Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Manas Destanı- Manas'ın Çocukluğu

Hoş geldin! Poyrazstar35 tarafından topluluğumuza katılmaya davet edildiniz. Kaydolmak için lütfen burayı tıklayın.
Manas Destanı- Manas'ın Çocukluğu

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
37
F-D Coin
19
MANAS'IN ÇOCUKLUĞU (I Birim)

Çok eski zamanlarda, Kervan devrinde, gün ışığında tulpar eşinirken, ay ışığında kemerini çıkartamadan at üstünde kuş uykusu uyuyan erler vaktinde, aç arslana benzeyen suratıyla, düşmana saldırgan, bayrağı gökyüzünde dalgalanan, şanı âleme yayılan, başından ak kalpağı çıkmayan, binere tulpar dayanmayan, kükreyerek yaşayan, Kırgız denen fazla eski bir ahali yaşardı Onların bayrağı gökmavisi idi Dostlarından çok düşmanları vardı

Bir vakit Tanrı Dağı'ndaki eski Kırgızları idare eden, halkının şanını uzaklara duyuran Karahan adlı Han, tahta geçti Onun kahramanlığı laf ile anlatılamaz; zenginliği de betimleme edilemezdi Şöhreti gökyüzündeki yıldızlara ulaşmıştı

Tanrım hiçbir şeyi ebedî yaratmamıştır Tanrı bu korkunç dünyada geleni gideni, büyüğü küçüğü dengelemiştir Bir gün kara yeri titreten Karahan da öbür dünyaya göç etti Onun tahtına oğlu Oğuz Han oturdu Oğuz Han da adil ve heybetli idi, askeri de çoktu, Türk eline, Kırgızlara baş olup, kükreyip doğudan ovalarını, düzlüklerini dağ ve ormanlarını arslan gibi dolaştı O da dönüşü olmaya yere gitti Oğuz Han'dan sonradan Babir Han, ondan sonra Tüböy han, ondan sonradan Kögöy han başa geçtiler, Kögöy Han'dan daha sonra Nogoy Han geldi

Yıllardan sonradan, karanlık bir gecede, saksağan, Nogoy Han'a melun bir muhabere verdi, uzun zamandır ona kin besleyen, onun malına, mülküne ve yerine göz koyan açıkgöz KaraHitay Hanı Esenhan savaş açtı Nogay Han'ın beli kırıldı, geniş dünyası daraldı AlaDağ'daki Kırgızların Ak otağı yağmalandı, ocağı söndü, Türk kabileleri darma dağın oldular

Nogay Han'ın Orozdu, Üsön, Bay, Cakıp (Yakup) adında dört oğlu vardı Şu Anda onlar kırılan kılıç gibi, kervan göçüne başladılar Biri Altay'a biri Opal'a, biri K'şgar'a, biri Tibet'e sürüldü

Kırk aile Kırgız ile Cakıp iki eli bağlı olarak Kalmuk'ta, Çin'de dolaşıp Altay'a geldi Sürgün edilen bu kırk Kırgız ailesini yerleştiren, ayrılmış, dağılmış halkı bir araya getiren Akbalta oldu Kırgızlar Akbalta Batır'ın himayesine sığındılar Akıllıyı dinlersek ahali oluruz, Akbalta'nın sözünü dinlemezsek atalarımızın (ruhunun) gazabına uğrarızdiyerek bir araya gelip and içtiler Akbalta Batır'ın bir dediğini iki etmediler

Akbalta aksakal ve kutsaldı Onu defalarca destekleyen, ona yol bildiren bir meleği vardı

Kırk Kırgız ailesi Altay'a geldiler Lakin barınmaya delik, yemeye kavut, giymeye elbise bulamadılar Acilen nasıl geçineceğiz diye düşünürken nerden aklına geldiyse, Akbalta boz boğayı seçip, kurban ederek halka şöyle dedi:

Halkın huzuru ahl'ksızlar bozar Milletlerin kötüsü olmaz Kalmuklar da, Mançular da iyi millettir Dünya, Kalmuk'un tatlı tebessümüne, kibarlığına aldanır, fakat o herkesi yumuşakça ele geçirir Eline düşersen çırpınan kuş olursun Malın, mülkün yahut eksiksin, varsa bakımlı yaşarsın Kalmuklarla çatışmayalım Hayvan yetiştirelim, çiftçilikle uğraşalım Altay'ın toprağı altındır Ekersen meyvası, kazarsan altını vardır Çalışsan toprak verir, dua etsen Tanrı verir Çalış Kırgız, belini bağlayıp başını kaldır

Yurtsuz Kırgızlar, Akbalta'nın sözünü haklı bularak Kalmukların Hanına Ala Dağ'dan getirilen gümüşlerle süslenmiş tulpar (kırat)ı armağan ettiler Altay'da yaz için yeşil yayla, kış için düzlükten yer seçtiler ve orada yerleştiler

Günler geçti, yıllar geçti Altay'daki Kırgızlar Kalmuk ile Mançuların arasında kalmasına karşın baştan canlandılar Türk soydaşlarını bulup ilgi kurdular Malları çoğalıp, kırk aile yetmiş aile oldu, ordu kurup hilâl işaretli bayrağını dalgalandırdılar ve düşmanı ürküttüler

Cakıp Bay'ın yurdunda nesilden nesile geçen bir çift ak otak, bütün ortaya, onun civarda da kırk beyaz çadır kuruldu Çocuklar oynamakta, ağılda mallar batmış, dağlarda yılkılar otluyorlar Evlerin bacalarından sızarak meydana çıkan duman yurdun huzur ve bolluk içinde olduğunu gösteriyordu

Cakıp tündükten giren güneş ışığı yüzüne geldiğinde, kalkarak siyah tulumdaki iyi karıştırılmış bal gibi kımızdan bir kase yudumlayıp, kır atına binerek yurttan ayrıldı Atını kamçılamak maksadıyla ellerini sıvazlayarak gümüş saplı kamçısını şöyle kaldırır kaldırmaz kır atı uçar gibi yurttan uzaklaştı

Kırk ocaklı Kırgız, Altay'a bitkin bir halde geldiğinde, Cakıp sanki hal' şımarıklığı bırakmayan bir çocuktu Daha kimsenin dikkatini çekmemişti Çocukluğunda Kalmuk, Moğol ve Çinlilerin insanlık dışı muamelesini gören bir esir idi Dünyadan nasibi kesilmemiş olmalı fakat o eziyetlere, açlıklara, 'z'p ve ıztıraplara direnebilmişti Çinlilerin ve Kalmukların dilini öğrenmeye mecbur oldu Aklı erdi, bıyığı çıkmaya başladı Boylu poslu yiğit oldu Önceki şımarık Cakıp bundan böyle değişti, kibar oldu Kalmukların içine girdi, kendini beğendirdi, onlarla alış veriş yaptı Sonunda Çıyırdı adlı Hanımının üstüne Kalmuklardan Bakdöölöt isimli bir kızla da evlendi

Cakıp, sekiz yıl sonra Altay'da kendi evini kurdu aşağı yukarı on aileyi bir araya getirip bir odaya yerleştirdi Meyvalı ormanları olan geniş yerlerde, çiftçilikle uğraştılar Ürettiği mahsûlü, yaptığı kırmızı, ceylanın ödünü, boynuzunu, yakaladığı kunduzun, su samurunun kürklerini, bulduğu altın ve gümüşleri, zırh gömleğini, hançerlerini, derilerini komşu ülkelerini ipekli, porselen, nehir ve parfümleriyle değiştirdi İyi para kazanarak işi gittikçe büyüttüler

Altay'da 30 yıl Çinliler ve Kalmuklardan ızdırap gören Cakıp Bay bundan böyle onlara Hanseçilmişti Kışın su samurundan şapka, yazın aşağı süslenmiş ak kalpak giyebilecek, sırtına kürk giyip beline hançer asıp, altın eğerli bir kızıl tür ata binebilecek ışık halkası gelmişti Beş yüz beyaz devesi, bir baş ala sığırı, hadsiz hesapsız koyunları vardı Ağılı hayvanla, heybesi yemekle, hazinesi altınla dolmuş olmasına rağmen, Cakıp Bay'ın yüreğinde bir acı vardı

Onun derdi şuydu: Hesapsız sığırı ve devleti vardı Palavracı dünyada gözü doymuştu Her gün yağla, etle besleniyordu Oysa kara günlerde onu koruyacak, ocağını devam ettirecek, tahtına mirasçı olacak bir çocuğu yoktu Çocuğu olmayanın dünyası kururmuş Cakıp Bay'la obada ihtiyar, çocuksuz ihtiyardenilerek alay ediliyordu

Cakıp, çocuğum yok diye gezmeye başladığı bir gün, kutsal dağdaki bir süt pınarına gelerek dua etti Göz yaşlarını yağmur gibi döktü Sonradan, Azoo Bel'in kenarındaki Calgız Arça (Yalnız Ardıç)'ya varıp Tanrısı Ak Taylak'ı çağırıp, çocuğum yok diye gözyaşları içinde, derdine derman istedi Hanımı Çıyırdı'yı, kendini günahkar hisseden miskin eşini, beraberinde götürüp, atalarının mezarında konakladı, dua edip Tanrı'ya yalvardı

Tanrı onu duymadı

Cakıp Bay, hayvan saymayı mazeret ederek her gün erken obadan uzaklaşırdı Bir gün dağda çobana uğramadan dertle telaşla, cin çarpmış gibi, değişik kıyafetle dağlarda dolaşıyor, saçını başını yolarak Tanrım benden bir çocuğu niçin esirgiyorsun?diye sorarak sersemlemiş başı dönen yüzüyordu

Cakıp, akşama doğru, Ulu Dağ'a gölge düştüğünde kendine gelip hemen atının başını yurda çevirdi Tanrı böyle istemişse diğer çare yoktur Çocuksuz dünya kuşsuz yuvaya, kuşları yok çınara, bakımsız ufak göle, otsuz çöle benzer *
 
858,506Konular
983,044Mesajlar
33,110Kullanıcılar
kaannns1903Son üye
Üst Alt