iltasyazilim
FD Üye
Peygamberimizin Ecdadı
Muhammed aleyhisselâmın nûru, Âdem aleyhisselâmdan itibaren pak babalardan ve temiz analardan geçerek gelmiştir Kur ’ânı kerîmde Şu ’arâ sûresi ikiyüzondokuzuncu (219) âyetinde, “Sen, ya ’ni senin nûrun, defalarca secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır buyurulmaktadır Hadîsi şerîfte de: “Allahü teâlâ insanları yarattı Beni insanların en iyi kısmından vücûda getirdi Daha Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistan ’da yetiştirdi Beni bunlardan vücûda getirdi Sonradan evlerden, ailelerden en iyisini seçip, beni bunlardan meydana getirdi, O hâlde, benim ruhum ve cesedim mahlûkların en iyisidir Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır buyuruldu Yaratılan ilk insan olan Âdem aleyhisselâm, Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşıdığı için alnında onun nûru parlıyordu Bu zerre Hz Havva ’ya ondan da Şît aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden pak kadınlara ve temiz kadınlardan pak erkeklere geçti Muhammed aleyhisselâmın nûru da, zerre ile birlikte alınlardan alınlara geçti ne süre Âdem aleyhisselâmın yüzüne baksalar alnında Muhammed aleyhisselâmın nûrunu görürler ve ona salevât okurlardı Yani: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed derlerdi Âdem (aleyhisselâm) vefât edeceği zaman oğlu Şît aleyhisselâma dedi ki; (Yavrum! Bu alnında parlayan nûr, son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur Bu nûru, mü ’min, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyyet et!) Muhammed aleyhisselâma gelinceye değin, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyyet etti Hepsi bu vasiyyeti yerine getirip, en asil ve en kibar kızlar ile evlendiler Nûr, pak alınlardan, temiz kadınlardan geçerek sahibine ulaştı Resûlullahın (sallâllâhü aleyhi ve sellem) dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yoksa bir kabile iki kola ayrılsa Muhammed aleyhisselâmın soyu, en şerefli ve şanslı olan tarafta bulunurdu Her asırda O ’nun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan emin olurdu O ’nun nûrunu içeren seçilmiş bir soy vardı fakat, her asırda bu soydan olan zâtın yüzü öyle çok hoş ve nûrlu olurdu Bu nûr ile kardeşleri arasında muhakkak olur, içinde bulunduğu kabile diğer kabilelerden daha üstün, daha şerefli olurdu Âdem (aleyhisselâm) dan beri evlâttan evlâda geçerek gelen bu nûr İbrâhim aleyhisselâma, ondan da oğlu İsmail aleyhisselâma geçmiştir Onun da alnında sabahleyin yıldızı gibi parlayan nûr, evlâtlarından Adnan ’a, Ondan da (Me ’âd) ve (Nizâr) a intikal etmiştir Nizâr doğunca babası Me ’âd, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük bir misafir etme vererek böyle oğul için, bu dek eğlence az bir şey dediği için oğlunun adı Nizâr (az birşey) kalmıştır Bundan daha sonra da nûr oğuldan oğula intikal ederek başlıca sahibi sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma ulaştı Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) soyu Adnan ’a dek şöyledir:
Muhammed Aleyhisselâm, Abdullah bin Abdulmuttalib, Abdulmuttalib (Şeybe), Hâşim (Amr), Abdü Menaf (Mugîre), Kuseyy (Zeyd) Kilâb, Mürre, Kâ ’b, Lüveyy, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Mudrike (Âmir), İlyâs, Mudar, Nizâr, Me ’âdd, Adnân Peygamberimiz (sallâllâhü aleyhi ve sellem) hadîsi şerîfte şöyle buyurdu: “Ben, Abdullah, Abdulmuttalib, Hâşim, Abdü Menaf, Kuseyy, Kilâb, Mürre, Kâ ’b, Lüveyy, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Me ’âd, Adnan oğlu Muhammedim Mensûb olduğum kalabalık, ne vakit ikiye bölünmüş ise, Allah beni belli onların en uğurlu olan tarafında bulundurmuştur Ben câhiliyyet, ahlâksızlıklarından hiçbir şey bulaşmaksızın esas ve babamdan meydana geldim Ben, Âdemden babama ve anneme gelinceye değin, daima nikâhlı anne babadan meydana geldim Ben esas ve baba itibariyle en hayırlınızım Başka bir hadîsi şerîfte de, “Allahü teâlâ, İbrâhimoğullarından İsmail ’i seçti İsmailoğullarından Kinâne oğullarını seçti Kinâne oğullarından Kureyşi seçti Kureyşten Hâşim oğullarını seçti Hâşim oğullarından Abdulmuttalib oğullarını seçti Abdulmuttalib oğullarından da beni seçti buyurdu Peygamberimiz (sallâllâhü aleyhi ve sellem) Kureyş kabilesinin Hâşim oğulları kolundandır Babam Abdullah ’dır Abdullahın babası Abdulmuttalib, annesi de Fâtımâ binti Amr ’dır Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) dedesi Abdulmuttalib, Mekke ’nin hakimi ve Arapların şeref itibariyle en üstün kabilesi olan Kureyş kabilesine mensûbtu Abdulmuttalib ’in alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parladığından Kureyş kavmi onunla bereketlenirdi Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) dedesi Abdulmuttalib, oğulları aralarında en fazla Abdullah ’ı severdi Çünkü onun alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parlıyordu Abdullah babası Adülmuttalib ’e şöyle derdi: “Babacığım, her nereye gitsem belimden bir nûr çıkıyor Daha Sonra toplanıp, başımın üzerinde bulut gibi duruyor Her Yerde gelip belime giriyor Ne zaman bir yere otursam yer bana diyor ancak: Ey Abdullah, sana selâm olsun Muhammed ’in (sallâllâhü aleyhi ve sellem) nûru sende emanettir Ne vakit bir kuru ağaç altına otursam, derhal yeşerip bana gölge oluyor Kalkıp gidince de yine kuru oluyor Ey babacığım bu hal nedir? Abdulmuttalib: Ey oğlum, sana müjdeler olsun oysa, insanların ve cinlerin efendisi ve Peygamberi senin sulbünden gelse gerektir, demiştir
Abdullah ’ın güzelliği Darı ’a kadar şan bulmuştu Alnındaki nûrdan dolayı iki yüze yakın kız, onunla evlenmek arzusu ile Mekke ’ye gelmişti Abdulmuttalib ise Onu her yönüyle ona denk olan bir kız ile evlendirmek istiyordu Bunun için Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abdi Menaf ’ın kızı Âmine ’yi oğlu Abdullah ’a istedi Vehb ’in kızı Âmine, ayrıca çekicilik, ayrıca ahlâk, hem de neseb itibariyle Kureyş kızlarının en üstünü idi Ayrıca soy bakımından Abdullah ile bir kaç batın yukarıda birleşmekte idi Abdulmuttalib, Vehb ’in kızını oğlu Abdullah ’a isteyince Vehb şöyle dedi: (Ey amcam oğlu, biz bu teklifi sizden önce aldık Âmine ’nin annesi bir rüya gördü Anlattığına kadar evimize bir nûr girmiş aydınlığı yeri ve gökleri tutmuş Ben de bu gece rüyamda dedemiz İbrâhimi (aleyhisselâm) gördüm Bana; “Abdulmuttalib ’in oğlu Abdullah ’la kızın Âmine ’nin nikâhlarını ben kıydım Sen de onu kabul et dedi Bugün sabahleyin beri bu rüyanın tesiri altındayım Acaba ne vakit gelecekler, diye merak ediyordum) Bu sözleri duyan Abdulmuttalib sevincinden (Allahü Ekber! Allahü Ekber!) diyerek tekbir getirdi Nihayet oğlu Abdullah ’ı Vehb ’in kızı Âmine ile evlendirdi Abdullah, Âmine ile evlenince alnında parlayan nûr, Hz Âmine ’ye intikal etti Abdullah ’ın evlendiği geceye Türkiye ’de ve çoğu İslâm memleketlerinde bir asırdan beri Regâib kandili ismi verilmekte ise de bu yanlıştır Regâib gecesi, Recep ayının ilk Cum ’a gecesidir Allahü teâlâ bu gecede, mü ’min kullarına, ragîbetler, yani ihsanlar yapar Bu gece yapılan ibadetlere kat kat sevab verilir Muhammed aleyhisselâm ’ın nûru ise Hz Âmine ’ye Cemâzilâhır ayında intikâl etmiştir Cahiliyye devrinde ve İslâmiyetin ilk yıllarında, Arapların harbi harâm saydıkları aylarda, harb etmek istedikleri zaman ayların ismini ve sırasını değiştirmeleri, yani Cemâzilâhır ayına o sene Receb demeleri, Recep ayını bir ay ileri almaları, sebebiyle, ırk içinde bu yanlış yayılmışsa da dinen ve ilmen bir kıymeti yoktur Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) nûrunun Âmine validemize intikali şimdiki Cemâzilâhır ayındadır Regâib gecesinde değildir Hz Âmine ’nin, Muhammed aleyhisselâma gebe olduğu sırada Kureyş kabilesinde büyük bir darlık, kıtlık ve pahalılık olup, fazla sıkıntı içerisinde idiler Muhammed aleyhisselâmın ana rahmine düşmesiyle birlikte, onun hürmetine Allahü teâlâ Kureyş kabilesinin senet ve bahçelerine, mahsullerine pek bolluk verdi fakat, hepsi zengin oldular Araplar o seneye (Senetülfeth ve ’l ibtihâc) yani mutluluk ve bereket yılı dediler Hz Âmine gebe iken kocası Abdullah ticâret için Şam ’a gitmişti Dönüşünde hastalanıp Medine ’ye geldiği sırada dayılarının yanına onsekiz yaşında iken vefât etti Bu haber Mekke ’de duyulunca çok büyük bir üzüntüye sebep oldu Eshâbı kirâmdan Abdullah İbni Abbas (radıyallahu anh) şöyle bildirmiştir: “Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) babası Abdullah, oğlu doğmadan önce vefât edince melekler, (Ey Rabbimiz, Resûlün babasız kaldı) dediler Allahü teâlâ; Onun koruyucusu ve yardımcısı benim, buyurdu Muhammed aleyhisselâmın doğmasına iki ay değin vakit varken Fil vak ’ası meydana geldi, insanların her taraftan akın akın gelip Kâ ’beyi ziyâret etmesine önlemek isteyen Yemen valisi Ebrehe, Bizans İmparatorunun da yardımı ile San ’a da büyük bir kilise yaptırdı İnsanların bu kiliseyi ziyâret etmelerini istedi Araplar ise eskiden beri Kâ ’beyi ziyâret etmekte olup, Ebrehe ’nin yaptırdığı kiliseye hiç haysiyet etmediler Hatta hakaret gözüyle baktılar İçlerinden biri de o kiliseyi kirletti Bu hâdiseye kızan Ebrehe, Kâ ’beyi yıkmaya karar verdi ve bu maksatla büyük bir ordu hazırlayıp Mekke üstüne yürüdü Ebrehe ’nin ordusu Mekke ’ye yaklaşınca, Kureyşin mallarını yağma etmeye başladı Abdulmuttalib ’e ait ikiyüz deveye de el koymuşlardı Abdulmuttalib, Ebrehe ’ye gidip develerini istedi
Ebrehe ben sizin mukaddes Kâ ’benizi yıkmaya geldim Sen onu korumak istemiyorsun da develerini mi istiyorsun? dedi Abdulmuttalib; “Ben develerin sahibiyim Kâ ’benin sahibi Allah ’tır Onu O korur dedi Ebrehe bana aleyhinde onu koruyacak yoktur dedi ve Abdulmuttalib ’e develerini verip yolladı Sonradan Kâ ’beyi düşürmek için ordusunu harekete geçirdi Ebrehe ’nin ordusunun önde yürütülen ve böylece zafere kavuşulacağına inanılan (Mahmut) adında bir fil vardı Ebrehe, Kâ ’beye saldırmaya başlayınca bu fil yere çöküp asla yürümedi Yönü Yemen ’e çevrilince koşarak geri dönüyordu Böylece Mekke ’ye yaklaşıp baskın yapmak istediği halde atak edemeyen Ebrehe ’nin ordusu üzerine Allahü teâlâ Ebâbil (Dağ Kırlangıcı) denilen kuşlardan bir sürü yolladı Ebâbil kuşlarının her biri, biri ağzında ikisi de ayaklarında edinmek üzere nohut veya mercimek büyüklüğünde üçer taş taşıyorlardı Bu taşları Ebrehe ’nin ordusu üzerine bıraktılar Taşlar başlarından girip altlarından çıkıyordu Taş isabet eden her asker, hemen yere düşüp ölüyordu Ebrehe firar etmek istedi Taşlardan ona da isabet edip, kaçtıkça etleri parça parça dökülerek öldü Bu husus Kur ’ânı kerîmde Fil sûresinde bildirilmektedir Bu Nedenle Kureyş kabilesi doğmak üzere olan Muhammed aleyhisselâmın hürmetine büyük bir düşmanın şerrinden kurtulmuştur Muhammed aleyhisselâmın geleceği Adem aleyhisselâmdan itibaren her peygambere ve ümmetlerine müjdelene gelmiş ve doğması yaklaşınca çoğu haberler ve müjdeler verilmiştir Değişik hadiseler meydana gelmiştir *
Muhammed aleyhisselâmın nûru, Âdem aleyhisselâmdan itibaren pak babalardan ve temiz analardan geçerek gelmiştir Kur ’ânı kerîmde Şu ’arâ sûresi ikiyüzondokuzuncu (219) âyetinde, “Sen, ya ’ni senin nûrun, defalarca secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır buyurulmaktadır Hadîsi şerîfte de: “Allahü teâlâ insanları yarattı Beni insanların en iyi kısmından vücûda getirdi Daha Sonra, bu kısımlarından en iyisini Arabistan ’da yetiştirdi Beni bunlardan vücûda getirdi Sonradan evlerden, ailelerden en iyisini seçip, beni bunlardan meydana getirdi, O hâlde, benim ruhum ve cesedim mahlûkların en iyisidir Benim silsilem, ecdadım en iyi insanlardır buyuruldu Yaratılan ilk insan olan Âdem aleyhisselâm, Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşıdığı için alnında onun nûru parlıyordu Bu zerre Hz Havva ’ya ondan da Şît aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden pak kadınlara ve temiz kadınlardan pak erkeklere geçti Muhammed aleyhisselâmın nûru da, zerre ile birlikte alınlardan alınlara geçti ne süre Âdem aleyhisselâmın yüzüne baksalar alnında Muhammed aleyhisselâmın nûrunu görürler ve ona salevât okurlardı Yani: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed derlerdi Âdem (aleyhisselâm) vefât edeceği zaman oğlu Şît aleyhisselâma dedi ki; (Yavrum! Bu alnında parlayan nûr, son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur Bu nûru, mü ’min, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyyet et!) Muhammed aleyhisselâma gelinceye değin, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyyet etti Hepsi bu vasiyyeti yerine getirip, en asil ve en kibar kızlar ile evlendiler Nûr, pak alınlardan, temiz kadınlardan geçerek sahibine ulaştı Resûlullahın (sallâllâhü aleyhi ve sellem) dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yoksa bir kabile iki kola ayrılsa Muhammed aleyhisselâmın soyu, en şerefli ve şanslı olan tarafta bulunurdu Her asırda O ’nun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan emin olurdu O ’nun nûrunu içeren seçilmiş bir soy vardı fakat, her asırda bu soydan olan zâtın yüzü öyle çok hoş ve nûrlu olurdu Bu nûr ile kardeşleri arasında muhakkak olur, içinde bulunduğu kabile diğer kabilelerden daha üstün, daha şerefli olurdu Âdem (aleyhisselâm) dan beri evlâttan evlâda geçerek gelen bu nûr İbrâhim aleyhisselâma, ondan da oğlu İsmail aleyhisselâma geçmiştir Onun da alnında sabahleyin yıldızı gibi parlayan nûr, evlâtlarından Adnan ’a, Ondan da (Me ’âd) ve (Nizâr) a intikal etmiştir Nizâr doğunca babası Me ’âd, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük bir misafir etme vererek böyle oğul için, bu dek eğlence az bir şey dediği için oğlunun adı Nizâr (az birşey) kalmıştır Bundan daha sonra da nûr oğuldan oğula intikal ederek başlıca sahibi sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma ulaştı Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) soyu Adnan ’a dek şöyledir:
Muhammed Aleyhisselâm, Abdullah bin Abdulmuttalib, Abdulmuttalib (Şeybe), Hâşim (Amr), Abdü Menaf (Mugîre), Kuseyy (Zeyd) Kilâb, Mürre, Kâ ’b, Lüveyy, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Mudrike (Âmir), İlyâs, Mudar, Nizâr, Me ’âdd, Adnân Peygamberimiz (sallâllâhü aleyhi ve sellem) hadîsi şerîfte şöyle buyurdu: “Ben, Abdullah, Abdulmuttalib, Hâşim, Abdü Menaf, Kuseyy, Kilâb, Mürre, Kâ ’b, Lüveyy, Gâlib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyâs, Mudar, Nizâr, Me ’âd, Adnan oğlu Muhammedim Mensûb olduğum kalabalık, ne vakit ikiye bölünmüş ise, Allah beni belli onların en uğurlu olan tarafında bulundurmuştur Ben câhiliyyet, ahlâksızlıklarından hiçbir şey bulaşmaksızın esas ve babamdan meydana geldim Ben, Âdemden babama ve anneme gelinceye değin, daima nikâhlı anne babadan meydana geldim Ben esas ve baba itibariyle en hayırlınızım Başka bir hadîsi şerîfte de, “Allahü teâlâ, İbrâhimoğullarından İsmail ’i seçti İsmailoğullarından Kinâne oğullarını seçti Kinâne oğullarından Kureyşi seçti Kureyşten Hâşim oğullarını seçti Hâşim oğullarından Abdulmuttalib oğullarını seçti Abdulmuttalib oğullarından da beni seçti buyurdu Peygamberimiz (sallâllâhü aleyhi ve sellem) Kureyş kabilesinin Hâşim oğulları kolundandır Babam Abdullah ’dır Abdullahın babası Abdulmuttalib, annesi de Fâtımâ binti Amr ’dır Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) dedesi Abdulmuttalib, Mekke ’nin hakimi ve Arapların şeref itibariyle en üstün kabilesi olan Kureyş kabilesine mensûbtu Abdulmuttalib ’in alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parladığından Kureyş kavmi onunla bereketlenirdi Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) dedesi Abdulmuttalib, oğulları aralarında en fazla Abdullah ’ı severdi Çünkü onun alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru parlıyordu Abdullah babası Adülmuttalib ’e şöyle derdi: “Babacığım, her nereye gitsem belimden bir nûr çıkıyor Daha Sonra toplanıp, başımın üzerinde bulut gibi duruyor Her Yerde gelip belime giriyor Ne zaman bir yere otursam yer bana diyor ancak: Ey Abdullah, sana selâm olsun Muhammed ’in (sallâllâhü aleyhi ve sellem) nûru sende emanettir Ne vakit bir kuru ağaç altına otursam, derhal yeşerip bana gölge oluyor Kalkıp gidince de yine kuru oluyor Ey babacığım bu hal nedir? Abdulmuttalib: Ey oğlum, sana müjdeler olsun oysa, insanların ve cinlerin efendisi ve Peygamberi senin sulbünden gelse gerektir, demiştir
Abdullah ’ın güzelliği Darı ’a kadar şan bulmuştu Alnındaki nûrdan dolayı iki yüze yakın kız, onunla evlenmek arzusu ile Mekke ’ye gelmişti Abdulmuttalib ise Onu her yönüyle ona denk olan bir kız ile evlendirmek istiyordu Bunun için Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb bin Abdi Menaf ’ın kızı Âmine ’yi oğlu Abdullah ’a istedi Vehb ’in kızı Âmine, ayrıca çekicilik, ayrıca ahlâk, hem de neseb itibariyle Kureyş kızlarının en üstünü idi Ayrıca soy bakımından Abdullah ile bir kaç batın yukarıda birleşmekte idi Abdulmuttalib, Vehb ’in kızını oğlu Abdullah ’a isteyince Vehb şöyle dedi: (Ey amcam oğlu, biz bu teklifi sizden önce aldık Âmine ’nin annesi bir rüya gördü Anlattığına kadar evimize bir nûr girmiş aydınlığı yeri ve gökleri tutmuş Ben de bu gece rüyamda dedemiz İbrâhimi (aleyhisselâm) gördüm Bana; “Abdulmuttalib ’in oğlu Abdullah ’la kızın Âmine ’nin nikâhlarını ben kıydım Sen de onu kabul et dedi Bugün sabahleyin beri bu rüyanın tesiri altındayım Acaba ne vakit gelecekler, diye merak ediyordum) Bu sözleri duyan Abdulmuttalib sevincinden (Allahü Ekber! Allahü Ekber!) diyerek tekbir getirdi Nihayet oğlu Abdullah ’ı Vehb ’in kızı Âmine ile evlendirdi Abdullah, Âmine ile evlenince alnında parlayan nûr, Hz Âmine ’ye intikal etti Abdullah ’ın evlendiği geceye Türkiye ’de ve çoğu İslâm memleketlerinde bir asırdan beri Regâib kandili ismi verilmekte ise de bu yanlıştır Regâib gecesi, Recep ayının ilk Cum ’a gecesidir Allahü teâlâ bu gecede, mü ’min kullarına, ragîbetler, yani ihsanlar yapar Bu gece yapılan ibadetlere kat kat sevab verilir Muhammed aleyhisselâm ’ın nûru ise Hz Âmine ’ye Cemâzilâhır ayında intikâl etmiştir Cahiliyye devrinde ve İslâmiyetin ilk yıllarında, Arapların harbi harâm saydıkları aylarda, harb etmek istedikleri zaman ayların ismini ve sırasını değiştirmeleri, yani Cemâzilâhır ayına o sene Receb demeleri, Recep ayını bir ay ileri almaları, sebebiyle, ırk içinde bu yanlış yayılmışsa da dinen ve ilmen bir kıymeti yoktur Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) nûrunun Âmine validemize intikali şimdiki Cemâzilâhır ayındadır Regâib gecesinde değildir Hz Âmine ’nin, Muhammed aleyhisselâma gebe olduğu sırada Kureyş kabilesinde büyük bir darlık, kıtlık ve pahalılık olup, fazla sıkıntı içerisinde idiler Muhammed aleyhisselâmın ana rahmine düşmesiyle birlikte, onun hürmetine Allahü teâlâ Kureyş kabilesinin senet ve bahçelerine, mahsullerine pek bolluk verdi fakat, hepsi zengin oldular Araplar o seneye (Senetülfeth ve ’l ibtihâc) yani mutluluk ve bereket yılı dediler Hz Âmine gebe iken kocası Abdullah ticâret için Şam ’a gitmişti Dönüşünde hastalanıp Medine ’ye geldiği sırada dayılarının yanına onsekiz yaşında iken vefât etti Bu haber Mekke ’de duyulunca çok büyük bir üzüntüye sebep oldu Eshâbı kirâmdan Abdullah İbni Abbas (radıyallahu anh) şöyle bildirmiştir: “Peygamberimizin (sallâllâhü aleyhi ve sellem) babası Abdullah, oğlu doğmadan önce vefât edince melekler, (Ey Rabbimiz, Resûlün babasız kaldı) dediler Allahü teâlâ; Onun koruyucusu ve yardımcısı benim, buyurdu Muhammed aleyhisselâmın doğmasına iki ay değin vakit varken Fil vak ’ası meydana geldi, insanların her taraftan akın akın gelip Kâ ’beyi ziyâret etmesine önlemek isteyen Yemen valisi Ebrehe, Bizans İmparatorunun da yardımı ile San ’a da büyük bir kilise yaptırdı İnsanların bu kiliseyi ziyâret etmelerini istedi Araplar ise eskiden beri Kâ ’beyi ziyâret etmekte olup, Ebrehe ’nin yaptırdığı kiliseye hiç haysiyet etmediler Hatta hakaret gözüyle baktılar İçlerinden biri de o kiliseyi kirletti Bu hâdiseye kızan Ebrehe, Kâ ’beyi yıkmaya karar verdi ve bu maksatla büyük bir ordu hazırlayıp Mekke üstüne yürüdü Ebrehe ’nin ordusu Mekke ’ye yaklaşınca, Kureyşin mallarını yağma etmeye başladı Abdulmuttalib ’e ait ikiyüz deveye de el koymuşlardı Abdulmuttalib, Ebrehe ’ye gidip develerini istedi
Ebrehe ben sizin mukaddes Kâ ’benizi yıkmaya geldim Sen onu korumak istemiyorsun da develerini mi istiyorsun? dedi Abdulmuttalib; “Ben develerin sahibiyim Kâ ’benin sahibi Allah ’tır Onu O korur dedi Ebrehe bana aleyhinde onu koruyacak yoktur dedi ve Abdulmuttalib ’e develerini verip yolladı Sonradan Kâ ’beyi düşürmek için ordusunu harekete geçirdi Ebrehe ’nin ordusunun önde yürütülen ve böylece zafere kavuşulacağına inanılan (Mahmut) adında bir fil vardı Ebrehe, Kâ ’beye saldırmaya başlayınca bu fil yere çöküp asla yürümedi Yönü Yemen ’e çevrilince koşarak geri dönüyordu Böylece Mekke ’ye yaklaşıp baskın yapmak istediği halde atak edemeyen Ebrehe ’nin ordusu üzerine Allahü teâlâ Ebâbil (Dağ Kırlangıcı) denilen kuşlardan bir sürü yolladı Ebâbil kuşlarının her biri, biri ağzında ikisi de ayaklarında edinmek üzere nohut veya mercimek büyüklüğünde üçer taş taşıyorlardı Bu taşları Ebrehe ’nin ordusu üzerine bıraktılar Taşlar başlarından girip altlarından çıkıyordu Taş isabet eden her asker, hemen yere düşüp ölüyordu Ebrehe firar etmek istedi Taşlardan ona da isabet edip, kaçtıkça etleri parça parça dökülerek öldü Bu husus Kur ’ânı kerîmde Fil sûresinde bildirilmektedir Bu Nedenle Kureyş kabilesi doğmak üzere olan Muhammed aleyhisselâmın hürmetine büyük bir düşmanın şerrinden kurtulmuştur Muhammed aleyhisselâmın geleceği Adem aleyhisselâmdan itibaren her peygambere ve ümmetlerine müjdelene gelmiş ve doğması yaklaşınca çoğu haberler ve müjdeler verilmiştir Değişik hadiseler meydana gelmiştir *