iltasyazilim
FD Üye
Ulusal Kültürün korunmasında dilin önemi
Milli Kültürün korunmasında dilin önemi nedir
Ulusal Kültürün ve Milli Birliğin Korunmasında Türk Dilinin Ön emi
Ulusal Kültürün korunmasında dilin önemi hakkında data
Büyük Önder Atatürk'e göre Ahali, benzer kültürden insanların oluşturduğu toplumdur Demek ancak, milli kültür, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir Çünkü, ulusal kültür oluştuğunda ortaya irk çıkar Halk ise mutlaka bir devlet oluşturur Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir İkinci Dünya Savaşı'ndan enteresan halinde çıkmalarına karşın kısa sürede kayda değer birer baskı haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir Benzer şekilde, İstiklal Savaşı'nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan ulusal kültürünün sağlamlığıdır Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar Eğitim kurumlarında, ulusal ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler Atatürk'ün sözleri, müşterek bir kültür yaratıcı eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından önemini açıkça ortaya koyar:Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk olarak ve herşeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla uğraş etmek gereği öğretilmelidir Dünyada uluslararası duruma tarafından böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara yaşam ve serbest yoktur Çocuklarımızı benzer eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz Elbette bilmeliyiz fakat iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti'ne, TBMM'ne düşman olanlarlarla uğraş; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan halk müziği için yaşama hakkı yoktur(Atatürk'ün Tavır ve Demeçleri, cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitü Yayınları)Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve tekrar tekrar korunması zorunlu unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular Çünkü, bir devletin sağlam temellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir Bir devlet ne dek gelişmiş olursa olsun, ne kadar dinç olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder Milleti oluşturan unsurların en temel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır Bireylere ulusal beraberliğin ne olduğunu aydınlatmak ve ulusal şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir Bireylere milleti için çalışmanın önemi öğretilmediği takdirde ulusal eğitim amacına ulaşmamış olur Kişi devletine ve dolayısıyla milletine yararsız bir insan haline kazanç Atatürk'ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler ulusal şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir Keza, milli kültürün temellerini Büyük Önder Atatürk'ün Ilke ve İnkılaplarının oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır Eğitim insanlara ulusal şuurdan başka daha çoğu şey kazandırır İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler İnsanların aileleri, dini, ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun bahşedilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar aniden kalkabilir Böylece ırk benzer müşterek amaçta birleşmiş olurlar Ulusal şuur da buna eklendiğinde bireyler ayrıntılarıyla nitelikli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve yararlı bir ayla gelirler Bir birey için devletine yan ve fayda sağlamak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak demektir sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk prensip ve inkılaplarını kendilerine prensip edinmiş, devletini ve milletini bütün değerlerin üstünde tutan gençler yetiştirmek olmalıdır
TOPLUMLARIN CAN DAMARI MİLLÎ KÜLTÜR
Yeni bir bin yılın ilk basamaklarına adım attığımız bu günlerde, özellikle toplumlar arasında görülen değişmenin hızlı boyutunu farkedememek muhtemel değil Anlayışların, düşüncelerin bitmiş şekillendiği çağımızda kültürel anlamda belirginleşen oluşumlar ise hiç de yabana atılacak gibi görünmüyor Yakın çevremizde, aile hayatımızda, alıştırma ortamımızda olup bitenler, bizi herşeyi her yerde düşünmeye, tekrar bir değer biçme yapmaya zorluyor Bu değerlendirmede geçmiş ile içinde bulunduğumuz an; içinde bulunduğumuz an ile gelecek aralarında köprü konumundaki kültürel varlıklarımız, kültür dinamiklerimiz ön plana çıkıyor
Şehirde de bulunsak, köyde de yaşasak bu kavram ile karşılaşıyor, unsurları ile birlikte oluyoruz
Hayatımızın adeta her bölümünde, sosyal yaşantımızın bütün dilimlerinde bu kelime ile karşılaşıyoruz Dil kültürümüzden bahsediyoruz, teknoloji ile uygarlık ile kültür arasındaki bağı ve sorunlarını tartışıyoruz Sanatın bütün dallarında onu en geniş manası ile kullanıyoruz Müzik kültürü, sinema kültürü, edebiyat kültürü diyoruz Sosyal hayatımızın durumunu benzer kelimenin yardımı ile izaha çalışıyoruz; şehir halkı kültürü, köy kültürü, gecekondu kültürü diyoruz
Yalnızca yazılı basınımızda, gazete ve dergilerde konu ile ilgili araştıma yapan uzmanların dilinde ve kaleminde değil, televizyon ve radyo kanallarında da sık sık duyduk bu kelimeyi
Toplumun adeta her kesimindeki insanların hayatlarında yer aldı kültür
Yıllardan Beri kültürün nasıl birşey olduğunu anlamaya ve onu tanımaya çalıştık, etkisinden ve gücünden bahsettik Kültürümüzü ve medeniyetimizi nasıl muhafaza edebileceğimizi ve gelecek nesillerimize bu değerleri nasıl aktarabileceğimizi tartıştık Ona kimi süre sempati ile kimi süre da antipati ile yaklaştık
Bir çok tanımıyla karşılaştığımız kültürün UNESCO uzmanlarınca yapılan ve kabul edilen tarifinde, bir insan topluluğunun kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur ve bu insan topluluğunun bu tarihi tekamül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterdiği ve gelişimini sağladığı belirtilen
Bu tanımlama, içtimâîmanevî şuur muhtevalarını kültür olarak vermekle birlikte, kültürdeki sürekliliği ve millî olma zaruretini öne çıkarması bakımından da oldukça dikkate bedel bulunuyor Tanımdan da anlaşıldığı gibi bir kültür ama kendi toplumunun tarihi varlığında ortaya çıkabiliyor Kültürü, yüzyıllara uzanan bir vakit çerçevesinde topluluklar meydana getiriyor, kültür de milleti ayakta, düşey ve sağlam tutuyor
Prof Dr Mehmet Kaplan, tarihi bugüne kadar getiren ve onu güncel bir kuvvet yapan vasıtanın ilim, kültür ve sanat olduğunu söylüyor ve bütünüyle zamanın içinde ebediyete giden bir yol olan, tüm zamanları besleyen dinin, ilme, kültüre ve sanata etkide bulunduğunu belirtiyor
Yavuz Bülent Bakiler kültürü, milleti diğer milletlerden ayıran fiziksel ve manevi değerler bütünü olarak görüyor ve bir örnekle şöyle izah ediyor:
Ana karnında bir çocuk düşününüz Çocuğu bir kordonla besleyen anadır O göbek bağını içeriden kopardınız mı, ananın da çocuğun da felaketine sebep olursunuz Kültürle halk arasındaki bono da tıpkı o kadar Milletler fakat kendi kültürleri ile yaşayabilirler
Kültür bir milletin dini inancıdır, konuştuğu dilidir, halk sevgisidir, tarih bilgisidir, birikimidir Değer hükümleridir
Örf ve adetleri gelenek ve görenekleridir
Nihayet kültür, bir milletin yaşama tarzıdır
O Kadar olmasına öyledir de nedense bir türlü öğrenemedik kültürün gücünü, bilemedik kültür nedir ne değildir diye
Yüzyıllar öncesinden başlayarak kültür dünyamıza binlerce yıldız serpiştiren, halk müziği olarak şahsiyetimizin, karakterimizin yapısına nakışlarıyla biçim veren düşünce şekillerini, yaşama kural ve kaidelerini gerektiği gibi bilemedik, anlayamadık
Zaten bir anlayabilsek, kültürümüzün varlık sebebimiz olduğunu
Bir anlayabilsek, bu topraklar üzerinde serbest ve müstakil yaşamak için kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini
Bir anlayabilsek, kültürün, sadece müzelerin sıcacık köşelerine çekilmiş arkeolojik kalıntılardan ibaret olmadığını
Bizi biz yapan değerleri bir anlayabilsek
Asırlar öncesinden gelen ve geleceğe istikamet veren, güzellikleri ile gecenin içinde parlayan ışık kaynakları nasıl görmezlikten gelinir oysa!
TÜRK KÜLTÜRÜ VE MEDENİYETİ
AYRI AYRI inanış, fikir, akım, kullanış ve tavır tarzları bir milletin millî kültür unsurlarını teşkil etmektedir Kültürlerden doğan uygarlık, karekter yönünden umumi; kültür ise hususidir Her topluluk bir kültüre sahiptir, her kültür de bambaşka bir topluluğu temsilcilik eder Bir kültürün varlığı, bir milletin mevcut olduğunu göstermekte, bir topluluğun varlığı ise bir kültürün varlığına dikkat çekici etmektedir Bir milletin manevi kültür değerlerini din, dil, sanat, edebiyat, örf ve adetleri ile düşünüş ve yaşayış tarzları meydana getirmektedir Bu kültür değerleri milletlerin hayatlarında önemli yer miktar Milletler de bu kültür değerleri üzerinde önemle dururlar Bu kültür değerlerini bozmadan kendilerinden sonradan gelecek nesillere devretmeye gayret ederler Eğer bir kültürün özü terkedilecek olursa ya da toptan terkedilirse, o milletten, o cemiyetten eser kalmaz Kültür millî duyguların gelişmesini sağlayıp, insanı vatansever yapar Bu sevgi de millî bütünlüğü sağlar
Kültür, istiklal isteyen bir yapıya sahiptir Toplumlar, milletler diğer bir kültürün kendi toplumlarında gelişip, irtifa göstermesine fırsat vermezler Bir milletin kendine ait inanış ve yaşayışını meydana getiren din, asırlardır kültürün en önemli unsuru olmuştur İnanış ve yaşayış unsurları bir toplumdaki tüm ferdi hareketleri, örf ve adetleri, sanatı, vs tesiri altına alır
Kültürü, psikolog, sosyolog ve kültür tarihçileri değişik şekillerde tanımlamaya çalışmışlardır
E B Taylor'un: Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örfâdeti ve insanın (cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla) kazandığı diğer tüm hüner ve ihtiyat ihtiva eden mürekkep bir tümolarak tasvir ettiği kültürü C Wiesler ise: Bir toplumun yaşama tarzı, E Sapir: Atalardan gelen bedenselmanevi değerler toplamı, R Thurnwald da Bir toplulukta örf ve âdetlerin, tavır tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu âhenkli bir tüm' olarak tanımlamışlardır Ziya Gökalp ise kültürü: Bir milletin dinî, ahlakî, hukukî, bediî, muakaleleli (entellektüel), lisani, iktisadi ve fenni hayatının ahenkli bir bütünüşeklinde ifade etmiştir Son dönem aydınlarından Yılmaz Özakpınar da araştırmalarında kültür ve uygarlık konusunda köklü yorumlar getirmiştir
Kültürden farklı bir amaç taşımakta olan medeniyeti, milletler arasında karşılıklı değerler seviyesine yükselen kavrama, davranış ve yaşama vasıtalarının bütündür Bu ortak değerlerin kaynağı, milletlerin kendi oluşturduğu kültürleridir
KÜLTÜR MİLLETLERİN VARLIK GÖSTERGESİDİR
Kültür, açıklanmış bir yerde birlikte yaşayan belirlenmiş bir toplumun yaşayış şeklidir Bu kültür onların sanatlarında, sosyal sistemlerinde, alışkanlıklarında, adetlerinde ve geleneklerinde yaşamaktadır Benzer kültüre sahip olanlar, birlikte yaşamış ve aynı dili konuşan insanların, başka dili konuşan insanlardan ayrı bir şekilde düşünmesi, hissetmesi ve onlardan ayrı coşku duyması demektir Cemiyetle kültür arasında çok sıkı bir tahvil vardır Sosyal inşa ile kültür bir gerçeğin iki yüzü gibidirler Sosyal yapılar mevcut kültüre göre şekillenirken, kültür de içinde bulunduğu çevreden kesintisiz etkilenir İnsanları süre ve mekan içerisinde birleştiren ortak noktaların bulunması ahali olmanın en kayda değer özelliğidir Bunu karşılayan ise kültürdür
KÜLTÜRÜN DOĞUŞU İNSANLIĞIN YARATILIŞI İLE BAŞLAR
Belli ama kültürün meydana çıkmasında bütün insanların payı vardır Kültür ve medeniyetlerin ileri ve kuvvetli olduğu ülkeler, sosyal ve kültürel temaslara açık ülkelerdir Sosyal ve kültürel temaslara açık olmayan ülkeler gelişememişlerdir 15 asırdan sonra keşfedilen bazı adalarda yaşamış insan gruplarının hepsinin seviyelerine uygun bir kültüre sahip oldukları görülmüştür Lakin dış dünyaya kapalı olarak oluşturulan bu kültürler, başka kültürlerle bağlantı edemedikleri için gelişememişlerdir
Türk kültürünün ortaya çıkış sahası, Türk kavimlerinin anavatanı olan Orta Asya'dır Orta Asya, coğrafi yönden Türk kültürünün belli başlı kaynağıdır Hun, Göktürk ve Uygur Türk devletlerinin meydana getirdiği kültür, Orta Asya Türk Kültür ve Medeniyetinin asıl temelini oluşturmuştur Göktürkler döneminden kalan Orhun Kitabeleri, o dönemin kültürünü yansıtan birer kültür hazineleridir Bu dönemin kültür ve medeniyeti Bozkır Kültürü, Bozkır Medeniyetive Atlı Göçebe Kültürübiçiminde isimlendirilmektedir
TÜRK KÜLTÜRÜNE YENİ ÇEHRE
Orta Asya Türklerinin, İslamiyete girişleri ile birlikte Türk Kültürü de evrensel bir ebat ve yeni bir çehre kazanmıştır
Türkler'in İslamiyetle ilk temasları Emeviler döneminde başlamıştır Abbasiler'in Çin'e aleyhinde yaptıkları Talas Muharebesinde (M 751) Türkler, Abbasiler yanına yer almış, bu nedenle İslamiyeti daha yakından tanınma fırsatı bulmuşlar ve İslamiyet'e girmeye başlamışlardır Türkler'in İslamiyet'e girmeleri Maveraünnehir çevresinde hızlanmıştır Türk İslam Kültür ve Medeniyeti, Karahanlı ve Gazneli Türk Devletleri ve İtilUral Türk Devleti döneminde geçiş dönemini yaşayan, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi ise bu kültür ve medeniyetin en üst düzeye çıktığı dönem olmuştur Diğer kültür ve medeniyet çevrelerini etkisi altına alan Türk İslam kültür ve medeniyeti Türklüğün kendine has özelliğini gösterir Maveraünnehir'den Anadolu'ya, Anadolu'dan da Balkanlara değin uzanan bu kültür ve medeniyet, Akdeniz ülkelerini de etkisi altına almıştır Toplumlar devlet ve halk müziği olma seviyesine yükseldikleri vakit kendi millî kültürlerini oluşturabilirler Nihayet milattan önce 3 yüzyılda kurulan Hun Devleti'nden, Atatürk tarafından temelleri atılan Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar oluşan Türk Kültür ve Medeniyetinin bir bütün olduğu görülür
Türkler Malazgirt Ovası'na ayak bastıklarında bir millî kimliği ve o kimliğin ardından bin üçyüzbin beşyüz yıllık bir tarihi vardı O kimlik ve o tarihin gücü ile bu vatana sahip oldular Her mekandan ve her kültürden etkilendikleri gibi, kendi kültürü ile etrafındaki ülkeleri de etkilediler Türkler Anadolu'ya geldiklerinde; bin beşyüz yıllık fazla sağlam bir devlet geleneğine sahiplerdi Anadolu, Türklerin eline geçince bir uçtan bir uca armoni ve disiplin altına alındı Komşu milletlerin imrenme ettiği bir armoni kuruldu Saray, medrese, han, hamam, yol, kervansaray, hastane, köprü, türbe, camiler yapı edildi Bugün zeka gururla seyrettiğimiz çok büyük bir bayındırlık hamlesi gerçekleştirildi Bu hamleler gerçekleştirilirken daha önce Anadolu'da hüküm sürerek eserler bırakan milletlerin eserlerine de saygı gösterildi ve aynen korundu Türk milleti fethettiği ülkelerde bağımsızlık kurarken daha önce meydana getirilmiş olan medeniyetlere hürmet duymuş, öteki milletlerin din, dil, örf ve adetlerine büyük bir zevk göstermiştir
Osmanlı Devleti meşruiyetini, Din ü Devlet Mülk ü Irkidaelinden, idaresindeki müslim veya gayri müslim olan dağıtılmış toplumların kültürel, dini özelliklerini koruyup, garanti altına alışında buluyordu Yüzyıllar süren hoşgörüye dayalı, uzlaşma içerisinde bir beraberlik sayesindedir ama Osmanlı devleti varlıklı bir kültür ortaya çıkarmıştır Bu kültür, içerisinde bambaşka çoğu kültürü barındırıyordu, bu özelliği ile bir mozayiği andırıyordu Bugün Türkiye dahil, Balkan ve Ortadoğu ülkelerinin hayret verici kültürel benzerliklerinin temelinde bu vaka yatmaktadır
Öbür coğrafyaların kesiştiği, öbür toplum ve tarihlerin karşılaştığı bir kavşak noktasında ortaya meydana çıkan ve çoğalan Osmanlı kültürü, Ortaasyalı olduğu dek, Akdenizli, Ortadoğulu olduğu değin Anadolulu ve Balkanlı idi Osmanlılının mührünü vurduğu bu kültür ayrıca değerler, keza ürünler ve keza de duyuş, düşünüş ve davranış tarzları düzeyinde Türk toplumuna miras kalmıştır
SOMUT GELİŞMENİN GÜCÜ KÜLTÜREL GELİŞMEDİR
Bugün bundan böyle toplumlar yanlızca idareli göstergelerle ifade edilen kalkınmaya değil, bununla birlikte sosyal ve kültürel bir gelişmeye, maddi tatmine olduğu kadar, manevi tatminde de ilerlemeye ihtiyaç duymaktadırlar Aslında manevi kalkınma yani kültürel gelişme, maddesel kalkınmanın ikinci gücüdür İkisi aralarında biribirini destekleyen rahat bir eğilim vardır İçinde bulunduğumuz asrın insanlığa kazandırdığı en önemli tecrübelerden birisi, kalkınmada sosyal ve kültürel faaliyetlerin de gözardı edilemeyeceği gerçeğidir
Milletler arası ilişkileri belirleyen; sosyal, siyasal ve hesaplı etkenlerin yanında belli oysa kültürel etkenlerin de önemi büyüktür Esasen kültürel etkenler, milletlerarası yaklaşımlara daima program metni ve canlılık sağlar Mevcut olan millî kültür değerleri milletleri birbirlerine daha artı yaklaştırır Bunu sağlarken eski eserleri, tarihi vesikaları, şiiri, tiyatrosu, sanatı, edebiyatı ve folkloru büyük rol oynar Bu vesikalar ve değerler milletlerin iç işlerine karışmadan, vatan bütünlüğüne dokunmadan, kardeşçe ve arkadaşça, uzlaştırma içinde yaşamalarını sağlar Bu varlıklar ve değerlerin anlam ve önemini fiziki yönden değerlendirmek ya da senteze alt yakalamak olası değildir
Millî kültür varlıklarının korunması şarttır Atatürk de millî kültür varlıklarımızın korunmasına büyük tartma vermiş, millî kültür varlıklarının araştırılması, korunması ve yayılması için tüm tedbirlerin alınmasına gerekli itinayı göstermiştir Bunun için lüzumlu olan tüm araçların, güzel sanatların korunması ve yayılması için kurum ve kuruluşları faaliyete geçirmiştir
Kültür toplumun sosyal yapısına yön veren ve o topluma karakter kazandıran ortak davranışlardır Vakit içinde değişiklik, gelişme ve yenileşme özellikleri taşıdığından dolayı kültür, canlı ve devingen bir yapıya sahiptir Toplumun yaşama düzeyine ast olarak doğup geliştiği için hayatın içindedir Bir milleti öteki milletlerden ayıran yaşayış tarzı, o millete özgü duygu ve zihin birliğinin oluşturduğu ruhtur
bununla birlikte bu aşamada milletlerin yaşama tarızlarını anlatması bakımından millî kültür kavramı karşımıza çıkmaktadır Millî kültürün bu durumu onun canlı bir organizma gibi telakki edilmesini kolaylaştırır Bu bakımdan millî kültürün dinç olarak gelişebilmesi, bugünün geçmiş ile olan ilişkisini kesmemekle, bilakis her yerde kurmakla mümkündür Yıllar boyu yaşayan o kültürün mensupları bizim insanlarımızdır Atalarından itimat olarak aldıkları geleneksel kültürlerine yeni ilaveler yaparak kendilerinden sonra gelen nesillere intikal ettirmişlerdir Sanayileşme ile birlikte geleneksel toplum yapısı değiştirilmiş, eğri bir şehirleşme yapısı ortaya çıkmıştır Eski misyonunu kaybeden aileler, kültür taşıyıcı olmaktan da uzaklaşmışlardır Teknolojinin gelişmesiyle bozulan ilişkiler tekrar teknolojinin bize kazandırdığı radyo, televizyon, vs vasıtalarla düzeltilmeye çalışılmıştır
Kültürün keza fiziksel, ayrıca de manevi yönü vardır Bilim ve teknik alanlarındaki gelişmeler bedensel yönü olup medeniyet ile birleşir ve milletlerarası bir nitelik taşır Manevi yönü ise dil, din, tarih, ahlak, hukuk, felsefe, edebiyat, sanat, eğitim, örf ve adetler gibi direkt her toplumun kendi yapısına kadar şekillenen unsurları içine alır Manevi kültür, toplumların kendi özel davranışlarının eseri olduğu için, milli bir karakter yapısındadır, orjinaldir ve hakiki kültür de budur Kültür, her iki yönüyle de topluma dinamizm vermektedir ve böylece milletleri yaşatan, onları geleceğe bağlayan sosyal bir geliştirme gücüne sahiptir Bu özelliği ile de toplumdaki kalkınma ve gelişmenin temel faktörü durumundadır Günümüzde milletler arasındaki bağımsızlık ve avantaj yarışı silahlarla yok, kültür ile yapılmaktadır Milletler arasındaki üstünlük savaşında en etkin silah olarak, yan bulundukları toplumları eğitim ve kültür seviyeleri bakımından en üst düzeye içeri almamak, bilim ve teknolojide ön sırayı almaktır Atatürk bu gerçeği şöyle açıklama etmiştir: Dünyada her kavmin, varlığı, kıymeti, özgürlük ve serbest hakkı, sahip olduğu ve yapacağı uygar eserlerle orantılıdır Medeni eser vücuda getirme kabiliyetinden yoksun olan kavimler, özgürlük ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkumdurlar Uygarlık yolunda yürümek ve muvaffak elde etmek hayatın şartıdır(Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Utkan Kocatürk, s65) Sahiden de zamanımızda insan hayatı, kültürün asıl unsuru olan bilimle şekillenmekte, ülkelerin rafahı bilimle ve ilim ile gerçekleştirilmektedir Temelinde bilim olmayan sosyal ve iktisadi yeniden yapılanma düşünmek muhtemel değildir Bilim ve teknolojide, çağın akışına bacak uydurmak önce o toplumun eğitim ve kültür seviyesini yükseltmeye ve toplumun gereklilik duyduğu insan gücünü yetiştirmeye bağlıdır
Kültür, oluşum ve metamorfoz sürecinde başka kültürlerle alış verişte bulunur, onlardan aldığı gibi onlara da verir Her ahali çağın icaplarına göre diğer kültürlerden aşılanır ve zenginliğini azıcık da bu aşılanmaya borçludur Aşılanırken özün ve kökün mutlaka korunması gereklidir Kültür değişmesi tabiidir Ancak kültür yabancılaşması, yozlaşma ve kültür ikamesi gayri tabiidir Çağdaş ve medeni milletlerin hiçbiri kendi kültürünün yerine bir başka kültürü koyamaz Koyarsa o halk müziği olmaktan çıkar Kültür değişmesinin temel kanunu kendi kendisi olarak, özü ve kökleri koruyarak devam etmesi, değişmesi ve gelişmesidir Özü ve kökü koruyamayan milletler yabancı kültürlerin istilasına uğrarlar Bu da çağdaş çağda istilanın en tehlikelisidir Zira millî kültür bir milletin varolma şuurudur Şuur ise anlayışlı olmak demektir Kendini, kendi değerlerini tanımayan bir milletin sadece müstakil bir coğrafyaya sahip olması o millete hiçbir şey kazandırmaz
GURBETTE KÜLTÜR
Tarih her tarafında insanların bir kısmı geçmişe açlık duymakla yetindi, geçmiş süre içinde yaşadı İçinde bulundukları başlıca, zamana ağırlık vermedi Bir kısım halk da geçmişi ve yaşadıkları hatıra hesaba katmadı, hayali bir gelecek inşaa etti
Ama geçmiş ne kadar gerçek ise gelecek de öyle gerçek
Geçmiş ne kadar kıymetli ise gelecek de o derece önemlidir
Gerek ülkemizin büyük bir nüfus potansiyelini yaratıcı gençlerimizi, gerekse yurtdışında yaşamış gurbetçi diye isimlendirdiğimiz gençlerimizi bu açıdan değerlendirecek olursak, kültürün ne derece manâlı olduğunu görürüz
Bir mukayese ile konuya yaklaşırsak, kendi ülkelerinde yaşayan gençlerin, gurbette yaşamış gençlere nazaran kültürlerine daha ast oldukları görülmektedir
Dünyanın birçok ülkesinde çalışmakta olan gurbetçi vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerin kültürüne, diline, dinine, örf ve adetlerine tamamen tanıdık olmayan olduklarından, o ülkeye ahenk sağlamakta büyük zorluklarla karşılaştıkları dikkati çeker aynı zamanda bu vatandaşlarımızın çocuklarının birçok Türkiye'ye döndüklerinde de tekrar benzer ölçüde sayılabilecek sıkıntılarla karşılaşmakta, yakın çevrelerine zeka armoni sağlayamamaktadırlar Bu çocuklar keza Türk kültürünü ayrıca de yaşamakta oldukları ülkenin kültürünü iyi bilmedikleri için, iki kültür arasında bocalamakta, bunun sonucu olarak da bir kimlik bunalımı ile karşısında karşıya kalmaktadırlar Gurbette doğup büyüyen gençlerin çoğunluğu da Türk kültürüne en ince ayrıntısına kadar tanıdık olmayan olarak yetişmektedirler Kendi insanını yeterince tanımayan, millî kültüründen uzaklaşan bu gençlerin çoğu yaşadıkları ülkelerin bir takım fena alışkanlıklarını benimseme durumunda kalabiliyorlar
Türk kültürünün din ve imandan daha sonra gelen en önemli unsuru dilidir Bir milletin dili onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır Dil, hem millî kültürün taşıyıcısı keza de millî birliğin harcı durumundadır Dil aynı zamanda millî yapıyı meydana getiren, sağlamlaştıran ve destekleyen en büyük faktör ve dayanaktır Milletimizin mertlik ve civanmertliğini anlatan destanları, marşları, hikayeleri, şiirleri, manileri ve ninnileri dilimizin en müstesna vesikalarıdır
Armoni problemi Türkiye'den yurtdışına, yurtdışından yeniden Türkiye'ye uzanan çok yönlü, son derece karışık, yaşamsal ciddiyeti olan bir meseledir Bu bağlamda kişilerin kendi dillerine olan uzaklık ya da yakınlık diye tanımlayabileceğimiz durumlarını ele alarak bir değerleme yaptığımızda, dilin ne derece manâlı olduğu ortaya çıkmaktadır
Hiç şüphe değil ancak kültürel kimliğin en önemli unsurlarından birisi de dildir Birey dil aracılığı ile çevresiyle ilişki kurar, kendi töresini, dinini, tarihini tanır; kendinin kim olduğunu bilir Dili, kültürel kimliğe şekil veren bir kalıp olarak tanımlayan Sapir ve Whorf, belirlenmiş bir dili öğrenen kimselerin o toplumun us yapısını ve değerlerini de benimsediklerini ileri sürerler Yani kendi kültürlerinden kopup benimsedikleri dilin kültürünü yaşamaya başlarlar Bir toplumun anadili onların can damarı gibidir Anadilini bilmeyen kimselerin kültürel kimliğinin can damarı, fonksiyonunu yerine getiremiyor demektir Bir milletin nitelik ve karekterini o milletin dilinde bulmak mümkündür Dil insanın manzara ve hafıza biçimini de etkiler Kendi dilini unutup, başka bir dili konuşan kimse o dilin kültürünü de öğrenmesi, dolayısıyle o kültürün etkisi altında kalması ve kendi öz kültüründen uzaklaşması kaçınılmazdır
Gurbetteki gençlerimizin kendi öz kültürlerinden uzaklaşmamaları, dillerini iyi bilmeleri; tarih, örf ve ananelerine sahip çıkmalarından geçmektedir Bunun için devletimiz, yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın çocuklarının eğitimi için öğretmenler; dini konularda aydınlanmaları amacıyla da din görevlileri göndermekte, onlara sahip çıkmaktadır
Gurbetteki gençlerimizin millî kültürlerinden kopmamaları ve onların milletine, devletine emrindeki olarak yetişmeleri için devletin maaşlarını vererek, gönderdiği hoca ve din görevlilerine büyük görevler düştüğü muhakkaktır Bunun yanına asıl ödev, daha sıcacık bir yaşam sürmek için gurbette çalışmaya dışarı giden, maddesel konulardaki kazançları yanına, çocuklarının öz kültürlerine ast olarak yetiştirilmeleri yönünde azami uğraş sarfederek, manevi kazançları da göz ardı etmemeleri gereken annebabalara düşmektedir *
Milli Kültürün korunmasında dilin önemi nedir
Ulusal Kültürün ve Milli Birliğin Korunmasında Türk Dilinin Ön emi
Ulusal Kültürün korunmasında dilin önemi hakkında data
Büyük Önder Atatürk'e göre Ahali, benzer kültürden insanların oluşturduğu toplumdur Demek ancak, milli kültür, bir devleti ayakta tutan unsurların en önemlisidir Çünkü, ulusal kültür oluştuğunda ortaya irk çıkar Halk ise mutlaka bir devlet oluşturur Dünya tarihine baktığımızda, milli kültüre sahip olmanın önemi daha iyi anlaşılır Tarihe gözatıldığında, milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını korudukları görülecektir İkinci Dünya Savaşı'ndan enteresan halinde çıkmalarına karşın kısa sürede kayda değer birer baskı haline gelen Almanya ve Japonya bunun en güzel örneğidir Benzer şekilde, İstiklal Savaşı'nda Türklere yeni zaferler kazandıran, Türk Milletinin Atatürk milliyetçiliği ile tamamlanan ulusal kültürünün sağlamlığıdır Milli kültür, milli ve manevi değerlerin öğretildiği eğitim kurumlarında oluşmaya başlar Eğitim kurumlarında, ulusal ve manevi değerleri öğrenen gençler ise bu değerlere sahip çıktıkları ölçüde devleti, milli birliği ve beraberliği güçlendirirler Atatürk'ün sözleri, müşterek bir kültür yaratıcı eğitimin milli birlik ve beraberlik açısından önemini açıkça ortaya koyar:Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırları ne olursa olsun, ilk olarak ve herşeyden önce Türkiye'nin bağımsızlığına, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla uğraş etmek gereği öğretilmelidir Dünyada uluslararası duruma tarafından böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevi unsurlara sahip olmayan kişiler ve bu nitelikte kişilerden oluşan toplumlara yaşam ve serbest yoktur Çocuklarımızı benzer eğitim derecesinden geçirerek yetiştireceğiz Elbette bilmeliyiz fakat iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır Çocuklarımıza vereceğimiz öğrenim sınırı ne olursa olsun onlara esas olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye Devleti'ne, TBMM'ne düşman olanlarlarla uğraş; bu mücadelenin sebep ve vasıtaları ile donatılmayan halk müziği için yaşama hakkı yoktur(Atatürk'ün Tavır ve Demeçleri, cilt 2, 1952, Türk İnkılap Tarihi Enstitü Yayınları)Atatürk, bu sözlerle, alınan eğitimin, mahiyeti her ne olursa olsun, milli değerleri yücelten ve tekrar tekrar korunması zorunlu unsurlar olarak ön planda tutan bir üsluba sahip olması gerektiğini vurgular Çünkü, bir devletin sağlam temellere oturması için öncellikle milli birlik ve beraberliğini koruması gerekir Bir devlet ne dek gelişmiş olursa olsun, ne kadar dinç olursa olsun eğer ortak bir kültüre sahip değilse parça parça demektir Böyle bir devlet ise tüm gücünü kaybeder Milleti oluşturan unsurların en temel noktasında bireyler karşımıza çıkmaktadır Bireylere ulusal beraberliğin ne olduğunu aydınlatmak ve ulusal şuuru kazandırmak ise ancak eğitimle gerçekleşebilir Bireylere milleti için çalışmanın önemi öğretilmediği takdirde ulusal eğitim amacına ulaşmamış olur Kişi devletine ve dolayısıyla milletine yararsız bir insan haline kazanç Atatürk'ün vurguladığı gibi eğitimin mahiyeti ve düzeni her ne olursa olsun, gençler ulusal şuurun aşılayıcısı olan milli kültürümüzü öğrenecek şekilde eğitilmelidir Keza, milli kültürün temellerini Büyük Önder Atatürk'ün Ilke ve İnkılaplarının oluşturduğu gençlere anlatılmalıdır Eğitim insanlara ulusal şuurdan başka daha çoğu şey kazandırır İnsanın hayata bakışını, prensiplerini, sanat anlayışını, ideallerini, yaşam şeklini belirler İnsanların aileleri, dini, ülkesi, cinsiyeti, yaşam seviyesinin standartları her ne olursa olsun bahşedilen iyi bir eğitimle aradaki tüm farklar aniden kalkabilir Böylece ırk benzer müşterek amaçta birleşmiş olurlar Ulusal şuur da buna eklendiğinde bireyler ayrıntılarıyla nitelikli, yüksek ahlaklı, devletine bağlı ve yararlı bir ayla gelirler Bir birey için devletine yan ve fayda sağlamak, kendisinin ve gelecek nesillerin en iyi yaşam standartlarına ulaşmasına katkıda bulunmak demektir sonuç olarak, eğitimin amacı, Atatürk prensip ve inkılaplarını kendilerine prensip edinmiş, devletini ve milletini bütün değerlerin üstünde tutan gençler yetiştirmek olmalıdır
TOPLUMLARIN CAN DAMARI MİLLÎ KÜLTÜR
Yeni bir bin yılın ilk basamaklarına adım attığımız bu günlerde, özellikle toplumlar arasında görülen değişmenin hızlı boyutunu farkedememek muhtemel değil Anlayışların, düşüncelerin bitmiş şekillendiği çağımızda kültürel anlamda belirginleşen oluşumlar ise hiç de yabana atılacak gibi görünmüyor Yakın çevremizde, aile hayatımızda, alıştırma ortamımızda olup bitenler, bizi herşeyi her yerde düşünmeye, tekrar bir değer biçme yapmaya zorluyor Bu değerlendirmede geçmiş ile içinde bulunduğumuz an; içinde bulunduğumuz an ile gelecek aralarında köprü konumundaki kültürel varlıklarımız, kültür dinamiklerimiz ön plana çıkıyor
Şehirde de bulunsak, köyde de yaşasak bu kavram ile karşılaşıyor, unsurları ile birlikte oluyoruz
Hayatımızın adeta her bölümünde, sosyal yaşantımızın bütün dilimlerinde bu kelime ile karşılaşıyoruz Dil kültürümüzden bahsediyoruz, teknoloji ile uygarlık ile kültür arasındaki bağı ve sorunlarını tartışıyoruz Sanatın bütün dallarında onu en geniş manası ile kullanıyoruz Müzik kültürü, sinema kültürü, edebiyat kültürü diyoruz Sosyal hayatımızın durumunu benzer kelimenin yardımı ile izaha çalışıyoruz; şehir halkı kültürü, köy kültürü, gecekondu kültürü diyoruz
Yalnızca yazılı basınımızda, gazete ve dergilerde konu ile ilgili araştıma yapan uzmanların dilinde ve kaleminde değil, televizyon ve radyo kanallarında da sık sık duyduk bu kelimeyi
Toplumun adeta her kesimindeki insanların hayatlarında yer aldı kültür
Yıllardan Beri kültürün nasıl birşey olduğunu anlamaya ve onu tanımaya çalıştık, etkisinden ve gücünden bahsettik Kültürümüzü ve medeniyetimizi nasıl muhafaza edebileceğimizi ve gelecek nesillerimize bu değerleri nasıl aktarabileceğimizi tartıştık Ona kimi süre sempati ile kimi süre da antipati ile yaklaştık
Bir çok tanımıyla karşılaştığımız kültürün UNESCO uzmanlarınca yapılan ve kabul edilen tarifinde, bir insan topluluğunun kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur ve bu insan topluluğunun bu tarihi tekamül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterdiği ve gelişimini sağladığı belirtilen
Bu tanımlama, içtimâîmanevî şuur muhtevalarını kültür olarak vermekle birlikte, kültürdeki sürekliliği ve millî olma zaruretini öne çıkarması bakımından da oldukça dikkate bedel bulunuyor Tanımdan da anlaşıldığı gibi bir kültür ama kendi toplumunun tarihi varlığında ortaya çıkabiliyor Kültürü, yüzyıllara uzanan bir vakit çerçevesinde topluluklar meydana getiriyor, kültür de milleti ayakta, düşey ve sağlam tutuyor
Prof Dr Mehmet Kaplan, tarihi bugüne kadar getiren ve onu güncel bir kuvvet yapan vasıtanın ilim, kültür ve sanat olduğunu söylüyor ve bütünüyle zamanın içinde ebediyete giden bir yol olan, tüm zamanları besleyen dinin, ilme, kültüre ve sanata etkide bulunduğunu belirtiyor
Yavuz Bülent Bakiler kültürü, milleti diğer milletlerden ayıran fiziksel ve manevi değerler bütünü olarak görüyor ve bir örnekle şöyle izah ediyor:
Ana karnında bir çocuk düşününüz Çocuğu bir kordonla besleyen anadır O göbek bağını içeriden kopardınız mı, ananın da çocuğun da felaketine sebep olursunuz Kültürle halk arasındaki bono da tıpkı o kadar Milletler fakat kendi kültürleri ile yaşayabilirler
Kültür bir milletin dini inancıdır, konuştuğu dilidir, halk sevgisidir, tarih bilgisidir, birikimidir Değer hükümleridir
Örf ve adetleri gelenek ve görenekleridir
Nihayet kültür, bir milletin yaşama tarzıdır
O Kadar olmasına öyledir de nedense bir türlü öğrenemedik kültürün gücünü, bilemedik kültür nedir ne değildir diye
Yüzyıllar öncesinden başlayarak kültür dünyamıza binlerce yıldız serpiştiren, halk müziği olarak şahsiyetimizin, karakterimizin yapısına nakışlarıyla biçim veren düşünce şekillerini, yaşama kural ve kaidelerini gerektiği gibi bilemedik, anlayamadık
Zaten bir anlayabilsek, kültürümüzün varlık sebebimiz olduğunu
Bir anlayabilsek, bu topraklar üzerinde serbest ve müstakil yaşamak için kültürümüze sahip çıkmamız gerektiğini
Bir anlayabilsek, kültürün, sadece müzelerin sıcacık köşelerine çekilmiş arkeolojik kalıntılardan ibaret olmadığını
Bizi biz yapan değerleri bir anlayabilsek
Asırlar öncesinden gelen ve geleceğe istikamet veren, güzellikleri ile gecenin içinde parlayan ışık kaynakları nasıl görmezlikten gelinir oysa!
TÜRK KÜLTÜRÜ VE MEDENİYETİ
AYRI AYRI inanış, fikir, akım, kullanış ve tavır tarzları bir milletin millî kültür unsurlarını teşkil etmektedir Kültürlerden doğan uygarlık, karekter yönünden umumi; kültür ise hususidir Her topluluk bir kültüre sahiptir, her kültür de bambaşka bir topluluğu temsilcilik eder Bir kültürün varlığı, bir milletin mevcut olduğunu göstermekte, bir topluluğun varlığı ise bir kültürün varlığına dikkat çekici etmektedir Bir milletin manevi kültür değerlerini din, dil, sanat, edebiyat, örf ve adetleri ile düşünüş ve yaşayış tarzları meydana getirmektedir Bu kültür değerleri milletlerin hayatlarında önemli yer miktar Milletler de bu kültür değerleri üzerinde önemle dururlar Bu kültür değerlerini bozmadan kendilerinden sonradan gelecek nesillere devretmeye gayret ederler Eğer bir kültürün özü terkedilecek olursa ya da toptan terkedilirse, o milletten, o cemiyetten eser kalmaz Kültür millî duyguların gelişmesini sağlayıp, insanı vatansever yapar Bu sevgi de millî bütünlüğü sağlar
Kültür, istiklal isteyen bir yapıya sahiptir Toplumlar, milletler diğer bir kültürün kendi toplumlarında gelişip, irtifa göstermesine fırsat vermezler Bir milletin kendine ait inanış ve yaşayışını meydana getiren din, asırlardır kültürün en önemli unsuru olmuştur İnanış ve yaşayış unsurları bir toplumdaki tüm ferdi hareketleri, örf ve adetleri, sanatı, vs tesiri altına alır
Kültürü, psikolog, sosyolog ve kültür tarihçileri değişik şekillerde tanımlamaya çalışmışlardır
E B Taylor'un: Bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örfâdeti ve insanın (cemiyetin bir üyesi olması dolayısıyla) kazandığı diğer tüm hüner ve ihtiyat ihtiva eden mürekkep bir tümolarak tasvir ettiği kültürü C Wiesler ise: Bir toplumun yaşama tarzı, E Sapir: Atalardan gelen bedenselmanevi değerler toplamı, R Thurnwald da Bir toplulukta örf ve âdetlerin, tavır tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu âhenkli bir tüm' olarak tanımlamışlardır Ziya Gökalp ise kültürü: Bir milletin dinî, ahlakî, hukukî, bediî, muakaleleli (entellektüel), lisani, iktisadi ve fenni hayatının ahenkli bir bütünüşeklinde ifade etmiştir Son dönem aydınlarından Yılmaz Özakpınar da araştırmalarında kültür ve uygarlık konusunda köklü yorumlar getirmiştir
Kültürden farklı bir amaç taşımakta olan medeniyeti, milletler arasında karşılıklı değerler seviyesine yükselen kavrama, davranış ve yaşama vasıtalarının bütündür Bu ortak değerlerin kaynağı, milletlerin kendi oluşturduğu kültürleridir
KÜLTÜR MİLLETLERİN VARLIK GÖSTERGESİDİR
Kültür, açıklanmış bir yerde birlikte yaşayan belirlenmiş bir toplumun yaşayış şeklidir Bu kültür onların sanatlarında, sosyal sistemlerinde, alışkanlıklarında, adetlerinde ve geleneklerinde yaşamaktadır Benzer kültüre sahip olanlar, birlikte yaşamış ve aynı dili konuşan insanların, başka dili konuşan insanlardan ayrı bir şekilde düşünmesi, hissetmesi ve onlardan ayrı coşku duyması demektir Cemiyetle kültür arasında çok sıkı bir tahvil vardır Sosyal inşa ile kültür bir gerçeğin iki yüzü gibidirler Sosyal yapılar mevcut kültüre göre şekillenirken, kültür de içinde bulunduğu çevreden kesintisiz etkilenir İnsanları süre ve mekan içerisinde birleştiren ortak noktaların bulunması ahali olmanın en kayda değer özelliğidir Bunu karşılayan ise kültürdür
KÜLTÜRÜN DOĞUŞU İNSANLIĞIN YARATILIŞI İLE BAŞLAR
Belli ama kültürün meydana çıkmasında bütün insanların payı vardır Kültür ve medeniyetlerin ileri ve kuvvetli olduğu ülkeler, sosyal ve kültürel temaslara açık ülkelerdir Sosyal ve kültürel temaslara açık olmayan ülkeler gelişememişlerdir 15 asırdan sonra keşfedilen bazı adalarda yaşamış insan gruplarının hepsinin seviyelerine uygun bir kültüre sahip oldukları görülmüştür Lakin dış dünyaya kapalı olarak oluşturulan bu kültürler, başka kültürlerle bağlantı edemedikleri için gelişememişlerdir
Türk kültürünün ortaya çıkış sahası, Türk kavimlerinin anavatanı olan Orta Asya'dır Orta Asya, coğrafi yönden Türk kültürünün belli başlı kaynağıdır Hun, Göktürk ve Uygur Türk devletlerinin meydana getirdiği kültür, Orta Asya Türk Kültür ve Medeniyetinin asıl temelini oluşturmuştur Göktürkler döneminden kalan Orhun Kitabeleri, o dönemin kültürünü yansıtan birer kültür hazineleridir Bu dönemin kültür ve medeniyeti Bozkır Kültürü, Bozkır Medeniyetive Atlı Göçebe Kültürübiçiminde isimlendirilmektedir
TÜRK KÜLTÜRÜNE YENİ ÇEHRE
Orta Asya Türklerinin, İslamiyete girişleri ile birlikte Türk Kültürü de evrensel bir ebat ve yeni bir çehre kazanmıştır
Türkler'in İslamiyetle ilk temasları Emeviler döneminde başlamıştır Abbasiler'in Çin'e aleyhinde yaptıkları Talas Muharebesinde (M 751) Türkler, Abbasiler yanına yer almış, bu nedenle İslamiyeti daha yakından tanınma fırsatı bulmuşlar ve İslamiyet'e girmeye başlamışlardır Türkler'in İslamiyet'e girmeleri Maveraünnehir çevresinde hızlanmıştır Türk İslam Kültür ve Medeniyeti, Karahanlı ve Gazneli Türk Devletleri ve İtilUral Türk Devleti döneminde geçiş dönemini yaşayan, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi ise bu kültür ve medeniyetin en üst düzeye çıktığı dönem olmuştur Diğer kültür ve medeniyet çevrelerini etkisi altına alan Türk İslam kültür ve medeniyeti Türklüğün kendine has özelliğini gösterir Maveraünnehir'den Anadolu'ya, Anadolu'dan da Balkanlara değin uzanan bu kültür ve medeniyet, Akdeniz ülkelerini de etkisi altına almıştır Toplumlar devlet ve halk müziği olma seviyesine yükseldikleri vakit kendi millî kültürlerini oluşturabilirler Nihayet milattan önce 3 yüzyılda kurulan Hun Devleti'nden, Atatürk tarafından temelleri atılan Türkiye Cumhuriyeti'ne kadar oluşan Türk Kültür ve Medeniyetinin bir bütün olduğu görülür
Türkler Malazgirt Ovası'na ayak bastıklarında bir millî kimliği ve o kimliğin ardından bin üçyüzbin beşyüz yıllık bir tarihi vardı O kimlik ve o tarihin gücü ile bu vatana sahip oldular Her mekandan ve her kültürden etkilendikleri gibi, kendi kültürü ile etrafındaki ülkeleri de etkilediler Türkler Anadolu'ya geldiklerinde; bin beşyüz yıllık fazla sağlam bir devlet geleneğine sahiplerdi Anadolu, Türklerin eline geçince bir uçtan bir uca armoni ve disiplin altına alındı Komşu milletlerin imrenme ettiği bir armoni kuruldu Saray, medrese, han, hamam, yol, kervansaray, hastane, köprü, türbe, camiler yapı edildi Bugün zeka gururla seyrettiğimiz çok büyük bir bayındırlık hamlesi gerçekleştirildi Bu hamleler gerçekleştirilirken daha önce Anadolu'da hüküm sürerek eserler bırakan milletlerin eserlerine de saygı gösterildi ve aynen korundu Türk milleti fethettiği ülkelerde bağımsızlık kurarken daha önce meydana getirilmiş olan medeniyetlere hürmet duymuş, öteki milletlerin din, dil, örf ve adetlerine büyük bir zevk göstermiştir
Osmanlı Devleti meşruiyetini, Din ü Devlet Mülk ü Irkidaelinden, idaresindeki müslim veya gayri müslim olan dağıtılmış toplumların kültürel, dini özelliklerini koruyup, garanti altına alışında buluyordu Yüzyıllar süren hoşgörüye dayalı, uzlaşma içerisinde bir beraberlik sayesindedir ama Osmanlı devleti varlıklı bir kültür ortaya çıkarmıştır Bu kültür, içerisinde bambaşka çoğu kültürü barındırıyordu, bu özelliği ile bir mozayiği andırıyordu Bugün Türkiye dahil, Balkan ve Ortadoğu ülkelerinin hayret verici kültürel benzerliklerinin temelinde bu vaka yatmaktadır
Öbür coğrafyaların kesiştiği, öbür toplum ve tarihlerin karşılaştığı bir kavşak noktasında ortaya meydana çıkan ve çoğalan Osmanlı kültürü, Ortaasyalı olduğu dek, Akdenizli, Ortadoğulu olduğu değin Anadolulu ve Balkanlı idi Osmanlılının mührünü vurduğu bu kültür ayrıca değerler, keza ürünler ve keza de duyuş, düşünüş ve davranış tarzları düzeyinde Türk toplumuna miras kalmıştır
SOMUT GELİŞMENİN GÜCÜ KÜLTÜREL GELİŞMEDİR
Bugün bundan böyle toplumlar yanlızca idareli göstergelerle ifade edilen kalkınmaya değil, bununla birlikte sosyal ve kültürel bir gelişmeye, maddi tatmine olduğu kadar, manevi tatminde de ilerlemeye ihtiyaç duymaktadırlar Aslında manevi kalkınma yani kültürel gelişme, maddesel kalkınmanın ikinci gücüdür İkisi aralarında biribirini destekleyen rahat bir eğilim vardır İçinde bulunduğumuz asrın insanlığa kazandırdığı en önemli tecrübelerden birisi, kalkınmada sosyal ve kültürel faaliyetlerin de gözardı edilemeyeceği gerçeğidir
Milletler arası ilişkileri belirleyen; sosyal, siyasal ve hesaplı etkenlerin yanında belli oysa kültürel etkenlerin de önemi büyüktür Esasen kültürel etkenler, milletlerarası yaklaşımlara daima program metni ve canlılık sağlar Mevcut olan millî kültür değerleri milletleri birbirlerine daha artı yaklaştırır Bunu sağlarken eski eserleri, tarihi vesikaları, şiiri, tiyatrosu, sanatı, edebiyatı ve folkloru büyük rol oynar Bu vesikalar ve değerler milletlerin iç işlerine karışmadan, vatan bütünlüğüne dokunmadan, kardeşçe ve arkadaşça, uzlaştırma içinde yaşamalarını sağlar Bu varlıklar ve değerlerin anlam ve önemini fiziki yönden değerlendirmek ya da senteze alt yakalamak olası değildir
Millî kültür varlıklarının korunması şarttır Atatürk de millî kültür varlıklarımızın korunmasına büyük tartma vermiş, millî kültür varlıklarının araştırılması, korunması ve yayılması için tüm tedbirlerin alınmasına gerekli itinayı göstermiştir Bunun için lüzumlu olan tüm araçların, güzel sanatların korunması ve yayılması için kurum ve kuruluşları faaliyete geçirmiştir
Kültür toplumun sosyal yapısına yön veren ve o topluma karakter kazandıran ortak davranışlardır Vakit içinde değişiklik, gelişme ve yenileşme özellikleri taşıdığından dolayı kültür, canlı ve devingen bir yapıya sahiptir Toplumun yaşama düzeyine ast olarak doğup geliştiği için hayatın içindedir Bir milleti öteki milletlerden ayıran yaşayış tarzı, o millete özgü duygu ve zihin birliğinin oluşturduğu ruhtur
bununla birlikte bu aşamada milletlerin yaşama tarızlarını anlatması bakımından millî kültür kavramı karşımıza çıkmaktadır Millî kültürün bu durumu onun canlı bir organizma gibi telakki edilmesini kolaylaştırır Bu bakımdan millî kültürün dinç olarak gelişebilmesi, bugünün geçmiş ile olan ilişkisini kesmemekle, bilakis her yerde kurmakla mümkündür Yıllar boyu yaşayan o kültürün mensupları bizim insanlarımızdır Atalarından itimat olarak aldıkları geleneksel kültürlerine yeni ilaveler yaparak kendilerinden sonra gelen nesillere intikal ettirmişlerdir Sanayileşme ile birlikte geleneksel toplum yapısı değiştirilmiş, eğri bir şehirleşme yapısı ortaya çıkmıştır Eski misyonunu kaybeden aileler, kültür taşıyıcı olmaktan da uzaklaşmışlardır Teknolojinin gelişmesiyle bozulan ilişkiler tekrar teknolojinin bize kazandırdığı radyo, televizyon, vs vasıtalarla düzeltilmeye çalışılmıştır
Kültürün keza fiziksel, ayrıca de manevi yönü vardır Bilim ve teknik alanlarındaki gelişmeler bedensel yönü olup medeniyet ile birleşir ve milletlerarası bir nitelik taşır Manevi yönü ise dil, din, tarih, ahlak, hukuk, felsefe, edebiyat, sanat, eğitim, örf ve adetler gibi direkt her toplumun kendi yapısına kadar şekillenen unsurları içine alır Manevi kültür, toplumların kendi özel davranışlarının eseri olduğu için, milli bir karakter yapısındadır, orjinaldir ve hakiki kültür de budur Kültür, her iki yönüyle de topluma dinamizm vermektedir ve böylece milletleri yaşatan, onları geleceğe bağlayan sosyal bir geliştirme gücüne sahiptir Bu özelliği ile de toplumdaki kalkınma ve gelişmenin temel faktörü durumundadır Günümüzde milletler arasındaki bağımsızlık ve avantaj yarışı silahlarla yok, kültür ile yapılmaktadır Milletler arasındaki üstünlük savaşında en etkin silah olarak, yan bulundukları toplumları eğitim ve kültür seviyeleri bakımından en üst düzeye içeri almamak, bilim ve teknolojide ön sırayı almaktır Atatürk bu gerçeği şöyle açıklama etmiştir: Dünyada her kavmin, varlığı, kıymeti, özgürlük ve serbest hakkı, sahip olduğu ve yapacağı uygar eserlerle orantılıdır Medeni eser vücuda getirme kabiliyetinden yoksun olan kavimler, özgürlük ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkumdurlar Uygarlık yolunda yürümek ve muvaffak elde etmek hayatın şartıdır(Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Utkan Kocatürk, s65) Sahiden de zamanımızda insan hayatı, kültürün asıl unsuru olan bilimle şekillenmekte, ülkelerin rafahı bilimle ve ilim ile gerçekleştirilmektedir Temelinde bilim olmayan sosyal ve iktisadi yeniden yapılanma düşünmek muhtemel değildir Bilim ve teknolojide, çağın akışına bacak uydurmak önce o toplumun eğitim ve kültür seviyesini yükseltmeye ve toplumun gereklilik duyduğu insan gücünü yetiştirmeye bağlıdır
Kültür, oluşum ve metamorfoz sürecinde başka kültürlerle alış verişte bulunur, onlardan aldığı gibi onlara da verir Her ahali çağın icaplarına göre diğer kültürlerden aşılanır ve zenginliğini azıcık da bu aşılanmaya borçludur Aşılanırken özün ve kökün mutlaka korunması gereklidir Kültür değişmesi tabiidir Ancak kültür yabancılaşması, yozlaşma ve kültür ikamesi gayri tabiidir Çağdaş ve medeni milletlerin hiçbiri kendi kültürünün yerine bir başka kültürü koyamaz Koyarsa o halk müziği olmaktan çıkar Kültür değişmesinin temel kanunu kendi kendisi olarak, özü ve kökleri koruyarak devam etmesi, değişmesi ve gelişmesidir Özü ve kökü koruyamayan milletler yabancı kültürlerin istilasına uğrarlar Bu da çağdaş çağda istilanın en tehlikelisidir Zira millî kültür bir milletin varolma şuurudur Şuur ise anlayışlı olmak demektir Kendini, kendi değerlerini tanımayan bir milletin sadece müstakil bir coğrafyaya sahip olması o millete hiçbir şey kazandırmaz
GURBETTE KÜLTÜR
Tarih her tarafında insanların bir kısmı geçmişe açlık duymakla yetindi, geçmiş süre içinde yaşadı İçinde bulundukları başlıca, zamana ağırlık vermedi Bir kısım halk da geçmişi ve yaşadıkları hatıra hesaba katmadı, hayali bir gelecek inşaa etti
Ama geçmiş ne kadar gerçek ise gelecek de öyle gerçek
Geçmiş ne kadar kıymetli ise gelecek de o derece önemlidir
Gerek ülkemizin büyük bir nüfus potansiyelini yaratıcı gençlerimizi, gerekse yurtdışında yaşamış gurbetçi diye isimlendirdiğimiz gençlerimizi bu açıdan değerlendirecek olursak, kültürün ne derece manâlı olduğunu görürüz
Bir mukayese ile konuya yaklaşırsak, kendi ülkelerinde yaşayan gençlerin, gurbette yaşamış gençlere nazaran kültürlerine daha ast oldukları görülmektedir
Dünyanın birçok ülkesinde çalışmakta olan gurbetçi vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerin kültürüne, diline, dinine, örf ve adetlerine tamamen tanıdık olmayan olduklarından, o ülkeye ahenk sağlamakta büyük zorluklarla karşılaştıkları dikkati çeker aynı zamanda bu vatandaşlarımızın çocuklarının birçok Türkiye'ye döndüklerinde de tekrar benzer ölçüde sayılabilecek sıkıntılarla karşılaşmakta, yakın çevrelerine zeka armoni sağlayamamaktadırlar Bu çocuklar keza Türk kültürünü ayrıca de yaşamakta oldukları ülkenin kültürünü iyi bilmedikleri için, iki kültür arasında bocalamakta, bunun sonucu olarak da bir kimlik bunalımı ile karşısında karşıya kalmaktadırlar Gurbette doğup büyüyen gençlerin çoğunluğu da Türk kültürüne en ince ayrıntısına kadar tanıdık olmayan olarak yetişmektedirler Kendi insanını yeterince tanımayan, millî kültüründen uzaklaşan bu gençlerin çoğu yaşadıkları ülkelerin bir takım fena alışkanlıklarını benimseme durumunda kalabiliyorlar
Türk kültürünün din ve imandan daha sonra gelen en önemli unsuru dilidir Bir milletin dili onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır Dil, hem millî kültürün taşıyıcısı keza de millî birliğin harcı durumundadır Dil aynı zamanda millî yapıyı meydana getiren, sağlamlaştıran ve destekleyen en büyük faktör ve dayanaktır Milletimizin mertlik ve civanmertliğini anlatan destanları, marşları, hikayeleri, şiirleri, manileri ve ninnileri dilimizin en müstesna vesikalarıdır
Armoni problemi Türkiye'den yurtdışına, yurtdışından yeniden Türkiye'ye uzanan çok yönlü, son derece karışık, yaşamsal ciddiyeti olan bir meseledir Bu bağlamda kişilerin kendi dillerine olan uzaklık ya da yakınlık diye tanımlayabileceğimiz durumlarını ele alarak bir değerleme yaptığımızda, dilin ne derece manâlı olduğu ortaya çıkmaktadır
Hiç şüphe değil ancak kültürel kimliğin en önemli unsurlarından birisi de dildir Birey dil aracılığı ile çevresiyle ilişki kurar, kendi töresini, dinini, tarihini tanır; kendinin kim olduğunu bilir Dili, kültürel kimliğe şekil veren bir kalıp olarak tanımlayan Sapir ve Whorf, belirlenmiş bir dili öğrenen kimselerin o toplumun us yapısını ve değerlerini de benimsediklerini ileri sürerler Yani kendi kültürlerinden kopup benimsedikleri dilin kültürünü yaşamaya başlarlar Bir toplumun anadili onların can damarı gibidir Anadilini bilmeyen kimselerin kültürel kimliğinin can damarı, fonksiyonunu yerine getiremiyor demektir Bir milletin nitelik ve karekterini o milletin dilinde bulmak mümkündür Dil insanın manzara ve hafıza biçimini de etkiler Kendi dilini unutup, başka bir dili konuşan kimse o dilin kültürünü de öğrenmesi, dolayısıyle o kültürün etkisi altında kalması ve kendi öz kültüründen uzaklaşması kaçınılmazdır
Gurbetteki gençlerimizin kendi öz kültürlerinden uzaklaşmamaları, dillerini iyi bilmeleri; tarih, örf ve ananelerine sahip çıkmalarından geçmektedir Bunun için devletimiz, yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın çocuklarının eğitimi için öğretmenler; dini konularda aydınlanmaları amacıyla da din görevlileri göndermekte, onlara sahip çıkmaktadır
Gurbetteki gençlerimizin millî kültürlerinden kopmamaları ve onların milletine, devletine emrindeki olarak yetişmeleri için devletin maaşlarını vererek, gönderdiği hoca ve din görevlilerine büyük görevler düştüğü muhakkaktır Bunun yanına asıl ödev, daha sıcacık bir yaşam sürmek için gurbette çalışmaya dışarı giden, maddesel konulardaki kazançları yanına, çocuklarının öz kültürlerine ast olarak yetiştirilmeleri yönünde azami uğraş sarfederek, manevi kazançları da göz ardı etmemeleri gereken annebabalara düşmektedir *