iltasyazilim
FD Üye
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (18891973)
18 Mayıs 1889'da İstanbul'da doğdu 8 Kasım 1973'te Akdeniz'de seyreden Samsun gemisinde yaşamını yitirdi Türk şiirinde hecenin 5 şairidiye bilinen şairlerden biri Reformcu edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbul'lu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı Türkçenin gelişmesine büyük katkı maddesi sağladı Ulusal edebiyat akımına verdiği güçle kendisinden daha sonra gelen kuşaktaki biçok şairi etkiledi Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu İstanbul Darülfünun'u Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini yarım bıraktı Kayseri, İstanbul ve Ankara'da liselerde ve hoca okullarında edebiyat dersleri verdi
19461960 arasında Halkçı Parti'den İstanbul'dan milletvekili seçildi 27 Mayıs 1960'tan sonra bir süre Yassıada'da tutuklu kaldı Birazcık Cenap Şahabettin'den, büyük ölçüde de Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle yazdı Daha Sonra hece veznine döndü Anadolu insanının duygularını işleyerek Ulusal edebiyatakımının yurtçu duyarlılığını zengileştirdi Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı Anayurt adlı dergiyi 8 rakam çıkardı Çamdeviren, Çılgın Ozangibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı Fıkra, manzum oyun, roman türünde eserleri de var
ESERLERİ
Şiir:
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Nehir (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
Oyun:
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
ROMAN:
Yıldız Yağmuru (1936)
HAN DUVARLARI
Osmanzade Hamdi Bey'e
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika otomobil yerinde durakladı
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
Ilk sevgiye benzer ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Daha Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına
bitmiş tepe, tekrar ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince
Son yığın noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, her zaman yol, defalarca yol Bitmiyor düzlük tekrar
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk harmoni taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine
Bir sarsıntı Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu otomobil yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
yavaşça önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin yıkık dökük hanı
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir derman bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler hemen kervansaraya
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir üzüntü kırışığı
Azar Azar birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üzerinde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler
Uykuya varmak için bu yürek parçalayıcı günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört dize değil, sanki dört damla kandı
Ben acayip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben
Aşağıda da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi
Bundan Böyle bahtın açıktır, uzun etme, dost!
Ne sınır kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!
Ertesi gün başladı gün doğmadan seyahat,
Soğuk bir mart sabahı Buz tutuyor her solgun
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor
Yanımızdan geçiyor yavaşça kervanlar,
Bir derebeyi gibi yerleşmiş eski hanlar
Biz bu ölümsüz yollarda varıyoruz, kademeli olarak,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü derhal karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları benzer hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü
Gönlümde can verirken köye ulaşmak emeli
Arabacı haykırdı İşte Araplıbeli!
Tanrı asistan olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana
Bizden evvel buraya inen üç dört dost
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi eşkıya, kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben
Sabah gökyüzü aydınlık, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete dışarı giden yolun üzerinde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonradan İncesu'daydık,
Bir handa, bitap argın, tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime tüberküloz diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben
Bir yazıt kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!
Yaşaran gözlerimde her şey bundan böyle değişti,
Bizim ilginç Şeyhoğlu buradan geçmemişti
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan ihtiyar yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey acayip çizgilerle doymuş han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi
Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O tez dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi
O süre başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına yanıt veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susamış yolcu değil şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar
Beyhude seslenir, nafile çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi
SON AŞIK
Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,
Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene
Ak zihin saçların kumral rengine
Kollarında son aşıkın ben olacağım
Ey başında hemen sevda rüzgarları esen,
Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
Sen benimsin tamamen terk olunduğun gün
O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?
Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar
O gün bana yalaşırken ey ilahi yar,
Esirgeme gözlerimden bir son buseni,
Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın,
Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
Ama hiç kimse benim kadar sevmemiş seni!
KISKANÇ
Sakın bir söz söyleme Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur
Düşmanımdır seni kim bulursa samimi,
Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur
Dilerim Tanrı'dan ki, sana açık kucaklar
bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,
Kan tükürsün adını samimi olarak anan dudaklar,
Sana benim gözümle bakan gözler âmâ olsun!
KAÇAK
Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin
Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile
Sana çirkin demedim ben, kafir demedim
Kendimce dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
Yaşadın beş yıl kalbimde, misafir demedim
Bu firar aklına nereden, ne süre esti senin
Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek *
18 Mayıs 1889'da İstanbul'da doğdu 8 Kasım 1973'te Akdeniz'de seyreden Samsun gemisinde yaşamını yitirdi Türk şiirinde hecenin 5 şairidiye bilinen şairlerden biri Reformcu edebiyatımızın geçiş döneminde dili, tekniği ve romantik İstanbul'lu kişiliğiyle de olsa, Anadolu gerçeğine açıldı Türkçenin gelişmesine büyük katkı maddesi sağladı Ulusal edebiyat akımına verdiği güçle kendisinden daha sonra gelen kuşaktaki biçok şairi etkiledi Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Haşim şiirinin yanında üçüncü bir kümenin oluşmasına neden oldu İstanbul Darülfünun'u Tıp Fakültesi'ndeki eğitimini yarım bıraktı Kayseri, İstanbul ve Ankara'da liselerde ve hoca okullarında edebiyat dersleri verdi
19461960 arasında Halkçı Parti'den İstanbul'dan milletvekili seçildi 27 Mayıs 1960'tan sonra bir süre Yassıada'da tutuklu kaldı Birazcık Cenap Şahabettin'den, büyük ölçüde de Yahya Kemal Beyatlı'dan etkilenerek ilk şiirlerini aruz vezniyle yazdı Daha Sonra hece veznine döndü Anadolu insanının duygularını işleyerek Ulusal edebiyatakımının yurtçu duyarlılığını zengileştirdi Erkek bencilliğini yücelten aşk şiirleri de yazdı Anayurt adlı dergiyi 8 rakam çıkardı Çamdeviren, Çılgın Ozangibi takma isimlerle mizah şiirleri yazdı Fıkra, manzum oyun, roman türünde eserleri de var
ESERLERİ
Şiir:
Şarkın Sultanları (1919)
Gönülden Gönüle (1919)
Dinle Neyden (1919)
Çoban Çeşmesi (1926)
Suda Halkalar (1928)
Bir Ömür Böyle Geçti (1933)
Elimle Seçtiklerim (1934)
Nehir (1937)
Tatlı Sert (Mizah Şiirleri, 1938)
Akıncı Türküleri (1938)
Heyecan ve Sükûn (1959)
Zindan Duvarları (1967)
Han Duvarları (Seçme Şiirler, 1969)
Oyun:
Canavar (1925)
Özyurt (1932)
Akın (1932)
Kahraman (1933)
Yayla Kartalı (1945)
ROMAN:
Yıldız Yağmuru (1936)
HAN DUVARLARI
Osmanzade Hamdi Bey'e
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika otomobil yerinde durakladı
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
Ilk sevgiye benzer ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Daha Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına
bitmiş tepe, tekrar ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince
Son yığın noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, her zaman yol, defalarca yol Bitmiyor düzlük tekrar
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk harmoni taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine
Bir sarsıntı Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu otomobil yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
yavaşça önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin yıkık dökük hanı
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir derman bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler hemen kervansaraya
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir üzüntü kırışığı
Azar Azar birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üzerinde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler
Uykuya varmak için bu yürek parçalayıcı günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört dize değil, sanki dört damla kandı
Ben acayip çizgilere uğraşırken başbaşa
Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben
Aşağıda da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi
Bundan Böyle bahtın açıktır, uzun etme, dost!
Ne sınır kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!
Ertesi gün başladı gün doğmadan seyahat,
Soğuk bir mart sabahı Buz tutuyor her solgun
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor
Yanımızdan geçiyor yavaşça kervanlar,
Bir derebeyi gibi yerleşmiş eski hanlar
Biz bu ölümsüz yollarda varıyoruz, kademeli olarak,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü derhal karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları benzer hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü
Gönlümde can verirken köye ulaşmak emeli
Arabacı haykırdı İşte Araplıbeli!
Tanrı asistan olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana
Bizden evvel buraya inen üç dört dost
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi eşkıya, kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben
Sabah gökyüzü aydınlık, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete dışarı giden yolun üzerinde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonradan İncesu'daydık,
Bir handa, bitap argın, tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime tüberküloz diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben
Bir yazıt kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi:
Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!
Yaşaran gözlerimde her şey bundan böyle değişti,
Bizim ilginç Şeyhoğlu buradan geçmemişti
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan ihtiyar yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey acayip çizgilerle doymuş han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi
Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O tez dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi
O süre başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi
Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,
Kerem'in sazına yanıt veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi
Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susamış yolcu değil şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül arar da,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar
Beyhude seslenir, nafile çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi
SON AŞIK
Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,
Ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene
Ak zihin saçların kumral rengine
Kollarında son aşıkın ben olacağım
Ey başında hemen sevda rüzgarları esen,
Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
Sen benimsin tamamen terk olunduğun gün
O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?
Ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar
O gün bana yalaşırken ey ilahi yar,
Esirgeme gözlerimden bir son buseni,
Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın,
Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
Ama hiç kimse benim kadar sevmemiş seni!
KISKANÇ
Sakın bir söz söyleme Yüzüme bakma sakın!
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur
Düşmanımdır seni kim bulursa samimi,
Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur
Dilerim Tanrı'dan ki, sana açık kucaklar
bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun,
Kan tükürsün adını samimi olarak anan dudaklar,
Sana benim gözümle bakan gözler âmâ olsun!
KAÇAK
Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin
Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin
Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile
Sana çirkin demedim ben, kafir demedim
Kendimce dinin gibi küfrün de mukaddesti senin
Yaşadın beş yıl kalbimde, misafir demedim
Bu firar aklına nereden, ne süre esti senin
Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek
Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek *
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.