iltasyazilim
FD Üye
ÜMMÎ MUALLİM
Cenâbı Hak, Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’e;
????????? ??????? ?????? ????????
“(Ey Habîbim!) Elbette Sen muhteşem bir ahlâk üzeresin (elKalem, 4) buyurdu
Efendimiz, bu muhteşem ahlâkı nereden tahsil etti?
Sadece Rabbinden… Zira Efendimiz;
“Beni Rabbim terbiye etti Edebimi, terbiyemi güzel eyledi (Süyûtî, Câmiu’sSağîr, I, 12) buyurdu Ne hiç görmediği babasından, ne çocukken ayrı kaldığı annesinden, ne de bir başka muallim veya mektepten eğitim aldı, ders gördü Şairin ifadesiyle;
Bir mektebe oldu ki müdâvim
Allâh idi zâtına muallim…
Peygamber Efendimiz, ümmî idi Okumayazma bilmemesi de O’nun hiçbir tesir altında kalmaması için ilâhî bir tedbir idi Zaten Mekke’de okumayazma bilen çok az kişi vardı ve ilim tahsil edecek bir mektep ortamı yoktu Şairlerin de çoğu okumayazma bilmezdi, şiir maharetini ancak tulûat olarak sergilerlerdi İlim alınacak bir kütüphâne de yoktu Sadece ticaret sebebiyle gittikleri yerlerde bazı efsanevî hikâyelerden başka malûmatları mevcut değildi Dînî kültür de aynı şekildeydi Çünkü Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in vaz ettiği tevhid dîninden tamamen uzaklaşmışlar, asılsız bir şirk saplantısı içine düşmüşlerdi
Lâkin Cenâbı Hakk’ın lutfettiği o müstesnâ ahlâk, o muazzam fıtrat, o tertemiz gönül, Kur’ânı Kerîm’in nâzil olduğu kalp oldu Fahri Kâinat sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz; küllî ilmin menbaı oldu Sır ve hikmetlerin tecellîgâhı oldu Hakikat ve mârifetin zirvesi oldu
O ümmî rehber, câhiliyye insanından fazîletler medeniyeti inşâ etti Evlâtlarına kıyabilen taş kalplerden, karıncayı incitmeyen şefkatli sîneler yetiştirdi
O’nun talebelerinin kısa zamanda meydana getirdiği mezhebler, yani hukuk ekolleri; beşer aklının yüzlerce yılda yetiştirdiği zirveleri geride bıraktı, çırak çıkardı
O’nun inşâ ettiği toplumda, zengin fakiri kendine zimmetli bildi Yardım edecek fakir bulunamayan şehirler, devirler yaşandı
O’nun yolundan giden halîfeler, geceleri sokak sokak kimsesizleri aradı Mes’ûliyetle çırpındı
O’nun vârisi olan takvâlı âlimler, mürşidi kâmiller; yaşayarak ve yaşatarak İslâm’ı tebliğ etti, nesiller yetiştirdi, ufukları nûra gark etti
Fahri Kâinât Efendimiz’in muazzam muvaffakiyeti, istatistik ilmiyle de ispatlandı, tarih ilmiyle de îtirâf olundu
EN BÜYÜK LİDER
Amerikalı ilim adamı Michael Hart, 1979 yılında dünyanın gelmiş geçmiş en tesirli 100 büyük insanını seçme çalışması yaptı Büyük insanların kabiliyetlerini, mücadelelerini, icraat ve başarılarını bilgisayara kaydetti Aylar süren çalışmadan sonra bilgisayar, verilen bilgiler ışığında dünyanın en büyük ismini seçti Bu isim, Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem idi
Araştırmanın ardından Fransız dergisi Le Point, Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’i 1979’da «Yılın Adamı» seçti 29 Aralık 1979 tarihli gazeteler, habere yer verirken bunun gerekçesi olarak şunları yazdılar:
“Hazreti Muhammed, 571632 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen dünyadaki tesiri çığ gibi büyüyor ve milyonlarca insan, hâlâ O’nun gösterdiği yolda yürüyor (Zafer Dergisi, 9738)
O, iki dünyada saâdete eriştiren ilmi öğretti Boş lâkırdıyı, mânâsız mavalları, satırlarda kalan malûmâtı, faydasız bilgiyi değil, ilmi nâfii, faydalı ilmi öğretti:
FAYDALI İLİM
Cenâbı Hak âyeti kerîmede şöyle buyurmuştur:
“(Rasûlüm) de ki: Rabbim, ilmimi artır! (Tâhâ, 114)
Faydalı ilmin artması için duâ ve gayret eden Fahri Kâinât Efendimiz, faydasız ilimden ise Allâh’a sığınıyordu
Nedir ilmin faydası?
İlmin faydası, takvâya eriştiren tefekkürdür Haşyeti meydana getiren ürperiştir Huşûu sağlayan mârifettir İlmin faydası; kulu Allâh’a yaklaştıran tesirdir, feyizdir, rûhâniyettir, mâneviyattır
Hazreti Ali Efendimiz de işte böyle bir faydalı ilim için;
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum buyurur Herkesin bildiği birtakım basit bilgileri değil, «mârifetullah»tan bir tecellî öğretene medyûniyetini ifade eder Zâhirî ilmin zirvesinde iken Hâlidi Bağdâdî’nin Abdullah Dehlevî Hazretleri’nden öğrendiği ilim budur Bu ilimle O, bütün dünyaya rûhâniyet tevzî etmiştir Hiç şüphesiz Hazreti Mevlânâ’nın Şemsi Tebrizî’den öğrendiği ilim de budur Öyle ki, zâhirî ilmin zirvesindeki hâlini; «Hamdım» diye hulâsa ederken, mârifetullah tecellîlerine erişini; «Piştim», Fahri Kâinât Efendimiz’e yaklaştıkça pervâneler gibi tutuşmasını; «Yandım» şeklinde ifade etmiş ve bu idrâke eriştikten sonradır ki Peygamberimiz hakkında;
“O’nun ayağının tozuyum O’nun getirdiği Kur’ân’ın kulukölesiyim! demiştir
Es‘ad Erbilî kuddise sirruh Hazretleri de; kendisinde tecellî eden yoğun rûhâniyet içinde, ışık altında yanan pervâneler gibi bir hâle büründü, her şeyde bu aşkın in‘ikâs ettiği ateşleri temâşâ etti Büyük bir gönül yangını içinde şöyle dedi:
Tecellâyı cemâlinden Habîbim nevbahâr âteş,
Gül âteş, bülbül âteş, sümbül âteş, hâk ü hâr âteş
“Ey Habibim! Sen’in cemâlindeki güzelliğin tecellîsinden dolayı ilkbahar bile ateş kesildi Gül de ateş, bülbül de ateş, sümbül de ateş, toprak ve dikenler de ateş hâlinde…
Demek ki ilim, gönle ulaşmamış ve sahibini Allah sevgi ve korkusuna götürmemişse; sahibine zâhiren âlim dense bile, hakikatte âlim sayılmaz Böyle bir ilim, gafletten başka nedir?
Âyeti kerîmede buyurulur:
“Kulları içinden ancak âlimler; Allah’tan (gereğince) haşyet duyar, korkar (Fâtır, 28)
İslâmî ilimlerde dahî vaziyet böyle iken, sırf dünyevî ilimlerle meşgul olup, bunların «kîl ü k?l»iyle ömrünü tüketerek Rabbini unutan kimselere İmam Gazâlî, şöyle hitâb eder:
“Ey oğul! Kelâm, mantık, belâgat, şiir, sarf, nahiv ve emsâli ilimleri irfâna geçirememişsen yazık sana! Allah celle celâluhû’nun, kendisine ibâdet edesin diye vermiş olduğu ömrü zâyî etmekten başka eline ne geçti?!
Hazreti Mevlânâ şöyle der:
“Sırf zâhir âlimi olanlar, sahalarına göre; geometri, astronomi, hekimlik ve felsefenin inceliklerini bilirler Bilirler ama, bunlar hep göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçen şu fânî dünyaya ait bilgilerdir Bunlar, insana yedinci kat göğün üstüne, yani mîrâca çıkacak yolu gösteremezler
“Allah yolunu ve o yolun varılacak menzillerinin bilgisini, nefislerine mahkûm gafiller bilmezler! Allah yolunun bilgilerini ancak, gönül ehli olan ârifler, akılları ile değil, gönülleri ile bilirler!
Faydalı ilimden, yani ilimdeki kalbî olgunluktan mahrum kimseler, neticede ne öğrenirlerse öğrensinler, en büyük hakikat olan Hakk’a vuslattan mahrum kalırlar
İlim, ancak kulak ve zihinden kalbe inip kalben de hazmedildiği takdirde, sahibi için güzel tecellîler hâsıl eder Ancak böyle bir ilim kişiyi eserden müessire, sebepten müsebbibe, sanattan sanatkâra götürür Kulu ameli sâlihler ve haşyetullah ile müzeyyen kılar
TAHSİL DENİNCE
Günümüzde ilim ve tahsil denince; yanlış bir telâkkî ile meslek edinme, makammevkî elde etme arzusuyla gerçekleştirilen tahsil akla gelmektedir Annebabalar evlâtlarına daha iyi bir dünya hayatı sağlayabilmek için canlarını dişlerine takıp onları okutma endişesi çekmektedir Hattâ bu uğurda; «Ne yapalım, zaruret var!» diyerek dînî hassâsiyetleri ikinci plâna atanlar, çocuklarını; fikir, inanç ve yaşayış bakımından bir müslümanı zehirleyecek zeminlere yerleştirenler, hattâ bunun için üstüne avuç avuç para vermeye hazır ve râzı olanlar ortaya çıkmıştır
İlmin, tahsilin dînimizdeki kıymetini bununla karıştırmak fâhiş bir hata olur
Çünkü, farz olan ilim, insanın âhiretine dair ilimleri öğrenmesidir Kur’ân ve sünnette meth u senâ edilen ilim, insanı Allâh’a yaklaştıran ilimdir
Dünyevî ilimler de kulun takvâsı neticesinde eğer tefekküre vesile olur, o tefekkür, şuur ve takvâsını artırırsa; faydalı ilim olur, kendisini ebediyet saâdetine, yani cennet davetine hazırlar Ancak böyle bir gayenin tahakkuku için; o ilmin tahsil edileceği şartların da maksatla mütenâsip olması, yani şer‘î mahzurlardan sâlim olması elbette ki zarûrîdir
Eğer dünyevî ilim ihtiyacı ile uhrevî zaruretler karşı karşıya geliyorsa; bir mü’min, tercihini elbette ebedî hayattan yana yapmak mecburiyetindedir
Çünkü;
Esas hayat âhiret hayatıdır
Elde edilecek esas diploma da, son nefeste alınan îman şahâdetnâmesidir Bir mü’min için tahsiline gayret edilecek en mühim diploma budur Sair bilgileri elde etmek ise mubahtır Sair zâhirî diplomalara, bu şahâdetnâmeyi kaybetmek pahasına talip olmak ahmaklıktır Zira deryâyı bırakıp, damlayı almak hamâkatin ta kendisidir
Tahsil edilecek ilim, İslâmî ilimler dahî olsa, gaye; ilmin zâhiri değil, bâtını yani faydasıdır Yani kalp ve davranışlarda istikamet âhengi içinde yaşananıdır Çünkü İslâmî ilimlerin özü de takvâdır Allah Rasûlü ile beraberliktir
Bu sebeple Ebû Hanîfe; zamanın en büyük mevkii olan Bağdat kadılığını, halîfenin arzusuna uymadığı durumlarda takvâsının zedeleneceği endişesiyle reddetmiştir
Dolayısıyla bir kişinin Ebû Hanîfe kadar ictihad kudreti de olsa, İslâm hukukunu tedvin edebilecek salâhiyete sahip olsa; fakat o müstesnâ şahsiyetteki takvâsı olmasa bu ilim faydasızdır İlmi lâyenfa‘dır Çünkü faydasız ilim, kişiyi dünya menfaatlerine râm ettiği için kalpte zararlı bir zehire dönüşür
Faydalı ilim ise, sâlim bir tefekkürle îmânı teyid eder, ihlâs ve ihsan üzere ameli sâlihlerle akîdeyi kalpte tescil eder İlmin bu faydaları olmaz ise, îman kalbe tam yerleşemez Bir fiskede savrulur Şeytan, K?run ve Sâlebe gibi, sonradan dalâlete dûçâr olanlar câhil değildiler, onlarda ilim vardı; fakat bu, faydasız bir ilimdi Tesirsiz bir ilimdi Îmânı değil, inadı ve kibri artıran bir ilimdi Bu yüzden ayakları kaydı Böyle niceleri kendileri kaydığı gibi, nicelerinin de ayaklarını kaydırdı
Atillâ, İskender, Hülâgû ve emsâli zâlimler; dünyevî ilimleri kendi zulümlerine âlet ettikleri için bütün insanlığın düşmanı oldular Bilgileri hem kendilerine hem insanlığa felâket getirdi Diğer taraftan ilimlerini takvâ ile yoğurarak Hak dostluğuna mazhar olan Şâhı Nakşibend, Mevlânâ ve Yûnus misâli âbide şahsiyetler de, bütün insanlığın gerçek dostları oldular ve fânî ömürlerinden sonra da mânen yaşamaya devam ettiler Onların türbeleri bile nice hayattakilerden daha fazla ziyaretçilerle dolup taşmaktadır Fakat zâlimlerin kabirleri ise, bir hüzün enkazı hâlinde ve insanlığın yüzkarası olarak sadece ibret sergilemektedir
Ebu’lHasan Harak?nî Hazretleri buyurur:
“İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz, onlardan kaç:
Câhil sofu,
Takvâya ermemiş, dünya hırsına mağlûp âlim
Çünkü bunlar hakikati kendi menfaatine göre yamultur Bilgiyi zulmün maşası yapar Te’vili, bâtılın yoluna serer
Takvâlı âlimler ise, çiğnenmek pahasına da olsa hakkı tutup kaldırırlar
İki meşhur misal:
Mâlûm, Ebû Hanîfe Hazretleri, halîfe Ebû Câfer Mansur’un baş kadılık teklifini reddetti Çünkü ilmî konumunun, halîfenin keyfî icraatlarına dayanak yapılmak istendiğini anlamıştı Kabul etse, dünyası mâmur, âhireti harâb olacaktı Reddetti Zindanda kalmayı tercih etti «Haksızlığa fetvâ vermektense zindanı tercih ederim» dedi
Ahmed bin Hanbel Hazretleri, iktidarı ele geçirmiş dalâlet ehli zâlimler tarafından; «Kur’ân mahlûktur» demeye zorlandı Kabul etmediği için zindana atıldı Hakikatten taviz vermedi
Takvâları olmasaydı, sadece bilgi onları muhafaza edebilir miydi?
İslâmî ilimlerde dahî durum böyle ise; tamamen beşerî, meslekî gayelerle yapılan tahsillerin, insana mânen bir pâye vermeyeceğini, ilimden asıl murâdın bu olmadığını, insanın gerçek tahsile muhtaç olduğunu iyi anlamak îcâb eder
ESAS TAHSİL
Sâmi Efendi Hazretleri, sohbetlerinde; asıl ilmin, Allah Teâlâ’nın kudret ve azametini kalpte hissetmek olduğunu ifade ederler ve bu ilme sahip olmanın şerefini her vesileyle hatırlatırlardı
Bir gün ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret’in duâsını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti Huzûruna girip el öperken;
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup mühendis oldular Duâlarınızı istirhâm ederiz! diye takdim etti Sâmi Efendi Hazretleri ise mânidar bir tebessümle onlara;
“–Fakir de Dâru’lFünûn mezunuyum Fakat asıl tahsil, «mârifetullâh»ın tahsilidir! buyurdu
Bilhassa maddeciliğin, kapitalizmin ve globalleşmenin artırdığı dünyevî ihtiraslarla kalplerin kirlendiği devrimizde; medeniyet de yanlış anlaşılmakta Makinenin terakkîsiyle meydana getirilen îcatlar, medeniyet zannedilmektedir Hâlbuki makineden medet ummak, ne büyük bir zaaftır Zira makine, ruhsuz bir demir parçasıdır Kendisine kul olan kimseyi de, kibir, gurur ve zulüm bataklığında mahv u perişan etmektedir
İnsanın Allah katındaki değeri; fânî dünyadaki zenginliği, asâleti, kudreti, zekâsı veya bilgi depoladığı aklı ile değildir İnsan için yegâne kıymet ölçüsü, takvâdır
İNSAN KIYMETİ: TAKVÂ
Bu husûsu en güzel şekilde şu kıssa anlatacaktır:
Medine çarşısına güçlü, kuvvetli bir köle gelmişti Îmân etmiş bir köleydi Talibi çoktu Fakat kölenin, kendisini satın almak isteyenlere, her türlü hizmet mukabili tek şartı vardı:
“–Ezânı Muhammedî okununca gideceğim, Allah Rasûlü’nün arkasında namaz kılacağım Hizmetime mukabil tek arzum bu!
Nihayet bu şartı kabul eden birine satıldı Köle, hizmette kusur etmiyordu ve namaz vakitlerinde de mutlaka Mescidi Nebî’de Hazreti Peygamber’in ardında saf tutuyordu Efendimiz ile onun arasında muhabbetle dolu öyle bir cereyan hattı meydana gelmişti ki, Rasûlullah Efendimiz, mescide her gelişinde gönlüyle ve gözleriyle onu arıyordu Bir gün onu göremeyince sahibine sordu:
“–Kölen nerede efendi?
Sahibi cevapladı:
“–Yâ Rasûlâllah, hasta
Bunun üzerine Efendimiz;
“–Haydi hep birlikte o köleyi ziyarete gideceğiz buyurdu
O devirde köleler alt tabakanın da alt tabakası görülürdü Efendimiz ise; zengin, asil, önde gelen kim varsa herkesi bir köleyi ziyarete götürüyordu
O köle, Efendimiz’in ziyaretinden bir müddet sonra yine bir gün mescide gelemedi Onu Ravza’da göremeyen Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem yine, onun sahibine sordu:
“–Efendi, kölen nerede?
Bu suâli; «İhmal mi ettin, yoksa namaza gelemeyeceği bir iş mi verdin?» mânâsı taşıyordu
Sahibi üzüntüyle;
“–Yâ Rasûlâllah, kölem sekerâtı mevt hâlinde… Öldü ölecek… diye cevap verdi
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz bu defa;
“–Haydi hep birlikte yine kölenin yanına gideceğiz buyurdu
Yine ashâbı kirâmı topladı, kölenin yanına gittiler Efendimiz, kölenin yanından ayrılmadı Köle rûhunu teslim etti, yine yanından ayrılmadı Defnine kadar yanında durdu
Bu hâdise karşısında muhâcirîni kiram dedi ki:
“–Biz her türlü cefâya katlandık Allah Rasûlü bu köleye bizden daha fazla alâka gösterdi Hikmeti nedir?
Ensârı kiram da aynı şekilde;
“–Biz inen her âyete;
«????????? ??????????? : İşittik ve itaat ettik!» dedik Ancak Allah Rasûlü, bu köleye daha çok itibar gösterdi Acaba hikmeti nedir? dedi
Bunun üzerine âyeti kerîme indi:
????? ???????????? ?????? ??????? ???????????
“… Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, takvâ bakımından en üstün olanınız, yani O’ndan en çok korkanınızdır… (elHucurât, 13)
Demek ki Allah ve Rasûlü’nün indinde kıymet bulmak için takvâ zarûrî
Hangi davranışın takvâya uygun olduğunu öğrenmek için de ilim zarûrî… O ilim Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’de… Çünkü ilmin küllîsi Rasûlullah Efendimiz’de… Her şeyin bir zâhirî tarafı bir de hikmet tarafı vardır Zâhir ve bâtın bütün ilimlerin menşei, Kur’ân’ın nâzil olduğu gönül olan Habîbullah Efendimiz’dir O canlı bir Kur’ân’dır O’nun mübârek hayatı, bizi iki cihanda saâdete eriştirecek sırâtı müstakîmdir
Ancak takvâlı bir ilimle Allah Rasûlü’ne benzeyebilir, sırâtı müstakîme erişebiliriz
Demek ki bir mü’min ilimle mücehhez olacak ve Allah Rasûlü ile hayatının her safhasında beraber olacak Böylece Allâh’a yakın, kâmil bir insan olacak
Kim Allâh’a yakın bir kul olursa, Allah da o kuluna yardım eder O kulu unutmaz ve kullarına da o kulu unutturmaz Mezheb imamları, muhaddisler, sâdât, meşâyıh ve sûfiyyenin önde gelenlerine yani, gerçek âlimlere baktığımız zaman; bu hakikati temâşâ etmekteyiz Allah Teâlâ, Zâtını hiç unutmayan bu kullarını, kullarına unutturmuyor Mevlânâları, Abdülk?dir Geylânîleri, Şâhı Nakşibendleri, Yûnus Emreleri unutturmuyor
Demek ki insanlar bu zâtların ilmine ve hikmetli tavsiyelerine muhtaç
İslâm tarihi boyunca, sıkıntılı bâdirelerden ümmeti Muhammed, bu âlimler sayesinde geçmiş Bu âlimlere, mürşidlere tâbî olanlar, istikametten ayrılmamış
Bugün globalleşen dünyada, birtakım şerlerin kaynadığı bir devirde kendimizi ve evlâtlarımızı, ilim ve takvâ üzere yetiştirebilmek mecburiyetindeyiz
MUHAMMEDÎ İLİM ve TAKVÂ…
Fahri Kâinât Efendimiz buyurur:
“Benim ümmetimin misâli, (bereketli bir) yağmurun misâli gibidir Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu daha hayırlıdır bilinmez! (Evveli de hayırlıdır, sonu da hayırlıdır) (Tirmizî, Edeb, 812869; Ahmed, III, 130)
Sahâbe Efendilerimiz o yağmurun evveliydiler Muhammedî ilim ve takvâ ile, câhiliyye devrinin kirinden arındılar Tertemiz yağmur damlaları gibi, kalbi selîm ile Rablerinin huzûruna vardılar
Şimdi âhirzamanda yine bir câhiliyye devri yaşanmakta
Zaten Rasûlullah Efendimiz;
“Ben ikindi sonrası peygamberiyim (İbni Kesîr tefsiri, XII6549; Ayr Bkz Buhârî, Enbiyâ, 50, Tevhid 31) buyuruyor O’nun teşrifi dahî kıyâmet alâmetiydi Aradan 1500 senelik bir zaman şeridi de aktı gitti Artık dünyamızda fiten hadislerindeki alâmetler bir bir zuhûr etmeye başladı
Böyle bir zamanda bu kirli dünyadan tertemiz bir yağmur damlası gibi geçebilmek, ancak ilim ve takvâ ile mümkündür Gitgide kirlenen dünyanın, yegâne arınma umudu, Muhammedî ilim ve takvâdır Fahri Kâinât Efendimiz’in; «Kardeşlerim» buyurduğu, âhirzaman ümmeti olabilmektir
Hem kendimizi hem evlâtlarımızı öyle bir yetiştirmeliyiz ki âhirzaman ümmeti olarak O’nun özlediği kardeşleri olabilelim
Bunun için gençlik çok mühim
İSTİKBÂLİMİZ
Gençlik, bir milletin istikbâlinin en açık göstergesidir Her devrin gençliği; kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan âleminde yaşar Bu sebeple her millet, gençliğinin his ve fikir dünyasına göre şekil alır
Eğer bir millette gençler güçlerini; ilim, mâneviyat, ahlâk ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o millette istikbal vardır Aksine gençler, güç ve kuvvetlerini nefsânî arzular peşinde ziyan ediyorlarsa âkıbet hezimet, esâret ve felâkettir
İlim her yaşta farz, fakat ilmin en verimli mevsimi gençlik… O gençliği, sadece dünyevî kazanç tahsiline sarf etmek, çok büyük bir israf… Mâneviyat tahsilini, dünya tahsiline mânî görüp de bir tarafa koymak, ertelemek ve sonunda terk etmek ne ağır bir mes’ûliyet! Dünya için aylar ve yılları âmâde ederken, ukbâya yönelik dînî tahsil için sadece yazları, o da camilerdeki birkaç haftayı kâfî görmek ne büyük bir gaflettir!
Yine zihinlerdeki şu telâkkîyi kırmak gerekli:
Takvâ ve dindarlık, yaşlılara mahsus bir şey değildir!
Takvâ bülûğ çağından itibaren her insanın ayrılmaz vasfı olmalı; bilhassa kanların deli aktığı gençlik, Muhammedî ilim ve takvâ ile, ebediyetle buluşturulmalıdır
Çünkü O’nun gösterdiği yolda yürümek; insanoğlu için yegâne kurtuluş, huzur, saâdet ve rahmet kapısıdır
O’nun izinde yürümek, fazîletlerle dolu bir ömür sürmeye vesiledir
O’nun izinde yürümek, canlı bir Kur’ân olabilme sırrına ermektir
Gözün okuduğu, zihnin okuduğu değil, kalbin okuduğu bir ilim ve tahsil… Bu da en zor tahsildir
Ashâbı kiram Muhammedî ilim ve takvâ ile mücehhez hâle gelip, dünyaya yayılmış ve İslâm’ın güler yüzlü mesajını insanlığa ulaştırmışlardı
Bugün de dünya bizden hizmet bekliyor
Sadece Hakk’ın rızâsının arandığı, şefkat ve merhamet gösterirken hiçbir gönlün birbirinden farklı tutulmadığı, gönüllerin bir dergâh hâline getirildiği, yani bir güneş gibi her karanlığı aydınlatan, her üşüyeni ısıtan bir hizmet bekliyor
Yaralı gönüllerin sarılmasını, akan gözyaşlarının silinmesini gaye edinen bir hizmet bekliyor Mazluma kucak açan, muhtacı incitmeyen bir hizmet… Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevmenin, bütün mahlûk?ta şâmil merhametin muktezâsı bir hizmet… Velhâsıl mahlûk?ta hizmeti, Hakk’a yakınlığın bir basamağı telâkkî eden bir hizmet…
Bu hizmeti verebilecek gönüller için de Muhammedî bir ilim ve takvâ elzem…
Rabbimiz cümlemize ve neslimize nasip buyursun!
Rabbimiz bizleri; faydalı ilim ile mücehhez ve takvâ ile müzeyyen kılsın Bizleri ve nesillerimizi faydasız ilimden, cehâletten ve dalâletten muhafaza buyursun
Rabbimiz bizleri; âhirzamânın kirlerinden muhafaza olup, tertemiz bir yağmur damlası gibi bu cihandan kalbi selîm ile geçerek, Rasûli Zîşân Efendimiz’in havzı kevserine ulaşan bahtiyarlar zümresine ilhâk eylesin
Âmîn!
Yüzakı Dergisi
Cenâbı Hak, Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem’e;
????????? ??????? ?????? ????????
“(Ey Habîbim!) Elbette Sen muhteşem bir ahlâk üzeresin (elKalem, 4) buyurdu
Efendimiz, bu muhteşem ahlâkı nereden tahsil etti?
Sadece Rabbinden… Zira Efendimiz;
“Beni Rabbim terbiye etti Edebimi, terbiyemi güzel eyledi (Süyûtî, Câmiu’sSağîr, I, 12) buyurdu Ne hiç görmediği babasından, ne çocukken ayrı kaldığı annesinden, ne de bir başka muallim veya mektepten eğitim aldı, ders gördü Şairin ifadesiyle;
Bir mektebe oldu ki müdâvim
Allâh idi zâtına muallim…
Peygamber Efendimiz, ümmî idi Okumayazma bilmemesi de O’nun hiçbir tesir altında kalmaması için ilâhî bir tedbir idi Zaten Mekke’de okumayazma bilen çok az kişi vardı ve ilim tahsil edecek bir mektep ortamı yoktu Şairlerin de çoğu okumayazma bilmezdi, şiir maharetini ancak tulûat olarak sergilerlerdi İlim alınacak bir kütüphâne de yoktu Sadece ticaret sebebiyle gittikleri yerlerde bazı efsanevî hikâyelerden başka malûmatları mevcut değildi Dînî kültür de aynı şekildeydi Çünkü Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in vaz ettiği tevhid dîninden tamamen uzaklaşmışlar, asılsız bir şirk saplantısı içine düşmüşlerdi
Lâkin Cenâbı Hakk’ın lutfettiği o müstesnâ ahlâk, o muazzam fıtrat, o tertemiz gönül, Kur’ânı Kerîm’in nâzil olduğu kalp oldu Fahri Kâinat sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz; küllî ilmin menbaı oldu Sır ve hikmetlerin tecellîgâhı oldu Hakikat ve mârifetin zirvesi oldu
O ümmî rehber, câhiliyye insanından fazîletler medeniyeti inşâ etti Evlâtlarına kıyabilen taş kalplerden, karıncayı incitmeyen şefkatli sîneler yetiştirdi
O’nun talebelerinin kısa zamanda meydana getirdiği mezhebler, yani hukuk ekolleri; beşer aklının yüzlerce yılda yetiştirdiği zirveleri geride bıraktı, çırak çıkardı
O’nun inşâ ettiği toplumda, zengin fakiri kendine zimmetli bildi Yardım edecek fakir bulunamayan şehirler, devirler yaşandı
O’nun yolundan giden halîfeler, geceleri sokak sokak kimsesizleri aradı Mes’ûliyetle çırpındı
O’nun vârisi olan takvâlı âlimler, mürşidi kâmiller; yaşayarak ve yaşatarak İslâm’ı tebliğ etti, nesiller yetiştirdi, ufukları nûra gark etti
Fahri Kâinât Efendimiz’in muazzam muvaffakiyeti, istatistik ilmiyle de ispatlandı, tarih ilmiyle de îtirâf olundu
EN BÜYÜK LİDER
Amerikalı ilim adamı Michael Hart, 1979 yılında dünyanın gelmiş geçmiş en tesirli 100 büyük insanını seçme çalışması yaptı Büyük insanların kabiliyetlerini, mücadelelerini, icraat ve başarılarını bilgisayara kaydetti Aylar süren çalışmadan sonra bilgisayar, verilen bilgiler ışığında dünyanın en büyük ismini seçti Bu isim, Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem idi
Araştırmanın ardından Fransız dergisi Le Point, Hazreti Muhammed sallâllâhu aleyhi ve sellem’i 1979’da «Yılın Adamı» seçti 29 Aralık 1979 tarihli gazeteler, habere yer verirken bunun gerekçesi olarak şunları yazdılar:
“Hazreti Muhammed, 571632 yılları arasında yaşamış olmasına rağmen dünyadaki tesiri çığ gibi büyüyor ve milyonlarca insan, hâlâ O’nun gösterdiği yolda yürüyor (Zafer Dergisi, 9738)
O, iki dünyada saâdete eriştiren ilmi öğretti Boş lâkırdıyı, mânâsız mavalları, satırlarda kalan malûmâtı, faydasız bilgiyi değil, ilmi nâfii, faydalı ilmi öğretti:
FAYDALI İLİM
Cenâbı Hak âyeti kerîmede şöyle buyurmuştur:
“(Rasûlüm) de ki: Rabbim, ilmimi artır! (Tâhâ, 114)
Faydalı ilmin artması için duâ ve gayret eden Fahri Kâinât Efendimiz, faydasız ilimden ise Allâh’a sığınıyordu
Nedir ilmin faydası?
İlmin faydası, takvâya eriştiren tefekkürdür Haşyeti meydana getiren ürperiştir Huşûu sağlayan mârifettir İlmin faydası; kulu Allâh’a yaklaştıran tesirdir, feyizdir, rûhâniyettir, mâneviyattır
Hazreti Ali Efendimiz de işte böyle bir faydalı ilim için;
“Bana bir harf öğretenin kölesi olurum buyurur Herkesin bildiği birtakım basit bilgileri değil, «mârifetullah»tan bir tecellî öğretene medyûniyetini ifade eder Zâhirî ilmin zirvesinde iken Hâlidi Bağdâdî’nin Abdullah Dehlevî Hazretleri’nden öğrendiği ilim budur Bu ilimle O, bütün dünyaya rûhâniyet tevzî etmiştir Hiç şüphesiz Hazreti Mevlânâ’nın Şemsi Tebrizî’den öğrendiği ilim de budur Öyle ki, zâhirî ilmin zirvesindeki hâlini; «Hamdım» diye hulâsa ederken, mârifetullah tecellîlerine erişini; «Piştim», Fahri Kâinât Efendimiz’e yaklaştıkça pervâneler gibi tutuşmasını; «Yandım» şeklinde ifade etmiş ve bu idrâke eriştikten sonradır ki Peygamberimiz hakkında;
“O’nun ayağının tozuyum O’nun getirdiği Kur’ân’ın kulukölesiyim! demiştir
Es‘ad Erbilî kuddise sirruh Hazretleri de; kendisinde tecellî eden yoğun rûhâniyet içinde, ışık altında yanan pervâneler gibi bir hâle büründü, her şeyde bu aşkın in‘ikâs ettiği ateşleri temâşâ etti Büyük bir gönül yangını içinde şöyle dedi:
Tecellâyı cemâlinden Habîbim nevbahâr âteş,
Gül âteş, bülbül âteş, sümbül âteş, hâk ü hâr âteş
“Ey Habibim! Sen’in cemâlindeki güzelliğin tecellîsinden dolayı ilkbahar bile ateş kesildi Gül de ateş, bülbül de ateş, sümbül de ateş, toprak ve dikenler de ateş hâlinde…
Demek ki ilim, gönle ulaşmamış ve sahibini Allah sevgi ve korkusuna götürmemişse; sahibine zâhiren âlim dense bile, hakikatte âlim sayılmaz Böyle bir ilim, gafletten başka nedir?
Âyeti kerîmede buyurulur:
“Kulları içinden ancak âlimler; Allah’tan (gereğince) haşyet duyar, korkar (Fâtır, 28)
İslâmî ilimlerde dahî vaziyet böyle iken, sırf dünyevî ilimlerle meşgul olup, bunların «kîl ü k?l»iyle ömrünü tüketerek Rabbini unutan kimselere İmam Gazâlî, şöyle hitâb eder:
“Ey oğul! Kelâm, mantık, belâgat, şiir, sarf, nahiv ve emsâli ilimleri irfâna geçirememişsen yazık sana! Allah celle celâluhû’nun, kendisine ibâdet edesin diye vermiş olduğu ömrü zâyî etmekten başka eline ne geçti?!
Hazreti Mevlânâ şöyle der:
“Sırf zâhir âlimi olanlar, sahalarına göre; geometri, astronomi, hekimlik ve felsefenin inceliklerini bilirler Bilirler ama, bunlar hep göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçen şu fânî dünyaya ait bilgilerdir Bunlar, insana yedinci kat göğün üstüne, yani mîrâca çıkacak yolu gösteremezler
“Allah yolunu ve o yolun varılacak menzillerinin bilgisini, nefislerine mahkûm gafiller bilmezler! Allah yolunun bilgilerini ancak, gönül ehli olan ârifler, akılları ile değil, gönülleri ile bilirler!
Faydalı ilimden, yani ilimdeki kalbî olgunluktan mahrum kimseler, neticede ne öğrenirlerse öğrensinler, en büyük hakikat olan Hakk’a vuslattan mahrum kalırlar
İlim, ancak kulak ve zihinden kalbe inip kalben de hazmedildiği takdirde, sahibi için güzel tecellîler hâsıl eder Ancak böyle bir ilim kişiyi eserden müessire, sebepten müsebbibe, sanattan sanatkâra götürür Kulu ameli sâlihler ve haşyetullah ile müzeyyen kılar
TAHSİL DENİNCE
Günümüzde ilim ve tahsil denince; yanlış bir telâkkî ile meslek edinme, makammevkî elde etme arzusuyla gerçekleştirilen tahsil akla gelmektedir Annebabalar evlâtlarına daha iyi bir dünya hayatı sağlayabilmek için canlarını dişlerine takıp onları okutma endişesi çekmektedir Hattâ bu uğurda; «Ne yapalım, zaruret var!» diyerek dînî hassâsiyetleri ikinci plâna atanlar, çocuklarını; fikir, inanç ve yaşayış bakımından bir müslümanı zehirleyecek zeminlere yerleştirenler, hattâ bunun için üstüne avuç avuç para vermeye hazır ve râzı olanlar ortaya çıkmıştır
İlmin, tahsilin dînimizdeki kıymetini bununla karıştırmak fâhiş bir hata olur
Çünkü, farz olan ilim, insanın âhiretine dair ilimleri öğrenmesidir Kur’ân ve sünnette meth u senâ edilen ilim, insanı Allâh’a yaklaştıran ilimdir
Dünyevî ilimler de kulun takvâsı neticesinde eğer tefekküre vesile olur, o tefekkür, şuur ve takvâsını artırırsa; faydalı ilim olur, kendisini ebediyet saâdetine, yani cennet davetine hazırlar Ancak böyle bir gayenin tahakkuku için; o ilmin tahsil edileceği şartların da maksatla mütenâsip olması, yani şer‘î mahzurlardan sâlim olması elbette ki zarûrîdir
Eğer dünyevî ilim ihtiyacı ile uhrevî zaruretler karşı karşıya geliyorsa; bir mü’min, tercihini elbette ebedî hayattan yana yapmak mecburiyetindedir
Çünkü;
Esas hayat âhiret hayatıdır
Elde edilecek esas diploma da, son nefeste alınan îman şahâdetnâmesidir Bir mü’min için tahsiline gayret edilecek en mühim diploma budur Sair bilgileri elde etmek ise mubahtır Sair zâhirî diplomalara, bu şahâdetnâmeyi kaybetmek pahasına talip olmak ahmaklıktır Zira deryâyı bırakıp, damlayı almak hamâkatin ta kendisidir
Tahsil edilecek ilim, İslâmî ilimler dahî olsa, gaye; ilmin zâhiri değil, bâtını yani faydasıdır Yani kalp ve davranışlarda istikamet âhengi içinde yaşananıdır Çünkü İslâmî ilimlerin özü de takvâdır Allah Rasûlü ile beraberliktir
Bu sebeple Ebû Hanîfe; zamanın en büyük mevkii olan Bağdat kadılığını, halîfenin arzusuna uymadığı durumlarda takvâsının zedeleneceği endişesiyle reddetmiştir
Dolayısıyla bir kişinin Ebû Hanîfe kadar ictihad kudreti de olsa, İslâm hukukunu tedvin edebilecek salâhiyete sahip olsa; fakat o müstesnâ şahsiyetteki takvâsı olmasa bu ilim faydasızdır İlmi lâyenfa‘dır Çünkü faydasız ilim, kişiyi dünya menfaatlerine râm ettiği için kalpte zararlı bir zehire dönüşür
Faydalı ilim ise, sâlim bir tefekkürle îmânı teyid eder, ihlâs ve ihsan üzere ameli sâlihlerle akîdeyi kalpte tescil eder İlmin bu faydaları olmaz ise, îman kalbe tam yerleşemez Bir fiskede savrulur Şeytan, K?run ve Sâlebe gibi, sonradan dalâlete dûçâr olanlar câhil değildiler, onlarda ilim vardı; fakat bu, faydasız bir ilimdi Tesirsiz bir ilimdi Îmânı değil, inadı ve kibri artıran bir ilimdi Bu yüzden ayakları kaydı Böyle niceleri kendileri kaydığı gibi, nicelerinin de ayaklarını kaydırdı
Atillâ, İskender, Hülâgû ve emsâli zâlimler; dünyevî ilimleri kendi zulümlerine âlet ettikleri için bütün insanlığın düşmanı oldular Bilgileri hem kendilerine hem insanlığa felâket getirdi Diğer taraftan ilimlerini takvâ ile yoğurarak Hak dostluğuna mazhar olan Şâhı Nakşibend, Mevlânâ ve Yûnus misâli âbide şahsiyetler de, bütün insanlığın gerçek dostları oldular ve fânî ömürlerinden sonra da mânen yaşamaya devam ettiler Onların türbeleri bile nice hayattakilerden daha fazla ziyaretçilerle dolup taşmaktadır Fakat zâlimlerin kabirleri ise, bir hüzün enkazı hâlinde ve insanlığın yüzkarası olarak sadece ibret sergilemektedir
Ebu’lHasan Harak?nî Hazretleri buyurur:
“İki kişinin dinde çıkardığı fitneyi şeytan bile çıkaramaz, onlardan kaç:
Câhil sofu,
Takvâya ermemiş, dünya hırsına mağlûp âlim
Çünkü bunlar hakikati kendi menfaatine göre yamultur Bilgiyi zulmün maşası yapar Te’vili, bâtılın yoluna serer
Takvâlı âlimler ise, çiğnenmek pahasına da olsa hakkı tutup kaldırırlar
İki meşhur misal:
Mâlûm, Ebû Hanîfe Hazretleri, halîfe Ebû Câfer Mansur’un baş kadılık teklifini reddetti Çünkü ilmî konumunun, halîfenin keyfî icraatlarına dayanak yapılmak istendiğini anlamıştı Kabul etse, dünyası mâmur, âhireti harâb olacaktı Reddetti Zindanda kalmayı tercih etti «Haksızlığa fetvâ vermektense zindanı tercih ederim» dedi
Ahmed bin Hanbel Hazretleri, iktidarı ele geçirmiş dalâlet ehli zâlimler tarafından; «Kur’ân mahlûktur» demeye zorlandı Kabul etmediği için zindana atıldı Hakikatten taviz vermedi
Takvâları olmasaydı, sadece bilgi onları muhafaza edebilir miydi?
İslâmî ilimlerde dahî durum böyle ise; tamamen beşerî, meslekî gayelerle yapılan tahsillerin, insana mânen bir pâye vermeyeceğini, ilimden asıl murâdın bu olmadığını, insanın gerçek tahsile muhtaç olduğunu iyi anlamak îcâb eder
ESAS TAHSİL
Sâmi Efendi Hazretleri, sohbetlerinde; asıl ilmin, Allah Teâlâ’nın kudret ve azametini kalpte hissetmek olduğunu ifade ederler ve bu ilme sahip olmanın şerefini her vesileyle hatırlatırlardı
Bir gün ziyaretine gelenlerden biri, hem Hazret’in duâsını almak hem de yeğenlerini tanıştırmak istemişti Huzûruna girip el öperken;
“–Efendim! Bu delikanlılar Amerika’da okuyup mühendis oldular Duâlarınızı istirhâm ederiz! diye takdim etti Sâmi Efendi Hazretleri ise mânidar bir tebessümle onlara;
“–Fakir de Dâru’lFünûn mezunuyum Fakat asıl tahsil, «mârifetullâh»ın tahsilidir! buyurdu
Bilhassa maddeciliğin, kapitalizmin ve globalleşmenin artırdığı dünyevî ihtiraslarla kalplerin kirlendiği devrimizde; medeniyet de yanlış anlaşılmakta Makinenin terakkîsiyle meydana getirilen îcatlar, medeniyet zannedilmektedir Hâlbuki makineden medet ummak, ne büyük bir zaaftır Zira makine, ruhsuz bir demir parçasıdır Kendisine kul olan kimseyi de, kibir, gurur ve zulüm bataklığında mahv u perişan etmektedir
İnsanın Allah katındaki değeri; fânî dünyadaki zenginliği, asâleti, kudreti, zekâsı veya bilgi depoladığı aklı ile değildir İnsan için yegâne kıymet ölçüsü, takvâdır
İNSAN KIYMETİ: TAKVÂ
Bu husûsu en güzel şekilde şu kıssa anlatacaktır:
Medine çarşısına güçlü, kuvvetli bir köle gelmişti Îmân etmiş bir köleydi Talibi çoktu Fakat kölenin, kendisini satın almak isteyenlere, her türlü hizmet mukabili tek şartı vardı:
“–Ezânı Muhammedî okununca gideceğim, Allah Rasûlü’nün arkasında namaz kılacağım Hizmetime mukabil tek arzum bu!
Nihayet bu şartı kabul eden birine satıldı Köle, hizmette kusur etmiyordu ve namaz vakitlerinde de mutlaka Mescidi Nebî’de Hazreti Peygamber’in ardında saf tutuyordu Efendimiz ile onun arasında muhabbetle dolu öyle bir cereyan hattı meydana gelmişti ki, Rasûlullah Efendimiz, mescide her gelişinde gönlüyle ve gözleriyle onu arıyordu Bir gün onu göremeyince sahibine sordu:
“–Kölen nerede efendi?
Sahibi cevapladı:
“–Yâ Rasûlâllah, hasta
Bunun üzerine Efendimiz;
“–Haydi hep birlikte o köleyi ziyarete gideceğiz buyurdu
O devirde köleler alt tabakanın da alt tabakası görülürdü Efendimiz ise; zengin, asil, önde gelen kim varsa herkesi bir köleyi ziyarete götürüyordu
O köle, Efendimiz’in ziyaretinden bir müddet sonra yine bir gün mescide gelemedi Onu Ravza’da göremeyen Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem yine, onun sahibine sordu:
“–Efendi, kölen nerede?
Bu suâli; «İhmal mi ettin, yoksa namaza gelemeyeceği bir iş mi verdin?» mânâsı taşıyordu
Sahibi üzüntüyle;
“–Yâ Rasûlâllah, kölem sekerâtı mevt hâlinde… Öldü ölecek… diye cevap verdi
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz bu defa;
“–Haydi hep birlikte yine kölenin yanına gideceğiz buyurdu
Yine ashâbı kirâmı topladı, kölenin yanına gittiler Efendimiz, kölenin yanından ayrılmadı Köle rûhunu teslim etti, yine yanından ayrılmadı Defnine kadar yanında durdu
Bu hâdise karşısında muhâcirîni kiram dedi ki:
“–Biz her türlü cefâya katlandık Allah Rasûlü bu köleye bizden daha fazla alâka gösterdi Hikmeti nedir?
Ensârı kiram da aynı şekilde;
“–Biz inen her âyete;
«????????? ??????????? : İşittik ve itaat ettik!» dedik Ancak Allah Rasûlü, bu köleye daha çok itibar gösterdi Acaba hikmeti nedir? dedi
Bunun üzerine âyeti kerîme indi:
????? ???????????? ?????? ??????? ???????????
“… Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, takvâ bakımından en üstün olanınız, yani O’ndan en çok korkanınızdır… (elHucurât, 13)
Demek ki Allah ve Rasûlü’nün indinde kıymet bulmak için takvâ zarûrî
Hangi davranışın takvâya uygun olduğunu öğrenmek için de ilim zarûrî… O ilim Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’de… Çünkü ilmin küllîsi Rasûlullah Efendimiz’de… Her şeyin bir zâhirî tarafı bir de hikmet tarafı vardır Zâhir ve bâtın bütün ilimlerin menşei, Kur’ân’ın nâzil olduğu gönül olan Habîbullah Efendimiz’dir O canlı bir Kur’ân’dır O’nun mübârek hayatı, bizi iki cihanda saâdete eriştirecek sırâtı müstakîmdir
Ancak takvâlı bir ilimle Allah Rasûlü’ne benzeyebilir, sırâtı müstakîme erişebiliriz
Demek ki bir mü’min ilimle mücehhez olacak ve Allah Rasûlü ile hayatının her safhasında beraber olacak Böylece Allâh’a yakın, kâmil bir insan olacak
Kim Allâh’a yakın bir kul olursa, Allah da o kuluna yardım eder O kulu unutmaz ve kullarına da o kulu unutturmaz Mezheb imamları, muhaddisler, sâdât, meşâyıh ve sûfiyyenin önde gelenlerine yani, gerçek âlimlere baktığımız zaman; bu hakikati temâşâ etmekteyiz Allah Teâlâ, Zâtını hiç unutmayan bu kullarını, kullarına unutturmuyor Mevlânâları, Abdülk?dir Geylânîleri, Şâhı Nakşibendleri, Yûnus Emreleri unutturmuyor
Demek ki insanlar bu zâtların ilmine ve hikmetli tavsiyelerine muhtaç
İslâm tarihi boyunca, sıkıntılı bâdirelerden ümmeti Muhammed, bu âlimler sayesinde geçmiş Bu âlimlere, mürşidlere tâbî olanlar, istikametten ayrılmamış
Bugün globalleşen dünyada, birtakım şerlerin kaynadığı bir devirde kendimizi ve evlâtlarımızı, ilim ve takvâ üzere yetiştirebilmek mecburiyetindeyiz
MUHAMMEDÎ İLİM ve TAKVÂ…
Fahri Kâinât Efendimiz buyurur:
“Benim ümmetimin misâli, (bereketli bir) yağmurun misâli gibidir Evveli mi daha hayırlıdır, sonu mu daha hayırlıdır bilinmez! (Evveli de hayırlıdır, sonu da hayırlıdır) (Tirmizî, Edeb, 812869; Ahmed, III, 130)
Sahâbe Efendilerimiz o yağmurun evveliydiler Muhammedî ilim ve takvâ ile, câhiliyye devrinin kirinden arındılar Tertemiz yağmur damlaları gibi, kalbi selîm ile Rablerinin huzûruna vardılar
Şimdi âhirzamanda yine bir câhiliyye devri yaşanmakta
Zaten Rasûlullah Efendimiz;
“Ben ikindi sonrası peygamberiyim (İbni Kesîr tefsiri, XII6549; Ayr Bkz Buhârî, Enbiyâ, 50, Tevhid 31) buyuruyor O’nun teşrifi dahî kıyâmet alâmetiydi Aradan 1500 senelik bir zaman şeridi de aktı gitti Artık dünyamızda fiten hadislerindeki alâmetler bir bir zuhûr etmeye başladı
Böyle bir zamanda bu kirli dünyadan tertemiz bir yağmur damlası gibi geçebilmek, ancak ilim ve takvâ ile mümkündür Gitgide kirlenen dünyanın, yegâne arınma umudu, Muhammedî ilim ve takvâdır Fahri Kâinât Efendimiz’in; «Kardeşlerim» buyurduğu, âhirzaman ümmeti olabilmektir
Hem kendimizi hem evlâtlarımızı öyle bir yetiştirmeliyiz ki âhirzaman ümmeti olarak O’nun özlediği kardeşleri olabilelim
Bunun için gençlik çok mühim
İSTİKBÂLİMİZ
Gençlik, bir milletin istikbâlinin en açık göstergesidir Her devrin gençliği; kendi karakterine uygun, enerjisini harcayabileceği ayrı bir heyecan âleminde yaşar Bu sebeple her millet, gençliğinin his ve fikir dünyasına göre şekil alır
Eğer bir millette gençler güçlerini; ilim, mâneviyat, ahlâk ve fazîlet yolunda sarf ediyorlarsa, o millette istikbal vardır Aksine gençler, güç ve kuvvetlerini nefsânî arzular peşinde ziyan ediyorlarsa âkıbet hezimet, esâret ve felâkettir
İlim her yaşta farz, fakat ilmin en verimli mevsimi gençlik… O gençliği, sadece dünyevî kazanç tahsiline sarf etmek, çok büyük bir israf… Mâneviyat tahsilini, dünya tahsiline mânî görüp de bir tarafa koymak, ertelemek ve sonunda terk etmek ne ağır bir mes’ûliyet! Dünya için aylar ve yılları âmâde ederken, ukbâya yönelik dînî tahsil için sadece yazları, o da camilerdeki birkaç haftayı kâfî görmek ne büyük bir gaflettir!
Yine zihinlerdeki şu telâkkîyi kırmak gerekli:
Takvâ ve dindarlık, yaşlılara mahsus bir şey değildir!
Takvâ bülûğ çağından itibaren her insanın ayrılmaz vasfı olmalı; bilhassa kanların deli aktığı gençlik, Muhammedî ilim ve takvâ ile, ebediyetle buluşturulmalıdır
Çünkü O’nun gösterdiği yolda yürümek; insanoğlu için yegâne kurtuluş, huzur, saâdet ve rahmet kapısıdır
O’nun izinde yürümek, fazîletlerle dolu bir ömür sürmeye vesiledir
O’nun izinde yürümek, canlı bir Kur’ân olabilme sırrına ermektir
Gözün okuduğu, zihnin okuduğu değil, kalbin okuduğu bir ilim ve tahsil… Bu da en zor tahsildir
Ashâbı kiram Muhammedî ilim ve takvâ ile mücehhez hâle gelip, dünyaya yayılmış ve İslâm’ın güler yüzlü mesajını insanlığa ulaştırmışlardı
Bugün de dünya bizden hizmet bekliyor
Sadece Hakk’ın rızâsının arandığı, şefkat ve merhamet gösterirken hiçbir gönlün birbirinden farklı tutulmadığı, gönüllerin bir dergâh hâline getirildiği, yani bir güneş gibi her karanlığı aydınlatan, her üşüyeni ısıtan bir hizmet bekliyor
Yaralı gönüllerin sarılmasını, akan gözyaşlarının silinmesini gaye edinen bir hizmet bekliyor Mazluma kucak açan, muhtacı incitmeyen bir hizmet… Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü sevmenin, bütün mahlûk?ta şâmil merhametin muktezâsı bir hizmet… Velhâsıl mahlûk?ta hizmeti, Hakk’a yakınlığın bir basamağı telâkkî eden bir hizmet…
Bu hizmeti verebilecek gönüller için de Muhammedî bir ilim ve takvâ elzem…
Rabbimiz cümlemize ve neslimize nasip buyursun!
Rabbimiz bizleri; faydalı ilim ile mücehhez ve takvâ ile müzeyyen kılsın Bizleri ve nesillerimizi faydasız ilimden, cehâletten ve dalâletten muhafaza buyursun
Rabbimiz bizleri; âhirzamânın kirlerinden muhafaza olup, tertemiz bir yağmur damlası gibi bu cihandan kalbi selîm ile geçerek, Rasûli Zîşân Efendimiz’in havzı kevserine ulaşan bahtiyarlar zümresine ilhâk eylesin
Âmîn!
Yüzakı Dergisi
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.