik etmiştir Dinî kaynaklar bunun güzel örnekleriyle doludur Allahın iki kitabı vardır: Biri Kuranı Kerimdir ki, kelâmsıfatından gelir, diğeri kâinattır ve kudretsıfatının eseridir

İlim adamları, dine inansalar da, inanmasalar da kâinat kitabını okumakta ve Yaradanın eserlerini tefsir etmektedirler Efendilerini tanımadan çalışan ve iş gören köleler gibi! Her bilim dalı, kendine has bir dil ile mütemadiyen Allah’tan bahsediyor Meselâ, botanik ilmi, bize bir ağacın özelliklerini anlatır Ağacın topraktakı gıdaları nasıl aldığını, yapraklara kadar nasıl taşıdığını, meyvelerin nasıl meydana geldiğini, büyümenin ne şekilde olduğunu gösterir Böylece, karşımıza hücrelerden oluşan, kökü, gövdesi, dalı, yaprağı, çiçeği ve meyvesiyle mükemmel bir makine çıkar Üstelik de canlıdır

Şimdi insafla düşünelim: Bu harika makineyi akılsız, şuursuz, ilimden, iradeden ve kudretten mahrum basit bir toprak nasıl yaratır? Bitki âlimlerinin, dev laboratuvarlarda bile bir tek yaprağını yapamadıkları ilmî bir gerçekken, ağaç, başka bir ifadeyle odun, o harikulâde çiçekleri ve meyveleri nasıl yapar? Her bir ağaç o mûcizevî yaratılışıyla isimleri ve sıfatları sonsuz bir zatı ispat etmez mi?

Kezâ zooloji ilmi, aklımıza bir hayvanın iç dünyasının kapılarını açtı Her hayvanın harikulâde birer fabrika olduğunu anladık Zehirli sinek bal yapıyor Elsiz böcek ipek dokuyor, dilsiz koyun süt üretiyor ilim gösterdi ki, basit bir saman ve sudan, lâtif bir gıda olan sütü yapmak o akılsız koyunun işi değildir Koyun, arı, ipek böceği ve benzeri bütün hayvanlar, ressamın fırçası, yazarın kalemi, marangozun çekici gibi birer âlettirler Yaratmak fiilinin fâili ise, şüphesiz bu kâinatın da ustası olan Rabbimizdir

Astronomi ilminin penceresinden bakarak, dünyanın uzaydaki hâlini gördük Güneşin etrafında mermi hızıyla uçan dev bir tayyare Kanatsız, motorsuz, pilotsuz, gürültüsüz ve olabildiğince büyük Üstündeki yolcular ise gayet rahat seyahat etmekteler Çoğu zaman uçtuklarının bile farkında değiller Bir yandan da dünya, kendi ekseni etrafında dönüyor Geceler, gündüzler ve mevsimler bu iki dönüşün ürünü Güneşe yaklaşsak tehlike, uzaklaşsak tehlike Güneşin çevresinde uçan sadece dünya da değil, diğer gezegenler de var Onlardan birisiyle çarpışması işten bile değil Fakat hiçbir aksaklık olmuyor, her şey yolunda gidiyor Bu düzen milyonlarca seneden beri hiç bozulmuyor

Astronomi okuyan herkesin düşünmesi ve şu soruları kendi kendine sorması gerekmez mi: Bu hassas dengeyi kim kurdu? Dünyayı yaşanacak hâle kim getirdi Pilotları da bulunduğu hâlde bazı uçakların çarpıştığı bir gerçekken, bu dev cisimleri çarptırmadan döndüren ve uçuran hangi ilim ve kudrettir?

Hele, yaratıklar içinde biri var ki, o başlıbaşına bir mûcizedir Adına insan derler Düşünür, hayâl eder, araştırır, anlar, sever, acır, nefret eder Binlerce kabiliyetle donatılmıştır Daha da önemlisi kendi varlığının şuurundadır Kâinat onun idrakiyle ışıklanır Bu muhteşem canlının ruh, kalp, akıl ve hayâl gibi manevî cihazları bir yana, maddî yapısı da bir sanat şaheseridir Gözün en güzeli, elin en kullanışlısı, saçın en lâtifi, dilin en tatlısı, endamın en mevzunu, boyun en mutedili, uzatmaya ne hacet, her şeyin en iyisi ona verilmiştir

Tıp ilmiyle anlaşıldı ki, vücudunun dışı gibi, içi de harikalar harikası Tonlarca kan pompalayan kalbi, yemekleri kolayca sindiren midesi, kan temizleme makinesi olan akciğerleri, kilometrelerce uzunluktaki damarları, daha bilmem nesi ve nesiyle gerçek bir şâheser Heykel, heykeltıraşını göstersin de, tıp ilmiyle mükemmelliği anlaşılan insan vücudu ustasını tanıtmasın, mümkün mü?

Misalleri çoğaltmak mümkün, ama ârif olana bir işaret kâfidirdeyip, kısa kesiyoruz

Bak ve Düşün!

Müsbet ilimlerin zirveye doğru tırmandığı bir asırdayız Günümüz insanı nakille yetinmiyor, aklî izahlar da istiyor Kimi insanlarca, bilim,dinden ayrı bir değerler manzumesi gibi gösteriliyor, küfre ve inkâra delil olarak kullanılmaya çalışılıyor Bugün inkâr, cehâletten değil, fenden ve felsefeden geliyor

Bu sebeple biz, pozitivist ve materyalist eğitimden geçirilmiş günümüz insanına, onun anladığı lisanla ilâhî hakikatları anlatmaya çalışıyoruz Bu, belâgattır, yani muhâtabın hâline uygun söz söyleme sanatıdır Bilim diye adlandırılan kâinatla ilgili fenlerin inkâra değil, imana delil olduğunu gösteriyoruz ki, hakikat de budur Zira her fen, kendine has bir dille Allah’tan bahsediyor, yaratıcıyı tanıttırıyor

Kur’an, bize, f’anzur!yani nazar et, bak!emrini veriyor, biz de, âyetin hatırlattığı ilâhî sanat eserlerine bakıyoruz Kur’an bize, hiç düşünmez misiniz?diye soruyor, düşünmemizi istiyor Biz de tefekkür ediyor, aklımızı kullanıyoruz Efendimiz, Bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten üstündürbuyuruyor Bu küllî ibâdeti yapabilmek de gerekir Bu tavrın, dini reddeden ve bilimi putlaştıran pozitivizmle alâkası yoktur

Bu konuda unutulmaması gereken esas şudur: Vahiy esas, akıl vâsıtadır İslâmiyet efendi, fenler köledir Hüdâ hâkim, dehâ mahkûmdur Müsbet ilimleri esas kabul edip, İslâm’ı onlara râm etmekten Allaha sığınırız Felsefe, yaratıcıyı unutur, kâinattan kâinat nâmına bahseder Müslüman ise, her konuda rehberi olan Kuran gibi, kâinattan Allah adına bahseder, varlık aynalarında tecelli eden İlâhî isimleri gösterir

Biz, fen ilimleri, şu kâinat kitabını incelemekle dine hizmet eder, bir müslüman fen bilimlerine bu gözle bakar Bir harf kâtipsiz olamayacağı gibi, şu kâinat kitabı da ustasız ve müellifsiz olamaz Kur’ânı Kerim de Rabbimizin kitabıdır, kâinat da Her biri, diğerini tefsir eder ve açıklar Her fen, kendine mahsus bir dil ile bize Rabbimizi tanıtır Müslüman, müsbet ilmi reddetmez, ebedî bir gâye vermekle onu mârifet hâline getirir İmana râm olan ilim, nûr olur

İlimler

Bize göre, ilim bir bütündür ve Alimisminden kaynaklanır Nitekim Kur’ânı Kerim, hem fennin konusu olan kâinattan, hem de bugün bazılarının yanlış olarak din ilmidediği, “naklî ilimler dediğimiz meselelerden bahsettiği hâlde, konularını iki ayrı ilmin isimleri altında toplamamıştır Fen ilmi, din ilmi gibi ayırımlar sun’îdir İnsanın, bütünü kucaklayamayışından dolayı ilim, iki ana bölüme ayrılmış, her bölüm de kendi içinde bölümlenmiştir

Ancak, bu ayrımı bir kötü niyet ürünü olarak ısrarla yapan, bilimle din arasında hiçbir alâka yokmuş gibi davrananlar da var Bilim adına kâinata sahip çıkıp, inananları ve imanı maddî âlemin dışına sürgün etmeye çalışan bu kafayı da unutmuyoruz Ona şunu söylüyoruz: Maddî, mânevî bütün âlemler Rabbimizindir Bilim adına incelediğin şu görünen âleme de Allah hükmeder Senin yanlış olarak tabiat kanunları dediğin şeyler, aslında, Onun kevnî kanunlarıdır Sen, yeni bir kanun koymuyor, sadece yürürlükteki kanunları görüp, onlara isimler veriyorsun

Ortada kabul edilmiş bir durumvar, ilimler, fen ilmi ve din ilmidiye ikiye ayrılmış Bu yapay ayırmayı, daha doğru bir şekilde şöyle ifadelendirmek gerekir: Aklî ilimler ve naklî ilimler Aklî ilimler (fen bilgileri), şu kâinat fabrikasının nasıl çalıştığını açıklar Naklî ilimler ise, kim tarafından ve niçin kurulduğunun cevabını verir Niçin?suali karışısında fen, sağır ve dilsizdir Ancak bu zâhirî ayrılık, dinin, nasılsorusuna cevap vermediği manasına gelmez

Kur’ânı Kerim, kâinatın işleyiş kanunları hakkında önemli açıklamalar yapmış, kıymetli ip uçları vermiştir Ayrıntılara girmeyişi onun bir fen kitabı olmayışındandır imtihan sırrına aykırı düşmeyecek şekilde bütün fen bilimlerinin özü bildirilmiştir Her ilmî gelişmenin, bazı âyetleri daha iyi anlamamıza yardımcı olması da bu sırdan ileri gelmektedir

Fen ilimlerini iman gözüyle okumayı öğrenenler, hem nasılın, hem de niçinin cevabını almakla tam bilgiye ve gerçek marifete ulaşacaklardır Vicdanın ışığı naklî ilimler, aklın nuru medeniyet fenleri, yani aklî ilimlerdir Hakikat, ikisinin kaynaşmasıyla tecelli eder Ayrıldıkları zaman, sadece naklî ilimleri okuyanlarda taassubyalnız fen tahsil edenlerde ise hile ve şüphemeydana gelir

Vicdanı İlâhî mizanlarla ayarlanmamış bir kimsenin elinde fen, dehşetli bir silâh olabilir, nitekim oluyor da

f İdealizm
İftikârîye, düşüncecilik Varlık, düşüncenin ürünü, ya da düşüncenin kendisidirtezini savunan felsefelerin genel adı

Pencereden baktığımızda gözümüze ilişen şu nesneler gerçek mi, hayal mi? işte bir elma ağacı! Baharda çiçekleniyor, yapraklanıyor, yazın meyveler veriyor, biz bu meyveleri yiyoruz Sonbaharda ölüp ilkbaharda diriliyor, rüzgarla sallanan dallarına kuşlar konup kalkıyor Bu ağaç yalnız benim gözlerimde ve zihnimde mi var? Çiçekler, yapraklar, meyveler, esen rüzgarlar, cıvıldaşan kuşlar birer vehimden mi ibâret? Topluca söylersek, acaba benim dışımda var sandığım şeyler, gerçekten var mı?

Garip sorular sorduğumun farkındayım, fakat daha da garip olanı şu ki, bu soruyu birçok felsefeci de kendi kendine sormuş, Nesneler bizim içimizde vardır, onlar zihnimizin meyveleridir, biz var sanıyoruz, ama gerçekte onlar yoktur,diye cevap vermişler Sonra bu görüş bir felsefe hâline gelmiş işte idealizmruh adına maddeyi, düşünce adına dışımızdaki varlıkları reddeden bu felsefî akımın adıdır

İdealizmin tipik temsilcisi Berkeley, Duyularımızla algıladığımız nesneler, fikirlerden başka bir şey değildir ve fikirler ise bizim ruhumuzun dışında var olamazlar,diyor Gerçi bütün idealist düşünürlerin tıpatıp aynı fikirleri paylaştığı söylenemez, fakat ayrıldıkları noktaların önemli olduğunu da söyleyemeyiz

İdealistlerin yanıldıkları nokta, özel dünyaile genel dünyayı birbirine karıştırmaları, ya da bunları aynı şey saymalarıdır Oysa genel dünya ile özel dünyalar biçimce birbirinin aynıdır, ama hükümleri ve kanunları birbirinden bütünüyle farklıdır

Herkesin, şu umumî dünyadan ayrı bir de hususî dünyası vardır Onun rengi, şekli, güzelliği, iyiliği insanın ruh hâline göredir Üzgün ve ümitsiz bir kişi, kâinatı bir matem yeri gibi görür Oysa, neşeli bir insan için, bu dünya bir bayram yeridir Benim özel dünyamın bir dış gerçekliği yoktur, o benim içimdedir ve ancak benimle vardır, ama benim ölümümle o âlem yıkılır Özel dünyanın yıkılması genel dünyanın da yıkılması demek değildir Ağacı gösteren bir ayna kırılmakla o ağacın aynadaki görüntüsü silinir, ama ağaç var olmaya devam eder

Berkeley, fikirlerini açıklarken, nesnelerdeki özelliklerin herkese göre değiştiğini söyler ve buradan yola çıkarak şeylerin gerçekliğini reddeder Oysa, varlıklardaki özelliklerin göreli,başka bir deyişle izafîolması, onların gerçekte var olmadıkları anlamına gelmez Bir taşın ağır mı, hafif mi olduğu konusunda aynı kanaati paylaşmayabiliriz, birimiz ağır, diğerimiz hafif demiş olabiliriz izlenimlerimiz aynı da olsa, ayrı da olsa taşın varlığınıdile getirir

Aynaların farklılığı, nasıl görüntülerin de farklılığını sonuç veriyorsa ve nasıl bu farklılık sebebiyle aynanın karşısındaki manzara inkâr edilemiyorsa, birer ayna görevi yapan zihinlerimiz de nesneleri değişik biçimde idrak ediyor diye, bizim dışımızda yokturlardiyemeyiz İdealizmin, varlıklar benim zihnimin ürünüdürtemel cümlesinden yola çıkarsak,dış âlemde var sanılan her şeyi benim zihnim yaratıyor,noktasına varırız Bu düşünce, bizi, iki önemli yanlışa sürükler Biri, eli ermez gücü yetmez bir canlı olan insanı tanrılaştırmak ikincisi, ilâhî isimlerin nesnelerdeki tecellilerini perdelemek

Oysa yaratıklar, aynalar gibi, Rabbimizin güzel isimlerini gösterir, tanıttırır ve sevdirirler Eser inkâr edilirse ustayı kim hatırlar! Gerçekte var olmayan bir insanın, gerçekte var olmayan bir elmayı yediğini varsayan bir kimse, sonsuz merhametiyle insanları yaratan, yeryüzünü onlara bir nimet sofrası yapan, Rahman, Rahim, Kerim, Vedud gibi pekçok ismin sahibi Rabbini tanıyamaz, bilemez, sevemez

Özel dünya ile genel dünyayı birbirine karıştırmanın, aralarındaki temel farkı görememenin bir başka türlüsü, idealizmi bir felsefe olarak benimsemeyenlerde de var Bir his yanılmasından dolayı özel dünyasını genel dünya gibi ölümsüz sanan ve dış dünyanın gerçeklik, kararlılık ve sarsılmazlık özelliklerine bakarak, ona yalnız biçimce benzeyen kendi dünyasını da metin, sürekli ve değişmez sanma yanılgısı Bu galat, insanın kendi ölümünü düşünmemesi ve yalnız dünyanın yıkılmasına nazar etmesi türünden bir gafleti netice veriyor

İslâm Felsefesi mi? Materyalistler, felsefeleri üç temel kategoride incelerler: idealizm, materyalizm ve bilinemezcilikSonra bütün dinleri idealizmin içinde sayar, onu çürütmekle dinleri de çürüttüklerini söylerler

Biz, bu sınıflandırmanın hem yanlış, hem de kötü niyet ürünü olduğu kanaatindeyiz Özünü yitirmiş dinlere ve beşerî düşüncelerdemek olan felsefelere hiçbir biçimde benzemeyen İslâm ayrı bir kategoride ele alınmalı Materyalizmin zıddı idealizmdir, materyalizm dinlerin karşı kutbundadır, şu hâlde İslâm’la idealizm aynı şeydirşeklinde özetlenebilecek akıl yürütmenin hiçbir hakikatı yoktur

Gerçi idealizmde tanrı inancıvardır, bu yüzden de onu, materyalizm gibi tamamen inkârcı bir felsefeyle bir tutamayız, ama biliriz ki, sonuçta o bir felsefedir ve İslâmiyet’le ilgisi yoktur Kur’ânı Kerimde güzel isimleri ve benzersiz sıfatlarıyla tanıtılan Allah Tealâ ile, bu filozofların sınırlı zihinlerinin ürünü olan bir ilâhın aynı varlık olmadığı açıktır

İslâmiyet’in kâinata bakış açısı hiçbir felsefeyle kıyaslanamayacak derecede özgündür Her meselede olduğu gibi varlıkkonusunda da islâm, ifratve tefriti terketmiş, vasatı, yani müstakim yolugöstermiştir Madde vardır, nesneler vardır, dış âlemde görünenler bir hayal, bir vehim değildir, ancak bu var oluş kendiliğindendeğildir, Allahın yaratmasıyladır

Allah vâcibvarlıktır, ezelîdir, ebedîdir, varlığı kendindendir, bir başkasının etkisiyle var olmamıştır Nesneler, şeyler ise mümkinvarlıklardır, Allahın yaratmasıyla var olmuşlardır, ama hayal ve vehim değillerdir Gerçi varlıkları vacibvarlığa oranla zayıf bir zıllve kararsız bir gölgedir, fakat yine de dış âlemdeki gerçeklikleri göz ardı edilemez

Varlıkların zaman ırmağında devamı ve mekân deryasında sebatı Kayyumisminin tecellisiyledir Her şeybir eserdir, ustasının güzel isimlerine ayna olmuştur Bir kitap nasıl yazarının ilmini gösterirse, kâinat kitabı da yaratıcısını göstermektedir Bu bakış açısının, maddeyi tanrılaştıran materyalizme ve dışımızdaki nesnel dünya bizim fantezimizdirdiyen idealizme benzemediği olabildiğince açık değil mi ?

g Reenkarnasyon
Reenkarnasyon; Eskilerin Tenâsuh dediği, ruh göçü demektir Ruhun, ölümden sonra başka bir bedene göç ettiğine inananların görüşüdür

Çoğumuz, Firavunların, yani ilâhlık iddiasında bulunan Mısır hükümdarlarının cesetlerini mumyalattıklarını duymuşuzdur, ama bunu niçin yaptıklarını bilenimiz pek azdır Yine çoğumuz, firavunların mücevherler ve kıymetli ev eşyalarıyla gömüldüğünü biliriz de, sebebini pek bilmeyiz

Meğer Firavunlar da kendilerine göre bir inancı varmış Bu inanca göre, ruhlar, ölüm sonucu bedenlerinden ayrılınca başka bir bedene girerlermiş Bu yeni beden, bir bitkiye veya bir hayvana da ait olabilirmiş Söz gelişi, bir firavun ruhu, birçok bitki, hayvan ve insanı dolaştıktan sonra, gelir, eski cesedini bulurmuş İşte bu noktada bir tedbir almak gerekiyormuş: Cesetleri koruma altına almak Öyle ya, ruh, çürümüş cesedi ne yapsın! Firavunlar düşünmüşler, bilimsel gerçekler ışığındabir çâre bulmuşlar: Cesetleri mumyalatmak! Biraz pörsümüş de olsa, beden bedendir ve hiç yoktan iyidir,demişler Ceset mumyalatma işi, başlıbaşına bir bilim ve sanat dalıhâline gelmiş Koca koca Firavunlar, yeniden dirildikleri zaman fakir, parasız ve eşyasız mı kalsınlar! işte, altınlarını ve kıymetli eşyalarını da beraber gömmelerinin sebebi bu fukaralıktan korkmalarıymış

Bunları niçin mi anlatıyoruz? Batıdan aşırılan kelimelerle allanıp pullanarak çağdaşlık maskesi altında ortaya konan reenkarnasyonsafsatasının tarihini bir nebze de olsa göstermek için Yalnız, çağdaşların bir farkları var ki, cesetlerini mumyalatıp, dolarları ve eşyalarıyla gömmeyi akıl edemiyorlar Kimbilir, belki de daha iyi bir yol bulmuşlardır, amameslek sırrıdiye kimseye söylemiyorlar!

Bundan böyle günlük hayatınızda daha dikkatli davranın Meselâ, ağacı küçümseyip de bir günaydınbile demeden geçmeyin, içinde bir şövalye olabilir Kestiğiniz dananın Şekspir olmadığını nerden biliyorsunuz? Ya kapınızın önünde havlayan köpek Volterse Bir salatalığı ısırırken Jan Jak Russo’nun boynunu koparıyor olabilirsiniz Bence Lenin bir yılan olmuştur, Darvin de bir maymun

Hemen her asırda beş on tane bulunan ve büyük makamları işgal ettikleri için düşünülünce hemen hatıra geliveren din düşmanlarını göz önüne getirin Hepsinde birer firavun edası yok mu! Bu özellikte kişiler, çağımızda daha çok görüldü ve görülüyor Bana öyle geliyor ki, eski devirlerde ölen firavunlar, cesetlerine dönmeye başladılar bile!

Biz, dünyadaki bütün insanların birer ruhu olduğunu sanıyoruz değil mi? işte büyük bir hata daha! Reenkarnasyon fikrine göre milyarlarca insan pekâlâ ruhsuz yaşayabilir! Ne demek bu? Şu demek: Başlangıçta dünya nüfusu gayet az idi islâma göre, bir anne ve bir babadan ibaretti Din dışı bilime göre de durum bundan pek farklı değil Dünya nüfusu ise, katlanarak çoğaldı ve beş milyara ulaştı Eğer ölen insanın ruhu, yeni bir bedene girerek yaşamaya devam ediyorsa, bugün milyarlarca insanın ruhsuz olması gerekmiyor mu?

Ruhlar bedenlerinden ayrıldıkları zaman şuurlu mudur, şuursuz mu? Şuursuz iseler, ikinci bedenlerini nasıl buluyor ve giriyorlar? Şuurluysalar niçin bir hayvanın veya bir fakirin bedenine girsinler! Hepsi zengin aileleri istiyor da önce davranan mı hak kazanıyor acaba? Kura çekiyor olmasınlar! Bedenlerinden ayrıldıkları zaman, elbise sipariş eder gibi annelerden beden mi istiyorlar yoksa? Belki de onları sıraya koyan bir ağabeyleri vardır!

Reenkarnasyon, bir fantezi olmak itibariyle hayli ilgi çekici Canı sıkılan ve zaman geçirmek isteyen kişi, çevresindeki insanlara bakarak, onların öldükten sonra hangi hayvanın bedenine yakışacağını hayal ederek saatler geçirebilir Hayvanları incelemek suretiyle de, onların içindeki ruhun ne tip bir şahısa ait olduğunu tahmin etmeye çalışarak eğlenmek de mümkün

Fakat ilgi bu noktada kalmaz da, ciddi boyutlara ulaşırsa, işte o zaman tehlikeli Çünkü, bu kanaati yaymaya çalışanların eserleri islâmî imana aykırı fikirlerle dolu Özellikle kabir âlemi, âhiret, cennet ve cehennem konusunda dalalete gidiyor, hem sapıtıyor, hem de saptırıyorlar

Bu akımın mensupları, İslâmiyet’in ter ü taze iman esaslarını değil, nefislerine hoş gelen felsefî ilkeleri benimsiyorlar Ruhun bedenden bedene geçerek dünyada dolaşması fikri,bu ilkelerden sadece bir tanesi Bu geçişleri kim düzenliyor?diye sorulursa,tanrıdiyorlar Kendilerine has hayalî bir tanrı!

Bu ve buna benzer ilkelerle, en son ve en mükemmel din olan islâmın aynı şey olmadığı gün gibi ortada değil mi? Şu hârika âleme bakarak Bunun bir yaratıcısı olmalı,diye düşünmek hiç de zor değil Getirdiği nur ile yaşamaya devam eden Şanlı Nebiyi tasdik etmek de kolay Kuranı Kerim ise, mûcizeli özellikleriyle, karşı koyanlara meydan okumaya devam ediyor İslâm’ın getirdikleri bu kadar mâkul olduğu hâlde, insanları ruhçulukve onun bir uzantısı olan reenkarnasyonvehmine sürükleyen sebep ne?

Bu sapma, karmaşık bir ruh hâlinden kaynaklanıyor ve mesuliyetten kaçma duygusuile ölüm korkusuarasında biçimleniyor İslâmî iman, ibâdet ve takvâ ister inandım, demekle iş bitmiyor,amelde gerek Nefsi gemlemekle bağlamakise, günah tiryakileri için pek zor işte bu noktada başka bir gerçek dikiliyor karşılarına: Ölümle yok olmak korkusu

Sonsuza kadar yaşamak arzusu insanın en derin ve kuvvetli duygusudur Yok olacağını sanan kişinin ölüme doğru attığı her adım bin azap, bin işkence, bin bunalım, bin kaygı, bin korku demektir Bu durumda, insanı, hem ibâdetten kurtaracak, hem de ruhun devamı vehmini vererek yok olmak korkusunu kısmen de olsa perdeleyecek bir çare bulmak gerek işte reenkarnasyon inancı ! Hakikat olmasa da teselli ediyor ya, şimdilik yeter Nefislerine esir olan akılları ve kalbleri böyle bir yalana inanmaya hazırdır onların

İnsan kendini kolay aldatır!


Kavram Tefsiri
 

Similar threads

İlim ve Din Arasında Herhangi Bir Çatışma Söz Konusu mu? İlim, madde âleminin, hayatın ve özellikle insanın nasıl vâr olduğunu inceler, bu âlemde cereyan eden İlâhî kanunları bulup çıkarır Bu kanunlar sâyesinde insanlığın teknik ve medeniyette daha fazla ilerlemesine imkân hazırlar Din ise...
Cevaplar
0
Görüntüleme
65
Biri, varlıkların yaratılış şeklini, maddî mahiyetini ortaya koyarken; diğeri de yaratılış sebebini ve gayesini açıklamaktadır Bu bakımdan ortada birbirleri ile çatışan bir durum yoktur Bil'akis birbirlerini tamamlama söz konusudur İlim ilerledikçe dinî görüşlerin iflâs edeceğini sananlar, bu...
Cevaplar
0
Görüntüleme
113
Adem Tatlı GAYELİK ve TESADÜF Prof Dr Âdem Tatlı BÜTÜN KÂİNATIN anlaşılması ve izahı, bu iki sihirli kelimede gizlidir ‘Gayelilik’ ve ‘tesadüf’ Yani, bu kâinattaki varlıklar, belirli bir plâna ve gayeye göre mi şekillendirilmişlerdir, yoksa şans eseri tesadüfen mi ortaya çıkmışlardır...
Cevaplar
0
Görüntüleme
74
Kur’an’ın “Oku diye başlamasındaki hikmet ler Bismillahirrahmanirrahim Bu başlık altında kur'ani kerimdeki ilk ayetin oku olmsındaki sırları anlatmaya çalışacağız inş İkrâ Okuİlâhi emri, O en şerefli varlığın zâtında tecellî ile beşere emanet edilen sonsuz kemâlata muhâtab ve mükellef...
Cevaplar
0
Görüntüleme
80
ALLAH’ın sıfatları her şeyi nasıl kapsıyor? Ezelî ve ebedî olan ALLAH, olmuş ve olacak her şeyi evveli ve âhiriyle bilir ALLAH, güneş yapmayı, Ay yapmayı bilir Melek yapmayı, cin yapmayı bilir Toprak yapmayı, su yapmayı bilir İnsan yapmayı hayvan yapmayı bilir ALLAH’ın bütün sıfatları...
Cevaplar
0
Görüntüleme
135
858,509Konular
980,836Mesajlar
30,686Kullanıcılar
baba78903Son üye
Üst Alt