Antioksidan Vitaminlerin Serbest Radikaller ve Kanser Üzerine Etkisi
Özet
Günümüzde doğal, kaliteli, yeterli ve dengeli beslenmeyle birlikte bazı hastalıkların önlenmesi ya da tedavisi oldukça önem kazanmıştır. Besinler farklı oranlarda protein, yağ, karbonhidrat, mineral ve vitaminlerle birlikte antioksidan madde(ler)den bir ve/veya birçoğunu içermektedir. Antioksidanlar serbest radikallerle reaksiyona girerek (onlarla bağ kurarak) hücrelere zarar vermelerini önlemektedir. Bu özellikleriyle hücrelerin anormalleşme ve sonuç olarak tümör oluşturma risklerini azalttıkları gibi, hücre yıkımını da azalttıkları için, daha sağlıklı ve yaşlılık etkilerinin minimum olduğu bir hayat yaşama şansını yükseltmektedir.
Günümüzde serbest radikallerin canlı hücre için toksik oldukları bilinmektedir. Hücrelerde oksidatif hasarın şekillenebileceği ve bu nedenle hastalığın tedavisi süresince kullanılan ilaçlarla beraber antioksidanların kullanılmasının yararlı olduğu ya da etkisinin olmadığı çalışmalar bulunmaktadır. Aynı zamanda yapılan çalışmalarda hastaların plazma ve tükürüklerinde, serbest radikal fazlalığına bağlı oluşan toplam antioksidan gücün daha yüksek olduğu ve bunun serbest radikal üretimindeki artışla ilişkisi olabileceği bildirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Antioksidanlar, vitaminler, serbest radikal, oksidatif hasar, kanser
Giriş
Oksidanları inaktif hale getiren maddeler “antioksidanlar” olarak adlandırılmaktadır (6). İyi bir antioksidan, serbest radikallerin etkinliğini spesifik olarak ortadan kaldırabilmeli, redoks metalleriyle şelat yapabilmeli, kolayca absorbe edebilmeli, doku ve vücut sıvılarında uygun fizyolojik seviyelerde bulunabilmelidir (&).
A, C ve E vitamini gibi antioksidanlar, serbest radikallerin oluşumunu önlemekte ve reaktif türlerin neden olduğu, hücre hasarı ve toksisiteyi en aza indirerek tedavi üzerinde olumlu bir etki göstermektedir (1,2). Serbest radikaller ile antioksidanlar arasındaki elektron transferi, insan organizmasında temel rol oynamaktadır. Vitamin C, E ve β-karoten çok etkili antioksidanlardır. Bunların içinde en büyük etkinliği olan C vitaminidir (3).
Oksitadif stres, reaktif oksijen türlerinin (ROS) üretiminin artması ve/veya organizmadaki antioksidan düzeylerinin azalması nedeniyle oluşmaktadır (4). Normal sağlıklı kişilerde serbest radikaller ve antioksidanlar denge halindeyken, sağlıklı olmayan kişilerde bu denge serbest radikaller yönüne bozulmuştur. Ancak antioksidan mekanizmalar daha aktif hale getirildiğinde veya bozulmuş olan bu denge antioksidanlar yönünde artırılırsa, dengesizlik sonucu oluşan hastalıkların komplikasyonlarıyla başa çıkmak da kolaylaşmaktadır (5).
Bu derlemede antioksidanların genel özellikleri, oksidatif hasarlara karşı oluşturdukları mekanizmalar, antioksidan olarak A, C ve E vitaminlerinin vücuttaki işlevleri ve bulundukları besin kaynakları anlatılarak antioksidanlar ile kanser arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalar ve sonuçları irdelenmiştir.
Serbest Radikaller ve Oksidatif Stres
Bir serbest radikal, ortaklanmamış veya eksik sayıda elektron içeren herhangi bir atom, iyon veya molekül olarak tanımlanmaktadır. Serbest radikaller yapılarındaki bu ortaklanmamış elektronlar nedeniyle oldukça reaktiftirler. Biyolojik sistemlerdeki serbest radikallerin en yaygın kaynağı ise oksijendir. Oksijen, iki elektronu eşleşmemiş şekilde bir elektron dağılımına sahiptir. Bu yüzden bazen oksijen biradikal olarak değerlendirilir. Oksijen molekülünün reaktif bir özelliği olmamasına rağmen diğer radikallerle reaksiyona girme özelliğine sahiptir. Reaktif oksijen türleri (ROS) ve reaktif nitrojen türleri (RNT) serbest radikallerdendir. Reaktif oksijen türleri; süperoksit, hidroksil, peroksil, hiperoksil; reaktif nitrit türleri ise nitrik oksit, nitrojen dioksit gibi moleküllerdir. Reaktif oksijen türleri hücre zarları, DNA, RNA gibi yapılarda hasara neden olmaktadır. Serbest radikaller endojen ve ekzojen kaynaklı olabilmektedir. ROS oluşumu endojen biyokimyasal reaksiyonunun doğal bir sonucudur. Oksidazlar ve elektron taşıma zinciri başlıca endojen serbest radikal kaynaklarıdır; sigara dumanı, hava kirliliği, pestisitler, radyasyon gibi ekzojen kaynaklı serbest radikaller de bulunmaktadır (6, y, z, t).
Radikallerin oluşturduğu reaksiyonların başlıca hedefleri hücre membranı yapısındaki fosfolipidlerin doymamış bağlarıdır. Reaksiyonlar sonucunda lipid peroksidasyonu oluşmakta ve membranın akışkanlığı bozulmaktadır. Ayrıca ROS, düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) oksidasyonunu da uyarmaktadır. LDL’ler, süperoksit ve H2O2 gibi reaktif oksijen türleri vasıtasıyla oksitlenir. LDL reseptörleri tarafından tanınamayan oksitlenmiş LDL’ler retikülo-endoteliyal sistem makrofajlarının süpürücü reseptörleri tarafından tanınıp, yutulur ve hücrelerin ve arterosklerotik plakların oluşumuna neden olur (6).
Şekil 1 Oksitlenen LDL'lerin Makrofajlar Tarafından Süpürülmesi
Normal koşullarda ROS oluşumu ile bunları ortamdan temizleyen antioksidan savunma sistemi arasında bir denge bulunmaktadır. Vücuttaki antioksidan maddelerin yetersizliğinde ROS oluşumunun artması ve/veya bu moleküllerin ortamdan yeterince temizlenememesi oksidatif stres olarak tanımlanmaktadır (6). Oksidatif stres, katalitik bölgelerinde sülfhidril ve amino gruplarına sahip olan glutatyon peroksidaz (GPx) ve glutatyon redüktaz (GRed) antioksidan enzimleri tarafından kısmen kontrol edilmektedir. Bu enzimlerin engellenmesiyle oksidatif stres artışı ortaya çıkmaktadır (8).
Kanser hastalarında oksidatif strese yol açabilecek bir dizi mekanizma bulunmaktadır. Düşük molekül ağırlıklı antioksidan içeren enzimler (süperoksit dismutaz, katalaz ve glutatyon peroksidaz) ve düşük molekül ağırlıklı antioksidanlar içeren redoks sistemi, bu hastalarda dengesizlik oluşturabilmekte ve bu dengesizlik hastalığın ilerlemesini kolaylaştırabilmektedir (7).
Organizmada bu zararlı radikallerin etkisiyle başa çıkabilmek için bazı enzimatik ve non-enzimatik antioksidan savunma sistemleri bulunmaktadır (z). ROS’un etkileri süperoksit dismutaz, tiyoredoksin, katalaz ve glutatyon peroksidaz gibi antioksidan enzimlerle ve A, C, E vitaminleri, koenzim Q10, alfa lipoik asit, çinko, bakır, selenyum, magnezyum gibi antioksidanlar ile ortadan kaldırılabilmektedir (6).
Reaktif Oksijen Türlerinin (ROS) ve Oksidatif Stresin Mitokondri ve Mitokondriyal DNA’ya Etkisi
Serbest radikallerin üretildiği en önemli kaynak oksijenin suya kadar indirgendiği mitokondrilerdir. Mitokondri, reaktif oksijen türlerinin (ROS) ve oksidatif stresin hem birincil hedefi hem de önemli hücre içi kaynağıdır. Reaktif oksijen türleri ya da serbest oksijen radikalleri tüm aerobik organizmalar tarafından mitokondrilerin normal metabolizmasının bir ürünü olarak oluşmakta ve makromoleküllere zarar vermektedir. Mitokondriyal DNA (mtDNA) ROS’tan kaynaklanan hasarlara karşı hassastır. Hücrelerde bu radikallere karşı en çok mitokondriler savunmasızdır ve mitokondrial fonksiyon bozukluğu sonucu ATP üretimi baskılanmaktadır (9, x, y).
Mitokondrilerin ATP sentezleyen kısımları ve mitokondrial DNA’nın daha fazla oksidatif hasara uğradığı belirlenmiştir. Çünkü mitokondri komponentleri bu radikallerin oluşum bölgesindedir ve çekirdek zarı gibi DNA’sını koruyan bir kılıf yoktur. Bu nedenle oksidatif hasara karşı mitokondrial genom çok hassastır ve bu hasar yaşlanma sürecinde bu genomda bozulmalara yol açmaktadır (x). Mitokondrilerde oluşan serbest radikaller karşılaştıkları herhangi bir molekülü okside etme eğilimindedirler. Serbest radikaller oluşur oluşmaz proteinlere, lipitlere, karbonhidratlara ve DNA'ya zarar vererek büyük oksidatif hasarlara neden olurlar ve sonuçta hücre ölümüne yol açmaktadırlar (x).
Diyabet, obezite ve sigara dumanı, insanlarda birçok kanser ve çeşitli hastalıklar için oksidatif stresin önemli bir kaynağıdır. Oksidanlar ve antioksidanlar arasında bir dengesizlik olduğunda oksidatif stres oluşmakta ve bu dengesizlik mitokondriyal hasara neden olarak mtDNA kopya sayısını etkileyebilmektedir. Örneğin, sigara dumanı, polisiklik aromatik hidrokarbonların (PAH) bir bileşenini etkilemektedir. Nükleer DNA’ya kıyasla PAH’ların mtDNA’ya 40-90 kat daha fazla afinitesi vardır. PAH’dan kaynaklanan hasarı telafi etmek için, mtDNA içeriği artmaktadır (9).
Hücreler serbest radikalleri detoksifiye eden antioksidan savunma sistemlerine sahiptir. Fakat antioksidan sistemler yaşla birlikte yetersiz kaldığı için oksidatif hasarlar birikerek, yaşlanmaya ve hastalıklara yol açmaktadır (x). Besinlerde, oksidatif süreç boyunca ortaya çıkan ROS’ları nötralize etmek için vitamin ve mineral gibi (örneğin, alfa-tokoferol, beta-karoten) antioksidanlar bulunmaktadır. Antioksidanların da azaltılmış mtDNA kopya sayısı ile ilişkili olabileceği hipotezinde bulunulabilir (9).
C Vitamini (Askorbik Asit)
C Vitamini (askorbik asit) çeşitli biyolojik fonksiyonlar için gerekli bir besindir (6). Askorbik asit, oksidatif hücre stresine hidrojen peroksit üreterek reaktif oksijen türleriyle ilişkili (ROS) bir sitotoksik etki gösterir (10). İmmün fonksiyonlar ve çeşitli oksidatif/inflamatuar süreçlerde ROS ve RNS radikallerinin süpürülmesi, protein glikasyonuna neden olan zincir reaksiyonlarının önlenmesi ve lipid peroksidasyonuna karşı koruyucu olması gibi önemli rolleri vardır. Ayrıca askorbik asit; E vitamini ve glutatyonun okside formlarından antioksidan formlarına yeniden dönüşümlerinde görev alır (6).
Kan ve plazmada serbest radikallere karşı ilk savunmayı sağlar. Lipit peroksidasyonunu engeller. Vitamin E nin rejenerasyonunu sağlar ve antioksidan etkinliğini artırır. Prooksidan özelliklerinden bahsedilse de kanıtlanmamıştır. Yüksek doz C vitamininin (2 g) yan etkisi bulunmamakla beraber özel bir faydası da saptanmamıştır (11).
C vitamini antioksidan mekanizması sayesinde serbest radikallerin B-hücrelerine verdiği hasarı önleyebildiği varsayılmaktadır (6).
Kanserin mevcut olduğu hastalarda C vitamini takviyesinden yararlanılamadığı bildirilmektedir; ancak kanser hastaları için C vitamini eksikliği faydalı da değildir (12).
Askorbik asit ve kanser öyküsü tartışmalarla incelenmektedir. Kanser sonucunda askorbik asiti değerlendiren klinik çalışmalar günümüze kadar devam etmektedir. Ancak askorbik asitin kanser ilişkili inflamasyon, sistemik inflamatuvar yanıt sendromu (SIRS, ……..) ve çoklu organ yetmezliğiyle (MOF,…….) ilgili son derece yararlı olabileceğini düşündüren veri zenginliği büyük ölçüde gözardı edilmiştir. İleri evre kanser hastalarıyla ilgili askorbik asit verileri genellikle eksiktir (13).
Hastaların septik belirtileri ortaya çıktıktan sonra, askorbik asit düzeylerinde daha da azalmalar oluşmaktadır. Askorbatın bilinen rolleri arasında; endotel bakımının devamı ve inflamatuvar belirteçlerinin bastırılması, hayvan modellerinde sepsisden korunma ve doğrudan antineoplastik etkileri, tedavi mevcut yöntemlerine bir adjuvan olarak askorbat kullanımının önerilmesi ve kanser-kaynaklı sepsis önlenmesi yer almaktadır (13).
Birçok çalışmada C vitamininden zengin gıda alımının kanser riskini azalttığı ancak, risk azaltımı amaçlı ek C vitamini tüketiminin kanser riskinde azalma sağlamadığı gösterilmiştir (14).
Carr ve Frei (15) 1999 yılında kalp-damar hastalıkları ve kanser riskini azaltmak için 120 mg/gün (RDA) alınması gerektiğini önermişlerdir. C vitamininin daha yüksek dozu (500 mg/gün), vazodilatasyon (damar genişlemesi) ve kan basıncının azalması için gerekli olabilir (12).
Telang ve ark. (16) Implante Lewis akciğer kanser hücrelerinin büyümesi üzerine C vitamininin etkisini ölçen bir çalışma yapmışlardır. Askorbik asit sentezi yetersiz olan farelerde bu hipotezi test etmişlerdir. Hayvanların kısmen veya tamamen C vitamini takviyelerine kıyasla, C vitamininden yoksun diyet tüketenlerde düşük plazma C vitamini düzeyleri (
Özet
Günümüzde doğal, kaliteli, yeterli ve dengeli beslenmeyle birlikte bazı hastalıkların önlenmesi ya da tedavisi oldukça önem kazanmıştır. Besinler farklı oranlarda protein, yağ, karbonhidrat, mineral ve vitaminlerle birlikte antioksidan madde(ler)den bir ve/veya birçoğunu içermektedir. Antioksidanlar serbest radikallerle reaksiyona girerek (onlarla bağ kurarak) hücrelere zarar vermelerini önlemektedir. Bu özellikleriyle hücrelerin anormalleşme ve sonuç olarak tümör oluşturma risklerini azalttıkları gibi, hücre yıkımını da azalttıkları için, daha sağlıklı ve yaşlılık etkilerinin minimum olduğu bir hayat yaşama şansını yükseltmektedir.
Günümüzde serbest radikallerin canlı hücre için toksik oldukları bilinmektedir. Hücrelerde oksidatif hasarın şekillenebileceği ve bu nedenle hastalığın tedavisi süresince kullanılan ilaçlarla beraber antioksidanların kullanılmasının yararlı olduğu ya da etkisinin olmadığı çalışmalar bulunmaktadır. Aynı zamanda yapılan çalışmalarda hastaların plazma ve tükürüklerinde, serbest radikal fazlalığına bağlı oluşan toplam antioksidan gücün daha yüksek olduğu ve bunun serbest radikal üretimindeki artışla ilişkisi olabileceği bildirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Antioksidanlar, vitaminler, serbest radikal, oksidatif hasar, kanser
Giriş
Oksidanları inaktif hale getiren maddeler “antioksidanlar” olarak adlandırılmaktadır (6). İyi bir antioksidan, serbest radikallerin etkinliğini spesifik olarak ortadan kaldırabilmeli, redoks metalleriyle şelat yapabilmeli, kolayca absorbe edebilmeli, doku ve vücut sıvılarında uygun fizyolojik seviyelerde bulunabilmelidir (&).
A, C ve E vitamini gibi antioksidanlar, serbest radikallerin oluşumunu önlemekte ve reaktif türlerin neden olduğu, hücre hasarı ve toksisiteyi en aza indirerek tedavi üzerinde olumlu bir etki göstermektedir (1,2). Serbest radikaller ile antioksidanlar arasındaki elektron transferi, insan organizmasında temel rol oynamaktadır. Vitamin C, E ve β-karoten çok etkili antioksidanlardır. Bunların içinde en büyük etkinliği olan C vitaminidir (3).
Oksitadif stres, reaktif oksijen türlerinin (ROS) üretiminin artması ve/veya organizmadaki antioksidan düzeylerinin azalması nedeniyle oluşmaktadır (4). Normal sağlıklı kişilerde serbest radikaller ve antioksidanlar denge halindeyken, sağlıklı olmayan kişilerde bu denge serbest radikaller yönüne bozulmuştur. Ancak antioksidan mekanizmalar daha aktif hale getirildiğinde veya bozulmuş olan bu denge antioksidanlar yönünde artırılırsa, dengesizlik sonucu oluşan hastalıkların komplikasyonlarıyla başa çıkmak da kolaylaşmaktadır (5).
Bu derlemede antioksidanların genel özellikleri, oksidatif hasarlara karşı oluşturdukları mekanizmalar, antioksidan olarak A, C ve E vitaminlerinin vücuttaki işlevleri ve bulundukları besin kaynakları anlatılarak antioksidanlar ile kanser arasındaki ilişki üzerine yapılan çalışmalar ve sonuçları irdelenmiştir.
Serbest Radikaller ve Oksidatif Stres
Bir serbest radikal, ortaklanmamış veya eksik sayıda elektron içeren herhangi bir atom, iyon veya molekül olarak tanımlanmaktadır. Serbest radikaller yapılarındaki bu ortaklanmamış elektronlar nedeniyle oldukça reaktiftirler. Biyolojik sistemlerdeki serbest radikallerin en yaygın kaynağı ise oksijendir. Oksijen, iki elektronu eşleşmemiş şekilde bir elektron dağılımına sahiptir. Bu yüzden bazen oksijen biradikal olarak değerlendirilir. Oksijen molekülünün reaktif bir özelliği olmamasına rağmen diğer radikallerle reaksiyona girme özelliğine sahiptir. Reaktif oksijen türleri (ROS) ve reaktif nitrojen türleri (RNT) serbest radikallerdendir. Reaktif oksijen türleri; süperoksit, hidroksil, peroksil, hiperoksil; reaktif nitrit türleri ise nitrik oksit, nitrojen dioksit gibi moleküllerdir. Reaktif oksijen türleri hücre zarları, DNA, RNA gibi yapılarda hasara neden olmaktadır. Serbest radikaller endojen ve ekzojen kaynaklı olabilmektedir. ROS oluşumu endojen biyokimyasal reaksiyonunun doğal bir sonucudur. Oksidazlar ve elektron taşıma zinciri başlıca endojen serbest radikal kaynaklarıdır; sigara dumanı, hava kirliliği, pestisitler, radyasyon gibi ekzojen kaynaklı serbest radikaller de bulunmaktadır (6, y, z, t).
Radikallerin oluşturduğu reaksiyonların başlıca hedefleri hücre membranı yapısındaki fosfolipidlerin doymamış bağlarıdır. Reaksiyonlar sonucunda lipid peroksidasyonu oluşmakta ve membranın akışkanlığı bozulmaktadır. Ayrıca ROS, düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) oksidasyonunu da uyarmaktadır. LDL’ler, süperoksit ve H2O2 gibi reaktif oksijen türleri vasıtasıyla oksitlenir. LDL reseptörleri tarafından tanınamayan oksitlenmiş LDL’ler retikülo-endoteliyal sistem makrofajlarının süpürücü reseptörleri tarafından tanınıp, yutulur ve hücrelerin ve arterosklerotik plakların oluşumuna neden olur (6).
Şekil 1 Oksitlenen LDL'lerin Makrofajlar Tarafından Süpürülmesi
Normal koşullarda ROS oluşumu ile bunları ortamdan temizleyen antioksidan savunma sistemi arasında bir denge bulunmaktadır. Vücuttaki antioksidan maddelerin yetersizliğinde ROS oluşumunun artması ve/veya bu moleküllerin ortamdan yeterince temizlenememesi oksidatif stres olarak tanımlanmaktadır (6). Oksidatif stres, katalitik bölgelerinde sülfhidril ve amino gruplarına sahip olan glutatyon peroksidaz (GPx) ve glutatyon redüktaz (GRed) antioksidan enzimleri tarafından kısmen kontrol edilmektedir. Bu enzimlerin engellenmesiyle oksidatif stres artışı ortaya çıkmaktadır (8).
Kanser hastalarında oksidatif strese yol açabilecek bir dizi mekanizma bulunmaktadır. Düşük molekül ağırlıklı antioksidan içeren enzimler (süperoksit dismutaz, katalaz ve glutatyon peroksidaz) ve düşük molekül ağırlıklı antioksidanlar içeren redoks sistemi, bu hastalarda dengesizlik oluşturabilmekte ve bu dengesizlik hastalığın ilerlemesini kolaylaştırabilmektedir (7).
Organizmada bu zararlı radikallerin etkisiyle başa çıkabilmek için bazı enzimatik ve non-enzimatik antioksidan savunma sistemleri bulunmaktadır (z). ROS’un etkileri süperoksit dismutaz, tiyoredoksin, katalaz ve glutatyon peroksidaz gibi antioksidan enzimlerle ve A, C, E vitaminleri, koenzim Q10, alfa lipoik asit, çinko, bakır, selenyum, magnezyum gibi antioksidanlar ile ortadan kaldırılabilmektedir (6).
Reaktif Oksijen Türlerinin (ROS) ve Oksidatif Stresin Mitokondri ve Mitokondriyal DNA’ya Etkisi
Serbest radikallerin üretildiği en önemli kaynak oksijenin suya kadar indirgendiği mitokondrilerdir. Mitokondri, reaktif oksijen türlerinin (ROS) ve oksidatif stresin hem birincil hedefi hem de önemli hücre içi kaynağıdır. Reaktif oksijen türleri ya da serbest oksijen radikalleri tüm aerobik organizmalar tarafından mitokondrilerin normal metabolizmasının bir ürünü olarak oluşmakta ve makromoleküllere zarar vermektedir. Mitokondriyal DNA (mtDNA) ROS’tan kaynaklanan hasarlara karşı hassastır. Hücrelerde bu radikallere karşı en çok mitokondriler savunmasızdır ve mitokondrial fonksiyon bozukluğu sonucu ATP üretimi baskılanmaktadır (9, x, y).
Mitokondrilerin ATP sentezleyen kısımları ve mitokondrial DNA’nın daha fazla oksidatif hasara uğradığı belirlenmiştir. Çünkü mitokondri komponentleri bu radikallerin oluşum bölgesindedir ve çekirdek zarı gibi DNA’sını koruyan bir kılıf yoktur. Bu nedenle oksidatif hasara karşı mitokondrial genom çok hassastır ve bu hasar yaşlanma sürecinde bu genomda bozulmalara yol açmaktadır (x). Mitokondrilerde oluşan serbest radikaller karşılaştıkları herhangi bir molekülü okside etme eğilimindedirler. Serbest radikaller oluşur oluşmaz proteinlere, lipitlere, karbonhidratlara ve DNA'ya zarar vererek büyük oksidatif hasarlara neden olurlar ve sonuçta hücre ölümüne yol açmaktadırlar (x).
Diyabet, obezite ve sigara dumanı, insanlarda birçok kanser ve çeşitli hastalıklar için oksidatif stresin önemli bir kaynağıdır. Oksidanlar ve antioksidanlar arasında bir dengesizlik olduğunda oksidatif stres oluşmakta ve bu dengesizlik mitokondriyal hasara neden olarak mtDNA kopya sayısını etkileyebilmektedir. Örneğin, sigara dumanı, polisiklik aromatik hidrokarbonların (PAH) bir bileşenini etkilemektedir. Nükleer DNA’ya kıyasla PAH’ların mtDNA’ya 40-90 kat daha fazla afinitesi vardır. PAH’dan kaynaklanan hasarı telafi etmek için, mtDNA içeriği artmaktadır (9).
Hücreler serbest radikalleri detoksifiye eden antioksidan savunma sistemlerine sahiptir. Fakat antioksidan sistemler yaşla birlikte yetersiz kaldığı için oksidatif hasarlar birikerek, yaşlanmaya ve hastalıklara yol açmaktadır (x). Besinlerde, oksidatif süreç boyunca ortaya çıkan ROS’ları nötralize etmek için vitamin ve mineral gibi (örneğin, alfa-tokoferol, beta-karoten) antioksidanlar bulunmaktadır. Antioksidanların da azaltılmış mtDNA kopya sayısı ile ilişkili olabileceği hipotezinde bulunulabilir (9).
C Vitamini (Askorbik Asit)
C Vitamini (askorbik asit) çeşitli biyolojik fonksiyonlar için gerekli bir besindir (6). Askorbik asit, oksidatif hücre stresine hidrojen peroksit üreterek reaktif oksijen türleriyle ilişkili (ROS) bir sitotoksik etki gösterir (10). İmmün fonksiyonlar ve çeşitli oksidatif/inflamatuar süreçlerde ROS ve RNS radikallerinin süpürülmesi, protein glikasyonuna neden olan zincir reaksiyonlarının önlenmesi ve lipid peroksidasyonuna karşı koruyucu olması gibi önemli rolleri vardır. Ayrıca askorbik asit; E vitamini ve glutatyonun okside formlarından antioksidan formlarına yeniden dönüşümlerinde görev alır (6).
Kan ve plazmada serbest radikallere karşı ilk savunmayı sağlar. Lipit peroksidasyonunu engeller. Vitamin E nin rejenerasyonunu sağlar ve antioksidan etkinliğini artırır. Prooksidan özelliklerinden bahsedilse de kanıtlanmamıştır. Yüksek doz C vitamininin (2 g) yan etkisi bulunmamakla beraber özel bir faydası da saptanmamıştır (11).
C vitamini antioksidan mekanizması sayesinde serbest radikallerin B-hücrelerine verdiği hasarı önleyebildiği varsayılmaktadır (6).
Kanserin mevcut olduğu hastalarda C vitamini takviyesinden yararlanılamadığı bildirilmektedir; ancak kanser hastaları için C vitamini eksikliği faydalı da değildir (12).
Askorbik asit ve kanser öyküsü tartışmalarla incelenmektedir. Kanser sonucunda askorbik asiti değerlendiren klinik çalışmalar günümüze kadar devam etmektedir. Ancak askorbik asitin kanser ilişkili inflamasyon, sistemik inflamatuvar yanıt sendromu (SIRS, ……..) ve çoklu organ yetmezliğiyle (MOF,…….) ilgili son derece yararlı olabileceğini düşündüren veri zenginliği büyük ölçüde gözardı edilmiştir. İleri evre kanser hastalarıyla ilgili askorbik asit verileri genellikle eksiktir (13).
Hastaların septik belirtileri ortaya çıktıktan sonra, askorbik asit düzeylerinde daha da azalmalar oluşmaktadır. Askorbatın bilinen rolleri arasında; endotel bakımının devamı ve inflamatuvar belirteçlerinin bastırılması, hayvan modellerinde sepsisden korunma ve doğrudan antineoplastik etkileri, tedavi mevcut yöntemlerine bir adjuvan olarak askorbat kullanımının önerilmesi ve kanser-kaynaklı sepsis önlenmesi yer almaktadır (13).
Birçok çalışmada C vitamininden zengin gıda alımının kanser riskini azalttığı ancak, risk azaltımı amaçlı ek C vitamini tüketiminin kanser riskinde azalma sağlamadığı gösterilmiştir (14).
Carr ve Frei (15) 1999 yılında kalp-damar hastalıkları ve kanser riskini azaltmak için 120 mg/gün (RDA) alınması gerektiğini önermişlerdir. C vitamininin daha yüksek dozu (500 mg/gün), vazodilatasyon (damar genişlemesi) ve kan basıncının azalması için gerekli olabilir (12).
Telang ve ark. (16) Implante Lewis akciğer kanser hücrelerinin büyümesi üzerine C vitamininin etkisini ölçen bir çalışma yapmışlardır. Askorbik asit sentezi yetersiz olan farelerde bu hipotezi test etmişlerdir. Hayvanların kısmen veya tamamen C vitamini takviyelerine kıyasla, C vitamininden yoksun diyet tüketenlerde düşük plazma C vitamini düzeyleri (
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.