Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Sivil Toplum Örgütlerinin Yeri ve Önemi Nedir

Sivil Toplum Örgütlerinin Yeri ve Önemi Nedir

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Sivil Toplum Örgütlerinin Yeri ve Önemi,
Sivil Toplum Örgütlerinin Önemi

İnsan, insan olarak yaratılmış almak dolayısıyla birtakım haklar ve yükümlülüklere sahiptir İnsanın bu haklardan vazgeçmeye, bunları devretmeye hakkı olmadığı gibi, hiçbir gücün de hiçbir gerekçeyle bu hakları ortadan kaldırma yetkisi bulunmamaktadır Bu da, insan haklarının insandan ayrılmazlığını vurgulamakta ve hakların temelinde 'insan olarak yaratılma'nın belli başlı etmen olduğuna göze çarpan etmektedir

Bu hakları tanımlamak üzere farklı alanlara yönlendirilmiş terimlerin kullanılmış olduğunu görüyoruz; birey adalet ve özgürlükleri, temel yargı ve özgürlükler, ulus özgürlükleri, vb Oysa bunların hiçbirisi, insan hakları kavramı kadar geniş ayrıntılı değildir Hak kavramı, özgürlükleri içermenin yanısıra, ulus otoritelerinden ve özel kişilerden birtakım fiziksel taleplerde bulunabilme yetkisini de taşır ve bu yüzden de daha geniş kapsamlıdır İnsan Hakları kavramı, pozitif hukuk göre ünlü olsun olmasın, insanların insan elde etmek dolayısıyla sahip olmaları gerekli bütün hak ve özgürlükleri ifade etmektedir Bu yönüyle artı hukukun dışarıya ve üstünde bir amaç taşımaktadır; yalnız olanı değil, olması gerekeni de içermektedir

İnsan hakları, sadece emin bir zamanda, emin bir ülkede yaşamış halk için, kesin bir anayasa ve yasalarla tanınan yargı ve özgürlükleri değil, süre ve mekandan görünmeyen bir biçimde, ayrımsız tüm insanlar için tanınması gereken adalet ve özgürlükleri ifade etmektedir Bu nedenlerden dolayı insan hakları kavramı, bu alanda kullanılan benzer kavramların en kapsamlısıdır İnsan hakları kavramı, yazılmış hukukun tanıdığı haklarla olduğu değin, olması gerekenlerle ve evrensel olanla da ilgilidir ve insan hakları, her zaman tüzük ve yasaların tanıdığı hak ve özgürlükler katalogunun önünde koşmaktadır

Oysa insan haklarının kavramsallaştırılması çok yenidir ve çağdaş dünyaya aittir Günümüzde insan hakları dendiğinde, daha fazla batılı kavramsal çerçeve anlaşılmaktadır ve bu Batılı insan hakları kuramına ve politikalarına ara sıra dağıtılmış itirazlar yönelmiştir Bu noktada, insan haklarını yalnız kendine özgü değerler olarak kabul eden; bu kavramı bir kültür üstünlüğü olarak sunan ve kendi dışındaki kültürlere insan hakları bahanesiyle müdahaleyi yargı sayan Batı'nın başat politikaları, ayrıca Batı'nın insan hakları politikalarının, keza de insan hakları kavramının ve onun evrenselliğinin tartışılmasına yolaçmaktadır

Fakat herşeye rağmen insan haklarından ve onun evrenselliğinden vazgeçmemek gerekmektedir Çünkü, kim tarafından ne amaçla kavramsallaştırılmış olursa olsun insan hakları, bütün bir eşitlikle, insanlık ailesinin her bireyinin sahip olduğu insanlık onuruna emrindeki haklardır İnsanlık onurunda din, dil, tür, renk, ahali ve kavim farkı gözetilmediği gibi, insanlık onuruna sıkıca emrindeki olan ve yararlanılabilmesi için insan bireyi olmaktan diğer durum aranmayan insan haklarında, hiçbir farklılık ve ayrıcalık laf konusu olamaz

İnsan hakları mücadelesi insanlık tarihiyle başlar Tarih boyunca yönetimi ele geçirenler, yönettikleri insanların birtakım haklarını kısıtlayarak veya yokederek egemenliklerini sürdürmüşlerdir

Birincil dönem zorba yöneticilerin ve kavimlerin tarihinde yoğun insan hakları ihlalleri görüldüğü gibi, devlet kavramının ortaya çıktığı sonraki dönemlerde de otoriteler kadar o kadar fazla alanda yargı ve özgürlük sınırlamalarının yaşandığı bilinmektedir

Oysa Thomas Paine'in açıklama ettiği gibi kişi, devletlerden, yönetimlerden öncedir ve bireyler, kişisel olarak kendileri, tek tek kendi karakter ve hükümranlık haklarına dayanarak, bir yönetim meydana getirmek nedeniyle, birbirleriyle bir anlaşmaya girerek yönetimleri ya da hükümetleri, devletleri oluşturmuşlardır Anlaşmanın gerçekleştiricisi birey olduğundan yönetimler, bireyin haklarını ihlal edici düzenlemelere giremezler Çünkü anlaşma ile birey, haklarından vaz geçmiş değildir; tersine söz konusu haklarının korunmasını istemektedir Idare ya da devlet, toplumun karşılıklı işlerinin yürütülmesinde araçsal bir değere sahiptir; o, masrafını ödeyen tüm toplumun malıdır ve yönetimin kendi başına sahip olduğu haklar yoktur, tümü görevdir

çoğunlukla dünyada birleşme özgürlükleri, yasayla tanınmadan da kullanılabiliyorken, Türkiye'de bunlardan yararlanabilmek için Yasa'nın bunları bağışlamasını ummak gerekmiştir

Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir Oysa demokratik nitelemesine karşın, halkın yönetime katılma hakkını yeterince kullanamadığı görülmektedir Hükümeti ele geçiren ve bürokratik iktidar güçlerinden icazetli partilerin, Siyasal Partiler Yasası ve Tercih Yasaları üzerinde oynadıkları oyunlarla, millet iradesi barajlarda boğulmakta ve TBMM'ne yansımamaktadır Halkın serbest iradesini bütün temsilcilik edemeyen ve dolayısıyla bir temsil krizi yaşamış parlamento, hükümet üzerinde gerekli siyasal denetimi sağlamaktan aciz kalmaktadır Halka değil, siyasal parti liderlerine dayanan milletvekilleri, özgür iradeleriyle hareket edememektedirler Çünkü demokratik mekanizmalar, siyasal partilerin iç bünyelerinde de işlememektedir Böyle bir yapı sorun içerisindeki partilerin lider kadroları, hükümet koltuklarına oturdukları süre da, kendi politikalarını değil, yönetmeleri gereken bürokrasinin belirlediği politikaları göstermek zorunda kalmaktadırlar Bu yüzden ülkemizde hükümet politikalarından sözedilememektedir Nitekim hükümet olmakla iktidar olmanın Türkiye'de öbür şeyler oldukları, son yıllarda daha açıkça görülmüştür

neticede insan hakları, Türkiye için genel ve fazla manâlı bir sorundur Bu sorunun çözümlenmesinin yolu da, ülkemizin baştan bir devlet; her yerde bir insan tanımı yapmasından geçmektedir Çünkü mevcut sistem, insan hakları sorunu üretmektedir ve insan haklarını korumaya elverişli değildir

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLENMESİ

Türkiye'nin insan hakları sorununun çözümü, başta Türkiye'de yaşayan insanların, hak ve özgürlüklerinin neler olduğunu öğrenerek, onlara sahip çıkmaları ve onları korumak için örgütlü bir mücadeleyi geliştirmeleri aracılığıyla gerçekleştirilebilir Ancak bu konuda da ciddi birtakım engeller bulunmaktadır

Bu engellerin en manâlı bölümünü, insan hakları sorunumuzun yalnızca devlet yapılanmasından ve devlete ait insan ve devlet anlayışından kaynaklanmıyor olması oluşturmaktadır Devlet mekanizmalarında yerleşikliğinden yakındığımız zihinsel sorunlar, ne eyvah ama toplumda da yaygınlık kazanmış bulunmaktadır

Çağdaş toplumlar, artık birbirinden kopuk bireylerden fazla, örgütlü insan topluluklarından oluşmaktadır Bu örgütlü toplumsallaşma, kolektif özgürlükleri on plana çıkarmaktadır Bir grup içinde yer almayan kişi, kamusal yaşam üzerinde öyle etkili olamamaktadır böylece birleşme özgürlükleri (dernek,sendika, toplantı vb) keza çıkarları korumanın, keza de kamusal yaşama katılmanın en etkin araçlarıdır Ne var fakat otoriter devletler, örgütlenme özgürlüğünü de güçleri yettiğince kısıtlamaktadırlar Yukarıda da değindiğimiz gibi, birleşme özgürlüklerinde yasalarda olmayan bir biçimde müdahale ile fiili durumlar oluşturmakta ve bu özgürlüklerin kullanılmasını önlemeye çalışmaktadırlar

Dernekler Kanunu, Vakıflar Kanunu, Sendikalar Kanunu, Siyasal Partiler Kanunu ve sanki örgütlenme özgürlüğüne ilişkin tüm yasal düzenlemelerde oldukça geniş sınırlamalar getirilmiştir

Bütün bu katı ve bağnaz tutumlara karşın, mevcut kuytu sınırlar içerisinde oluşturulacak sivil toplum örgütleriyle gerçi birtakım mesafeler alınabilmektedir Büyük zorluklarla yürütülen bu mücadeleler sonucunda, ulusal ve uluslararası düzeyde kamuoyu oluşturulması, insanımızın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi muhtemel olabilmektedir

Daha Cumhuriyet ’in ilk kuruluş yıllarında, muhalefet partisi de iktidar güçlerince kurulmuştur Bu alışılmışlık daha sonraki yıllarda da sürmüş ve gelenek haline getirilerek bugüne kadar uygulamıştır Bunun tipik örnekleri, keza siyasal partiler dünyasında, ayrıca de meslek örgütleri ve odalar dünyasında görülmektedir Siyasal alanda bazı liderlerin ölünceye kadar ülke insanının sırtından inmeyişlerinin sırrı, sadece kendi karizmalarında yok, biraz da bu kadim gelenekte aranmalıdır Siyasal partilerin birçoğu, ahali iradesini parlamentoya taşıyarak, halkın temsilcileri olarak insanlar namına egemenliği uygulamak bürokrasi göre belirlenen politikaların uygulanmasına arabuluculuk etmektedirler

Iş kuruluşları, bir takım işçi ve işveren kuruluşları ve odalar da bu gelenek dolayısıyla birtakım görevlilere kurdurulmuş, akredite edilmiş ve aralıksız sübvanse edilerek, hem resmi politikaların uygulanmasına, ayrıca de müşterek çıkarların gerçekleştirilmesine aracılık etmişlerdir

Bu kuruluşlar, mensuplarının çıkarları için çalışıyor gibi gözükseler de, aslında devlet güçlerince kendilerine verilen görevleri yerine getirmekte, birtakım odaklarda muhakkak politikaları uygulamaktadırlar Bu kuruluşlar, sivil toplumu oluşturmak, örgütlemek ve devlete ait toplum karşısında güçlendirmek gibi bir amaç içerisinde bulunmamaktadırlar Tersine bu kuruluşlar, devlete ait politikaları belirleyen çevrelerin istemediği bir sivil toplum örgütlenmesinin gelişmesini önlemeye ve sivil toplumu kontrol etmeye çalışmaktadırlar Nitekim bunlardan bazılarının 28 Şubat ’tan sonra yaşanan gelişmelerde, kendilerine yüklenen görevleri ne kadar doğru ve başarıyla yerine getirdikleri görülmüştür böylece bu kuruluşları, hukuki konumlarına da uygun olarak sanki resmi millet kuruluşları olarak bakmak ve birer sivil toplum örgütü olarak tanımlamamak gerekiyor

Bunların dıştan farklı toplumsal kesimlerin oluşturduğu birtakım sivil toplum örgütleri bulunmaktadır Sayıları çok pozitif olmasına rağmen, kendilerini sınırlayan hukuki düzenlemeler ve bir türlü kurtulamadıkları kadro, eleman, finansman ve alt inşa yetersizlikleri yüzünden tatmin edici ölçüde işlevsel olamamakta iseler de bu örgütler, örgütlü toplumun oluşumunda önemli roller oynamışlardır

Sivil toplum örgütlerinin en manâlı handikapı ise, insanımızdaki örgütlü toplumun önemine ilişkin bilinç eksikliği ve mevcut kuruluşların muhakkak bir vakit içerisinde ulaşılması zorunlu birtakım hedeflere karşın egzersiz ve idare anlayışından mahrum oluşlarıdır Bu nedenlerle ülkemizdeki sivil toplum örgütlerinin refleksleri iyi çalışmamakta ve toplumu yeterince örgütleyememektedirler

Bu örgütlere toplum da yeterince sahip çıkmamakta, üye olmamakta ve çalışmalarına katılmamaktadır Aza olanlar da tam sahiplenmemekte, aidatlarını bile vaktinde ödememekte, birçoğu iki yılda bir yapılan genel kurul toplantılarına dahi katılmamaktadır Genel kurul toplantılarına katılan üyeler içerisinde, yönetime hesap soran, faaliyetleri denetleyen, çalışmalara katılan aza sayısı çok düşük düzeylerdedir Büyük çoğunluğu bir kültürel etkinliği izleme tavrı içerisinde genel kurula katılmaktadır Genel toplumdan bu anlamda daha bilinçli olduğu düşünülen aza tabanının bu ilgisizliği ve duyarsızlığı, örgüt idare kadrolarının ayrıca heyecanını, motivasyonunu azaltmakta, keza de örgüt içerisinde yönetim veya lider sultası oluşmasına niçin olmaktadır
Alıntı *
 
858,542Konular
981,895Mesajlar
32,539Kullanıcılar
AdemflnSon üye
Üst Alt